ebook img

Tanrılar ve İmparatorlar - Isaac Asimov PDF

312 Pages·1984·1.23 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Tanrılar ve İmparatorlar - Isaac Asimov

GİRİŞ Düşünceler Arzlı adamın kafasında ağır ağır gelişti. Ama sonunda belirli bir hal aldı Ve Arzlı adam kararını verdi. Arzlı, içinde çok rahat ettiği gemisinden; gemisini çevreleyen ve uzay denilen o serin ve karanlık örtüden uzaktı. Aslında "Yıldızlararası Uzay-analizi Bürosu"nun yerel ofisine çabucak rapor vermeyi istemişti. Ondan sonra daha da çabuk tekrar uzaya açılacaktı. Ama kendisini burada alıkoymuşlardı. Bir hapishaneden farksızdı burası. Arzlı, çayını bitirerek masada, karşısında oturan adama baktı. "Artık burada daha fazla kalacak değilim." Diğer adam da kararını verdi. Düşünceler kafasında ağır ağır gelişti. Ama sonunda belirli bir hal aldı. Adam, zamana ihtiyacım var, diye düşündü. Çok zamana. İlk mektuplarıma hiçbir yanıt alamadım. Bir güneşe düşerek kavrulsalardı ancak bu kadar işe yararlardı. Aslında bundan fazlasını beklemiyordum. Daha doğrusu bundan azını. Ama bu ilk adımdı tabii. Gelecekte olaylar gelişirken Arzlının elimden kaçmasına izin veremem. Adam cebindeki düzgün siyah çubuğa usulca dokundu. Sonra da, "Durumun ne kadar nazik olduğunu anlayamıyorsun," dedi. Arzlı, "Bir gezegenin yok olmasının nazik tarafı olur mu?" diye karşılık verdi. "Ayrıntıları bütün Sark’a yayınlamanı istiyorum. Gezegende yaşayan herkese." "Bunu yapamayız. Herkesin paniğe kapılacağını sen de biliyorsun." "Ama başlangıçta bunu yapacağını söyledin." "Sonradan düşündüm. Hiç de uygun değil bu." Arzlı ikinci şikâyetine geldi. "Y.U.B.'nin temsilcisi de gelmedi." "Biliyorum. Ama Büro bu acil sorunu çözümleme yollarını arıyor. Bir iki gün daha bekle." "Bir iki gün daha! Her zaman, ‘Bir iki gün daha,’ diyorsun. Bana bir dakikalarını ayıramıyorlar mı? İşleri o kadar başlarından aşkın mı? Daha hesaplarıma bile bakmadılar." "Hesaplarını onlara götürmeyi önerdim. Ama sen istemedin." "Hâlâ da istemiyorum: Onlar bana gelsinler. Ya da ben Büroya gideyim." Arzlı bir an durdu sonra öfkeyle ekledi. "Bana inandığını sanmıyorum. Florina’nın yok olacağına inanmıyorsun!" "Sana inanıyorum." "İnanmıyorsun! İnanmadığını biliyorum. Bunun farkındayım. Sadece inanmış gözüküyorsun. Topladığım bilgiyi kavrayamıyorsun. Çünkü Uzay-analizcisi değilsin. Hatta iddia ettiğin gibi bir adam olduğunu da sanmıyorum. Kimsin sen?" "Heyecanlanmaya başlıyorsun." "Evet, öyle! Bu şaşılacak bir şey mi? Yoksa 'Zavallı ahmak, o da Uzaya kurban olmuş,’ diye mi düşünüyorsun? Deli olduğumu sanıyorsun değil mi?" "Saçmalama." "Tabii öyle sanıyorsun! İşte o yüzden Y.U. Bürosundakileri görmek istiyorum! Onlar benim deli olup olmadığımı hemen anlarlar. Hemen!" Öbür adam verdiği kararı hatırladı. "Aslında kendini pekiyi hissetmiyorsun sanırım. Sana yardım edeceğim." Arzlı çıldırmış gibi, "Hayır, bunu yapamayacaksın!" diye bağırdı. "Çünkü buradan çıkıp gideceğim! Gitmemi engellemek istiyorsan bunu ancak beni öldürerek başarabilirsin. Ama buna da cesaret edemezsin. Çünkü o zaman bir gezegen dolusu insanın katili olursun." Karşısındaki adam da sesini duyurabilmek için haykırmaya başladı. "Seni öldürecek değilim! Beni dinle! Seni öldürmeyeceğim! Seni öldürmeme gerek yok!" Arzlı, "Elimi ayağımı bağlayacaksın," dedi. "Beni burada böyle hapis tutacaksın. Böyle düşünüyorsun değil mi? Peki, Y.U.B. beni aramaya başladığı zaman ne yapacaksın? Büroya belirli zamanlarda rapor göndermem gerekiyor." "Büro yanımda, güvende olduğunu biliyor." "Öyle mi? Acaba? Büro gezegene eriştiğimi biliyor mu? İlk mesajımı aldı mı?" Arzlının başı dönüyordu. Kol ve bacakları kaskatı kesilmiş gibiydi. Diğer adam ayağa kalktı. Tam zamanında karar vermiş olduğunu anlıyordu. Uzun masanın köşesinden dolaşarak ağır ağır Arzlıya doğru gitti. Onu yatıştırmak istercesine, "Bunu senin iyiliğin için yapıyorum," derken cebinden düzgün, siyah çubuğu çıkardı. Arzlı inledi, "Psişik Sonda o." Peltek peltek konuşuyordu. Kollarını ve bacaklarını oynatmaya çalıştıysa da sadece kasları beli belirsizce titrediler. Arzlı, yüz kasları katılaşırken dişlerinin arasından, "Bana ilaç verdin," diye fısıldadı. Diğer adam başını salladı. "Evet, öyle. Şimdi beni dinle. Sana zarar vermeyeceğim. Çok heyecanlı ve endişeli olduğun için sorunun ne kadar nazik olduğunu kavrayamıyorsun. Ben sadece Sondayla kafandaki o endişeyi yok edeceğim. Yalnızca o endişeyi." Arzlı artık konuşamıyordu. Orada hareketsiz oturuyordu. Uyuşuk uyuşuk, Uzay adına! diye düşünüyordu. Bana ilaç verdi. Haykırıp, çığlıklar atmayı, koşarak kaçmayı istiyordu ama bunu yapamıyordu. Diğer adam Arzlının yanına erişmişti artık. Başını eğmiş Arzlıya bakıyordu. Kurbanıysa gözlerini ona dikmişti. Göz kürelerini hâlâ oynatabiliyordu. Psişik Sonda başka aygıtlara bağlanması gerekmeyen, tek başına kullanılan bir aletti. Bundan uzanan tellerin kafatasındaki uygun noktalara yerleştirilmesi yeterli oluyordu. Panik içindeki Arzlı dehşetle bakarken göz kasları da katıldılar. İncecik iğneler deri ve etini delerek ka-fatasının ek yerlerine erişirken hiçbir acı duymadı: Arzlıkafasının sessiz derinliklerinde haykırıyor, haykırıyordu. "Hayır, anlamıyorsun!" diye bağırıyordu. "İnsanlarla dolu bir gezegen! Yüz milyonlarca insanın hayatıyla oynayamayacağını anlayamıyor musun?" Ciğer adamın sözlerini sanki o rüzgârlı bir tünelin diğer ucunda duruyormuş gibi hafifçe duyabildi. "Canın yanmayacak. Bir saat sonra kendini iyi hissedeceksin. Çok iyi. Ve benimle birlikte bütün bu olanlara güleceksin." Arzlı kafatasındaki hafif titreşimi farketti. Sonra bu da kayboldu. Arzlının çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Bu karanlığın bir bölümü hiçbir zaman kaybolmadı. Bir bölümünün parça parça aydınlanmasıysa hemen hemen bir yıl sürdü. BİR Rik, elindeki ’besleyici'yi bırakarak ayağa fırladı. Öyle şiddetle titriyordu ki süt beyazı çıplak duvara dayanmak zorunda kaldı, "Hatırlıyorum!" diye haykırdı. Diğerleri ona baktılar. Öğle yemeğine dalmış olan adamların mırıltıları kesildi. Yüzlerini kayıtsızca yıkamış ve yine kayıtsızca traş olmuşlardı hepsi de. Duvardaki sönük ışıklar yüzünden suratları bembeyaz ve parlak duruyordu. Bakışlarında fazla bir ilgi yoktu. Yalnızca beklenmedik, ani bir feryat duydukları için Rik’e doğru dönmüşlerdi. Rik tekrar, "İşimi hatırlıyorum!" diye bağırdı. "Bir işim vardı benim!" Biri, "Kes sesini," diye homurdandı. Bir başkası da, "Yerine otur!" diye. Adamlar yine yemeklerine döndüler ve mırıltılar tekrar başladı. Rik boş gözlerle masadakilere bakıyordu. Birinin, "Deli Rik," diyerek omzunu silktiğini farketti. Bir diğeri elini kaldırarak sağa sola çabucak çevirdi. Ama Rik bunlara aldırmadı bile. Bu söz ve davranışların onun için önemi yoktu. Rik ağır ağır yerine oturdu. Tekrar 'besleyici'sini aldı. Bu kaşığa benzer şeyin yanları çok keskindi, Ucundan da küçük sivri parçalar uzanıyordu. Yani bu kaba nesne çatal, bıçak ve kaşık yerlerine kullanılıyordu ve bir fabrika işçisi için de yeterliydi. Rik, ‘besleyici’yi çevirerek sapın arkasındaki numaraya görmeyen gözlerle baktı. Numarayı görmesine gerek yoktu çünkü bunu ezbere biliyordu. Diğerlerinin de onun gibi kayıt numaraları vardı. Ama Rik diğerlerinin isimleri de olduğunun farkındaydı. Onun adı yoktu. Kendisini 'Rik' diye çağırıyorlardı. Çünkü Kirt fabrikaları argosunda Rik, 'geri zekâlı’ anlamına geliyordu. Çoğu zaman da ona, "Deli Rik," diye sesleniyorlardı. Rik, belki artık gitgide daha fazla şeyi hatırlarım, diye düşünüyordu. Fabrikaya geleliden beri eski günler konusunda ilk kez bir şeyler hatırlıyorum. Kendimi iyice zorlarsam... Bütün kafamla düşünmeye çalışırsam... Birdenbire iştahı kesildi. Canı hiç yemek istemiyordu artık. ‘Besleyici’yi önündeki et ve sebzeden oluşan jelatinli tuğla biçimi yemeğe soktu. Tabağı iterek avuçlarını gözlerine bastırdı. Parmaklarını saçlarının arasına sokarak tutamları kavradı. Kafasını dikkatle bir tek bilgi kırıntıcığı çıkardığı o derin kuyuya doğru izledi. Ama bu bilgi kırıntıcığı da bulanık ve anlaşılması imkânsızdı. Zil sesi yemek paydosunun sona erdiğini haber verirken Rik hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. O akşam fabrika çıkışında Valona March Rik'e yaklaştı. Adımlarını onunkilere uydurarak birlikte yürümeye' başladı. Rik, Valona’yı önce pek farketmedi. Yani bir kişi olarak. Sadece kulağına gelen seslerden birinin onunla birlikte uygun adımlar attığını anladı. Durdu ve kıza baktı. Valona'nın saçları sarıyla kumral arası bir renkti. Kız saçlarını kalın iki örgü halinde topluyor ve uçlarına da yeşil taşlı, mıknatıslı küçük tokalar takıyordu. Pek ucuz tokalardı bunlar, taşların renkleri de solmuş gibiydi. Valona'nın arkasında pamuklu kumaştan sade bir entari vardı. Bu ılıman iklimde daha fazlasına da gerek yoktu zaten. Rik de bu yüzden yakası açık kolsuz bir gömlekle pamuklu pantolon giyiyordu. Valona, "Öğle yemeğinde bir terslik olduğunu duydum," dedi. Sert köylü lehçesiyle konuşuyordu. Rik’in aksam onunkinden çok farklıydı. Kelimeleri uzun sesli harflerle doluydu. Rik, biraz da genizden gelen bir sesle konuşuyordu. Bu yüzden onunla alay ediyor, lehçesini taklide çalışıyorlardı. Valona o zaman, "Aldırma," diyordu. "Onlar cahil..." Rik, "Terslik filan olmadı, Lona," diye mırıldandı. Kız ısrar etti. "Bir şeyi hatırladığını haykırmışsın. Öyle söylediler. Bu doğru mu, Rik?" Valona da adamı, "Rik," diye çağırıyordu. Ama başka ne yapabilirdi? Rik'in adı yoktu ki. Gerçek adını hatırlamıyordu. Bu adı hatırlayabilmek için çaresizce çabalarken Valona da ona yardıma çalışmıştı. Bir yerden yırtık bir Kent rehberi bulmuş ve bundaki bütün küçük adları Rik’e okumuştu. Ama hiçbiri de Rik’e tanıdık gelmemişti. Adam kızın yüzüne bakarak, "Fabrikadan ayrılmam gerekiyor," dedi. Valona kaşlarını çattı. Yuvarlak, yassı ve enli yüzünde kaygı belirdi. "Bunu yapabileceğini sanmıyorum. Doğru olmaz bu." "Kendimle ilgili başka şeyler de öğrenmem gerekiyor." Valona dudaklarını yaladı. "Bence bunu yapmamalısın." Rik başını çevirdi. Valona'nın gerçekten endişelendiğinin farkındaydı. Kız onunla yakından ilgileniyordu. Fabrikadaki işi de ona Valona bulmuştu zaten. Rik’in fabrika makineleri konusun da hiçbir tecrübesi yoktu. Ya da vardı bunu unutmuştu... Lona Rik'in ağır işler yapamayacak kadar ufak tefek olduğunu söylemiş, ısrar etmişti. Yöneticiler de onu teknik alanda bedava eğitmeye razı olmuşlardı. Ondan önceki, kâbusa benzeyen o günlerde, Rik’in ses çıkarmayı bile başaramadığı, yiyeceğin ne işe yaradığını bilemediği o devrede Valona onunla ilgilenmiş, beslemeye çalışmıştı. Rik'in yaşamasını sağlamıştı kız. Rik, "Bunu yapmak zorundayım," dedi. "Yine baş ağrıların mı başladı, Rik?" "Hayır. Bir şeyi gerçekten hatırlıyorum. İşimin ne olduğunu. Şeyden önceki işimin! Şeyden!" Rik, bundan Valona’ya söz etmek istediğinden pek emin değildi. Dönerek ileriye doğru baktı. İnsanı tatlı tatlı ısıtan güneşin ufukta kaybolmasına daha en aşağı iki saat vardı. Fabrikaların etrafındaki işçilerin oturduğu hücre gibi küçücük, sıra sıra evler insana sıkıntı veriyordu. Ama Rik tepeye tırmanır tırmanmaz kırmızılı sarılı tarlaların olanca güzellikleriyle ayaklarının altlarında uzanacaklarını biliyordu. Tarlaları seyretmek hoşuna gidiyordu Rik’in. Daha başlangıçtan beri bu manzara adama rahatlık ve zevk vermişti. Bitkilerin kırmızı ve sarı olduğunu, hatta renk diye bir şey bulunduğunu bilmediği, memnunluğunu hafif bir homurtuyla açıklayabildiği o günlerde bile tarlaları gördüğü zaman baş ağrıları daha çabuk geçmişti. Valona o günlerde dia manyetik bir motorsiklet bulur ve Rik’i köyden uzaklara götürürdü. Yolun otuz santim yukarısında, karşıt çekim

Description:
Rahat, temiz hava gemisini ve esrarengiz boşluğu terk edeli haftalar geçmişti. Seyyareler Arası Boşluk Analiz Bürosuna raporunu verip hemen boşluğa dönmek istemişti, halbuki uzun zamandır ellerinden kurtulamamıştı. Çayını son damlasına kadar bir yudumda içtikten sonra masada otur
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.