Beytulhikme An International Journal of Philosophy ISSN: 1303-8303 Volume 5 Issue 2 December 2015 Research ArticleDoi: 10.18491/bijop.07300 ___________________________________________________________ Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği ___________________________________________________________ Pretending God: Critique of Kant’s Ethics ABDÜLLATİF TÜZER y h Muş Alparslan University p o s o l i Received: 13.10.15Accepted: 24.12.15 h P Abstract: Due to his theory of deontological ethic, Kant is regard- f o ed, in the history of philosophy, as one of the cornerstones of eth- l a ics, and it is said, as a rule, that he has an original theory of ethics n r in that he posited the idea of free and autonomous individual. u o However, when dug deeper into Kant‟s ethics, and also if it is ex- J actly compared with theological ethic, it is clearly seen that all he l a has accomplished was to make a copy of the theological ethic and n o to use such secular terms as reason, conscience, good will, moral i t law, categorical imperative, universalizability, summum bonum, a n ethico-civil state/universal religion of mere reason as a substitute r e for such key terms of religious ethics as God, prophet, for God‟s t n sake, the Golden Rule, Divine command, Heaven, Kingdom of I God without modifying the wording, content and logic of theolog- n A ical ethics. So, the notion of a subject or reason which pretends to e be God has no sign of originality. m k Keywords: Kant, ethics, deontological ethic, theological ethic, au- i h tonomy. l u t y e B ___________________________________________________________ Abdullatif Tüzer, Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü 49250, Muş, TR [email protected] 140 Abdullatif Tüzer Giriş Kant‟ın düşünce tarihinin en büyük mimarlarından olduğu ve topye- kûn insanlığın gidişatına istikamet verdiği tartışmasızdır. “Kant, genellikle felsefenin devlerinden biri olarak öne çıkar ve özel olarak ahlak felsefesi dendiğinde, etik tarihinin büyük köşe taşlarından biri olarak tanımlanır” (Billington, 1997:168). Lakin bir yandan dini koruyup kollarken diğer yan- y h dan onu aklın emrine verip dünyevileştirmesi, bir yandan Tanrıyı teorik p o olarak atıl hale getirip bilgi bakımından değersizleştirirken diğer yandan s o Onsuz ahlaklılığın mümkün olmadığını göstermeye çalışması ne teistleri l i ne de ateistleri memnun etmiş ve dolayısıyla, sorumlululuğa ve bireysel h P özgürlüğe vurgu yapan varoluşçular ve postmodernistlerin Kant‟a yönelik f ezici darbelerini bir yana koyacak olursak, hem teistlerin hem de ateistle- o l rin ağır eleştirilerine ve ithamlarına maruz kalmıştır (Aydın, 1991: 56 vd.). a n Aslında Kant kendi dünya görüşlerini desteklemek ve güçlendirmek r u adına hem teistler hem de ateistlerce istismar edilmiş olsa da tam olarak o J ne teistlere ne de ateistlere yaranabilmiştir. İçindeki ahlak yasasını idrak l eden bir insana Tanrının varlığını ispata gerek olmadığını ve Tanrı olma- a n dan mutluluğa ve kurtuluşa ulaşılamayacağını söylemekle Kant teistlerin o i yüzünü güldürmüştür. Ancak Tanrıya ulaşmak için akıldan başka bir şeye t a ihtiyacımızın olmadığını, evrensel saf bir din için tarihsel dinlerin kalıntı- n r larından kurtulmamız gerektiğini, aklın onayını almayan hiçbir dinsel e t unsurun Tanrısal olamayacağını, Tanrı hakkında bilgi değeri taşıyan her- n I hangi bir konuşmanın mümkün olamayacağını, ibadetlerin ahlakı telafi n işlevi gördüğünü ve bir nevi mürailikten ibaret olduğunu, dua ve mucize- A nin gereksiz olduğunu dile getirmekle teizmin temellerini dinamitlemiştir. e m Kant, Tanrı hakkındaki tüm konuşmaların –metafizik ve teolojinin - hiç- k i bir bilgi değerine sahip olmadığını, kendi kaderi üzerinde kişinin tek söz h l sahibi olduğunu, insanın kimliği, eylemleri, inançları, toplumsal ve siyasal u t tasarı ve icraatlarına ilişkin herhangi bir dışsal, üstün varlığın hiçbir kural, y e ölçüt ya da kısıtlama koyamayacağını, yani özgürlüğü/özerkliği tespit et- B mekle ateistleri ziyadesiyle memnun etmiştir. (Kant‟ın burada zikrettiği- miz görüşlerini yazımızın ilerleyen sayfalarında ayrıntılı olarak ve eserleri- ne atıfta bulunarak ele alacağız). Ne var ki teorik aklın kapısından kovdu- ğu Tanrıyı pratik aklın kapısından buyur etmesi ve böylelikle ahlakın oto- nomluğuna zarar vermiş olması ateistlerin nezdinde hiç de affedilebilir B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 141 Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği değildir (MacIntyre, 2001: 222; Gündoğdu, 2003). Aslında Kant‟ın bir teolog ruhu taşıdığı ve bu ruhu özellikle ahlak fel- sefesinde sergilediği yargısına zaman zaman felsefi metinlerde rastlayabi- lirsiniz. Sözgelimi, Habermas‟a göre, “Ahlaki ödevlerin koşulsuz geçerlili- ğini öne süren Kant‟ta Tanrısal emirlerin otoritesini işitmemek mümkün değildir” (2003: 169). Billington‟a göre ise Kant, hiçbir istisna, hiçbir bi- y reysel durum, hiçbir özel mazeret tanımayan davranış biçimleri olarak h p ahlaki yasalara, “... fiili değilse bile, neredeyse dini bir şevkle bağlanılacak, o metafizik bir nitelik atfetmiştir” (1997: 177). Ahmet Cevizci de açıkça s o Kant‟ın etiğinin Ortaçağ dini etiğinin modern versiyonu olduğunu dile l i h getirir (2014: 115). Her ne kadar teolojik ruhun ve itkinin Kant‟ta hüküm P sürdüğü itiraf ediliyor olsa da, genel kanaate göre o bir teolog değildir. f o Çünkü Kant Tanrının yeryüzündeki krallığını yıkmış, insanı özgür ve l özerk bir varlık kılmış, ahlak yasasının yegane kaynağı olarak aklı göster- a n miş ve aklın mutlak krallığını ilan etmiştir. İşte bu da, onu teologlar sını- r u fından koparıp modern ve aydın kılan şeydir. o J Kant‟a ilişkin bu hüküm, hakikaten gerçeği ifade ediyor mu acaba? l a Kanaatimizce hayır. Nietzsche‟nin Kant‟a ilişkin yargıları esasen gerçeğin n o kalbine daha dokunur niteliktedir. Çünkü o, Kant‟ın bir teolog gibi dü- i t şündüğünü, onun rahip tipinin biraz gelişmiş bir versiyonu olduğunu, a n özgün bir ahlak felsefesi ortaya koymayıp daha ziyade rahip sınıfından r e kalan mirası tükettiğini açıkça gören ve cesaretle bunu haykıran biridir. t n Ve yine Nietzsche‟nin Kant hakkındaki yargıları gerçeğin kalbine daha I dokunur niteliktedir çünkü esasen bizim burada yaptığımız türde bir n A Kant etiği analizi ve kritiği Nietzsche‟nin haklılığına işaret etmektedir. e Şimdi onun Kant‟la ilgili söylediklerine bakalım: “Kant‟ın başarısı, salt bir m tanrıbilimci başarısıdır. Kant, Luther gibi, Leibniz gibi, kendi başına doğ- k i ru gidemeyen Alman dürüstlüğünün yeni bir yavaşlatıcısıydı... Ahlakçı h l Kant‟a da bir sözüm var: Bir erdem kendi buluşumuz, kendi kişisel-özel u t gereksinmemiz ve gerekirliğimiz olmak zorundadır: başka türlü anlamda, y e bir tehlikeden başka bir şey değildir. Yaşamımızın belirleyemediği bir şey B ona zarar verir: Kant‟ın olmasını istediği gibi, salt „erdem‟ kavramı karşı- sındaki bir saygı duygusundan çıkan bir erdem, zararlıdır. „Erdem‟, „ödev‟, „kendi başına iyi‟, kişisel-özel olmayan, genel-geçer iyi – uydurmalardır bütün bunlar; içinde, çöküşün, yaşamın son güçsüzleşmesinin, Könisberg Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 142 Abdullatif Tüzer Çinliliği‟nin dile geldiği uydurmalar... Tanrıbilimci içgüdüsünden başka bir şey değildi onu kanatları altına alan! ... İç zorunluluk olmaksızın, derin bir kişisel-özel seçim olmaksızın, haz olmaksızın, çalışmak, düşünmek, duymak kadar hızla yıkan başka ne olabilir? Bu, tam da décadence‟in reçe- tesidir, hatta budalalığın reçetesi... Kant, budala oldu... Alman décaden- ce‟inin felsefe olup çıkması – işte Kant budur! - ... En sonunda da Kant, y h olanca „Alman‟ masumluğuyla, bu yozlaşma biçimini, bu düşünsel vicdan p eksikliğini, „pratik akıl‟ kavramı altında bilimselleştirmeye çalıştı: Akla o s boşverilen durumlar için bir akıl icat etti, yani, ahlakın dile geldiği, o l „…malısın‟lı yüce talebin dile geldiği zamanlar için. Neredeyse bütün halk- i h larda, filozofun rahip tipinin gelişmiş bir biçiminden başka bir şey olma- P dığını savlarsak, rahipten kalan miras, bu kendi kendine kalpazanlık, şaşır- f o tıcı olmaktan çıkar” (1995: 21, 22, 23). l a Kökenini Tanrı‟da değil akılda da bulsa mutlak, nesnel, zorunlu, ev- n r rensel, itaate zorlayan bir ahlak yasasından ve hakikatten bahsetmek esa- u o sen, Nietzsche‟nin gözünde, teologlarla aynı dili konuşmaktır. Zira Ni- J l etzsche‟ye göre, bilimin ve dinin hakikatleri, gerçeğin bilgisini aktarmak a n şöyle dursun, tiranlığın araçlarıdır, güçsüzlüğün işaretleri olup bu yüzden o i egemen olma isteğinin dışavurumudur (2003: 307; 1995: 86). “Bu bilim ve t a çileci ideal ikilisi, aynı temele dayanırlar – bunu zaten göstermiş bulunu- n r yorum -; İkisi de hakikati çok büyük görme üstüne dayanırlar –(daha doğ- e t rusu: Hakikatin değerlendirilemez ve eleştirilemez olduğu inancı üstüne). n I Bundan dolayı onlar zorunlu müttefiktirler, - eğer savaşacaklarsa, birlikte n savaşırlar, birlikte sorgulanırlar. Çileci idealin değerinin küçük görülmesi A kaçınılmaz olarak bilimin de küçük görülmesini içerir” (2001: 149). e m Aklın yüceliği, bireyin özgürlüğü ve özerkliği düşünceleriyle Kant k i modern ve aydın görünse de ve insanları harici erk ve otoritelerin zincirle- h l rinden ve köleleştirici söylemlerinden kurtarıp kendi akıllarını kullanmaya u t davet etmekle Aydınlanmanın büyük sözcüsü olsa da, kazanımlarını büyük y e ölçüde teolojik mirasa borçludur. Gerçekte o, modern görünümlü bir B teologdur. Yaptığı sadece dinsel etik sistemini ve onun içeriğini değiştir- meden anahtar kavramlarla oynamak ya da merkezi bir kavramın yerine yeni/seküler bir kavram koymaktı. Sözgelimi, Tanrının yerine aklı, İlahi buyruk yerine ahlak yasasını, Tanrıya itaat eden kulun yerine akla itaat eden bireyi, cennetin yerine en yüksek iyiyi, Tanrının krallığı yerine ev- B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 143 Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği rensel saf akıl dinini/etik devleti/hakiki kiliseyi koymak gibi. Onun yaptı- ğı, dini etiği seküler bir dille ifade etmekten öteye geçmemektedir. Bu da hiçbir özgünlüğü olmayan bir ahlak düşüncesi demektir. Şimdi, Kant‟a dair bu iddiaların nasıl temellendirilebileceğinin yollarını arayalım. Felsefe tarihine aşina olan herkes, özgürlük ve özerklik denince ilk akla gelen önemli isimlerden birinin Kant olduğunda muhtemelen uzlaşa- y caktır. Ve modernlik söylemi, Peter Wagner‟in tabiriyle, esas olarak “öz- h p gürlük ve özerklik düşüncesine dayanır” (2005:27). Özerklik ise insanın o s kendi kaderi üzerindeki ilk ve son söz sahibinin kendisi olduğunu, onun o l kimliği, eylemleri, toplumsal tasarı ve icraatlarına ilişkin herhangi bir i h dışsal, üstün varlığın veya ilkenin hiçbir kural, ölçüt ya da kısıtlama koya- P mayacağını ifade eder. Bir başka ifadeyle, özerklik, “her tür (hatta ve özel- f o likle, kutsal olan da dahil olmak üzere) dış otoritenin, doğru ve adaletin l a her tür dış kaynağının reddedilmesi, yani kısaca, mevcut kurumların sor- n r gulanması ve topluluk ile düşüncenin açıkça ve düşünsel/yansıtıcı bir bi- u o çimde kendi kendilerini kurumlandırabilecek yetenekte olduklarının ka- J bulü(dür)… Özerk olmak, özgürlüğe ve hakikat amacına bel bağlamış ol- l a duğumuz anlamına gelir. Özgür olmak istiyorsak, hiç kimse bize ne dü- n o şünmemiz gerektiğini söyleyememelidir” (Castoriadis, 1993: 53, 57, 70, 79). i t a Ne var ki modernlik söylemleri “bir Tanrının mukadder kıldığı tözsel n bir iyi ve doğru nosyonunun dayatılmasını reddeder; ama birçoğu bireyden r e önce ve bireyin ötesinde var olan, insanlar tarafından keşfedilecek, biline- t n cek ve izlenecek dünyevi değerlerin ve kuralların tanınması düşüncesini I n kabul eder... Akıl farklı yollarla özgülleştirilebilmesine rağmen, özgür A bireylerin uğraşlarının götüreceği bir gönderme noktası olarak başvurula- e cak bireyüstü ve belki de insanüstü bir kategori olarak görülmüştür” m k (Wagner, 2005: 33, 34). Kant okuyan herkes, bu tespitin, Kant için de i h birebir geçerli olduğunu itiraf edecektir. Bu insanüstü Akla tapma ve l u iman etme, modern çağın en aklı başında, en ayakları yere basan düşünür- t y lerinin bile tanımlayıcı vasfı olmuştur. Geçmişte olduğu gibi modern çağ- e B da da akla insanüstü, nötr, evrensel ve yasakoyucu bir konum atfeden akılcı düşünürler, duygulanımı aklın en zararlı ve tehditkar düşmanı olarak ilan etmişler ve duyguları ve duygusallığı neredeyse hayvanilik, ilkellik ve canilikle eşleştirmişlerdir (Popper, 2008: 302-307; Russell, 1998: 3). Aydınlanma düşüncesinin, dinin sekülerleştirilmiş bir versiyonu ol- Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 144 Abdullatif Tüzer duğu ya da sekülerleştirilmiş bir din olduğu gerçeği artık önemli düşünür- lerin dilinde rahat ifade bulmaktadır (Wagner, 2005: 40; Horkheimer, 1994: 62 vd; Derrida, 2011: 30, 35). Modernist söylem ve proje de böyle bir dinin temelleri üzerine kurulmuştur. Foucault‟nun dikkat çekici analizle- rinin işaret ettiği gibi, Modern devlet, kökeni Hıristiyan kurumlarında olan ve yüzyıllardır dinsel kuruma bağlı kalmış bir iktidar tekniğini, pasto- y h ral iktidarı yeni bir biçime sokarak, yani sekülerleştirerek uygulamıştır p (2005: 65-67). Tanrının yerine akıl, kutsal kitabın yerine bilim, peygam- o s berlerin yerine bilim adamları ve uzmanlar, ümmetin yerine rasyonel top- o l lum, kulun yerine özerk özne, inayetin yerine tarih ve cennetin yerine bu i h dünyada daha iyiye ve gelişmişliğe, selamete doğru ilerleme konmuştur. P Akıl, doğa, bilim, ekonomi, demokrasi, insan hakları, özgürlük, rasyonel- f o lik, evrensel ahlak, adalet vb. kutsallar ve mutlaklar modernizmin şanlı l a tarihinin azizleri ve kahramanları olmuşlardır. n r Ne var ki, dinin yanılmaz ve eleştiriye açık olmayan otoritesine bir u o tepki olarak doğan Aydınlanma düşüncesi, Adorno ve Horkheimer‟a göre, J l zamanla totaliter, şeyleştirici, yabancılaştırıcı, doğa ve insanlar üzerinde a n tahakküm kurucu, parçalayıcı ve köleleştirici bir hüviyete bürünmüştür. o i Aklın sınır bilmezliğinin ve totaliterliğinin tek bir sebebi vardır onların t a gözünde: İnsanın Tanrıyı oynaması. “Yaratan Tanrı ile düzenleyen akıl n r doğanın hâkimi olarak birbirine benzemektedir. İnsanın, tanrının modeli e t olması, varoluş üzerindeki egemenlikten, efendinin bakışından, emirden n I ileri gelmektedir... İnsanlar otoritelerindeki artışın bedelini egemenlikleri n altına aldıkları şeylerden yabancılaşmakla ödüyorlar. Aydınlanmanın şeyle- A re karşı tutumu, diktatörün insanlara karşı tutumu gibidir” (Horkheimer e m ve Adorno, 1995: 25; Horkheimer, 1994: 62 vd.). k i İnsanın yeryüzünde tam muktedir olabilmesi için Tanrıyı ya emekliye h l ayırması ya da öldürmesi gerekiyordu. Ve bunu başardı da. İnsanoğlu u t Tanrıyı öldürmüş ve Onun tahtına oturmuş olsa da Onun bıraktığı boşlu- y e ğu doldurabilecek büyüklüğe, yaratıcılığa, kusursuzluğa, sonsuzluğa ve B cesarete sahip değildir. Nihayetinde insanoğlu Tanrıyı öldürmüş olsa bile Onun tasarımı ve yaratımı olan dünyayı, yani ilahi krallığı Tanrıyla birlikte yerle bir etmiş ve cesur, yeni bir dünya yaratmış değildir. Tanrı ölse de kurmuş olduğu krallık ayaktadır ve bu krallığı ayakta tutacak güç, kural ve yöntemler bellidir. İnsanın yapabileceği tek şey, Tanrının stratejilerini B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 145 Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği izleyerek, kurallarını uygulayarak, aletlerini kullanarak, açtığı yollardan geçerek Onun boşluğunu doldurmaya çalışmak, Tanrı gibi olabilmek ve Tanrıyı oynamaktır. Kralı tahtan indiren insanoğlu bundan böyle tama- men özgür ve özerktir. Ancak Tanrıyı oynayabilmesi için eksik olan bazı şeyler vardır ve bu eksikliklerin ivedilikle giderilmesi elzemdir. En önemli eksiklik, insanın Tanrı gibi salt tinsel, zaman ve mekan dı- y şı, tarih üstü bir varlık olamamasıdır. İnsan aynı zamanda bir arzu ve duy- h p gu varlığıdır, kanlı canlıdır, değişim ve çürümeden azade değildir, belli bir o s tarihin ve geleneğin çocuğudur. Dolayısıyla insanın Tanrıyı oynayabilmesi o l için bedeninden, arzu ve duygularından, tarihsellikten, zaman ve mekan- i h dan soyutlanması gerekiyordu. Çünkü bütün bunlar onun kendi kendine P yeterliğini zedeliyor, kendinin nedeni olma idealini yıkıyor, doğaya ve f o topluma hükmetme gücü verecek, birliği tesis edebilecek ve böylelikle l a ona her şeyin temeli olma imkanını sağlayacak mutlaklık, zorunluluk, n r nesnellik, kesinlik ve evrensellik gibi silahları elinden alıyordu. Bu yüzden u o insanın, Tanrının yerini almaya layık evrensel karakterde, kendi başına J ayakta durabilen, kendi kendinin nedeni ve belirleyicisi olan, aynı zaman- l a da duygulardan, tarihsellikten ari, tüm bu özellikleri itibariyle de her şeyin n o nihai temelini ve zeminini oluşturabilecek kapasiteye sahip soyut bir “öz- i t ne” yaratması gerekiyordu. a n Descartes, Leibniz ve Spinoza‟nın kendi kendine yeter, kendi kendi- r e nin nedeni, sonsuzlukla donatılmış özgür ve muktedir öznesi, Kant tara- t n fından miras alındıktan sonra metafiziksel/teolojik dayanaklarından yok- I n sun bırakılarak tamamen dünyevileştirilmiş ve bugün cari olan Modern A özneye dönüştürülmüştür. Öznenin konumunu daha da sağlamlaştırmak e için Kant, Tanrıyı teorik olarak içi boş bir kavrama – çünkü algısız kavram m k boştur – dönüştürmüş ve bilgi sınırlarımızın ötesine, bilinmezliğe, numen- i h lerin dünyasına fırlatmıştır. Her ne kadar numenal bir varlık olması itiba- l u riyle öznenin de bilinemezliğini vurgulasa da ona, tecrübelerin sistemli t y birliğini sağlamak ve fenomenler üzerine bilgimize kesinlik ve zorunluluk e B kazandırmak adına kurucu ve kritik bir rol vermekten geri durmamıştır. Artık Kant‟ta özne, sahip olduğu apriori görü ve zihin formlarıyla gerçek- liği inşa etmeye muktedir bir varlık olmuştur. Dolayısıyla özne artık, ger- çekliğe/dünyaya ilişkin tüm unsurlardan ve yapılardan önce gelen ve ger- çekliği/dünyayı kendine, kendi yasalarına göre inşa eden bir varlıktır. Aynı Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 146 Abdullatif Tüzer özne, kendi nesnel, zorunlu ve evrensel yasalarıyla ahlakın da mihenk taşı olmuş, ahlaki ilkenin arzuya, çıkara, duygulara, yani pragmatizme kurban edilerek görelileştirilmesine asla izin vermemiştir. Aslında Kant, Tanrının insanlık tarihi boyunca insanların ahlaki hayatlarında sahip olduğu ve sürdürdüğü mutlak egemenliği ve otoriteyi, bir kez Tanrıyı teorik aklın kılıcıyla alaşağı ettikten sonra, özneye devretmiş ve ahlaki deneyimde y h özneyi neredeyse Tanrı kadar kendisinden korkulması ve kendisine huşu p içinde saygı duyulması gereken – çünkü onun sesi en kan dökücü varlığın- o s kinden bile daha korkutucudur ve yasası da kutsaldır- bir varlığa dönüş- o l türmüştür. Bundan böyle ahlak alanında bile Tanrıya ihtiyaç yoktur çünkü i h özerk öznenin iyinin ne olduğunu bilebilmesi ve ahlaken kendisini belirle- P yebilmesi için bir Tanrıya ihtiyacı kalmamıştır. Ahlaken ihtiyacı olan her f o şey kendisinde/aklında mevcuttur. l a Kant öznenin hiçbir zaman görünmez ve her şeye kadir Tanrı gibi n r olamayacağını derinden hissettiği için ve ayrıca kendi koşulsuz buyrukla- u o rına harfiyen uyan öznenin ahlaklılığı ölçüsünde mutluluğu bulamayacağı- J l nı – çünkü doğru söyleyen dokuz köyden kovulur - ve hatta duygularının a n ve arzularının sesini sürekli bastırdığı için bu işin bir süre sonra ona ağır o i geleceğini, zamanla ahlaki motivasyonunu kaybedeceğini çok iyi bildiği t a için, teorik aklın kapısından kovduğu Tanrıyı şimdi kendi ahlak görüşünü n r güçlendirebilmek, öznenin ahlaki yaşantısında itici bir güç olarak kullana- e t bilmek adına pratik aklın bacasından içeri alır. Ve bize şunu söyler: Aklın n I koşulsuz buyruklarını aynı zamanda Tanrının buyruklarıymış gibi gör ve n her daim seni gözetleyen bir Tanrı varmış gibi yaşa – bu, Kant‟ın önemse- A diği zihniyet dinidir- ki ölümden sonra, hak edip de karşılığını bu dünya- e m da bulamadığın mutluluğa Tanrının cennetinde – En Yüksek İyi - nail k olasın. “Gelgelelim, gelecekteki ödül uğruna ıstıraba katlanmaya gönüllü i h olmanın bireysel ödüllerden toplumsal ödüllere, bir kimsenin cennet ko- l u nusundaki umutlarından torunları konusundaki umutlarına aktarılabilir t y e hale geldiği görüldü” (Rorty, 1995: 130). Tanrı ahlaki tecrübe sahasında da B işini kaybettikten sonra, neyi nasıl bilmesi, nasıl yaşaması ve nasıl kimlik kurması gerektiği konusunda kendi kendisinin efendisi olan özerk özne, aklın ve bilimin rehberliğinde kendi özne nosyonunu sağlamlaştıracak ve evrenselleştirecek, topluma rasyonel biçim ve düzen verecek, geleceği öngörüp güvenceler yaratacak, doğayı dilediğince kullanıp dönüştürecek B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 147 Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği ve dünyanın hâkimi olacaktır. İşte bu, modernizmin kökeni, temeli ve büyük utkusudur. Ama aynı zamanda bu, Nietzsche‟nin Kant‟la ilgili ola- rak söylediği gibi, tam bir décadence reçetesidir ve salt bir tanrıbilimci başarısıdır. Şimdi Kant‟ın ahlak düşüncesinde hâkim olan teolojik ruhu ve itkiyi daha yakından inceleyebiliriz. Kant, her ne kadar kendi özel hayatında kadına, içkiye, müziğe mesa- y feli duran, sadece duygusuz kavramların, düşüncelerin içerisinde yüzen, h p ömrünü nihayetine kadar felsefi düşüncelere adayan, bir bakıma duyguları o s alınmış tam bir rasyonel varlık gibi görünse de, ahlak söz konusu olduğun- o l da, kendisini ateşli bir vaiz, kurtarıcı ve müşfik bir peygamber, öğretici bir i h din adamı tavrından ve hitabından kurtaramamıştır. Bunun böyle olduğu- P nu, tutkulu öğrencilerinden R. B. Jachmann‟ın Kant‟ın etik derslerine dair f o izlenimlerinden kolaylıkla anlayabilirsiniz: “Diğerlerinden önce ... onun l a ahlak derslerini izlemeliydiniz! Burada Kant yalnız spekülatif bir filozof n r değil, üstelik insanın aklını tatmin ederken yüreğini ve duygularını da u o peşinden sürükleyen dahi bir konuşmacıdır. Hatta bu saf ve yüce erdem J öğretisini bu tür güçlü felsefi bir uzsözle yaratıcısının ağzından dinlemek l a insanda tanrısal bir haz yaratıyordu. Bizi, sık sık gözyaşlarımızı tutamaya- n o cak kadar duygulandırıyordu, yüreğimizi güçlü bir şekilde sarsıyordu, ru- i t humuzu ve duygularımızı bencil mutçuluğun (eudaimonizm) bağlarından a n kurtararak saf irade özgürlüğünün yüksek özbilinç düzeyine, akıl yasasına r e koşulsuz boyun eğme ve ödevini kendini düşünmeden yerine getirmenin t n verdiği yüksek duygu düzeyine yüceltiyordu! Ölümsüz evrensel bilge bize I tanrısal güç tarafından heyecana getirilmiş gibi görünüyordu ve onu hay- n A ranlıkla dinlerken bizi de heyecanlandırıyordu. Onun ahlak öğretisini e dinleyenler her defasında salonu daha iyi bir insan olarak terk ediyordu” m k (Menzer‟den naklen, 2007: 289). Öyle anlaşılıyor ki, Kant, dini etiği başa- i h rılı bir biçimde dünyevileştirse de, dini etiğe özgü ruhsallık ve duygusallığı l u olduğu gibi taşımıştır. Zira Jacmann‟ın Kant izlenimi Kant‟ta sıradan, t y coşkulu ve seküler bir duygusallığa değil Peygamberimsi bir ateşliliğe işa- e B ret etmektedir. Onun, Kant‟a dair, tanrısal güç tarafından heyecana getirilmiş ölümsüz evrensel bilge betimlemesi kanaatimizce bunu imlemektedir. Aslında Kant, kendi ahlak görüşünün pek de özgün olmadığının far- kındadır ve bunu yer yer itiraf ediyor gibidir. Koşulsuz buyruk, evrensel- leştirilebilirlik, amaçlar krallığı, iyi isteme, ahlaki yetkinlik, ahlaki saflık, Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 148 Abdullatif Tüzer en yüksek iyi gibi temel kavramların hemen hepsinin kökeninde dini etik vardır ve bu kavramlar bir biçimde dini etikten devşirilerek geliştirilmiş- tir. Kant‟ın Saf Aklın Sınırları Dahilinde Din adlı eserini dikkatlice oku- mak, bu hükme varmak için fazlasıyla yeterlidir. Ve Kant, kendi ahlak görüşüyle Hıristiyan etiğinin ne denli birbirine koşut ve hatta birbirini içerdiğini sıklıkla dile getirir: “İçimizdeki tüm ahlaksal iyilikler Tanrı y h ruhunun etkisidir... Tanrının varlığını, ahlaksal yasaları kabul eden birine p kanıtlamamak gerekir... Mutlak emir ve bu mutlak emre dayalı biçimde o s tanrısal emir olarak oluşturulan her türden insani görevlerle ilgili bilgiler o l Tanrı varlığının pratik kanıtıdır... Pratik aklın koşulsuz buyruğunda insan- i h lara „Senin davranışlarının her türlü nesnesinin son ereği ile örtüşmesini P istiyorum!‟ diyen, tüm gücü kendinde bulunduran, aynı zamanda düşü- f o nülmüş ve bir şeyi zorla kabul etmeye ihtiyacı olmayan, yasa koyan tanrı- l a sal bir istencin ön koşulu olan bir şey var... Kendi görevlerini Tanrısal n r buyruklar olarak görür ve içinde yeni bir bilgi, yeni bir duygu ortaya çıkar, u o o da dindir... Bir yasa koyucu ve yargıç yoluyla üzerimizde baskı kurduğu J sürece din içimizdeki yasadır... Oysa hakiki din, eylemlerden, ahlak yasa- l a sını uygulamaktan, tanrının isteklerini yerine getirmekten ileri gelir... n o Doğal din pratiktir ve en yüce öz bakımından üzerimize düşen ödevlerin i t a doğal olarak idrak edilişini içerir... Tanrıyı tüm yaptıklarımızda ve yapma- n dıklarımızda hoşnut etmek için içten bir arzu; işte bu eylemlerimizi yön- r e lendiren inanış olmalı... Bir insanın din olmadan yaşamında mutlu olması t n olanaklı değildir... Tanrıya inanmayan bir kimsenin ahlaklılığa yönelmesi I n de mümkün değildir... Tek hakiki din sadece yasalardan, başka bir deyişle, A koşulsuz gerekliliğinin farkına varabileceğimiz, dolayısıyla da (ampirik e olarak değil) saf akıl yoluyla vahiy edildiklerini kabul edeceğimiz pratik m k ilkelerden oluşur” (2004: 61, 85, 90, 91, 93, 94, 95; 2007: 99, 101, 110; 2012: i h 206). l u Aslında mesele sadece bir koşutluk ve birbirini içerme meselesi de- t y e ğildir. Daha önemlisi, Kant‟ın ahlak görüşünün hiç de özgün olmayıp B tamamen teolojik bir kökenden besleniyor ya da teolojik bir mirasın üze- rine oturuyor olmasıdır. Nitekim Kant, kendi ahlak görüşünün dayandığı teolojik kökeni yer yer, Kutsal Kitaptan ayetlere göndermede bulunarak, açıkça zikreder (2009: 173-179; 2008: 180, 182-185; 2007: 21, 94). Peki, nedir o zaman Kant‟ın etiğinde özgün sayılabilecek şey? Muhtemelen, dini B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5
Description: