Dashiel Hammett Türk Sokağındaki Ev Dashiell Hammett, 27 Mayıs 1894'te Amerika Birleşik Devletlerinde, St. Mary's County'de doğdu. Gazete satıcılığından dok işçiliğine, demiryollarında memurluktan reklamcılığa kadar çeşitli işlere girip çıktıktan sonra dedektifliğe başladı. Bu son işindeki deneyimlerinden yararlanarak yazarlığa başladı. İlk romanı, Kızıl Hasat'ı 1929'da kaleme aldı; tüm yazı hayatı 10 yıl süren Hammett bu süreye 5 roman, 67 öykü sığdırdı. Polisiye türünde gerçek edebiyat tadında eserler veren Hammett, ilginç yaşamıyla da dikkat çekti. Görüşleri yüzünden hapse girdi, 1961 yılındaki ölümüne kadar çok güç günler geçirdi. ONUNCU İPUCU "Bay Leopold Gantvoort evde yoklar," dedi kapıyı açan uşak, "ama oğlu Bay Charles Gantvoort buradalar, onunla görüşmek isterseniz..." "Hayır, Bay Leopold Gantvoort'la dokuz, dokuzu az geçe gibi sözüm vardı. Saat tam dokuz. Birazdan gelir herhalde. Beklerim." "Buyrun efendim." Kenara çekilip girmeme izin verdi, paltomla şapkamı aldı, ikinci kattaki bir odaya. - Gantvoort'un çalışma odasına- götürüp bıraktı beni. Masadaki desteden bir dergi aldım, yanıma bir kül tablası çektim, yerleştim. Bir saat geçti. Okumayı bırakıp sabırsızlanmaya başladım. Bir saat daha geçti. Sıkıntıdan kıpır kıpırdım. Alt katta bir yerde saat on biri çalmaya başladığında yirmi beş-yirmi altı yaşlarında, uzun boylu, ince, inanılmaz derecede beyaz tenli, saçlarıyla gözleri kopkoyu bir delikanlı girdi odaya. "Babam henüz dönmedi," dedi. "Yazık, bu kadar da beklediniz. Size yardımcı olamaz mıyım? Ben Charles Gantvoort." "Hayır, sağ olun." Bu kibarca sepetlenmeyi kabullenip kalktım. "Yarın gene ararım." "Kusura bakmayın," dedi usulca ve birlikte kapıya doğru ilerledik. Çıkarken odanın bir köşesinde duran telefon çalmaya başladı. Charles Gantvoort bakmaya giderken kapı aralığında bekledim. Konuşurken sırtı bana dönüktü. "Evet. Evet. Evet!" Sertçe: "Ne? Evet." Bitkince: "Evet." Yavaşça bana döndü. Yüzü solgun ve acılı, gözleri şaşkınlıktan çanak gibi, ağzı açık, telefon hâlâ elinde. "Babam," diye inledi, "ölmüş, öldürülmüş!" "Nerede? Nasıl?" "Bilmiyorum. Polisti arayan. Hemen gelmemi istiyorlar." Omuzlarını zor bela dikleştirip toparlandı, telefonu yerine koydu; yüzü yumuşadı biraz. "Kusuruma bakmazsınız..." "Bay Gantvoort," diye kestim özür dilemesini, "ben N Continental Dedektif Acentesinde çalışıyorum. Babanız bugün öğleden sonra arayıp kendisine bu akşam bir özel dedektif gönderilmesini istedi. Ölümle tehdit edildiğini söyledi. Ama tam olarak anlaşmamıştık henüz, onun için isterseniz..." "Tamam! Tuttum sizi! Polis eğer katili henüz yakalayamamışa elinizden geleni yapmanızı istiyorum." "Oldu. Emniyet Müdürlüğüne gidelim." Emniyet Sarayına giderken konuşmadık. Gantvoort direksiyonun üzerine eğilmiş, büyük bir hızla sürüyordu arabayı. Yanıtlanması gereken birkaç soru vardı, ama bu hızla hurdamızı çıkarmadan gidecekse, dikkatinin dağılmaması gerekiyordu. Ben de rahatsız etmedim, sımsıkı tutunup sustum. Emniyete vardığımızda yarım düzine kadar polis memuru bekliyordu bizi. Soruşturmadan O'Gar sorumluydu; geniş kenarlı siyah şapkasıyla filmlerdeki kasaba bekçilerini andıran, ama gene de hafife alınmaması gereken sivri kafalı bir polis çavuşu. Bir-iki işte birlikte çalışmışlığımız vardı eskiden, çok da iyi geçinirdik. İçtima salonunun altındaki küçük bürolardan birine götürdü bizi. Masalardan birinin üzerine bir düzineden fazla çeşitli eşya yayılmıştı. "Bunlara dikkatle bakmanızı ve babanıza ait olanları ayırmanızı istiyorum," dedi Çavuş, Gantvoort'a. "Babam nerede?" "Önce bunu yapın," dedi O'Gar, "sonra görürsünüz babanızı." Charles Gantvoort seçimini yaparken ben de baktım masadakilere. Boş bir mücevher kutusu, bir cep defteri, ölüye yazılmış, açık zarflar içinde üç mektup, başka birkaç evrak, bir anahtarlık, bir dolmakalem, iki beyaz keten mendil, iki tabanca mermisi, altın ve platinden bir zincirle altın bir çakıya ve altın bir kaleme bağlı bir altın saat, iki siyah deri cüzdan, biri yepyeni, öbürü aşınmış; kâğıt ve biraz bozuk para ve eğri büğrü, kan ve saçla sıvalı, küçük, portatif bir yazı makinesi. Masanın üstündeki eşyaların kimisi kanlı, kimisi temizdi. Gantvoort, saatle müştemilatını, anahtarları, dolmakalemi, cep defterini, mendilleri, mektupları, öbür evrakı ve cüzdanlardan eski olanını ayırdı. "Bunlar babamındı," dedi. "Öbürlerini tanımıyorum. Akşam çıkarken yanına kaç para aldığını da bilemiyorum tabii, onun için bunların ne kadarı onun söyleyemeyeceğim." "Öbür eşyaların hiçbirinin babanızın olmadığından emin misiniz?" diye sordu O'Gar. "Sanmıyorum, ama emin de değilim. Whipple bilir." Bana döndü. "Sizi bu akşam eve alan uşak. Babama o bakardı. Öbür eşyaların ona ait olup olmadığını kesin olarak o söyleyebilir ancak." Polislerden biri telefona gidip Whipple'i aradı, hemen gelmesini söyledi. Sorgulamayı sürdürdüm. "Babanızın genellikle yanında taşıdıklarından eksik bir şey var mı? Değerli bir şey falan?" "Bildiğim kadarıyla yok. Yanında taşıyabileceği her şey burada gibi." "Kaçta çıktı evden?" "Yedi buçuk olmamıştı henüz. Belki yedide falan." "Nereye gittiğini biliyor musunuz?" "Söylemedi çıkarken, ama Bayan Dexter'a gittiğini tahmin etmiştim." Polislerin yüzleri aydınlandı, gözleri parladı. Benimkiler de herhalde. Kadının bulaşmadığı çok cinayet olmuştur, ama böyle göze batıcı olaylarda mutlaka bir kadın parmağı vardır. "Kim bu Bayan Dexter?" Sorgulamayı O'Gar sürdürdü. "Bayan Dexter..." Charles Gantvoort duraksadı. "Yani babam, Bayan Dexter ve ağabeyiyle pek dosttu. Haftada birkaç gece giderdi onlara, Bayan Dexter'a özellikle. Aslında onunla evlenmek istiyordu galiba." "Kimin nesidir?" "Babam altı-yedi ay önce tanıştı onlarla. Ben birkaç kere karşılaştım, ama iyi tanımıyorum. Bayan Dexter, küçük adı Creda, yirmi üç yaşında falan olmalı, ağabeyi Madden de dört- beş yaş daha büyük olsa gerek. Şu sıralarda New York'ta olmalı Madden ya dâ New York yolundadır, babam için bir iş takip etmek için." "Babanız onunla evleneceğini söylemiş miydi?" O'Gar, kadın açısını kurcalıyordu. "Hayır, ama epey, nasıl desem? Epey tutkun olduğu belliydi. Hatta bu konuda tartıştık bile birkaç gün önce, geçen hafta. Kavga falan değil tabii, tartıştık yalnızca. Onunla evleneceğinden korkuyordum." "'Korkuyordum?' ne demek" diye atıldı O'Gar. Charles Gantvoort'un solgun yüzü azıcık kızardı, utanarak öksürdü hafifçe. "Dexter'ları kötülemek istemiyorum. Sanmıyorum ki, yani hiçbir bağlantıları olmadığından eminim bu olanlarla. Bana, ne desem, belki biraz fırsatçı insanlar gibi geldiler. Babam Karun değildi, ama epey varlıklıydı gene de. Bunak da değildi, ama elli yedi yaşındaydı, yani Creda Dexter'ın kendisinden çok parasıyla ilgilendiğini düşündürecek kadar..." "Ya babanızın vasiyeti?" "Bildiğim kadarıyla son vasiyetname iki-üç yıl önce hazırlanmıştı ve her şeyi bana ve karıma bırakıyordu. Sonradan bir başka vasiyet hazırlandı mı, bunu. size ancak babamın avukatı Bay Abernathy söyleyebilir, ama sanmıyorum." "Babanız emekliydi, değil mi?" "Evet. Dış ticaret işini bir yıl kadar önce bana devretmişti. Sağda solda epey yatırımı vardı, ama öyle önemli işlerle pek uğraşmıyordu artık." O'Gar, kasaba bekçisi şapkasını geri devirip mermi gibi sivri kafasını düşünceli düşünceli kaşıdı bir an. Sonra bana döndü. "Başka bir soracağın var mı?" "Var. Bay Gantvoort, Emil Bonfils diye birisini tanıyor musunuz; babanızdan ya da başkasından bu ismi işittiniz mi?" "Hayır." "Babanız size hiç tehdit mektubu aldığından söz etti mi? Ya da sokakta kendisine ateş edildiğinden?" "Hayır." "Babanız 1902 yılında Paris'te bulundu mu?" "Olabilir. Kendini emekliye ayırana kadar her yıl iş için yurtdışına çıkardı." *** Sonra O'Gar'la birlikte Gantvoort'u morga, babasını görmeye götürdük. Ölünün görünüşü pek hoş değildi, yalnız göz aşinalığı olan O'Gar'la bana bile tatsız geldi. Onu ufarak, sırım gibi, her zaman şık, adımında yaşından genç bir canlılık ve dinçlik olan bir adam olarak hatırlıyordum. Şimdi kafasının tepesi ezilerek kızıl bir püreye dönmüş yatıyordu orada. Gantvoort'u morgda bırakıp yürüyerek Emniyet Sarayına döndük. "Nedir bu çektiğin anlamlı numaralar, yok Emil Bonfils, yok Paris 1902 falan?" diye sordu Çavuş, sokağa çıkar çıkmaz. "Şu Leopold Gantvoort bugün öğleden sonra acenteye telefon edip 1902'de Paris'te dalaştığı Emil Bonfils adında bir adamdan tehdit mektubu aldığını söyledi. Ayrıca bir önceki gece Bonfils'in ona sokakta ateş ettiğini söyledi. Birisinin bu akşam evine gönderilmesini, bu konuda konuşmak istediğini söyledi. Ayrıca polise hiçbir şey anlatı lmaması gerektiğini, olayın ayyuka çıkması ndansa Bonfils'e kurban gitmeyi tercih ettiğini söyledi. Telefonda daha fazla konuşmak istemedi. Charles Gantvoort'a babasının ölüm haberi geldiğinde onların evinde olmamın açıklaması bu." O'Gar kaldırımın orta yerinde durup usul bir ıslık çaldı. "Vay anasını," dedi. "Bekle müdürlüğe dönelim, sana neler göstereceğim." Emniyete döndüğümüzde Whipple içtima salonunda bekliyordu. Yüzü, beni akşamın daha erken bir saatinde Rus Tepesindeki eve aldığı zamanki gibi ifadesiz, maske gibiydi. Ama o kusursuz uşak görünümünün altında içinin titrediği belliydi. Charles Gantvoort'u sorguya çektiğimiz küçük odaya götürdük onu. Whipple öldürülen adamın oğlunun söylediklerini doğruladı. Yazı makinesinin, mücevher kutusunun, mermilerin ve yeni cüzdanın Gantvoort'a ait olmadıklarından emindi. Dexter'lar konusundaki düşüncelerini açıkça söyletemedik, ama onaylamadığı belliydi. Bayan Dexter bu gece üç kere telefon etmişti; sekizde, dokuzda ve dokuz buçukta. Her seferinde Bay Leopold Gantvoort'u istemişti, ama mesaj bırakmamıştı. Whipple, Bay Gantvoort'u beklediği, gelmediği için de merak ettiği kanısındaydı. Ne Emil Bonfils'ten ne de tehdit mektuplarından haberi vardı. Bir önceki gece Gantvoort sekizde çıkmış, geceyarısı dönmüştü. Döndüğünde heyecanlı olup olmadığını seçecek kadar yakından görmemişti onu. Gantvoort genellikle cebinde yüz dolar kadar para taşırdı. "Gantvoort'un bu gece üstünde taşıdığı ve bu masanın üzerinde bulunmayan bir şeyden haberin var mı?" diye sordu O'Gar. "Hayır efendim. Her şey burada gibi; saat ve zincir, para, not defteri, cüzdan, anahtarlık, mendil, dolmakalem, benim bildiğim her şey burada." "Charles Gantvoort dışarı çıktı mı bu akşam?" "Hayır efendim. Bayan Gantvoort'la birlikte bütün gece evdeydiler." "Emin misin?" Whipple bir an düşündü. "Evet efendim, eminim diyebilirim. Bayan Gantvoort'un çıkmadığını biliyorum. Ama doğrusunu söylemek gerekirse Bay Charles'ı saat sekizden, saat on birde bu beyle birlikte - beni göstererek- aşağı inene kadar görmedim.
Description: