2 ROBERT LOUIS STEVENSON Define Adası Remzi Kitabevi def ine adası / Robert Louis Stevenson Özgün adı: Trasure Island Türkçesi © Remzi Kitabevi, 2012 Çeviren: M. Barlas Çevikus Resimler: N. C. Wyeth Kapak resmi: Oğan Kandemiroğlu ısbn 978-975-14-1811-1 cep boy birinci basım: Kasım 2017 Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Sertifika no: 10705 Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr [email protected] Baskı: Seçil Ofset, 100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cad. No: 77 Bağcılar-İstanbul Sertifika no: 12068 / Tel (212) 629 0615 Cilt: Çifçi Mücellit, 100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No: 24-25 Bağcılar-İstanbul Tel (212) 629 4783 4 1 “BENBOW” HANI’NDAKİ YAŞLI DENİZ KURDU Bay Trelawney, Doktor Livesey ve diğer beye fendilerin hepsi, Define Adası’nın tüm hikâ yesini, başından sonuna, hiçbir şeyi atlamadan yazmamı istediler. Ben de bu yüzden 1760 yılında kalemimi elime alarak, babamın “Benbow” Hanı’nı işlettiği zamana ve yanağında kılıç yarası bulunan, güneş yanığı tenli yaşlı denizcinin hanımıza ilk gel diği güne geri dönüyorum. Peşinde, bir el arabasının içindeki gemici sandı ğıyla hanın kapısına gelişini daha dünmüş gibi hatır lıyorum; uzun boylu, güçlü, iri yapılı, güneş yanığı tenliydi; arkadan topladığı saçları, kir pas içindeki mavi ceketinin omuzlarına düşmüştü; elleri sert ve çatlak, tırnakları kara ve kırıktı; bir yanağında boydan boya, kirli ve mavibeyaz bir kılıç yarası vardı. Kendi kendine ıslık çalarak, koya doğru bakı şını ve ardından, daha sonraları da tiz, titrek ve yaşlı bir sesle sık sık söylediği şu eski denizci şarkısına kendisini kaptırışını hatırlıyorum: Ölü adamın sandığının üzerinde on beş kişi Yo-ho-ho ve bir şişe rom! 5 Bunu söyledikten sonra, bir sopayla kapıya vurdu ve babam görününce de, kaba bir şekilde bir bardak rom istedi. Romu yavaşça, tadına vara vara, kayalıklara doğru bakmaya ara vermeden ve tabe lamıza göz gezdirerek içti. “Burası güzel bir koy,” dedi sonunda, “ve bu hanın yeri de çok güzel. Gelen gideniniz çok oluyor mu?” Babam, olmadığını söyledi… çok az gelen giden olurdu, fazlasına da gerek yoktu. “İyi, o zaman,” dedi, “burası tam bana göre. Sen genç adam,” diye el arabasını çeken adama seslendi, “buraya gel ve sandığı taşımama yardım et. Burada bir süre kalacağım. Bana nasıl mı hitap edeceksiniz? Bana ‘Kap tan’ diyebilirsiniz. Ha, ne demeye çalış tığınızı anladım… Alın işte!” Ve yere üç ya da dört tane altın para fırlattı. “Bunlar yetmediğinde bana haber verebilirsiniz,” dedi sert bir şekilde. Yapısı itibariyle oldukça sessiz bir adamdı. Bü tün gün, elinde pirinçten yapılmış bir dürbünle, koyun etrafında ya da kayalıkların üzerinde yürür; bütün akşam da oturma odasının bir köşesinde, ateşin yanı başında, epeyce rom ve su içerek otu rurdu. Kendisine bir şey söylendiği zaman genel likle konuşmazdı; burnundan ıslıklar çıkartırcasına soluyarak ani ve sert bir bakış atardı sadece; biz ve evimize girip çıkan diğer insanlar, onu kendi haline bırakmak gerektiğini kısa zamanda öğrendik. Her 6 gün, yürüyüşten döndüğünde, yoldan herhangi bir denizcinin geçip geçmediğini sorardı. İlk önceleri, kafa dengi bir arkadaşın yokluğunu hissettiği için bu soruyu sorduğunu düşündük, ama sonunda, o kişilerle karşılaşmak istemediğini anlamaya baş ladık. “Benbow”da bir denizci kaldığında, oturma odasına girmeden önce, perdeli kapının aralığından o adama bakardı. Böyle birisiyle oturma odasında bulunmak durumunda kaldığında da, her zaman bir fare kadar sessiz olmaya özen gösterirdi. En azından benim için, olayda gizli saklı hiçbir şey yoktu; çünkü bir bakıma onun korkularının ortağı olmuştum. Bir gün beni bir kenara çekmiş ve her ayın ilk günü gümüş bir dört peni vereceğine söz vererek, tek bacaklı bir denizci görmek için gözümü dört açmamı, gördüğüm anda da hemen kendisine haber vermemi istemişti. Bu adam, yani tek bacaklı denizci nasıl rüyala rıma girdi size anlatamam. Ancak Kap tan’ın kendi sinden, herkesin korktuğundan çok daha az korku yordum. Geceleri hiç kimseyi umursamadan, orada öylece oturup romunu içer ve kötü, vahşi denizci şarkılarını söylerdi. Bazen benden, orada bulunan ların hepsine rom servisi yapmamı ister ve herkesi hikâyelerini dinlemeye ya da şarkılarına katılmaya zorlardı. Hanın sık sık, “Yohoho, ve bir şişe rom” sesleriyle sarsıldığını duyardım; bütün komşular enselerindeki ölüm korkusuyla ve can havliyle katı 7 lırlardı şarkıya; her biri ona kendisini fark ettirmek için, diğerinden daha yüksek sesle söylerdi. İnsanları en çok korkutansa onun hikâyeleriydi. Korkunç hikâyelerdi bunlar; adam asmak, cina yet, denizdeki fırtınalar ve kanlı olaylar hakkında bir sürü hikâye. Babam sürekli olarak, bu yüzden yakında insanların ayağı kesileceği için hanın bata cağını söylüyordu; oysa şimdi geriye dönüp baktı ğımda, onun varlığının bizim için iyi olduğunu söy leyebilirim. İnsanlar o zamanlar ondan sahiden de korkuyorlardı, ama şimdi düşününce görüyorum ki, onun varlığı hoşlarına gitmiş, sessiz köy yaşam larına güzel bir heyecan katmıştı. Aslında bir bakıma, gerçekten de iflasımıza sebep olacakmış gibi görünüyordu; haftalar boyunca, nihayet aylar boyunca kalmaya devam ettiği için verdiği paranın tamamı çoktan tüketil mişti; babam buna karşın biraz daha para istemeye cesaret edemiyordu. Kap tan, bizimle kaldığı süre içinde giysilerini hiç değiştirmedi. Ne mektup yazdı, ne de mektup aldı ve komşulardan başka hiç kimseyle de konuş madı, komşularla da çoğunlukla, sadece gereğin den fazla rom içtiği zamanlar konuşurdu. Büyük denizci sandığını ise hiçbirimiz açık görmemiştik. Kap tan’a yalnızca bir kez karşı çıkıldı ve o da zaten sonlara doğru oldu. Babamın ölümüne yol açan hastalığı oldukça ilerlemiş durumdaydı. 8 9 Doktor Livesey bir akşamüstü geç vakit babamı görmeye geldi. Annemin verdiği yemeği yedi ve atının köyden gelmesini beklerken pipo içmek için oturma odasına gitti. Doktor’un peşi sıra gittim. Kar gibi beyaz pudralı saçları, siyah parlak gözleri, nazik tavırları olan doktorun, kaba saba köylülerle, özellikle de, pis, hantal, gözleri kanlı, romu fazla kaçırmış ve kollarını masaya dayamış bir halde oturan korsanımızla ne büyük bir tezat oluşturdu ğunu fark ettiğimi hatırlıyorum. Birden o alışıldık şarkısına başladı: Ölü adamın sandığının üzerinde on beş kişi Yo-ho-ho ve bir şişe rom! İçki ve şeytan geri kalanı halletti… Yo-ho-ho ve bir şişe rom! Başlangıçta, “ölü adamın sandığının” üst katta, ön tarafa bakan odasında duran sandık olduğunu sanmıştım. Fakat artık hepimiz de şarkıya aldırmaz olmuştuk; o gece, bu şarkı Doktor Livesey dışında hiç kimse için yeni değildi. Doktor, ihtiyar bahçıvan Taylor’la olan konuşmasına devam etmeden önce öfkeli bir şekilde baktığı için, bu şarkıdan hoşlan madığını hissettim. Kap tan bir süre ona doğru baktı, susmamız için masaya vurdu ve sonunda korkunç bir sesle bağırdı: “Susun, hey, siz…!” “Bana mı söylediniz beyefendi?” diye sordu Doktor. Kapt an küfürle karışık bir şekilde öyle 10
Description: