ebook img

Top - William S. Burroughs PDF

131 Pages·2001·0.96 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Top - William S. Burroughs

william s. burroughs top queer, 1985 türkçesi: ali kaftan / çetin şan kapak fotoğrafı: robert mapplethorpe ‘uzun saplı beyaz çiçek, 1982’ William S(eward) Burroughs 1914'te St. Louis, Missouri'de doğdu. Başanlı bir işadamının oğlu olan Burroughs, 1930’lu yıllarda Harvard Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı okudu. Okulu bıraktıktan sonra Meksika, Tanca ve İngiltere’de yaşamını sürdürdü; yıllarca ilaç bağımlısı olarak yaşadı. 1930’larda yazmaya başladı ancak 1950’lerin başlarında kendi yaşamına dayanan Canki (1953) ve Top (1950'lerde yazılmasına karşın 1985'e kadar basılmadı) adında iki kitap yazana dek önemli bir başarı kazanamadı. Bu romanlarında konu aldığı ilaç bağımlılığı ve eşcinsellik daha sonraki çalışmalarına da egemen oldu. Burroughs, güçlü bir karışım yaratmak için, popüler kültürün tüm alanlarından, filmler, karikatürler, Western’ler ve bilimkurgu yapıtlarından düşünceler ödünç alarak "cut-up" tekniğini uyguladı. İktidarın kötüye kullanılmasından büyük rahatsızlık duyması nedeniyle bağımlılığı, yaşamlarımızın denetlenme yollarının tümünü kapsayan bir metafor olarak kullandı. Yıllar boyunca yapıtlarının büyük bölümünün yayımlanmamış olmasına karşın Burroughs, Jack Kerouac ve Allen Ginsberg başta olmak üzere 1950’lerin Beat yazarları arasında önemli etkiye sahipti ve ilk önemli kitabı Çıplak Şölen’in yayımının öncesinde yeraltında ünlenmişti. İlk olarak cesur ve etkili (Henry Miller’ın eski yayımcısı) Olympia Press tarafından 1959'da Fransa’da basılan kitap, yayımından başlayarak büyük tartışmalara neden olurken ABD’de 1962, İngiltere'de 1964'e kadar piyasaya çıkmadı ve 1991’de David Cronenberg tarafından filme alındı. Uzun bir süre önce basın organlarında ustanın öldüğüne dair haberler alsak dahi, bunlara pek aldırdığımız söylenemez. giriş 1940'lann sonunda orada yaşadığım dönemde. Mexico City, berrak, ışıl ışıl havasının yaranda, içinde daireler çizerek dönen akbabalara kan ve kum rengine oldukça uygun düşen özel bir mavi tonuna -kaba bir tehditkârlıktaki acımasız Meksika mavisi- sahip gökyüzüyle bir milyon kişinin yaşadığı bir kentti. Mexico City’yi, orayı ziyaret ettiğim ilk günden itibaren sevmiştim. 1949 yılında orası, geniş bir yabana kolonisi, efsanevi genelevleri ve lokantaları, horoz döğüşleri, boğa güreşleri ve akla gelebilecek her türlü eğlencesiyle yaşamak için ucuz bir yerdi. Tek başına bir adam orada günde iki dolara oldukça rahat bir şekilde yaşayabilirdi. Eroin ve marihuana bulundurmaktan New Orleans'ta bana karşı açılan davada dunumun öylesine ümitsiz görünüyordu ki, mahkeme tarihinde ortalıkta görünmemeye karar verdim ve Mexico City'nin sessiz, orta sınıf mahallelerinin birinde, bir apartman dairesi kiraladım. Zaman aşımı yasasına göre, Birleşik Devletler'e beş yıl boyunca dönemeyeceğimi biliyordum, bu yüzden Meksika vatandaşlığına müracaat ettim, Mexico City College'de Maya ve Meksika arkeolojisi üzerine bazı derslere kaydoldum. Amerikan ordusu kitaplarımı, okul taksitlerimi ve yaşamam için ayda yetmiş beş dolarlık bir maaşı üstlendi. Çiftçilik yapabileceğimi veya belki de Amerika sınırında bir bar açabileceğimi düşünüyordum. Kent hoşuma gitmişti. Gecekondu bölgeleri, katışıksız pislik ve yoksulluk açısından Asya'daki herhangi bir bölgeyle rahatlıkla karşılaştırılabilirdi. İnsanlar sokağın her tarafına sıçıyor, ardından yatıyor ve orada, ağızlarına girip çıkan sineklerle birlikte uyuyorlardı. Girişimciler, genellikle miskindirler, sokak köşelerinde ateşler yakar ve yoldan gelip geçenlere dağıttıkları, iğrenç, pis kokulu ve isimlendirilemeyen yemek yığınları pişirirlerdi. Ayyaşlar ana cadde kaldırımlarının tam üzerinde sızıp uyurlardı, hiçbir polis onları rahatsız etmezdi. Bana, sanki Meksika'da herkes kendisini ilgilendiren şeyleri düşünme sanatı üzerinde iyice uzmanlaşmış gibi geliyordu. Eğer adamın biri monokl takıp baston taşımak isterse, bunu yapmaktan çekinmiyordu ve hiç kimse de yanından geçerken ona ikinci bir kez bakmıyordu. Oğlanlar ve genç erkekler caddede kol kola yürürlerdi ve hiç kimse onlara aldırmazdı. Bu durum, o insanların diğerlerinin ne düşündüğüyle ilgili olmadıkları yüzünden değildi, sadece bir Meksikalı bir yabancının kendisini eleştirmesini beklemezdi ve kendisi de diğerlerinin davranışlarını eleştirmezdi. Meksika, temel olarak, iki bin yıllık salgın hastalıklar, yoksulluk, rezillik, aptallık, esaret ve merhametsizliği, ruhsal ve fiziksel terörizmi yansıtan bir Doğulu kültürdü. Meşum, karanlık ve kaotikti, bir rüyanın özel kaosu gibi. Hiçbir Meksikalı, bir diğer Meksikalıyı gerçekten tanımazdı ve eğer bir Meksikalı, birisini öldürmüşse (bu çok sık olurdu), ölen kişi genellikle onun en iyi arkadaşı olurdu. Cam isteyen herkes silah taşıyabilirdi; bir barın müdavimlerine ateş eden sarhoş polislerin, silahlı siviller tarafından vuruluşunu anlatan birçok olay okumuşumdur. Bir otorite figürü olarak Meksikalı polisler, tramvay sürücüleriyle aynı hizadaydılar. Bütün memurlar rüşvet yerdi, gelir vergisi çok düşüktü ve tedavi ücretleri aşın derecede uygundu, çünkü doktorlar sürekli kendi reklamlarını yapar ve fiyat kırarlardı. 2.40 dolara belsoğukluğu tedavisi olabilir ya da penisilini satın alarak iğneyi kendiniz vurabilirdiniz. Kendi kendinizi tedavi etmenizi engelleyen hiçbir yönetmelik yoktu, iğneler ve şırıngalar herhangi bir yerden satın alınabilirdi. O günler Alemân'ın1 dönemiydi, mordida'nın kral olduğu bir dönem ve rüşvet piramidi devriye gezen polislerden Presidente'ye kadar yükseliyordu. Mexico City, aynı zamanda, kişi başına düşen adam öldürme oranına bakıldığında dünyanın cinayet başkentiydi. Gazetelerde, her gün şöyle hikâyeler okuduğumu hatırlıyorum: (1.- Migueî Alemân : (1902-1983). 1946-52 arasında görev yapmış Meksika devlet başkanı. Bir köy bakkalının oğluydu. Meksika Devrimi sırasında general oldu. Hukuk öğrenimini bitirdikten sonra Mexico City’de çalıştı ve işçi- işveren davalarında uzmanlaştı. Önce Veracruz senatörü, sonra 1936'da eyalet valisi oldu. 1940'ta Manuel Âvila Camacho'nun zaferiyle sonuçlanacak başkanlık kampanyasını yürütmek için bu görevinden istifa etti. Bunun karşılığında, Camacho tarafından İçişleri Bakanlığı gibi güçlü bir mevkiye getirilerek ödüllendirildi. 1946'da Kurumsal Devrimci Parti'den (PRI) başkan adayı oldu ve kolayca kazandı. Başkanlığı döneminde Meksika'da toprak reformunun hızı kesikliyse de endüstriyel kalkınma büyük ölçüde hızlandı. Yönetimine büyük yolsuzluk ve yozlaşma suçlamaları yöneldiyse de onun başkanlık döneminde belirgin bir ekonomik gelişme görülmüştür.) Bir campesino, yani bir köylü, otobüs bekliyordun keten pantolonu, araba lastiğinden yapılmış sandaletleri, geniş sombrerosu ve kemerine sokulmuş maçetesiyle2. Takım elbise giymiş başka bir adam da orada bekliyordur, kol saatine bakar ve sinirli bir şekilde mırıldanır. Campesino maçetesini sıyırır ve adamın kafasını bir güzel kesip atar. Campesino daha sonra polise şöyle anlatır: "Bana muy feo bakıyordu ve sonunda kendime hakim olamadım." Ama aslında adam otobüs geciktiği için sinirliydi ve campesino onun hareketini yanlış anladığında otobüsü görmek için yola bakıyordu ve bundan sonraki şey, hendeğin içine yuvarlanan bir kafaydı, altın dişlerini gösterip korkunç bir şekilde sırıtarak. (2.- Maçete: İng. "Machete". Orta Amerika'da kullanılan bir cins pala, yhn ) İki campesino çok kederli bir şekilde yol kenarında oturuyor. Kahvaltı yapmak için ceplerinde paralan yok. Ama şuraya bak: önündeki birkaç keçiyi güden bir oğlan. Campesino eline bir taş alır ve vurduğu gibi oğlanın beynini dışarı fışkırtır. Sonra keçileri en yakın köye götürüp satarlar. Polisler tarafından tutuklandıklarında kahvaltılarını yapıyorlardır. Bir adam küçük bir evde oturmaktadır. Bir yabana ona Ayahuasca yolunu nasıl bulabileceğini sorar. "Ah, bu taraftan, senor." Adamın önüne düşmüş, etrafta döndürüp duruyordur: "Yol, tam burada." Birdenbire, aslında yolun nerede olduğunu bilmediğini fark eder ve bunu niye dert edecektir ki? Yerden bir taş parçası alır ve kendisine işkence yapan herifi öldürür. Campesino'lar haklarını taş parçaları ve maşetelerle alıyordu. Daha öldürücü olanlarsa politikacılar ve izne çıkmış olan aynasızlardı, yanlarında .45'lik otomatiklerle, insan harekete geçmek için hazırlanmayı öğreniyordu. İşte bir başka gerçek hikâye: Silah taşıyan bir politico, hatununun onu aldattığını ve bir kokteyl salonunda birisiyle buluştuğunu duyar. Maço ateş gibi içeri daldığında, Amerikalı bir çocuk daha yeni içeri girip kızın yanına oturmuştur: "CHINGOA!" Adam .45’liğini çıkarır ve çocuğu oturduğu bar taburesinin üstünden vurup uçurur. Cesedi dışarı çıkarır ve sokak boyunca biraz uzağa sürükleyerek götürür. Polisler geldiklerinde, kanlı barını bezle temizlemekte olan barmen omuzlarını silker ve sadece şöyle der: "Malos, esos muchachos!" ("Şu kötü çocuklar!") Her ülkenin kendi özel Bokları vardır, tıpkı Zenci çentiklerini sayan Güneyli kanun adamları gibi ve dalgacı Meksika maçosu da iş saf pisliğe geldiğinde onlardan geri kalmaz. Ve Meksika orta sınıfının büyük bölümü de dünyanın tüm diğer burjuvazileri kadar iğrençtir. Meksika'da narkotik reçetelerinin parlak, san renkte olduğunu hatırlıyorum, bin dolarlık bir fatura veya ordudan onursuz bir şekilde atılma kâğıtları gibi. Bir ara Yaşlı Dave ve ben, onun Meksika hükümetinden oldukça yasal bir şekilde elde ettiği böyle bir reçeteyi kullanmaya çalışmıştık. Karşılaştığımız ilk eczacı böyle bir şey karşısında irkilerek hırlamıştı: "No prestamos servicio a los viciosos!" ("Uyuşturucu bağımlılarına hizmet vermiyoruz!") Her adımda daha da hastalanarak bir farmacta'dan öbürüne yürüdük: "Hayır, senor..." Millerce yürümüş olmalıydık. "Daha önce bu mahalleye hiç gelmemiştik." 'İyi, bir daha deneyelim." Sonunda duvardaki bir delik kadar küçücük bir farmada'ya girdik. Receta'yı çıkarttım, kır saçlı bir bayan bana gülümsüyordu. Eczacı reçeteye baktı ve “İki dakika, senor,” dedi. Oturup bekledik. Pencerede sardunya çiçekleri vardı. Küçük bir oğlan çocuğu bana bir bardak su getirdi ve bir kedi bacağıma sürtündü. Bir süre sonra eczacı elinde morfinimizle döndü. "Gracias, senor" Dışarısı, mahalle şimdi büyülü gibi görünüyordu: Bir çarşının içinde küçük farmacia'lar, dışarıya konulmuş sandıklar ve tezgâhlar, köşede bir pulqueria. Kızarmış çekirgeler ve üzerindeki sineklerle lekelenmiş nane şekerleri satan kulübeler. Beyaz tertemiz ketenler ve ipten yapılmış sandaletler giymiş taşralı oğlan çocukları, cilalanmış bakır gibi yüzleri ve ateşli masum kara gözleriyle, egzotik hayvanlar gibiydiler, cinsiyetsiz bir güzelliğin hayranlık verici göz kamaştırışı. İşte keskin hatları ve kara derisiyle bir oğlan çocuğu, vanilya kokuyor, kulağının arkasına bir gardenya takmış. Evet, bir Johnson buldunuz, ama onu bulmak için bütün bu Bokkent boyunca yürüdünüz. Her zaman böyle olmuştur. Tam bütün dünyanın Boklar tarafından özellikle doldurulduğunu düşündüğünüz anda, bir Johnson'a rastlarsınız. Bir gün kapım sabahın sekizinde çalındı. Pijamalarımla gittim ve karşımda Göçmen Bürosu'ndan gelen bir müfettiş vardı. "Giyinin. Tutuklusunuz." Kapa komşum olan kadın, ayyaş ve düzensiz davranışlarım hakkında uzun bir rapor vermişe benziyordu, aynı zamanda evraklarımda yanlış bir şeyler vardı ve sahip olmam gerekken Meksikalı karım neredeydi? Göçmen Bürosu'nun memurları beni istenilmeyen bir yabancı olarak sınır dışı edilmeyi beklemek üzere hapse göndermek için yan yana dizilmişlerdi. Şüphesiz, her şey biraz parayla düzeltilebilirdi ama benimle görüşecek olan kişi, sınır dışı etine bölüklünün başıydı ve fındık fıstığa gelmezdi. Sonunda onlara iki yüz dolar çıkmak zorunda kaldım. Göçmen Bürosu'ndan eve doğru yürürken, eğer Mexico City’de gerçekten gelir getiren bir yatırımım olsaydı ne kadar ödemem gerekebileceğini hayal ettim. Ship Ahoy'un üç Amerikalı sahibinin düzenli olarak karşılaştığı sorunları düşündüm. Polisler sürekli olarak mordida için gelinlerdi, sonra sağlık müfettişleri gelirdi ve ardından da gerçek bir ısırık koparabilmek için mekânda kötü bir şeyler bulmaya çalışan daha fazla polis. Garsonu şehir merkezine götürmüş ve ağzından biraz laf alabilmek için iyice pataklamışlardı. Kelly’nin cesedinin nereye saklandığını öğrenmek istiyorlardı? Mekânda kaç kadına tecavüz edilmişti? Otu kim sağlıyordu? Bunun gibi bir sürü şey. Kelly, Ship Ahoy’da altı ay önce vurulan Amerikalı bir hipsterdı,3 sonra iyileşmişti ve şimdi ABD ordusundaydı. Orada şimdiye kadar hiçbir kadına tecavüz edilmemişti ve orada kimse ot

Description:
Elinizdeki bu kitap, gerçek bir aşk hikayesidir... Mexico City'e sığınmış olan William Lee'nin, hayali sevgilisini baştan çıkarmak için gerçekleştirdiği ayak oyunlarını ve bunları yaparken çektiği bütün o romantik acıları anlatır. Norman Mailer'ın deyimiyle, "dehanın hükm
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.