YUKİO MİŞİMA YAZ ORTASINDA ÖLÜM Çeviri: HÜSEYİN CAN ERKİN Mişima, Japon edebiyatının dünyada en tanınmış yazarı değil yalnızca. XX. yüzyıl edebiyatının yetiştirdiği büyük bir deha. Yukio Mişima, XX. yüzyıl Japon edebiyatının hırçın çocuğuydu. Nobel Ödülü adayları arasında sık sık adı geçtiği halde aşırı milliyetçi, narsist, anti-hümanist nitelemeleriyle suçlandı. Ancak bu eleştirilerin temelinde, yazarın gereğince anlaşılamamış olması vardır. Mişima, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yaşadığı dramatik yıkım sırasında yitip giden bir kuşağın haykıran sesidir. Yazarın yaşamı, bu kayıp kuşağın kendini yeniden keşfetmesinin öyküsüdür. Mişima, Japon savaşçı sınıfının “hiçlik”e dayalı felsefesi ile yazarlığını ustalıkla birleştirir. 25 Kasım 1970 günü canlı yayın yapan kameralar önünde geleneksel Japon yöntemiyle karnını deşerek intihar etmesi de, aynı zamanda usta bir oyun yazarı olan Mişima’nın yaşamını canlı sahne performansı ile sonlandırdığı şeklinde değerlendirilebilir. Can Yayınları 1996 Manatsu no Şi, Yukio Mişima © 1950, Yukio Mişima vârisleri © 2011, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti. Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. 1. basım: Temmuz 2011 Bu kitabın 1. baskısı 2000 adet yapılmıştır. Yayına hazırlayan: Faruk Duman Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Design Kapak resmi: © iStockphoto.com / Roberto A. Sanchez Kapak baskı: Azra Matbaası İç baskı ve cilt Özal Matbaası ISBN 978-975-07-1345-3 CAN SANAT YAYINLARI YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ. Hayriye Caddesi No. 2. 34430 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88/ 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33 www.canyayinlari.com [email protected] YUKİO MİŞİMA, asıl adı Hiraoka Kimitake. 1925 yılında doğdu. İlk hikâyelerini çocukken yazmaya başladı. Babasının ısrarıyla Tokyo Üniversitesi’nde hukuk okudu. Mezun olduktan sonra girdiği memuriyette ancak bir yıl çalışabildi. İstifa etti, tüm zamanını yazmaya ayırdı. Mişima’nın kısa sürede uluslararası bir ün kazanmasın sağlayan Bir Maskenin itirafları, 1948 yılında yayımlandı. Çok sayıda romanın, popüler dizi romanların, öykü kitaplarının, denemelerin ve edebiyat eleştirilerinin yanı sıra kabuki tiyatrosu ve geleneksel no oyunları için çağdaş metinler kaleme aldı. Çağdaş Japon edebiyatının en önemli yazarı olarak kabul edilen Mişima, 1970 yılında ününün ve prestijinin doruğundayken Henry Miller (Reflections on the Death of Mishima) ve Marguerite Yourcenar Mişima ya da Boşluk Algısı gibi yazarların kitaplarına konu olacak bir intiharla yaşamına son verdi. H. CAN ERKİN, 1968 Çorum doğumlu. Çevirmen, öğretim üyesi. 1991 Ankara Üniversitesi DTCF Japon Dili ve Edebiyatı mezunu. 1996’ da Hokkaido Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 2001’de Ankara Üniversitesi’nde doktorasın tamamladı. Yamamoto Tsunetomo, Osamu Dazai, Kavabata Yasunari, Ryu Murakami, Haruki Murakami, Ryo Kuroki, Kenzaburo Oe, Kobo Abe gibi Japon edebiyatının önde gelen isimlerinin eserlerini dilimize kazandırdı. İçindekiler SİGARA (TABAKO) HARUKO I II III IV V SİRK KANATLAR GAUTIER TARZI BİR ÖYKÜ SAYFİYE ÇAMLARI BULMACA YAZ ORTASINDA ÖLÜM HAVAİ FiŞEKLER ASİLZADE I II III ÜZÜMLÜ EKMEK 1 2 3 4 YAĞMUR ALTINDA FISKİYE SİGARA (TABAKO) Koşuşturmaca içerisinde geçen gençlik yıllarımı bir türlü eğlenceli, güzel yıllar olarak anımsamayı beceremiyorum. “Her yere düşerken güneş ışıkları,” diyor Baudelaire, “tükendi gençliğim zifiri karanlık fırtınalarda.” Gençlik anıları tuhaf ölçüde trajedi haline getirilir. Neden büyümeye, o sürece ait anılar trajedi haline geliverir acaba? Bunu şu an bile anlayamıyorum. Kimse de anlayamaz herhalde. Yaşlılık yıllarındaki durgunlaşan bilgelikle, sonbahar bitimlerinde sık sık görülen o kuru aydınlığı yanında getirerek üzerimize dökülen güneş gibi, belki de aniden anlayıveririm. Yine de, anlamasına anlarım belki, ama o sırada bunun artık hiçbir önemi kalmamış olabilir. Günler çözümsüzlükleriyle geçip gider. Böylesine can sıkıcılık gençlik çağlarında dayanılmaz olur. Evet doğrudur, gençlik çağlarında çocukluğun sinsiliği kaybolur, hatta bu artık kötü bir şeydir. O her şeyi en baştan düzeltmek niyetindedir. Fakat âlem bu çabayı her zamanki soğukluğuyla karşılar. Onun yelken açışını fark eden tek bir kişi bile olmaz. Ona gösterilen tavırlar genelde olması gerekenden farklı olur. Bazen yetişkinmiş, bazen de bir çocukmuş gibi davranırlar. Bunun nedeni onda özlü bir şeylerin yokluğundan mı kaynaklanır acaba? Hayır, sanırım gençlik çağlarında onda kolay kolay bulunamayacak bir şeyler vardır ve o yalnızca bunun ne olduğunu adlandırmakta güçlük çeker. Bu, büyümedir. O nihayet adlandırmayı başarır. Başarı ona huzur verir, göğsünün gururla kabarmasını sağlar. Ancak, bir ad konulduğu anda o özlü şey, adlandırılamadığı zamankinden farklı bir şeye dönüşüverir. Üstelik bunun bile kendisi farkına varamaz. Yalnızca yetişkin olmuştur. Çocukluğun sımsıkı mühürlenmiş bir sandığı vardır. Genç insan bir gayret o sandığı açmaya çalışır. Kapağı açtığında içinin boş olduğunu görür. Bunun üzerine anlar ki, hazine sandığı dedikleri, her zaman böylesine boştur. Sonrasında artık kendi yargılarını önemsemeye başlar. Ancak, sandık gerçekten de boş mudur acaba? Sandığı açtığı anda, göremediği çok önemli bir şey uçup gitmiş midir yoksa? İşte bu şekilde, ben yetişkin olmayı bir tamamlama, bir mezuniyet olarak göremiyordum. Gençlik ebediyen sürmelidir ve gerçekte sürer de. Öyle olduğu halde onu nasıl küçük görebiliriz? Genç olduğumda ben önce dostluk dedikleri şeye inanmakta güçlük çektim. Arkadaşım diyebildiğim insanlar hep aptallardı ve onlara karşı sabır gösteremezdim. Okul... Bu aptal örgütlenme türü, bizi gündüzleri orada yaşamak, bize lütfedilen onlarca aynı sınıf öğrencisi içerisinden arkadaş seçmek zorunda bırakır. Bu çevresi çitlerle örülü dar alanda, aşağı yukarı aynı düzeyde erdem sahibi onlarca arkadaşımız, her yıl aynı defterle ders verip, ders kitabının bir yerine geldiğinde her yıl aynı espriyi yapan hocalar (B şubesindeki bir arkadaşımla önceden anlaşmış, bir kimya hocasının o esprisini dersin hangi dakikasında yaptığını hesaplamıştık; bizim şubede 25. dakikada yapmıştı, B şubesinde ise 11.35’te, yani ders başladıktan tam 25 dakika sonra). Böyle bir ortamda ne öğrenebilirim ki? Üstelik yetişkinler bu çitin içerisinde güzel şeyler öğrenmemizi emrederler. O zorlamayla bizler simyacılar gibi yaşamayı öğreniriz. En iyi simyacı “üstün başarılı öğrenci” diye adlandırılır. O, kurşunu kullanarak uyduruk bir maden yapar, siparişi verene altın diye yutturur, sonra kendisi de o madenin altın olduğuna inanmaya başlar. Üstün başarılı öğrenci en olgun simyacıdır. Ben, dostum diyebildiğim dostlarımın bana olan sevgisini erittim. Onların yaptıklarının tersini ama hep tersini yaptım. Ortaokula girer girmez hemen herkesin başladığı, spor dedikleri şeyler bende yalnızca tiksinti uyandırdı. Üst sınıflar beni o spor takımlarından birine sokabilmek için dövmeye bile kalktılar. Onların kalın kollarına bakmaya çekine çekine yalan söyledim. “Ben... eee... şeyy... Bronşitim var benim... şeyy... Kalbim de zayıftır, arada sırada düşüp bayılıveririm.” Okul şapkalarını yarıya kadar tersyüz ederek kafalarına yanlamasına geçirmiş üst sınıflar “Hıh,” diye yanıtladılar. “Şu solgun suratınla uzun yaşamazsın zaten. Hazır mısın buna? Şu an ölsen hiçbir şey öğrenmeden ölmüş olursun. Hem de eğlenceli hiçbir şey.” Çevremdeki sınıf arkadaşlarım hep bir ağızdan pis pis gülüştüler. Ben sessizce üst sınıftakilerin kalın kollarına bakıyordum. O andan itibaren kadınsı zayıflık, bende içten içe çirkinlik hissi uyandırmaya başladı. Soylular sınıfı okulunun o baştan çıkarıcı havasına, başkalarına anlatılması güç tuhaf atmosferine her şeyimle karşı çıkarken bir yandan da o mekânın derinliklerinde gizli şeylere hayrandım. Arkadaşlarım çoğunlukla, sıradan insanların arasına konulacak olsalar abartılı ve gölgelerle örtülü suratlarıyla hemen dikkat çekecek insanlardı. Kitap falan okumaz, cehalet timsali olarak dolaşırlardı. Trajedi onların ilgisini çekmezdi. Küçüklüklerinden beri acı ve coşku gibi yelpazenin uç kısımlarında yer alan duygulardan kaçınmakta ustalaşmışlardı. Başka çareleri kalmayıp da acıyı yaşadıklarında, her şeyi oluruna bırakma huylarıyla hemen üstesinden gelir, o acıyla hiç ilişkileri olmamış gibi yaşamayı becerirlerdi. Zaten öyle insanların, güç ya da zorbalıkla değil,
Description: