Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu Yusuf KOTAN (*) Turhan KAYA (**) Özet: Postmodernist yazarlardan Orhan Pamuk, ülkemizde bazen eleştirilere maruz kalmış, bazen de övgülere mazhar olmuştur. Ama o, bütün bunları bir yana bırakarak, yayımladığı eserleriyle farklılığını daha çok hissettirmeye başlamış ve Nobel Edebiyat ödülünü almıştır. “Benim Adım Kırmızı” romanında edebi sanatlar açısından renk metaforu nasıl kul- lanılmaktadır sorusuna, eserden yola çıkarak cevaplar bulmayı denediğimiz bu çalışma- da; Türkiye’de yayınlandığı dönemde çok ses getiren bu eserin anlaşılmasında önemli bir öğe olan renklere odaklanıp, bir metafor olarak yorumlamaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı, Renk metaforu The Color Metaphor in Orhan Pamuk’s Novel, Benim Adım Kırmızı Abstract: Orhan Pamuk, one of the postmodernist writers, has faced with some criticism while he has been praised. However, leaving them all aside, Orhan Pamuk has started to make his difference with his publications and was awarded with 2006 Nobel Literary Prize. In the study that we try to fi nd answers by taking the novel as a basis for the guestion how the color metaphor is used in terms of literary terms in the novel, Benim Adım Kırmızı, we will try to comment on the “the colors” as a metaphor by focusing on them as signifi cant elements in understanding the sensational novel in the period that it is published in Turkey. Key Words: Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı, Color Metaphor *) Kafkas Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi **) Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü. Yusuf KOTAN Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 84 / Turhan KAYA Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 Giriş Orhan Pamuk, 1990’lardan itibaren çok satan, her eseriyle birlikte konuşulan ve tartı- şılan bir romancımızdır. Her eserinde yeni yöntemler uygulayan, farklı kültürel kodlarla eserinin arka planını zenginleştiren romancı, nasıl bir yazar olmak istediğini açıklarken, “Bütün dünyada okunabilecek ve nitekim sonunda da okunan ‘yüksek’ edebiyatı yapmaya çalışıyorum(…) iyi bir edebiyat yapmak istiyorum. Edebiyat için edebiyat yapmak istiyo- rum ”(Hakan: 2000, 23). der. Bu ifadelerin yorumu aslında evrensel edebiyatın kendisidir. Başka bir deyişle, iyi bir eser ortaya koyduğunda çok okunacağı, yazarın değişmeyen düşüncesidir. İyi eser ise dilin iyi kullanımı, zenginliği ve sanatkârane özelliğiyle olur. Edebi sanatlar, anlam olaylarının özel ve dar bir alanına, retoriğe (belâgata) ve edebi- yata ilişkindir. Metafor terimi de bu bağlamda görülmektedir. 19. asır Türk belâgatçıları, Batı retoriğinde karşılaştıkları “metafor” terimi için açık istiâre; “alegori” için de istiâre-i temsiliyye, istiâre-i mürekkebe veya mecâz-ı mürekkebe terimlerini bulmuşlar ve kullanmışlardır. Bu karşılıklar uyumsuz değildir. Ancak, meta- forun İngilizce’deki örneklerine bakılınca, onun başta açık istiâre olmak üzere, kapalı istiâre ve beliğ teşbih gibi mecaz sanatlarından yararlanılarak yapılan bir sanat olduğu anlaşılır. Bir konu veya düşüncenin muhtelif istiâreler vasıtasıyla canlandırılarak anla- tıldığı parça veya esere ise alegori denir ( Uğur:2004, 5 ). Batı’da anlam, uzun zamandır cümle, metin, eser düzeyinde tartışılmaktadır. Eğretile- me bile bir dönemdir sosyoloji, psikoloji vb. alanlarında tartışılıyor artık. Pamuk’un, ya- yınlandığı dönemde çok ses getiren romanlarından biri olan “Benim Adım Kırmızı” nın anlaşılmasında, kavramlar ve simgeler düzleminde önemli bir öğe olan renklere odakla- nıp, bir metafor olarak yorumlamaya çalışacağız. 1. Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu 1.1. Kültürümüzde Renk Renk (reng) kelimesi Farsça olup, “Çeşitli cisimlerden yansıyarak gelen ışınların gör- sel algı sonucu kişide oluşturduğu duygudur. Diğer bir deyişle renk, ışığın cisimlere çarp- tıktan sonra yansıyarak görme duyumuzda bıraktığı etkiye denir (Altan: 2006, s. 300). İnsanoğlu, yaratıldığı andan itibaren birbirleriyle olan iletişimini çeşitli vasıtalarla kurmaya çalışmıştır. Bazen bir ateşin dumanı, bazen de mağara duvarlarına çizilen şekil- lerle bu iletişim gerçekleştirilmiştir. Renkler de insanlık için bir iletişim aracı olmuştur. Mağara resimlerinde rengin kullanılması, doğal bir iletişim aracı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. O zaman rengin tarihi, insanlığın tarihiyle aynıdır diyebiliriz. “Türk edebiyatına baktığımızda, renklere bakış açısında bu milletlerin anlayışına benzer bir yaklaşım görmekteyiz. Divan ve Halk edebiyatın- da en çok kullanılan renkler ak, ela, al, kara, yeşil, sarı renkleridir. Ak (beyaz) rengi, göğüs, gerdan, döş, bağır, gün, çadır, deve, giyim, ten, ya- nak, el, bilek. gibi kelimelerle kullanılmakta; ela / ala rengi, sadece göz kelimesiyle birlikte kullanılmakta; al (kırmızı) rengi, yanak, giyim, gül, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu 85 el, bayrak, çiçek yanak, yüz, kan gibi kelimelerle birlikte kullanmakta; yeşil rengi, ördek, koru, don, yaprak, turna kelimeleriyle kullanılmakta; siyah(kara) rengi, zülüf, saç, tel, sürme, peçe, şapka, yazma, yas, ümit- sizlik, çaresizlik, ölüm, ayrılık kelimeleriyle kullanılmakta; sarı rengi, gömlek, postal, beniz, çiçek, giyim kelimeleriyle kullanılmakta; mor ren- gi, giyim, sümbül kelimeleriyle kullanılmaktadır. Güzellerin elbiseleri sarı, mor, yeşil renklidir” (Ögel : 1984, s. 400). Renklerin iletişimde kullanılması daha çok psikolojik duygularla ilgilidir. Çünkü renklerin, insanlar üzerinde güçlü zihinsel ve duygusal etkiler bıraktığı birçok insan ta- rafından bilinmektedir. Renk algısı insanın kişisel tecrübe dünyasında önemli bir yere sahiptir. Ve iç dünyasını derinden etkilemektedir. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, çeşitli ruhi hallerde bulunan insanlar farklı renklerden hoşlanırlar. Örneğin, kişi onda iyi hatıralarını canlandıran renkleri sevebilir, iyi iz bırakmayan anıları hatırlatan renkleri de beğenmeyebilir. 1.1.1. Kırmızı Türk mitolojisinde, Türklerin renklere olan ilgisi önemli bir yer tutar. Bunlar içerisin- de mavi, beyaz/ak ve al/kızıl renkleri en başta gelir. “Al renk kırmızıdan farklı olup, kutsallığın ve tanrısallığın rengi olmuş- tur. Kırmızı renk adı ise Türkçede 12. asırdan önce pek görülmemiştir. Yani kırmızı, Türkçeye sonradan, Soğdca’dan veya Farsçadan geçmiş- tir.” (Heyet: 2001, s. 58). Al renk adı kutsallık içerdiği içindir ki, Türkler, “kırmızı bayrak” yerine “al bayrak”, “kırmızı kan” yerine “al kan” demişlerdir. Yermek ve aşağılamak yerine “karalamak” derken, yüceltmek, övmek ve kutsamak yerine de “allamak” sözünü kullanırlar. Aslında bugün dilimizde kullandığımız “allamak pullamak” deyimi de aynı maksatla kullanılır. Benim Adım Kırmızı romanında kırmızı renk, yüzü aşkın yerde kullanılmış ve çok farklı anlamlarla karşımıza çıkmaktadır. Genel itibariyle fi ziksel gücün, hareketin ve canlılığın rengi olmakla birlikte, aşkın, ihtirasın ve cinselliğin temsilcisi olarak da ele alınabilir. Kırmızı renk, romanda öncelikle çekiciliği anlatmak için kullanılmıştır: (…) “Uzaktan karşısına geçip bakarken, çok hafi f bir şekilde kıpırdanır- sam bütün gövdemi parçalar halinde aynada görebiliyordum. Kırmızı çuhadan yeleğim iyi duruyordu, ama annemin kendi çeyiz sandığından çıkardığı mor gömlek de içimde olsun istiyordum” (…) (Pamuk: 2008, s. 169). Yazar, bu çekiciliği sadece bayanlar hususunda değil, güzel gördüğü erkek çocuklarını söz konusu ettiği zaman da kullanmaktadır: (...) “Bir murakkada, tıpkı o sıra benim yaptığım gibi, kucağında bir kitap tutan kırmızı dudaklı, ince belli bir Acem oğlanı gördüm de altın Yusuf KOTAN Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 86 / Turhan KAYA Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 ve iktidar düşkünü şahların unuttuğu şeyi, bütün güzelliklerin Allah’ın olduğunu hatırladım”(…) (Pamuk: 2008, s. 361). Yaratılış itibariyle cinsel duyguların en yoğun göründüğü canlılar, insanlar ve hayvan- lardır. Neslin devamı, toplumsal ahlâkın korunması gibi önemli konuların çıkış noktası olan cinsellik, hayatın her döneminde etkindir ve gücünü hissettirmektedir. Eserde de kırmızı renk, sadece çekiciliğin değil, cinselliğin rengi olarak da ele alınmıştır: (…) “Dara’nın İskender’in kucağında acıyla ölüşünü, Behram Gür’ün Rus prensesiyle kırmızı odaya kapanışını, Siyavuş’un, burnunda bir imza taşımayan bir kara atla ateşten geçişini, oğlu tarafından öldürülen Hüsrev’in kederli cenazesini gördük” (…) (Pamuk: 2008, s. 347). Cinsellik, sadece insanoğluna has olmayıp, hayvanlar da kendi aralarında farklı ileti- şim yollarıyla (koku yaymak, ses çıkarmak vb.) bu dürtülerini yaşamaya çalışırlar: (…) “Venedik Doçu, Padişahımız Hazretleri’nin kızları Nurhayat Sultan’a hediye olarak Çin ipeğinden top top kumaşlardan, üzeri mavi çiçekli Çin çömleklerinden başka ne yollamış biliyor musunuz? Tüyleri ipekten, samurdan yumuşak işveli bir Frenk köpeği. Bu köpek öyle naz- lıymış ki, bir de kırmızı ipekten elbisesi varmış. bizim arkadaşlardan biri onu becermiş de ondan biliyorum: Bu köpek cima ederken bile el- bisesiz yapamıyormuş. Bu Frenk ülkesinde zaten köpeklerin hepsi böyle elbise giyermiş” (…) (Pamuk :2008, s. 21). Kullanılan her renk, insanlarda farklı duyguların hissedilmesine vesile olur. İşte kır- mızı renk de, yazarın duygu dünyasında coşkunun rengi olarak ele alınmıştır: “Kırmızı olmaktan ne de mutluyum! İçim yanıyor; kuvvetliyim; fark edildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.” (Pamuk: 2008 , s. 215). Kırmızı renk, duygu dünyasında somut hayatın bir yansıması olduğu gibi, metafi zik bir renge boyanmış ve âlemin yaratıcısı olan Tanrı, bu renkle ifade edilmiştir: (…) “Zaten tek bir kırmızı vardır ve yalnızca ona inanılır”(Pamuk : 2008, s. 217). Ölüm sonrası hayat da kırmızıdır bu metinde. Enişte öldükten sonra her tarafın bu renge büründüğünü söylüyor: “Kısa bir sürede bütün her şey kıpkırmızı oldu. Bu rengin güzelliği içi- me ve bütün âleme doğuyordu. O’nun varlığına böyle böyle yaklaştıkça sevinçten ağlamak geliyordu içimden” (…) (Pamuk : 2008, s. 266). Renkler, sadece olumlu yönleriyle değil, olumsuz özellikleriyle de ele alınır ve duy- gular, bu renklerin olumsuz anlamlarından yola çıkılarak anlatılmaya çalışılır. Kırmızı da bu romanda hem olumlu, hem de olumsuz bakış açılarıyla ele alınmıştır. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu 87 İnsan bir hata yaptığında ve bu hatasını fark ettiğinde yüzü, elinde olmadan kırmı- zımsı bir renge bürünür. İşte bu renk, kişinin yaptığı işten utandığını, bu işe üzüldüğünü göstermesi bakımından önemlidir: (...) “Açık bir kapıdan, ustalarının azarladığı genç öğrencilerin yap- tıkları yanlışı anlamak için kıpkırmızı yüzlerini önlerindeki kağıtlara değdirircesine yaklaştırdıklarını gördüm” (…) ( Pamuk: 2008, s. 66). Burada kırmızı rengin üzerinde uzunca durmaktan ziyade, romanda kullanım itibariy- le bu rengi çağrıştıran diğer renklerin/kavramların yansıttığı çağrışımları da irdelemeye çalışalım. Kırmızı rengi genel başlık altında ele aldığımızda, bu grubun içerisine, kırmı- zıyı çağrıştıran diğer on rengi de dâhil edebiliriz. “Al” kelimesine sözlükte baktığımızda aynı rengi ifade eden kırmızı ve kızıl renk- leriyle karşılaşmaktayız. Eski dilde her ne kadar “aldatma, tuzak, hile” gibi anlamlara gelmiş olsa da, genel kanı, bu kelimenin bir renk olarak kullanılmasıdır. Kırmızı rengi açıklarken ifade ettiğimiz gibi, “al” kelimesine/ rengine ağırlıklı olarak eski kültürlerde rastlamaktayız. Örneğin 11. yüzyıl Türk kaynaklarında “al” sözü bir renk olarak değil de, bir bayrak adı olarak geçmektedir (Ögel: 1984, 400). Ayrıca bu renk Türklerde “kızıl” olmayıp, uğurlu bir renk olarak geçmektedir. Yani her iki renk, anlam bakımından farklı çağrışımlar uyandırmaktadır. Al rengi, romanda, Şeküre’ye mektup getiren Yahudi kadın Ester’in, heyecanını yan- sıtmak amacıyla kullanılmıştır: “Kapıda alı al moru mor cariye Hayriye. Elinde bir mek- tup” (Pamuk: 2008, s. 151). Kırmızı rengi çağrıştıran bir diğer renk türü de, bakır rengidir. Kimya bilimi içerisinde kullanılan ve çeşitli işlevlere sahip bir element olan bakır, kızıl rengi ve kolay işlenebil- mesi açısından önemli bir madendir. Kazvinli bir güzel tasvir edilirken kullanılan bu renk, kırmızı rengin çağrıştırdığı duy- guları yansıtması bakımından önemlidir. Kazvinli güzelin ten rengi ve bu rengin karşı tarafta bıraktığı istek ve arzu, göndergesel bir renk olan bakır ile anlatılmıştır. Yani pa- ragrafın bütünü dikkate alındığında bakır renk, cinselliğin, şehvetin, arzu ve isteğin rengi olmuştur: (…) “O anda Şeküre’ye karşı duyduğum en güçlü isteğin, onun da his- settiği gibi, yolculuklarım sırasında,mesela ince yüzlü, bakır renkli, mor ağızlı bir Kazvin güzeline duyduğum baş döndürücü bir istekten hiçbir farkı olmamasına bakıp hayal kırıklığına uğrayan hanımefendiler için söylüyorum bunları” (…) (Pamuk: 2008, s. 177). Kırmızı rengin canlılığı ve içtenliği, aslında tabiatın da vazgeçilmezi olmuştur. Özel- likle çiçekler, bu canlılığın en güzel göstergeleridir. Kırmızı, sarı, beyaz derken çağrışım- ları da hep farklı olmuştur. Örneğin kırmızı gül, aşkın ve tutkunun simgesi olmuştur. Benim Adım Kırmızı’da gül, kavram olarak çiçeği değil, bir rengi ifade etmek veya o rengi hatırlatmak tarzında kullanılmıştır. Yazar, burada “gül renkli elbiseler” derken Yusuf KOTAN Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 88 / Turhan KAYA Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 aslında kırmızı renge gönderme yapmaktadır. O zaman kırmızı renkli elbise giymek, fi - ziksel gücün, canlılığın ve şöhretin rengi olarak kullanılmıştır diyebiliriz: (…) “Ellerinde satırları gül ve patlıcan renkli elbiseler giyen sakalsız, bıyıksız kadın yüzlü kasapların çengelden sarkan derisi yüzülmüş pembe koyunlara gülümsediklerini gördüm” (…) (Pamuk : 2008, s. 71). Kırmızı renk, etkisini savaş meydanlarında da göstermektedir. Bayraklardan tutun da savaş çadırlarına kadar bu rengin tesirlerini görmekteyiz. Romanda Sultan Süleyman’ın savaş çadırı tasvir edilirken, bu çadıra hakim renk yine kırmızıdır. Çünkü savaş çadırları ve bunları bütünleyen renkler, aslında bir geleneğin devamı olarak da görülebilir. Örneğin Türklerde, tahta geçen padişahlar, Tuğrul Bey’den sonra genellikle Türkmen gelenekle- rine bağlı kalınarak kırmızı otağlar (çetrler) kullanmışlarıdır(ÖGEL : 1984, s. 423). O zaman diyebiliriz ki, kırmızı rengin savaş meydanlarında kullanılması, güç ve kudretin yanı sıra, savaş isteğinin de bir işareti olabilir: (…) “Kasım Paşalı Kasım’ın bu!” dedi bir keresinde, Padişahımızın dedesi Sultan Süleyman’ın kıpkızıl savaş çadırının dibindeki mor otları işaret ederek. “Bir üstat asla değildi, ama kırk yıl resimlerin boş yerleri- ne, beş yapraklı, tek çiçekli şu otlardan yaptı ve iki sene önce ölüp gitti. Bu küçücük otu herkesten iyi çizdiği için ben hep ona çizdirdim” (…) (Pamuk : 2008, s. 311). 1.1.2. Siyah Sözlüklerde çok farklı anlamlara gelen kara/siyah renk, romanda kırmızı renkten sonra en çok kullanılan renktir. TDK Güncel Türkçe Sözlük’te; “ 1. En koyu renk, siyah, ak, be- yaz karşıtı. 2. Esmer. 3. Kötü, uğursuz, sıkıntılı. 4. Yüz kızartıcı durum, leke.”anlamlarına gelen bu renk, TDK Güzel Sanatlar Terimleri Sözlüğü’nde ise; “Kemik ya da ağaçların yakılması ile elde edilen kömür rengi.” gibi anlamlara gelmektedir. Beyazın zıt anlamlısı olarak ele alınan bu renk, farklı kültürlerde farklı anlamlar ba- rındırmaktadır. Araplarda siyah, bütün renklerin aslı kabul edilmiş ve “esved-sevda” söz- cüklerinden türemiştir. Arapçada siyahın anlam alanı çoğunlukla kötü olmuştur. Akrep ve yılana “esvedeyn” (iki siyah) denilmesini buna örnek gösterebiliriz (Gündüzöz: 2007, s. 571). Siyah renk, Dede Korkut anlatılarında ise, “kötü haber, kötülük ve yıkım” (Karabaş: 1996, s. 28) anlamlarına gelmektedir. Bu renk, Batı toplumlarında, ölümün ve kederin simgesi iken, ülkemizde hüznü ve resmiyeti temsil etmektedir. Siyah renk, yas, ölüm ve ağırlığı çağrıştırır. Korku ve karanlığın rengi olduğu gibi, fe- nalıkların ve şeytanın rengi olarak da ele alınmıştır ( Pamuk: 2008, 151 ). Yani siyah renk denildiği zaman, insanoğlunun düşünce dünyasında olumsuz özellikler ön plana çıkmak- tadır. Ama daha önce de söylediğimiz gibi, her rengin bir de olumlu özellikleri mevcuttur. Siyah rengin olumlu özellikleri ise, ciddiyet, güç ve otorite olarak ele alınabilir. Kara renk, incelediğimiz romanda farklı anlamlar barındırmaktadır. Şeküre’nin göz- leri anlatılırken özellikle bu renk kullanılmıştır. Bir bayanın kara gözlü olması, yaratılışı Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu 89 itibariyledir. Ama bayanın güzelliği söz konusu edilirken, o gözlerin renginin ön plana çıkarılması, kara gözün, insanlar nazarındaki önemini ortaya koymaktadır: “Bir kahkaha atıp dışarı çıktım, ama hemen bir utanç kapladı içimi. Şeküre’nin gönül macerasıyla alay etmek değil, aslında onun kederli hayatına gözyaşı dökmek isterdim ben. Ne kadar da güzeldir kara gözlü kederli kızım benim!” (Pamuk: 2008, s. 152). Kara gözlere sahip bir bayan, âşıkları tarafından her zaman çekici bulunmuş ve o dilberler için nice türküler kaleme alınmıştır. Gerek halk edebiyatında, gerekse divan ede- biyatında, kara gözlü güzeller her daim çekiciliğin ve güzelliğin objesi olmuşlardır: (…) “ Çocuklar uyuduktan sonra bile Şeküre yatağından çıkıp senin ya- nına gelmediği için,” dedi içimden acımasız bir ses. Kara gözlü güzelim bana gelir diye mum ışığında resimlere baka baka çok uzun bir süre sabırla bekledim” (Pamuk: 2008, s. 255). Romanda kullanılan kara sevda ifadesi aşkın şiddetini ve ciddiyetini göstermesi bakı- mından önemlidir. Bir insanın kara sevdaya tutulması, ölümle eşdeğer kabul edilmekte- dir. Çünkü kara sevdaların sonu, genellikle ölümle sonuçlanır: “Beni gerçekten kara sevdayla seviyorsan,” dedi kendini affettirmek ister gibi. “Şerefl i bir erkek gibi kendine hâkim olur da, ciddi niyetler beslediğin kadının haysiyetini kırmaya çalışmazdın. Benimle evlenmek için hileler yapan bir sen değilsin. Buraya geldiğini kimse gördü mü? (Pamuk: 2008, s. 174). Kara renge sahip bazı hayvanlar vardır ki, bunlar halk arasında, renkleri itibariyle uğursuz hayvanlar olarak algılanırlar. Örneğin kara renkli bir kediyle karşılaşan insanın, o günkü işlerinin yolunda gitmeyeceği ve başına bir felaket geleceği yorumlarına neden olur. Yani kara renk, burada uğursuzluğun rengi olarak ele alınabilir: (…) “Sokaklarda koşar gibi yürürken yüksek bir çınar ağacı, Eniştemin öldüğü gün harika evlilik hayalleri ve tasarılarıyla eteklerim zil çalarak yürüdüğüm için beni aşağı gördü. Derken, buzlar eridiği için tıslaya tıslaya akan mahalle çeşmesi “aldırma,” dedi bana, “işlerini ayarla ve mutlu olmaya bak.” “Tamam da,” diye aklımı tırmıkladı daha sonra bir köşede yalanmakta olan uğursuz bir kara kedi, “sen kendin dahil herkes, Enişte’nin katlinde parmağın var diye şüpheleniyor senden” (Pamuk: 2008, s. 224-225). Eserde kullanılan kara renk, sadece olumsuz duygularla ele alınmamış, kişilerin tensel renklerini ortaya koymak için de kullanılmıştır. Aslen Yahudi olan ve İstanbul’da ikamet eden Ester, kendi esmerliğini okuyucuyu sunarken bu renkten faydalanmıştır: “Törenleri, kalabalık içinde bir kara koyun olduğumu unuttuğum kadar, doya doya tıkındığım için de severim” (…) (Pamuk: 2008, s. 277). Yusuf KOTAN Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 90 / Turhan KAYA Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 Eskiden, insanlar daha ziyade sıfatlarıyla tanınır, hatta doğan çocuğun bir diğer ismi de babasının isminden oluşurdu. Kişilerin taşıdığı bu sıfatlar, ya kişinin yeteneğinden ya da insanlar arasında en çok dikkat çeken özelliğine bağlı olarak verilirdi. Romanda da bu tür kullanıma sıkça rastlamaktayız: (…) “Büyük usta Kara Veli’nin atları, yüz on yıl bütün Müslüman nak- kaşlarca taklit edilmiş, kendisi ise Ebu Said’in yenilgisi ve nakkaşha- nenin dağılması üzerine Semerkant’tan Kazvin’e geçtikten iki yıl sonra Kuran-ı Kerim’in, “hiç kör ile gören bir olur mu” yolundaki âyetini kötü niyetlerle çürütmek istiyor diye, önce kör edilip sonra genç Nizam Şah’ın askerlerince öldürülmüştü” (Pamuk: 2008, s. 329). (…) “Kitap, önce üç yüz kişilik bir Acem elçi heyetiyle birlikte, o za- man yeni padişahın avlanarak kışı geçirdiği Edirne’ye gitmiş, öteki hediyelerle birlikte develerin ve katırların sırtında İstanbul’a gelince, Hazine’ye kilitlenmeden önce Baş nakkaş Kara Memi ve biz üç genç üstadı, dördümüz, kitabı seyretmeye gitmiştik. Tıpkı Hindistan’dan geti- rilen bir fi li, Afrika’dan gelen zürafayı görmeye giden İstanbullular gibi koşa koşa Saray’a gittimiz o gün, Büyük Üstat Behzat’ın yaşlılığında Herat’tan Tebriz’e gittiğini, ama kör olduğu için bu kitaba elini sürme- diğini Üstat Kara Memi’den işitmiştim” (Pamuk: 2008, s. 365). 1.1.3. Beyaz Beyaz, aslında bir renk olmayıp, tarafsız yani nötr renkler kategorisinde yer almıştır. TDK Türkçe sözlükte, “ak, siyah karşıtı, temiz, lekesiz” anlamlarına gelen bu renk, açık ışıklı ve havalı bir renk oluşu itibariyle, birçok kavramı simgelemektedir. “Beyaz renk, ge- nel itibariyle safl ığı, temizliği, doğruluğu ve masumiyeti simgeler” (Kalmık: 1950, s. 39). Bu rengi seven insanlar, çatışmadan uzak, farklı ve özgür bir dünyanın arayışı için- dedirler. Hemen bütün toplumlarda kutsal bir renk olarak ele alınmıştır. Çeşitli kültürlere göre en farklı mesajlar içeren renk, beyazdır. Örneğin, Araplarda hayatın simgesi olan bu renk, Batı toplumlarında safl ığın ve bekâretin, Doğu toplumlarında ise –Japonya örneğin- de olduğu gibi- ölümün ve yasın simgesi olarak kullanılmıştır. İncelediğimiz romanda, beyaz renk daha çok binek hayvanı olan at ile birlikte kulla- nılmıştır. Bir insanın beyaz bir atla gezinmesi, öncelikli olarak onun safl ığına ve temiz- liğine işaret edebilir. Ayrıca beyaz rengin erkekler üzerindeki tesirlerine bakınca, beyaza düşkün olan bir erkek, soğukkanlı, cömert ve yeri geldiğinde de zalimlik özelliklerini gösterebilir: (…) “Ama yine de, İstanbul’a geldikten sonraki altı gün boyunca rast- ladığım çocukluk arkadaşlarımdan ikisini ( biri benim gibi kâtip olmuş, öteki bir hamamı işletiyordu) tıraş sırasında bana mutluluklar dilerken gözleri sulanan sevgili berberimi yanıma aldım; kendim de altıma ilk gün bindiğim beyaz atımı çektim ve Şeküreciğimin kapısına, sanki onu Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu 91 bu evden alıp başka bir eve, başka bir hayata götürecekmişiz gibi da- yandık” (Pamuk: 2008, s. 232). Beyaz rengin giyimde kullanımı aslında o kişinin temiz ve safl ığının yanında, titiz- liğin ve bakımlı bir kişiliğin yansıması olarak ele alınabilir. Şeküre’nin beyaz bir elbise giymesi, karşısındaki insana saf bir şekilde bağlı olduğunun göstergesi olabilir. Çünkü beyazı seven bir kadın, farkında olsun veya olmasın nazikliğini, alçak gönüllülüğünü ve asilliğini ortaya koymaktadır: “Arkasından kapıyı dikkatle sıkı sıkıya kapadım, her gece yaptığım gibi arkasına fesleğen saksısı olarak kullandığım eski su küpünü yerleştir- dim, ocağı külleyip yatağıma gitmeden önce, baktım Şeküre, üzerinde karanlığın içinde kendini hayalet gibi gösteren beyaz bir entari, karşım- da” (Pamuk: 2008, s. 133). Beyaz renk, olumlu anlamlarının yanında olumsuz anlamlarıyla da ele alınmaktadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu renk, doğu toplumlarında ölümün rengi olarak algılan- maktadır: (…) “O kadar kızmıştı ki Venedikliler, hemen toplanan Meclis’te böyle bir mektubun tartışılması bile caiz değildir diye karar çıkmıştı. Dahası, öfkeli kalabalıklar beni Doç’un sarayında kıstırmış, muhafızları, kapı- cıları atlatan serseriler beni boğazlamaya girişmişlerdi ki, Doç’un iki yakın silahşoru beni sarayın dehlizlerinden kaçırıp kanala açılan arka kapıya çıkardılar. Orada, bunun gibi bir sisin içinde beni karşılayıp ko- luma giren beyaz giysili uzun boylu soluk sandalcıyı bir an ölümün ken- disi sanmıştım ve gözlerinin içine bakarak orada kendimi görmüştüm” (Pamuk: 2008, s. 113). Beyaz renk, bazen bir tarihi olayı hatırlatmada kullanılmış, bazen de ele alınan güze- lin çekiciliğini anlatmak için kullanılmıştır: (…) “Karda kışta Tebriz’den İstanbul’a dönen Cennetmekân Yavuz Sultan Selim’in yanında Çaldıran’da yenilgiye uğratıldığı Şah İsmail’in beyaz tenli, çekik badem gözlü iki güzel karısından başka, Tebriz’in önceki sa- hipleri Moğollardan, İlhanlılardan, Celayirlilerden, Karakoyunlulardan kalan ve mağlup şahın ayrıca Özbeklerden, Acemlerden, Türkmenlerden, Timurlardan yağmalayıp Tebriz’deki Heşt Bihişt Sarayı’ndaki kütüpha- nesinde sakladığı bütün bu kitaplar vardı” (…) (Pamuk: 2008, s. 378). Romanda beyaz renk yalnız başına ele alınmamış, bu rengi çağrıştıran diğer renkler de kullanım alanı bulmuştur. Romanda ak renk iki yerde kullanılmıştır. Ele aldığımız parçada ak renk, anlam iti- bariyle kör olan kişinin gözlerinin mevcut durumunu okuyucuların hayallerinde canlan- dırmak için kullanılmıştır. Cümle içerisinde geçen göz yuvarları aslında gözbebeklerini ifade etmektedir. Bu yuvarların renginin solması ise, gözbebeklerinin işlevini yitirmesi Yusuf KOTAN Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 92 / Turhan KAYA Enstitüsü Dergisi 2010 14 (2): 83-103 anlamına gelmektedir. Göz yuvarlarının solup, göz akıyla aynı renge sahip olması, bu organın korkunç bir görüntüye sahip olmasını anlatmaktadır. Çünkü halk arasında kulla- nılan, “gözü dönmek” deyimi de aslında bu görüntüyü bizlere sezdirmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, ak renk burada körlüğün rengi olarak karşımıza çıkmaktadır: (…) “Yavrum, hanginiz bu âmâ amcanın maşrapasına çeşmeden su dol- duracak? Hiç kimse gitmeyince şöyle derdi: Sevaptır yavrum, sevaptır! Gözlerinin yuvarlarının rengi solup uçmuştu da gözlerinin akıyla aynı renkteydi” (Pamuk: 2008, s. 451). Beyaz renk, romanın bir başka yerinde de kar beyaz şeklinde kullanılmıştır. TDK Türkçe sözlükte, “ bembeyaz, çok beyaz” anlamlarına gelen bu renk, aslında beyaz rengin taşıdığı anlamları içermektedir. 1.1.4. Yeşil Yeşil renk, asıl itibariyle tabiatın rengidir. Hayatın ve gençliğin nişanesi olan bu renk, Türk mitolojisinde Ülgen’in yedi oğlundan biri olan Yaşıl Kaan’ın adı idi. Yaşıl’ın asli görevi bitkilerin büyümesini düzenlemekti (Kırımhan: 2001, s. 110) . Yani yeşil renk, “yaş” kökünden türemekte ve Türklerde yeni bir yılın ve yeni bir hayatın başlangıcını temsil etmektedir. Yeşil renk, ilâhi kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde farklı durumları anlatmak için kullanılmıştır. İslâmiyet’le birlikte din ve imanın simgesi durumuna gelen bu renk, Türklerdeki önemini devam ettirmiştir. Çünkü bu rengin, Efendimiz ve ailesinin sembolü sayılması, manevi bir anlam kazanmasında önemli bir etken olmuştur. Bereketin, huzurun ve doğanın rengi olan yeşil, uyum ve güven verici bir etkiye sa- hiptir. Bu sebeple hayatımızın hemen her alanında bu renkle karşılaşmaktayız. Orhan Pamuk da ele almış olduğu romanında bu rengi sıklıkla kullanmış ve bu renge farklı anlamlar yüklemiştir. Şeküre, roman boyunca duygularını renkler aracılığıyla da anlatmıştır. Bazen çok sev- diği bir rengi giyerken, bir anda karar değiştirip farklı bir renge geçmektedir. Örneğin aşa- ğıdaki parçada mor gömleğini giyerken, bundan vazgeçip soluk yeşil bir gömlek giyiyor. Soluk yeşil, burada kararsızlığın rengi olarak karşımıza çıkmaktadır: “Anne niye bu güzel mor gömleğini giydin?” dedi Şevket. “İçeri odaya gittim, mor gömleğimi çıkardım. Hep giydiğim soluk yeşili geçirdim üzerime. Giyinirken üşüdüm, ürperdim, ama tenimin ateş gibi olduğunu, dahası gövdemin canlılığını, diriliğini hissettim” (…) (Pa- muk: 2008, s. 54). Her rengin, insanların duyguları üzerinde değişik etkileri vardır. Bu etkiler psikosos- yal durumlara göre olumlu, olumsuz veya nötr şekillerde görülebilir. Her ne kadar farklı duygularla özdeşleşen renkler olsa da, bu duyguların yansıtılmasında başka renkler de
Description: