arayışlar -insan Bilimleri Araştırmaları Yıl: 5, Sayı:9-IO, 2003 TASA VVUFI'A GAYB PROBLEMiVETASAV VUF LiTERATÜRÜNDE GAYBI RİVA YETLER1 Ahmet YILDIRIM• Abstract: Asa result of his nature, humankind has always been keen and curious about ghaib unknown. This enthusiasm causes humankind to be interested in metaphysics. lt is possible to come across the signs of this fact in muslim culture too. In Islamic thought philosophers saw 'ghaib' as a problem of existence and epistemology and Muslim theologians tried to sol ve this problem in the border of revelation for the Muslim min d. As an existence problem for Sufi tradition, on the other hand, ghaib in the course of time led Sufis to the idea that walis who are regarded, as 'fiiends of God' have been different from the rest ofthe humankind. Sufı literature is full of examples that emphasises this kind of differences. From these examples we can conclude that Sufı iradition has a peculiar understanding and different problem ofg haib. Keywords: Sufi tradition, Epistomology, ghaib, narratives about ghaib Giriş İnsan, varlık şartlarının bir gereği olarak kendisi için muaınma olan gaybla ilgili · hususları merak etmiş, bilinmeyene, görünmeyene ve esrarlı olana hep ulaşma heyecanı ve gayreti içinde olmuştur. İnsanın engellenemez bu isteği, onu sürekli olarak görünenin ötesiyle bir şekilde il~lenmeye itmiştir. Filozof "gayb"ı bir varlık ve bilgi Bu makale, "Tasavvuf Literatilründe Gaybi Rivayetler" adıyla İSAV Vakfı tarafından düzenlenen (Altunİzade KOltür Merkezi, İstanbu~l 1-12 Ekim, 2003) Isianı Düşüncesinde Gayb Problemi II Sempozyumuna sunulan tebliğin geliştirilmiş şeklidir. Yard. Doç. Dr., SDÜ İlalıiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı. problemi olarak gönni.iş, kelamcı bu problemi yine varlık ve bilgi açısından vahyl verilerin sınırları içerisinde çözümlerneye çalışmış, silfi ise, onu, genellikle bir varoluş gerçeği olarak algılamıştır. 2 Mutasavvıflar için bir varoluş gerçeği olan gayb meselesi, zamarıla onları Allah'ın sevgili kulları olarak kabul edilen velilerin "gayb bilgisi" açısından diğer insanlardan farklı özelliğe sahip olduğu anlayışına götürmüştür. Evliya menkıbelerini arılatan kitaplar bu farklılığın örnekleriyle doludur.3 Bu örneklerden yola çıkarak mutasavvıfların kendilerine has bir gayb anlayışı olduğunu söylemek mümkiilldür. Gayb ve Mutasavvıflarda Gayb Problemi Ga)'b, Arapça, göz önünde olmayan, bilinmeyen, gizli olan duyulardan uzak olan ve kişiniri hakkında-bilgisi olmayan-şeye denir.4 Silfi düşünür İbn Arabl (ö.638/1240) gaybı, duyu organlan ve akıl ile bilinmeyen variıklar ve bunların bulundukları manevi ve rUhani ~i! em, Hakkın kendisinden değil, senden gizlediği şeyler diye tarif etmiştir.5 Kur'an-ı Kerim'in varlık bilgisini, "iilimu'l-gayb" ve "iilimu'ş-şehiide" (görüıuneyen, duyular ötesi bilgi ve görünen ve duyutarla idrak olunan bilgi) şeklinde Bkz. Halis Al bayrak, Kur 'an 'da İnsan-Gayb ilişkisi, Şili e Yayınları, İstanbul, I 993, s. 13 "Hayru'n·Nessac (ö.322/920) anlatıyor: Bir gün evimde otururken 'Cüneyd·i Bağdadi (ö.297/890) kapıda dumıaktadır' diye içime bir fikir doğdu. Bu dUşOnceyi kalbirnden attım. Fakat aynı düşünce tekrar içime doğdu. Dışarı çıktım. Baktım ki, COneyd kapıda beklemekıe. COneyd bana dedi: 'İlk defa hatırladığında neden dışarı çıkmadın? Kuşeyri, Abdulkeriın, er-Risiile (Kuşeyrl Risalesi), İst., Dergah Yayınları, 1981, Haz: Süleyman Uludağ, s. 403. Örnekler içiıı bkz. Kuşeyri, er-Risiile (Kuşeyrı Risalesi), s.394-404. Bu konuda yapılan izahların bazısına göre, velinin kalbine gelen ilham, l\deta özgon bir mors alfabesi olarak telakki edilmiştir. 'Bir kısım şeyler o kalbe dikte edilir; O da bunlardan bir kısım manalar çıkarır. "Falan şu anda kapıya geldi" şeklinde söyleyebilir ve söylediği de çıkar. Bkz. Abôolfettah Şahin, Şüpheler ve Çıkış Yolları, İst. Zaman Gazetesi Yayınları, 1990, II, 122. Veya o veli, muhatabın zihninden geçen 'sorulara teker teker cevap verebilir. Bu mana, halk arasında da yaygın bir kımaat halindedir. "Allah dostu" denilen zatların, insanın içini okuduğunu söylerler. Şadi Eren, Kur 'an 'da Gayb Bilgisi, Işık Yayınları, İzmir, 1995, s. 84. Bir velinin insanın içinden geçenleri söylemesine şu noktadan bakalilar bile olmuştur: Kalp, etrafa bazı ışınlar neşrettiği gibi, beyin de bazı ışınlar neşreder. Bu ışınlar, insanın içinden geçen dlişOnceleri etrafa yansıtırlar, ya da, bu ışınlar içten dUşüncelere göre dalgalanır, şekillenir! er. Tıpkı radyo ve TV dalgaları gibi, bu ışınları da tesbit eden bir göz olursa, karşıdaki insanın düşüncelerini o söylemeden görOp öğrenebilir. İşte, insanda bilkuvve mevcud olan görOnmez göz (basiret), bu görOnmez ışınları tesbit gücOne sahiptir. Böyle basiret göz!l açık olan kimse karşısındakinin içinden geçen dUşOnceleri sezebilir, anlayabilir. Suleyman Ateş, isiarn TaSJivvujiı, Yeni Ufuklar Neşriyat. İst. 1992, s. 553. Tabii ki yukarıdaki yorumların tartışmalı olmadığını söylemek zordur. Rağıb el·İsfahiinl, Miifi-ecliit, (Thk.Safvan Adnan Davudi), Beyrut, 1992, s. 616. Ayrıca gayb kelimesinin !Ogll.vi manaları için bkz. İlyas Çelebi, ls/arn lnancmda Gayb Problemi, MÜİFA V Yayınları, İstanbul, 1996, s. 59-61; İlyas Çelebi, "Gayb", DİA, XIII, 403-404 İbn Arabi, Jstıliihiitu Şeyh Muhyiddin lbn Arabl (Mu 'cernu Jstı/iihiitı 's-Süfiyyej, (1lık. Bessll.m Abdulvehh§b el-CBbi),Beyrut, 1990, s. 72; Suat el-Hakim, el-Mu 'cernu 's-Süfiyye, Beyrut, I 981, s. 848- 852; Süleyman Uludağ, TasavvufTerimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1991, s. 189; Ethem Cebecioğlu, TasavvufTerimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yayıncılık, Ankara, 1997, s. 289. 186 ikiye ayırdığıru görmekteyiz. AncakKur'an'ın, "alimu'l-gayb"ten bahsederken devamlı "iman" kelimesi ve müştaklarına yer veri~; ahiret alemi, meleküt iilemi gibi şehiidet iilemi dışındaki her türlü haber ve bilginin de gaybl veya gayb alemiyle ilgili hususlar olduğuna işaret eder. Varlık aleminin ise genelde "alemu'l-gayb" ve "alemu'ş-şehade" şeklinde ikiye ayrıldığını, benzer anlayış ve bilgiye mutasavvıf İbn Arabl'nin eserlerinde yer aldığı görülmektedir. İbn Arabl'ye göre varlık alemi, ikiye ayrılır: Bir kısmına gayb alemi denilir; bu illem senin gözüne görünmeyen her şey' dir. Diğer· lasmına da şehadet alemi (gözle görülen varlık) adı verilir.7 Ona göre -gayb alemi şüphesiz ki, akli (akılla kavranan) alemdir.8 Gayb alemi asıldır; şehadet alemi ise, onun fer'idir.9 Gayb alemi, Hakk'ın kendisinden değil, fakat senin yani insanlar için örttüğü şeydir. ı o Ayrıca bilgi elde etme yönünden de genelde tasavvufi düşünce içerisinde özelde de İbn Arabl'de gaybın iki kısma ayrıldığı belirtilmektedir. 1-Gayb-ı mutlak: Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilmediği gayb. Mesela toplam yıldız sayısının ne kadar ôlduğu gibi Allah'tan başkasının bilemeyeceği şeylere gayb-ı mutlak denmiştir.11 2-Gayb-ı iziifi: Allah'ın peygamberlerine ve evliyaya bildirdiği bazı gaybl hususlar ki, bunları onlardan başkası bilemez.12 Tasavvufı düşüncede gayb-ı mutlakı kimsenin Bkz. En'iim 6/73; Tevbe 9/94, 105; Ra' d 13/9; Mu'munün 23/92. Geniş bilgi için İlyas Çelebi, İslam bıancmda Gayb Problemi, s. 61-64. İbn Arabi, el-Futıiluitu 'l-Mekkiyye, !, 85; Nihat Keklik, Muhyiddin İbn'ül-Arabi elcFutiihtit el Mekkiyye, KUltur Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 384. Ayrıca bkz. Muhammed Parsa Faslu'l Hittib (Tevlıide Giriş), (tre. Ali HUsrevoğlu), Erkarn Yayınları, 1stanbu~ 1988, s. 292 lbn-Arabl, e/-Futfihtitu 'l-Mekkiyye, ı, 435; Nihat Keklik, Mulıyidam lbn 'ül-Arabi, s. 384 İbn Arabl, el-Futfilıtitu '1-Mekkiyye, I, 376; Nihat Keklik, Muhyiddin lbn 'iil-Arabi, s. 384 10 İbn Arabl, el-Futahtitu '1-Mekkiyye, II, 143; Nihat Keklik, Muhyiddin İbn'ül-Arabi, s. 384. Mutasavvifeye yakın olan bazı bilginler bu iki alem arasında "berzah" ve "ceberüt" adını verdikleri UçüncU bir alem daha buluııduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre bu UçüncU alem, ne tamamen maddi, ne de tamamen ruhldir. İkisinin karışımından meydana gelmiş bir alemdir. İsmail Hakkı İZmirli, "Alem", Türk İslam Ansiklopedisi, ı, 268; İlyas Çelebi, Islam inancında Gayb, s. 64 11 Mutlalc gaybla ilgili aşağıdaki tespitler konunun daha iyi anlaşılması noktasında önemlidir: Eğer mutlak gaybı "Allah dışında kimsenin bilgisinin taalluk etmediği ve ileride de etmeyeceği şeyler" tarzında tarif edecek olursak muğayyabat-ı harnse (beş gayb) meselesi bu manada gayb şUmulü dışında kalır. Aslında böyle bir gaybın bizim açımızdan yokluktan farkı da yoktur. Fakat mutlak gaybı "bugUn içiıi yalnızca Allah'ın bilgisinde olmakla beraber, ileride başkalarına da açıklanınası imkan dahilinde olan hususlar" olarak tarif edecek olursak, bu durumda başta beş gayb olmak Uzere ahiret ah vali, Levh i mahfuz gibi hususlar da mutiak gayb içine girer. İlyas Çelebi, ls/am inancında Gayb, s. 79. 12 İbn Arabi, el-Futfihtitu '1-Mekkiyye, IV. 128. İZafi gayb içine girebilecek konularla ilgili şu ifadeler dikkat çekicidir: Hakkında akli ve nakil delil bulunmakla beraber duyularla henUz kavranarnayan, ancak gelecekte mOşahadesi için bir engel bulunmayan konulardır. Bu konuları bazı kişilerin olağanllstil yollarla idrak edebilmesi imkan dahilindedir. İlyas Çelebi, lslam inancında Gayb, s. 81. Gaybın ikiye ayrılması bir başka açıdan şöyle izah edilmiştir: Allah gaybın birini, insanın ilminde mufassal kılmıştır. Yine bir gayb vardır ki, onu da insanın kabiliyelinde milemel olarak yaratmıştır. Birinci gaybe vUcüdi denir, alem-i meleküt gibi. ikinciye de gayb-ı ademllilem denir ki, bu alemi Allıılı bilir, kullar bilmez. Bu ikinci alem bize göre, adem mesabesindedir. İşte, ademi gaybın manası budur. Bir de gayb-ı meknün vardır ki, bu, korunmuş gayb olup, Zat! sırdan ibarettir, mahiyetini 187 bilemeyeceği, gayb-ı izafıyi bazı velilerin bilebileceği düşüncesi hakimdir. Hatta bu bağlamda bazı. şeyhler arasında gaybı bildiklerini iddia edenler olduğu gibi daha da ileri giderek kıyametin ne zaman kopacağım, yarın ne olacağım ve nerede öleceğini bildiğini söyleyenler bile olmuştur. Allah Telila şöyle buyuruyor: "Allah (işte kıyamet) saatin(in ne zaman geleceği) hakkındaki bilgi, O'nun yarundadır. Yağmiıru o yağdırır, rahimlerde olaru bilir. Hiç kimse yann ne kazanacağım bile111:ez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. (Her şeyi) bilen, (her şeyden) haberi olan -yalnız Allflh.'tır."13 Konuyla ilgili olarakAhmed b. el-Mübiirel<-şeyhi Abdülaziz -ed Debbağ'a sor.uyor: :'-Efendim zahir alimlerinden hadisçiler ve başkaları Kur'an'da Lokman suresinde geçen gaybla ilgili beş şeyi Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bilip bilemediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. O şöyle cevap veriyor: Gaybla ilgili bu beş şey nasıl Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi gerekir."14 Demek ki, bunlar yarın ne olacağını, nerede öleceklerini ve kıyametin ne zaman kopacağını biliyorlar. Sayılan bu hususlar gaybla ilgili meselelerdir. Konuyla ilgili tartışmalar günümüzde de devam etmektedir.15 Bu ifadelerden tasawufta gaybla ilgili problefiılerin önceden olduğu gibi bugün de canlılığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Tasavvufta Bilgi Nazariyesi ve Gayb Bilgisi Tasavvufta gayb probleminin bilgi nazariyesiyle yakından ilişkili olduğu ve onu etkileyen önemli faktörler arasında yer aldığı bilinmektedir.16 Mutasawıflar başlangıçtan itibaren bilgiyi iki kısma ayırmışlardır. Biri akıl ve duyularla elde edilen zahiri bilgi; diğeri ise keşf ve ilham ile elde edilen hakiki bilgidir. Bilginin en üst derecesi kabul edilen ma'rifet ancak keşfve ilham ile elde edilir.ı' Bu bilgi onlara göre doğal olarak kendine has özellikleriyle gaybl. müşahedeleri doğurmuştur. Bu gaybi Allah'tan başkası bilmez. Bundan dolayı da mahiyeti korunmuş, akıllardan ve basiretierden gizlenmiştir. Ethem Cebecioğlu, TasavvufTerinıleri ve Deyinıleri Sözlüğü, s. 289. 13 Lokman 31/34. 14 Abdiliaziz Debbağ, el-lbriz, (fercame Celal Yıldırım) İstanbul 1979, c. I, s.521-522. 15 Bu konuda ilginç bir tartışma Abdalaziz Bayındır ile Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve arkadaşları arasında yapılmıştır. Geniş bilgi ve tartışma metni için bkz. Abdalaziz Bayındır, Kur 'an Işığmda Tarikatçılık, İstanbul, 1997, s. 65-76. 16 Geniş bilgi bkz. Alunet Yıldırım, Tasavvufun Temel Oğreti/erinin Hadislerdeki Dayanak/arı, Ankara, 2000, s. 283-304. 17 Bazı mutasavvıflar ilim ve marifet terimlerini ayırarak birlııciye kavrarnlara bağlı bilgi, ikinciye ise kavramsız (doğrudan) bilgi demişlerdir. Bkz. Hüseyin Aydın, Mulıiisibl'nin Tasavvıif Felsefesi, Aiıkara 1976, s. 107. 188 müşahadelerle ilm-i ledünn18 veya ilm-i biitın19, firilset20, müşahede ve keramet gibi ilillll ıs İlın-i ledunle ilgili olarak süfi müfessir Necmuddin Daye (ö.65411256) de öncelikle, "Biz ona nezdimizden bir ilim verdik'' (Kehf 18/65) ifadesinin yalnızca gayb ilimlerine, O'nun izniyle gaybtan haber vermeye veya biitın ilmine mahsus olduğunu söyler. Gerçi her ilim Allah katındandır. Aneale bunların bir kısmı insanlar vasıtasıyla öğrenilerek elde edilir. Bu tür ilimiere ledünni ilim adı verilmez. Leğ,ünni ilim, herhangi bir harici faktör bulunmaksızın doğrudan kalbe ilka edilen bir ilimdir. Bu ilme, zühd ve takva konusunda mesafe katetmiş veliler sahip olabilirler. İşte, Hızır' m ilim kaynağında baskın olan ilim türü de bu batıni ilimdir. Mustafa Öztürk, Kur'an ve Aşır.ı Yorum Teftirde Batinilik ve Bıitıni Te 'vi/ Geleneği, Ankara, 2003, s. 234 JJ]aye,_Bahru.'l-Hakıiik, vr. 352b'den naklen). Ayrıca bkz.- 19 Melunet Okuyan,Necmuddln Dôye ve Tasavvufl TeftirÇRağbet Yayınları, İstanbul, 2001, s. 202-203. İsm-i filll kalıbındaki batın sözcüğünün mastan olan batn ve butOn kelimesi, 'açıklık ve açık olmak' anlarnındaki zahir kelimesinin karşıtı olarak, 'kapalılık ve gizlilik; bir şeyin iç yüz\ine, bir kimsenin sırlarına vilkıf olmak' gibi manalar içerir. (Bkz. İbnü'l-Esir, Mecdüddin el-Mübarek b. Esirüddin Muhammed, en-Nihôye fl Garibi '!-Hadis ve '/-&er, nşr. T§Jıir Aluned ez-Zavi, Mahmud Muhammed et-Taniilıi, ei-Mek1ebetü'l-İlmiyye, Beyrut, trz., I, 136; İbn Marızür, Lisiillü'l-Arab, 1, 304) Tarihsel süreçte ziihir-bfuın terimlerinin göz ve içgörü (basiret) yoluyla açıkça görülen her şey için kullanıldığını belirten Riigıb ei-İsfehani (ö.503/l 109)'ye göre, beş duyunun algı alanına giren şeyler ziihir, duyusal idraki aşan şeyler ise, bilim diye isimlendirilir. Bkz. Riigıb el-İsfehani, el-Miifredôt fl Garibi '1-Kur'ıin, , s. 66, 474; Mustafa Öztürk, Kur 'an ve Aşırı Yomm, s. 106. Tasavvufta ise biitın, iç, gizli, derun, iç nihan, gizli alem manalarma gelmektedir. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuj terimleri Sözlilğii, s. 87. Serrac'a göre Kur'an'ın, hadisin ve İslam'ın da 7Jihir ve batını vardır. Geniş anlamıyla şeriat bu ikisini ihtiva eder. Nitekim sOiilere göre Lokman süresinin 20. ayetinde buna işaret edilmektedir. Cibril hadisinde söz konusu edilen "İslam" ziihir, "iman" biitındır: İhsan ise zahir ve biitın hakikatlerinin birliğidir. Serriic, el-Luma ', s. 22. Ayrıca bkz. Ebü Tiilib el-Mekkl, llmu'l-kulüb, s. 54. Mutasavvıflara göre naslarda bulunan gizli manaları, ibadetlerin manevi ve abiiiki özünü, varlık ve olayların arkasındaki sırları açıklığa kavuşturan biitın ilmi gizlidir ve onu halka açıklamak caiz değildir. Çünkü halk bu yüksek ilmi ve ondaki ince manaları ya anlayamaz veya yanlış anlayabilir. Bu yüzden biitiiı ilmi ancak zeki, yetenekli, istekli ve kalp gözü açık kimselere öğretilir. Bu sebeple başlangıçta biitın ilminden sadece işaret yoluyla bahsedilmiştir. Süleyman Uludağ, "Biitın İlmi", DlA, V, 188. Suhreverdi (ö.63211234), farz clan ilim hangi ilimdir? Sorusuyla ilgili farklı görüşleri sıraladıktan sonra, bunlardan batın ilmi ile ilgili olarak şöyle der: "Denilmiştir ki: Farz olan ilim, biitın ilmidir. Biitın ilmi, kulun yakinini artıran ilimdir. Bu ilim ancak, Allah Teaiii'nın seçip manevi ordusuna aldığı, ziitıru (rızasını) arayanları kendisine sevkettiği insanları usül ve iidablarıyla kuvvetlendirip ir~ad ettiği, mukarrabfin makamına çıkmış, dünyadan gönlünü çekmiş, yakin derecesine ulaşmış siilih iiiimierin sohbet ve meclislerinde bulunmakla elde edilir. Onlar, Hz. Peygamber'in (s.a) ilminin v§risleridir. Yakin ilmini ancak onlar öğretirler. Suhreverdi, Ömer b. Muhammed (ö.63211234), Avtirifo'I-Matir{{. İhyii'nın beşinci cildinde, Beyrut 1992, s. 86. 20 Tas.avviıf ıstılahı olarak tiraset "Allah'ın kalbe verdiği ilham sonucu bir bilgiye ulaşma, yakini keşfetme ve gaybı görme"dir. Bkz.Kiişiini, Abdarrezziik (ö.730/1330), Jstılıihıitu 's-Süflyye, Kiilıire 1992, s. 294 Curcani, es-Seyyid eŞ-Şerif Ali b. Muhammed (ö.81211409), et-Ta'rifôt, Thk. Abdurrahman Umeyra, Beyrut 1987., s. 213; Ankaravi İsmail {ö.l042/1623), Minhıicu'l-Fukarti, Ysz. Tsz., s. 216; Hasan eş-Şarkavi, Mu'cemu Eljtizı 's-Si{fiyye, Kiihire 1992, s. 224-225; D. B. Macdonald, "Firaset'', lA, IV, 640; Süleyman Uludağ, Tasavvıif Terimleri Sözluğii, s. 18 ı. Menazil salıibi Herevi fıraseti "Görülenle istidlal etmeksizin gaybın hükmünü bilmek'' olarak tanimlar. Bkz. İbn Kayyım, Medtiric, II, 5 ı 2. Ayrıca firaset gayb ilişkisiyle ilgili olı•rak bkz. Kuşeyri, er-Risıile (Kuşeyri Risaleslj, s. 394-395. 189 ikrfunlara mazhar olunacağı, manevi veraset (hakikat) ilmine de21 varis olunacağı beiirtilmiştir. Hatta Kur'an'da geçen Hz. Musa ve Bilge kul (Hızır) kıssası, mutasavvıflar tarafından da batıni ilmin kaynağı olarak yorumlanmıştır. Kuşeyrl'nin ayettesözü edilen ilme ilişkin muhteliftarifleri şöyledir: Bu, öğrenmek için herhangi bir çaba sarf edilmeksizin ilham yoluyla elde edilen bir ilimdir; Allah'ın, seçkin kullarına öğrettiği bir ilimdir; Allah'ın, evliyasına öğrettiği ve muhtevasında insanların salıihı bulunan bir ilimdir; faydası sahibine ait olmayan, Allah hakkından dolayı içerdiği faydalar tümüyle insanlara yönelik olan ve sahibi tarafında~ inkar edilmesi mümkün olmayan bir ilimdir.22 Dolayısıyla sfifilere göre, ledünni ilme vakıfolanlar·gaybemuttali'-olurlar:Yani Allah Teaiii'nın hükümlerinin batınını bilen, Cemib-ı Allah tarafınd\111 seçilmiş yakin ehli arifler, yakinden kaynaklanan düşGncelerin tafsilat ve hükümlerini bilirler. Çünkü onlar gayb alemindeki çıkış yerlerini müşahede eder ve Yüce Allah'ın hiçbir perde tanımayan m.iru, 'hiç ayrılmadıkları yakınlığı ve her zaman hükmünü geçiren desteği ile ·o düşüncelerin sıfatım ve gereğini bilirler.23 Onlara göre bu vakıf olma, "Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez" hükmüne aykırı değildir. Çünkü onlar da gaybı 'kendiliklerinden bilmezler. Ancak Allah onların. beşeri sıfatianın kaldırıp, kendi sıfatlarıyla· {mları süslediği zaman gaybe "akıf olurlar ki, bu halde kendilerinde değil, Allah'ta ·yaşıyor, Allah'ın gözüyle bakıyorlar. Binaenaleyh gaybi bilen yine onların .,beşeri varlıkları değil, kendilerinde tecelli eden iliihl sıfattır. Allah'ta yaşadıkları zaman Allah kendi sıfatiarını onlara emanet eder, O'nun göziyle bakarlar. Bir hadiste 1'Mü'minin ferasetinden sakının, çünkü o, Allah'ın nuriyle bakar"24 buyurulmuştur. Burada Allah'in nurundan kastedilen "yakin nurudu(." Diğer bir rivayette "Alimin ferasetinden .,sakının" şeklindedir ve sarıki yukarıdaki rivayeti açıklamıştır. "Bunda görebilen insanlar için ibretler vardır"25 ve "Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere ayetlerimizi apaçık gösterdik"26 ayetleri de bu manaları taşır. Ebu'd-Derda şöyle 21 Sulemi (ö.412/1021) ilmi, diraset (şeriat) ilmi veraset (hakikat) diye ikiye ayırmış, bu iki ilim arasında pek çok farkı şöyle sıralamıştır: Şeriat ilmi ad ab ilmi dir, hakikat ilmi ahval ilmidir. Kuhı. sıhhatli ahviil yolu fidaba sarılmadıkça açılmaz. (Bkz. Sulemi, "el-Fark beyne 'ilmi'ş-şeri'a ve'l·hakika", (nşr. ve tre. Süttlyınan Ateş), AOiFD, Ankara 1968, sy. 16, s. 221). Şeriat ilmi, Hakk'ııi, aracılar ve peygamberler vasıtasıyla bize ulaştırdığı şeydir. Hakikat ilmi ise Allah'a yönelme, murakabeye devam, zikre devam, nefsi ıslaJ:ıa sevketme sonucunda Allah'm, kullarının kalplerine açtığı şey ve tevfik verilmiş kullarının . kalbierine getirdiği özel fazlı ve keremidir. Kim onu sünnet yolunda kullanmaya çalışırsa Allalı onu dirayet ilmine ulaştırır ki hakikat ilmidir. Rasülullah'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kim bildiğiyle amel ed~rse Allah onu bilmediğinin ilminevaris kılar." Sulemi', "el-Fark", s. 223-24. Rivayet için bkz. Ebu Nuaym, Hi/ye, X, 15. 22 Kuşeyri, Lettiifu '1-lştirtit, II, 407-408. 23 Rivayelin tahrici ileride gelecektir. 24 Hicr 15/75. 25 Hicr 15/75. 26 Bakara 2/1 18. 190 denniş: "Mü'min gaybe ince bir· perde arkasından bakar"27 onun bir yönüyle gaybl ilimden olduğunu, fakat bunun "Gaybı Allah'tan. başka kimse bilmez" ayetinin yasakladığı kısma girmediğini, çünkü bu ilme ulaşanlann ona, Allah'ın izni ve bildinnesiyle ulaştıklanru savunrnuşlardır.28 "Gökleıin ve yerin gaybı Allah'a aittir''29 ayetiyle ilgili olarak Nehrecurl (ö.330/941) şöyle diyor: "Gaybı Allah'tan başkası bilmez. Aneale kullan arasında kendisine yaklaşan umena'da30 mugayyebata vakıf olurlar. Fakat kendi varlıklanyla değil, Hak'ta fani olmaları hasebiyle gaybı bilirler. Bunlar kendilerinde tamamen geçmiş, kainatı arkaya atmışlardır. Bunları kimse bilmez. Çünkü tefrika (ayrılık) sınırından çıkmış cem' aynında cem' olmuşlardır."3ı Bunlardan -hareketle mutasavvıflara göre bazı ·kimselerin; ·istikbale dair kimi olayları yukarıda işaret edilen ruhi bir takım kabiliyetlerle, hasiret gözüyle görüp bileceği anlaşılmaktadır. Ancak bu, Süleyman Ateş'e göre, gaybı bilmek sayılmaz. O bu gibi hususları şöyle izah edip değerlendinnektedir: "Ona göre bu gibi hususlar sadece Allah'ın; herhangi bir kuluna ikram olarak bazı olayların üstünden gayb perdesini bir parça aralaınasıdır. Peygamberimizin, yıllar sonra çıkacak bazı hiidiseleri haber verdiği sahih hadislerle sabittir. Bu gibi şeyler peygamberden çıkarsa mu'cize, ümmetinden çıkarsa keramet olur. Evliyanın kerameti inkar edilemez. Allah, seçtiği, sevdiği kullarına bazı olaylan bildirir onlar da Allah'ın bu lfitufıyle bilirler. Kaldı ki gaybi sereeelere ayınnak gerekir, gaybın en derin noktasını ne bir peygamber, ne de veli bilir. Kadir Süresi 'nin tefsiri üzerine gelen hadislerle Cenab-ı Haklc' ın, bir senelik olayları Kadir Gecesi'nde meleklere verip en yakın göğe indirdiği ifade edilir. Demek ki, ezell kaderin vukua çıkma, tezahür etme zamanı yaklaştıkça o hiidise gayb hazinesinden yavaş yı;ıvaş ayrılıp insanın kavrayış ufkuna, dünya semasına doğru gelmektedir. Denizin ta dibindekibir cisim görtilmez, ama dipten ayrılıp yüzeye doğru gelen cisim, yüzeye yaklaşınca kuvvetli gözler tarafından görülür. İşte gaybm derinliklerinden ayrılıp şehadet alemine doğru yaklaşan olaylan da hasiret gözü açık olan bazı keşif erbabı görebilir. Nitekim meteoroloji olaylannı vukuundan önce tesbit de bazı özel aletlerle mümkün olmaktadır. Demek ki bu hadise asıl gayb alanından çıkmıştır. Ama tam dünyada da değildir. Dünya ile ğayb arasındadır. Bunu bazı gözler görebilir. Yoksa asıl gaybi Allah'tan başka kimse bilemez.m2 27 Ebu Truib el-Mekk!, Kütu 'l-kulüb, I, 118. 28 Bkz. Şa'riini, AbdülvehMb b. Ahmed (ö.973/ı 565), el-Envônı'l-Kudsiyye, Beyrut 1988, IT, 21; Süleyman Ateş, Sülemf ve Tasavvufl Tefi;iri, İstanbul ı 969, s. ı 45. 29 Hud I 11123; Nah116/77. 30 Arapça, emin kelimesinin çoğulu olup, güvenilen,bir şeyi koruyan itimad edilen kişi, hiyanet sahibi olmı:Yan gibi çeşitli manalan ihtiva eder. Kaşani bu tabiri, iç halini yansıtmayan meliin11lerdir, şeklinde tanımlar. Bu gruba mensuplar, kedilerine teslim edilen sırrı, layık olmayan kişilerden korudukları için keıiailerine güvenilenler, koruyanlar denmiştir. Bkz. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 735. ı ı Süleyman Ateş, Sülemf ve Tasavvufl Teftiri , s. 145 (Hakaik, No. 77, varak 124a' dan naklen) 32 Silleyman Ateş, ls/am Tasavvufo, s. 553 191 Sahabeye Atfedilen Gaybi Rivayetler Tasavvuf literatüründe gaybla yakın ilgisi olan batın ilminden ilk bahsedenlerle ilgili bilgilerle birlikte33 biitın ilmine delil mahiyetinde zikredilen . bilgi ve rivayetlere de yer verilir. Bu bilgi ve rivayetler, daha sonra üzerinde duracağımız Hz. Peygamber'e dayandırlan rivayetler dışında sahab'ilere kadar vardırılır. Onlara göre, sahabilerden bazıları özel bazı gaybl/gizli bilgilerden haberdar idiler. Hatta bu bilgiye sahip oldukları konusunda ilim erbabı arasında ihtilaf olmadığı anlayışına da sahiptirler.34 Tasavvuf literatüründe sahabeye atfedilen gaybl rivayet! er: 1-Hz. Ebü Bekir'in bu ilimden haberdar olduğuna dair örnek olarak, O'nun "Harice adlı hamının karnındaki bebeğin kız olduğu kalbime ilham olundu"'5 şeklindeki ifadesi gösterilir/6 Ancak bilindiği üzere ilham kesinlik ifade etmez. Sadece şartlarına haiz olan kişiyi bağlar. Eğer bu durum gaybl bilme gibi anlaşılırsa o zaman bu anlama "mugayyebiit-ı hamse" anlayışına terstir. Çünkü ayette " ... Ralıil!llerde olanı Allah bilir"37 buyrulmaktadır. 2-Hz. Ömer' in "muhaddesün"dan38 olduğuna dair hadisin39 etkisiyle bu tür ilim yoluyla bilgilendirmeye bir delil ve örnek olarak bu hadisin sıkça zikredildiğine rastlamak .mümkündür.40 Bu hadis üzerinde daha sonra durulacaktır. Ayrıca yine Hz. Ömer'in bu ilimden haberdar oluşuna diğer bir misal olarak kendisi· Medine'de hutbedeyken Nihavend'deki ordusunun kumandanı Sariye b. Zuneym'e (ö.30/650) 33 Bu anlayışın zamanla tasavvuf düşlineesi içerisine girdiği, gaybla yakın ilgisi olan böyle bir bilgi kaynağından ilk önce işaretle değil sözle bahseden kimse olarak Hasan Basri (ö.l 10n2S) (Bkz. Ebil TıiliD el-Mekki, llmu '1-ku/ıib, s. 150), daba sonra da Zu'n-Niln ei-Mısfı (ö.245/859) gösterilir. ei-Mısri keşfi bu bilgi kaynaklarına ilk defa ekleyen kişi olarak bilinir. Fakat o bu ilmi sadece kendisine inananlara anlatmaktaydı. Cilneyd-i Bağdildi (ö.297/909) ise bu ilmi mabzenlerde ve kapalı kapılar ardında öğretiyordu. Tasavvuf tarihinde biitın ilminden kürsülerde açıkça bahseden ilk silfınin Şibll (ö.334/945) .olduğu söylenir. Bununla beraber biitın ilmi geniş ölçüde her zaman gizli öğretilmiş, bu anlayış tarikatlarda da devarn ettirilmiştir. Ahmed Emin, Zuhrn'l-İsliim, 1, 168; Hayran! Altıntaş, TasavvufTarihi, s. 67. Fakat bu devirde nazari tasavvufbilgisinden bahseden ilkler olarak yörelere göre farklı kişilerden babsedilir. Mesela Bağdat'ta konuya ilk değinen kişi Series-Sakati (6.2511865) (Bkz. Suleınl, Tabakatu 's-süfiyye, s. 48), Horasan'da Şakik_ el-Belhi (ö. 174/790) kabul edilir. Sulemi, age, s. 54. 34 Bkz:. Serrac, Ebu Nasr et-Tiist (ö.378/988), el-Lunıa ', Thk. Abdulhalim Mabmud-Taba Abdulbiiki Surfır, Kabire 1960, s. 38. 35 Bkz. Muvatta', Akdiyye, 33. 36 Serrac, el-Luma', s. 170-171; Kelabiizi, et-Taarrıif, s. 16. 37 Lokınan 31/34. 38 Muhaddes tasavvufta "Hakk'ın kuluna veya ariflere mülk ve şehadet alemindeki varlıklardan hitab etmesi" anlamına gelmektedir. Kaşı1nl, age, s. 101; Curcı1ni, age, s. 258; Hıfııi, age, 237. 39 Rivayet için bkz. Buhari, 62/Ashabi'n-nebi, 6 {N, 200); Muslim, 44/Fediiilu's-sababe, 23 (IV, 1964); Tirmizi, 50/Meniikıb, 18 (V, 581, h. no: 3693); Musned, VI, 55. 40 Serrac, el-Luma ',s. I 73, 396. 192 seslenınesi ve Sariye'nin bunu duyması gösterilir.4ı Bu olay İslam Tarihi kaynaklarında şöyle anlatılır: Hz. Ömer tarafindan ordu komutanlığına tayin edilen Sariye b. Züneym42, bir bölgede İran kuvvetleriyle çarpışmaya tutuşur. Fakat İranlılar çevreden yardım alırlar. Büyük bir ordu ile etrafı kuşatılan İslam ordusu güç durumda kalır; orduda hezimet emareleri baş göstermiştir. Tam bu sırada Medine'de hutbe okuyan Hz. Ömer, duruma aniden muttali olur. İslam ordusunun arkasında bir dağ vardır. Buraya çekilirse düşman tek yönden gelecek ve tehlike savuşturulacaktır. Hz. Ömer, hutbeyi yarıda keser ve: 'Ya Sariye, el-cebel, el-cebel!': Ey Sariye, dağa çekil, dağa!' diye iki veya iiç defa bağırır. Sariye ·ve· arkadaşlaıı:.bu ~sesi J şiti p .dağa ·ç ekil iri er.-Tehlikeden kurtuldukları gibi galibiyetve bol·ganimet elde ederler. Bir siire sonra fetih bölgesinden gelen birisi bu olayı olduğu gibi Medine halkına anlatır.43 Sariye olayı üzerinde bir rivayet araştırması yapan Ahmet Önkal, rivayetin senedini değerlendirirken Elban1'nin vardığı şu sonucu nakletmektedir: "Siiriye olayı ile ilgili tarikierden İbn Aclan rivayeti dışında hiçbir tarik sahih değildir. İbn Aclan rivayetinde de Hz. Ömer'in: 'Ya Siiriye, el-cebel' diye nida ettiği, ordunun bu sesi duyduğu ve bu sayede zafer kazandığı hususlarından başka bir şey yoktur."44 Diğer yönüyle Ahmet Önkal olayı şöyle değerlendirmektedir: Sariye olayı gerçekten Hz. Ömer'in bir kerametidir. Onun gördüğü sadık rüya ve Cenab-ı Hak:k'a hüh1s-u kalble yaptığı bir iltica ile İslam ordusunun helakten kurtulması, Allah Teaiii'nın Ömer vasıtasıyla, zor durumda bulunan mürnin kullarına lütuf ve ikramıdır. Ancak bu yolda keşif veya bir başka bir yolla gayba muttali olma gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü gayb bilgisi yalnız Allah'a mahsustur (En'am 6/59) ve Allah peygamberler dışında hiç kimseye gaybı göstermez.45 Araştırmanın tedkikindep Hz. Ömer'e nisbet edilen bu olayın hiçbir hadis kitabında yer almadığı, sadece bazı tarih kitaplarında yer aldığı görülmektedir. Olayın şekli hususunda alimler görüş birliği içerisinde değillerdir. Kimileri bu olayın sahih olduğunu söylerken, kimileri de sahih olmadığını ileri sürerler.46 Olayın tarih kitaplarında yer alması, rivayete son derece ihtiyatlı yaklaşınayı gerekli kılmaktadır. }-Hz. Osman'la ilgili olarak da şu olay nakledilir: Enes b. Millik'in şöyle dediği rivayet olunur: "Hz. Osman b. Afflin'ın yanıila gittim. Yolda giderken gördiiğüm bir kadının güzelliğini düşündüm. Bunun uzerine Hz. OSman: İçinizden biriniz gözlerinden 4ı Hakim Tinnizi, Hatmu'l-evliya, s. 391-392; Serrac, age, s. 173,396. Kuşeyri bu olayı Hz. Ömer'in bir kerameti olarak zikreder. Bkz. Kuşeyri, er-Risiile, s. 535. 42 Hayatı için bkz. Zirikli, A 'fıim, III, 69. 43 Ebı1 Nuaym, Deliii/u 'n-Nubuvve, II, 579; lbn Hacer, el-İsiibe, II, 3; Doğuştan Günümüze islam Tarihi, İstanbul, 1986, II, 88; Ahmet Önkal, Sariye Olayı Ozerine Bir Riviiyet Araştırması, s. 9-1 O (Basılmamış çalışma). 44 Ahmet Önkal, Sariye Olayı Ozerine Bir Rivtiyet Araştırması, s. 52. 45 Alunet Önkal, agç, s: 52. 46 Olayın b!ltiln yönleriyle ilgili olarak bkz. Ahmet Önkal, agç, s. 3-68. 193 zina alametleri zuhur ede ede, beni ziyarete gelmektedir, dedi. Kendisine RasUiullah'tan (s.a) soma vahyi ile mi karşılaşıyonım? Diye sordum, fakat buna tabsıra, burhan ve sadık fıraset, derler diye cevap verdi."47 4- Hz. Ali ile ilgili olarak ta tasavvuf literatüründe "RasGiullah (s.a) benden başka hiç kimseye öğretmediği ilmin yetmiş babını sadece bana öğretmişti."48 "Eğer Hz. Ali savaşlarla uğraşmamış olsaydı, bu ilimden bizlere çok daha fazla şeyler söyleyecekti. Zira o, kendisine ilm-i ledünnl verilmiş bir kişiydi" rivayetleri buiUf!Il.l aktadır. 49 5- :Yine Huzeyfe b. Yernan Rasfılullah'ın (s.a) sırdaşı-sıfatıyla -münafıkların isimlerini bilmesi tasavvuf literatüründe bu ilimden haberdar olmasına delil olarak zikredilir. 50 6-Sahabeden Hz. Harise'ye atfedilen "Dünyadan el-etek çekince Allah kalbimi nurlandırdı da daha önce bana gizli olan hususlar gözle görülür hale geldi" şeklindeki bir rivayet de bu konuda delil olarak kullanılır.51 Hz. Peygamber' e (s.a) Atfedilen Rivayetler :rasavvuf klasiklerinden kabul edilen el-Luma' adlı eserin müellifi Serrac (ö.378/988) gaybla yakın ilgisi olduğu kabul edilen batın ilmiyle ilgili zahir ulemasının itirazlarına şöyle cevap vermektedir: Rasfılullah'ın (s.a) "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun ... "52 ilaru ayetiyle emirleri tebliğ etmekle memur olduğu anlaşılınakla birlikte, ancak Hz. Peygamber'in (s.a) tebliğe memur olunmadığı diğer ilimiere de sahip olmadığı söylenemez. 53 Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber' e tasavvuf literatüründe bir takim rivayetler izafe edilmiştir. Tasavvuf literatüründe Hz. Peygamber' e izafe edilen gaybl rivayetleri iki katagoride ele almak mümkündür: 1-Gaybl bilgilere vakıf olunabileceğiyle ve bu konumda olanların özellikleriyle ilgili rivayetler, · 2-Gelecekte olabilecek hadiselerle ilgili rivayetler. 47 Kuşeyri er-Risale (Kuşeyri Risalesi), s. 401. 48 Serrac, el-Luma ',s. 38, 456; Ebü Nuaym, Hilye, I, 68. 49 Serrac, el-Luma ',s. 179. 50 Bkz. Serrac, el-Luma ',s. 38. 51 Keiabazi, Taarruf, s. 15, 127, 141, 144. Rivayet için bkz. Abdullah ibn Mubarek, Kitabu 'z-zulıd, s. 106 (h. no: 314); Abdurrezziik, el-Musannef, XI, 129 (h. no: 20114); Taberfini, el-Mu'cemu'l-kebir, m, 2662-67 (h. no: 3367); Bey haki, Şuabu 'l-inuin, VII, 362-63 (h. no: 10590-1 0592). İbn Hibbfuı, ri vayeti Ahmed b. Hasan b. Ebfuı el-Mısri'den bahsederken onun isnadını değiştirdiği hadisiere yer verirken zikretmiştir. Bkz. İbn Hibban,Mecrıihfn, I, 150. sı Milide 5/67. · 53 Serriic, el-Luma ',s. 38, 456; Ebü Nuaym, Hi/ye, I, 68 194
Description: