Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL Nevada Universitesi, ABD [email protected] ÖZGEÇMİŞ Profesör Yunus Çengel, University of Nevada, Reno/ABD’de Makina Mühendisliği Bölümü’nde 1984’den beri öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Lisans eğitimini 1977’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesinde ve doktorasını 1984 yılında ABD North Carolina State University”inin Makina Mühendisliği Bölümü’nde tamamlamıştır. Genel ilgi ve arastırma alanları jeotermal enerji, güneş enerjisi, suların arındırılması, enerji tasarrufu, ve mühendislik eğitimidir. Profesör Çengel, McGraw-Hill tarafından yayınlanan ve dünya’da yaygın olarak kul- lanılan ve birçok dillere çevrilen şu kitapların yazarıdır: Thermodynamics: An Engineering Approach (Mühendislik Yaklaşımıyla Termodinamik), Introduction to Thermodynamics and Heat Transfer (Termodinamik ve Isı Transferine Giriş), Heat Transfer: A Practical Approach (Isı Transferi : Pratik Bir Yaklaşım), “Fundamentals of Thermal-Fluid Sciences (Isıl-Akışkan Bilimlerin Temelleri)” ve “Fluid Mechanics: Fundamentals and Applications (Akışkanlar Mekaniği: Temeller ve Uygulamalar)”. Ayrıca Mühendislik Eğitimi, ABET 2000 kriterleri, ve yenilenebilir enerji konularında bir çok konferanslar vermiş ve makaleler yazmış- tır. Profesör Çengel, ABD Nevada Eyaletinde kayıtlı profesyonel mühendis olup, ASEE (American Society for Engineering Education - Amerikan Mühendislik Eğitimi Birliği) tarafından verilen “Seçkin Yazar Ödülü” nü, 1992 ve 2000 yıllarında almıştır. AB SÜRECİNDE EĞİTİMİN MODERN DÜNYA STANDARTLARINA ÇIKARILMASI Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL Özet Eğitim sisteminin her kademede evrensel değerlere ve bireysel beklenti- lere uyumlu ve ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermeye odaklı bir hedefi olmalıdır. İçinden geçmekte olduğumuz AB süreci, gerçek hayattan kopuk ve değişime büyük etapta kapalı eğitim sistemimizi objektif olarak değerlendirmek ve mo- dern dünya standartlarına çıkarmak için mühim bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsat, eğitimin gayesizlik, önyargı, ve hantallıktan çıkarılıp akıl ve bilimin hükmettiği rasyonel bir platforma oturtulması için iyi kullanılmalıdır. Eğitim sistemimizin tüm problemleri sonunda “özürlü” demokrasiye ve “sınırlı” kişisel hak ve özgürlüklere, ve muasır medeniyet yerine modası geçmiş ezberlerin esas alınmasına dayanır. Türkiye’de eğitim kurumlarının gerçekten modern dünya standartlarına çıkması isteniyorsa, işe eğitime kaynak aktarmak- la değil eğitimin oturduğu zemini özürsüz demokrasi ve en geniş çapta kişisel hak ve özgürlüklerle donatmakla başlamak gerekir. Aşağıdaki noktalar dikkate alınmalıdır: 1. Eğitimde zamanın şartlarına uygun bir vizyon ve misyon geliştirilmeli ve hayata geçirilmelidir. Her aşamada ne yapıldığı, niçin yapıldığı, ne hedeflendiği, ve hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı sorgulanmalıdır. 2. Devlet merkezli eğitim sisteminden birey merkezli bir sisteme geçil- meli, ve bireye hizmet esas olmalıdır. Bilgi çağında en büyük zengin- lik olan beyin gücü ancak böyle gelişir. 3. İnsana güven esas alınmalı, ve devlet artık herşeyi sıkı bir control al- tında tutma saplantısını bırakmalıdır. Demokratik bir sultanlık olan merkezi yönetim terkedilmeli, ve eğitimde yetki ve sorumluluklar mo- dern demokrasilerde olduğu gibi yerel birimlere aktarılmalıdır. 4. Türkiye’de hala yasakçılık esas serbestiyet istisnadır, ve bu durum artık tersine çevrilmelidir. Yasakçılığın esas olduğu ortamlarda zihin- ler, hayaller, ve yaratıcılık az gelişmiş kalmaya mahkumdur. 5. Geçmişe odaklanmayı bırakıp yüzler geleceğe çevrilmeli, ve Bismark’ın “Gerçek politikacı geçmiş olayların hınç ve intikamını alan Prof. Dr. Yunus A. Çengel kişi değil, bu olayların tekerrürüne engel olan kişidir” sözü yaşamın bir parçası haline getirilmelidir. 6. Modası geçmiş ezberler bırakılıp, akıl ve bilim rehber alınmalıdır. “Hakiki mürşit ilimdir” sözü duvarlara değil akıllara işlenmeli ve uygu- lamaya geçirilmelidir. 7. Ne kadar aykırı olursa olsun fikirleri düşman ilan etmeyi bırakıp F. Voltair’in “Söylediğin şeyi tasvip etmiyorum, ancak onu söyleme hak- kını ölesiye müdafaa edeceğim” sözünde ifadesini bulan gerçek fikir özgürlüğü tesis edilmelidir. Düşünce özgürlüğü olmayan yerde eğitim de yoktur. 8. Okullar genç beyinleri formatlama ve bilgi yükleme merkezleri olmak- tan çıkarılıp eski ABD başkanı T. Roosevelt’in “Eğer insanı, sadece akıl yönünden eğitiyor ahlak yönünden eğitmiyorsanız, toplumun ba- şına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz demektir” sözüyle ifade ettiği gibi etik ve insanî değerlerin etkin olarak verildiği kurumlar haline geti- rilmelidir. 9. İnsan fıtratına aykırı olan ve birlik, kuvvet, ve huzur yerine bölünmüş- lük, zayıflık, ve kavganın kaynağı olan tek tipçi ve tek doğrulu yakla- şım terkedilmeli, ve bu hürriyetler çağında birlik, kuvvet, ve huzurun teminatı olan gerçek demokrasi ve kişisel ve kitlesel hak ve hürriyet- ler esas alınmalıdır. 10. Tek tipçiliğin kalıplaşmış şekli olan resmî ideolojilerin ve değişmez doğruların zamanı geçmiştir, ve geçeli yarım asır olmuştur. Artık ideo- lojiler ve doğrular bireyselleşmiştir, ve devletlere değil bireylere aittir. Ideolojik dayatmalar beyinlere konan ambargolardır, ve sonucu dü- şünce özürlü ve müstemleke mentalitesinde özgüvenden yoksun bi- reyler yetiştirmektir. 196 AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması Giriş Dünya başdöndürücü bir hızla değişiyor. Bu değişimin motoru hiç kuşku- suz bilim ve teknolojidir. Bilim ve teknolojiye hakim olanlar refah, kuvvet, ve itibara sahip olmaktadırlar. Bismarck’in dediği gibi “Okullara sahip olan ülke, geleceğe de sahiptir.” Bugünün değil de dünün ihtiyaçlarına göre eğitilmiş olmak bir bakıma eğitimsiz olmaktır, ve diplomalı eğitimsizler yetiştirmek bir eğitim sisteminin gayesi olamaz. Eğitim sisteminin her kademede (okul öncesi, ilk, lise, üniversite) evrensel değerlere ve bireysel beklentilere uyumlu ve ülke- nin ihtiyaçlarına cevap vermeye odaklı bir hedefi olmalıdır. İçinden geçmekte olduğumuz AB süreci, gerçek hayattan kopuk ve değişime büyük etapta kapalı eğitim sistemimizi objektif olarak değerlendirmek ve modern dünya standartla- rına çıkarmak için mühim bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsat, eğitimin gayesizlik, önyargı, ve hantallıktan çıkarılıp akıl ve bilimin hükmettiği rasyonel bir platfor- ma oturtulması için iyi kullanılmalıdır. İşe ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, neyi hedeflediğimizi sorguluyarak, yani tek tek karelerle uğraşırken tüm resmi hiçbir zaman gözardı etmeyerek başlamak lazımdır. Modern dünyada eğitim sisteminin mühim bir özelliği dinamik, esnek, ve değişime açık olması, ve hızla değişebilmesidir. Hızla değişen dünyamızda ihtiyaca cevap verebilmek için bunun zaten böyle olması gerekir. Bu da ancak eğitimin hantal ve duyarsız merkeziyetçi yapıdan kurtulup büyük ölçüde yerel- leşmesi ile mümkündür. Çağımızda insanları ve ülkeleri iki guruba ayırmak mümkündür: Bu değişim trenine binip öncüluk eden ve değişime ayak uyduran- lar, ve bu değişim fırtınasını henüz idrak edemeyip kenarda şaşkınlıkla olayları seyredenler ve korku içinde savunma pozisyonu almaya çalışanlar. Neticede çağı yakalıyanlarla kaçıranlar arasındaki mesafe gittikçe büyümekte, ve arala- rındaki uçurum derinleşmektedir. Eğitim kurumları sadece öğretim yani bilgilendirme değil aynı zamanda da eğitim yani davranışları değiştirme, kişisel gelişim, ve beceri kazandırma kurumlarıdır. Einstein’in ifade ettiği gibi “Eğitim, kişi okulda öğrenilen herşeyi unuttuğu zaman kalan şeydir.” Whitehead, eğitimin beceri boyutuna dikkatleri çeker: “Eğitim bilgiyi kullanma sanatını tahsil etmekdir.” Aristotle, eğitimin neticelerini ön plana çıkarır: “Eğitimin kökleri acı, ama meyveleri tatlıdır. Eğitim, yaşlılık için en iyi tedariktir.” Eğitimli kişiler yerlerinden kımıldıyamıyacak hale bile gelseler, hayal hissinin de yardımıyla durdukları yerde muazzam ilim alemlerinde gezerler, ve nezih bir haz alırlar. Eğitime sa- dece daha yüksek maaş alabilmek için bir araç olarak bakanlar veya mali du- rumu iyi olduğu için üniversiteye gitmeye gerek görmeyenlerin bu mesajı iyi algılaması lazımdır. Mevlâna, bakış açısı kazandırılmasının önemine vurgu yapar: “Sen bakmasını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür.” Kişi tahsil hayatı boyunca saadet kaynağı olan bu veciz ifadeyi özümsüyebilse ve dikene bakınca gülü görebilmeyi hayatının parçası haline getirebilse, bu bile tek başına azımsanmıyacak bir kazanımdır. Neticede eğitim, genç dimağ ham- maddesine katma değer ilave etme sanatıdır. 197 Prof. Dr. Yunus A. Çengel Vizyon ve Misyon Dünyada aklı başında hiçbir kişi veya kuruluş sebepsiz yere bir şey yapmaz, ve karşılığında ne alacağını bilmeden ve hesabını yapmadan para yatırmaz. Bir kaç kişi istihdam eden bir firma dahi belli bir gaye için kurulur, ve belli hedefleri vardır. Firmanın tüm birimleri ve çalışanları, tek bir vücudun aza- ları ve hücreleri gibi üzerlerine düşen görevleri heyecanla yerine getirirler, ve sundukları mal veya hizmetin en yüksek kalitede olmasına özen gösterirler. Müşteri memnuniyetini esas alıp, değişen piyasa şartlarını yakından takip ve adapte ederler. Harcanan her kuruşun muhasebesi yapılır, ve hedeflere ne derece yaklaşıldığı düzenli olarak control edilir. Küçük bir firma için durum böyle iken, yüzbinlerce kişiyi istihdam eden ve milletin milyarlarca lirasını harcıyan bir kuruluşun işinde gayesiz ve hesapsız olması, kaliteye kayıtsız ve piyasaya ve değişen dünya şartlarına duyarsız kalması düşünülemez. Ama Türkiye, belki de fazla düşünmediğimizden olacak, “düşünülemez”lerin düşünülmeden rahatça yapılabildiği ülkelerden biri. O yüz- den de dünya gelişmişlik sıralamalarında mahçup edici yerlerden bir türlü kurtulamıyor. Umid edilir ki AB sürecinde Türkiye’nin tüm kurumlarında eskiden kalma alışkanlıklar bırakılıp akıl ve bilim ışığında yeni bir yapılanmaya gidilir. Modern dünyada resmi veya özel her kuruluşun yaptığı ilk şey, vizyon ve misyon’unu belirlemesi, yani “gelecekte ne olmayı amaçladığını” ve “bu amaç doğrultusunda neyi nasıl yapacağını” genel ifadelerle tayin etmesidir. Misyon ifadesi bazen vizyonu da içine alır. Ciddi tüm firma ve kuruluşlar, özel ve resmî eğitim kurumları dahil, vizyon ve misyonlarını ilan ederler. Tüm çalı- şanların da bu genel tabloyu benimsemiş olmasına özen gösterilir. Vizyon, tüm çalışanların önlerini görmesini sağlıyan bir ışıktır. Vizyon, insanları kendine çekip aynı istikamete yönlendiren bir manyetik kuvvet gibidir. Kutupları uyum- suz mıknatısların birbirini ittiği gibi, vizyon da kendisiyle uyumsuz kişileri dışarı iter, ve uyumlu bireylerden kuvvetli takımlar oluşmasını sağlar. Bir kuruluşun alt birimlerinin misyonu kuruluşun, ve kuruluşun misyonu da bir üst kuruluşun mis- yonunu destekler mahiyette olmalıdır. Elbette vizyon ve misyon ifadeleri, “bizim de var” demek için veya bir fomaliteyi yerine getirmek için hazırlanmaz. Başkalarına göstermek için yazdırı- lıp dosyalanmış ve hayata geçirilmemis vizyon ve misyon ifadelerinin hiçbir önemi yoktur – en harika ifadeleri içerseler bile. Çünkü kağıt üzerindeki ifadeler bir iş yapmaz; işi insanlar yapar. Demek kurumun vizyon ve misyonunun haya- ta geçirilebilmesi için çalışanların bu ifadeleri benimsemesi. mânâlarını özüm- semesi, ve onları yaşaması lazımdır. Bu da çalışanların kurumsal vizyon ve misyon ruhuyla ruhlanmalarını ve bir takım ruhuyla çok cesetli bir ruh gibi ça- lışmalarını gerektirir. Aksi taktirde alt birimler ve hatta bireyler kendi kısır ajendalarını misyon edinirler, birbirlerinden ve dünyadan koparlar, ve gayesizlik içinde koşuştutup dururlar. Güçlü bir devletten ziyade birbirleriyle didişen dere- beylikleri andıran böyle bir ortamda, tüm kaynak ve kabiliyetler israf olur, gele- ceğe bakış karamsarlaşır, ve hayat söner. 198 AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması Başta ABD olmak üzere modern dünya ile Türkiye eğitim sistemleri ara- sındaki en temel fark, vizyon ve misyon yoksunluğudur. Yani neyi niçin yaptı- ğımızı bilmeyişimiz, ve bunu yeterince sorgulamamamızdır. Zaten Türkiye’de yıllardır şikayet edip durduğumuz ve değiştirmeye çalıştığımız “ezberci” siste- min aslında özü budur, yani neyi ne için öğrendiğini, bilgilerin nerede ne işe yarayacağını bilmemektir. Yoksa güzel bilgileri kalıcı bir şekilde hafızaya yer- leştirmek gayet güzeldir. Güzel olmayan, bilgileri ruhsuz bir şekilde sınavlarda kullanılmak üzere hafızaya depolamaktır. Bizde eğitim sistemi genel olarak hâlâ körü körüne ezberciliğe ve bilgi yüklemeye yani öğrenciyi robotlaştırmaya dayalı iken, ABD’de system düşün- meye, sorgulamaya, öğrencinin hayal gücünü ve yaratıcılığını teşvik edip geliş- tirmeye, ve çok öğrenmekten ziyade öğrenilen bilgileri kullanıp özdeştirmeye dayanır. ABD’de çok şey ezberleyip bilgisi ile ne yapacağını bilmeyen kişiye değil, az da olsa bilgisi ile ne yapılabileceğini bilen “düşünen”, “sorgulayan”, ve “hayal eden” kişilere değer verilir. Çünkü bilgisayarlar da bilgi yüklü, ama onla- rın bile ancak “düşünen” kişilerin elinde bir değeri var. Bir eğitim sisteminin misyonu genç ve heyacanlı dimağların heyecanını söndürüp onları köhne bilgi depolarına çevirmek, kalıplaşmış sınavlarla kalıplaşmış bilgileri ölçmek, ve sınav geçme konusunda yeterince “uzman” olmuş kişilerin eline de bol imzalı bir “aferim” kağıdı vermek olamaz. Önümüzdeki eğitim yılından itibaren ezberci eğitim terk ediliyor, ve okullarımızda daha çağdaş bir eğitime geçiliyor. Değişim için iradenin ortaya konmuş olması gayet ümit verici. Umarız öğretmenler de bu yeni yaklaşıma uyum sağlarlar, ve ezberci eğitim maziye gömülür. Misyonların Hayata Geçirilmesi Bir kurumun güzel bir vizyon ve iddialı bir misyon oluşturmuş olması tek başına birşey ifade etmez. Bunların hayata geçirilmesi lazımdır. Bu da planla- mayı, ara hedeflerin konmasını, periyodik değerlendirmeleri, ve objektif ölçüm- ler yapılmasını gerektirir. Bu tür rasyonel yaklaşımlar Türkiye’de pek yaygın değildir, ama AB sürecinde bunların tüm kurumlarda rutin hale gelmesi lazım- dır. Plan ve hedefler, kurumla beraber kurumun alt birimleri için de belirlenmeli, ve periyodik olarak değerlendirilmelidir. Milletin harcanan her kuruşunun hesabı verilmeli, ve öğrencinin okulda geçirdiği her saatinin karşılığı gösterilmelidir. Her öğretmen verdiği ders ile işe başlıyabilir. Daha dersin başında o dersteki misyon açıkça ve yazılı olarak belirtilmeli, ve şu sorulara cevap veril- melidir: Bu ders müfredata niye konmuştur? Diğer derslerle ilişkisi nedir, ve hangi boşluğu doldurmakadır? Öğrenci bu dersi tatamlayınca hangi yeni bilgi ve becerileri kazanacaktır? Bu, hangi yaklaşımlarla yapılacaktır? Ders, öğren- cinin kritik düşünme, yaratıcılığını geliştirme, iletişim, takım çalışması, etik dav- ranış, bireysel gelişim vs becerilerine nasıl katkıda bulunacaktır? Dersin hede- fine ne miktarda ulaştığı nasıl ölçülecektir? Benzer sorular her sınıf için, tüm ilkögretim ve de orta ögretim için, üni- versiteler için, ve üniversitedeki her fakülte ve bölüm için sorulmalıdır. Mesela 199 Prof. Dr. Yunus A. Çengel üniversitelerin temel misyonu ögrencileri değişik sahalarda eğitmek, entellektüel bir birikim sağlamak, bilimi geliştirmek, ve uzmanlık kaynağı olarak topluma hizmet vermektir. Üniversiteler, temel ve uygulamalı araştırmaları ve piyasayla yakın işbirliği yapmasıyla ülkelerin ekonomik gelişiminde ve refah seviyesinin yükselmesinde merkezî bir rol oynarlar. Her üniversitenin her bölü- mü en azından, mezunlarının ne kadarının iş bulduğunu, ve bu işlerin aldıkları eğitim ile ne kadar alakalı olduğunu belgelemelidir. Ayrıca kendi mezunları ve işverenlerle temas içinde olup, alınan geridönüşüm bilgileriyle programını geliş- tirmelidir. Yani bir kurum halkın parasıyla ne yaptığını hem kendisi görmeli, hem de hizmet verdiğini iddia ettiği kesimlere gösterebilmelidir ki halk dev büt- çeli bu kuruluşlara harcanan paraların kendisine hizmet olarak geri geldiğini görsün, ve onları desteklemeye devam etsin. Misyonsuzluk Örneği: Lise Eğitimi Eğitim sistemimizdeki misyonsuzluğa örnek olarak lise eğitimimize bak- mak yeterlidir. Resmî belgelerde bu misyon kulağa hoş gelen yaldızlı ama içi boş laflarla ifade edilmiş olabilir. Ancak görünüşe bakılırsa Türkiye’de lise eği- timinin tek bir gayesi var, o da öğrencileri ÖSS’ye hazırlamak. Yani belirlenen konularda en kısa zamanda en fazla soruyu en kestirme yollardan çözme be- cerisini kazanmak. Gerçekten de öğrencilerimiz testlere girip geçme konusun- da gayet beceri sahibi. İyi de bu becerinin kime ne faydası var? Hangi işveren bir kişiye bu becerisinden dolayı iş verir, veya hangi lise mezunu bu becerisine dayanarak bir iş yeri açar? İlk ve lise öğretiminde öğrencilere gerçek dünyada kendilerini “yararlı” kılacak hangi beceriler veriliyor? Her lise mezunu üniversi- teye girebiliyor olsaydı, bunu yine anlayışla karşılamak mümkündü. Ama her yıl üniversite sınavlarında 5 öğrenciden 4’ü yani yüzde 80’ı yerleştirilemedikleri için başarısız sayılıyor, ve bu ezici çoğunluk 18 yılını ve kendine güvenini kay- betmiş olarak ve pazarlanabilir bir becerisi olmadan hayat mücadelesine terkediliyor. Tablo bu kadar vahim olduğu halde yıllardır neden bir şey yapıl- madığını anlamak mümkün değil. Hangi aklı başında bir sanayici ürünlerinin yüzde 80’ının ıskartaya çıka- rılmasına ve atılmasına seyirci kalabilir, ve herşey yolundaymış gibi davranabi- lir? Eğer liselerin gayesi gerçekten öğrencileri üniversite sınavına hazırlamak ise, bu işi dershaneler çok daha iyi yapıyorlar. O zaman gayesi öğrencilerini üniversiteye yerleştirmek olan ama bunu bile beceremiyen liselere ne gerek var? Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder’in dediği gibi “Bizde lise eğitimi yok” (Sabah Gazetesi, 12 Haziran 2005). Hatta lise engeli yüzünden yeterince dershaneye gidemeyen birçok öğrenci, mezuniyet sonrası ilk yılı “dershane yılı” olarak görmekte, mali külfetine katlanıp üniversiteye ha- zırlanmaktadır. Üniversiteye giden yolun sahte rapor alıp liselerden kaçmakta olduğuna bakılırsa, liseler üniversiteye girişe destek değil köstek olan kuruluş- lar haline gelmişlerdir. Bu tür düzme raporlarla da öğrenciden doktora kadar her kesim sahtekarlığa alıştırılıyor, ve sahtekarlık meşruiyet kazanıp bir hayat tarzı olarak kurumsallaşıyor. 200 AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması Durum böyle iken 3 yıl olan liseler de 4 yıla çıkarıldı, ve mezunların ger- çek hayata atılması bir yıl ertelendi. Aslında yapılması gereken tam tersi bir uygulamayla 4 yıllık liseleri 3 yıla indirmek, ve yüzde 80’ı üniversite kapıların- dan geri çevrilecek olan öğrencilerin çok geç kalmadan toplum içinde yaşama becerileri kazanmasını saglamaktı. Devlet de tasarruf ettiği para ile bilgisayar, daktilo, vs kursları açar (veya mevcut kursları destekler), ve gençleri gerçek hayata hazırlardı. Bazılarına “uçuk” gibi görünen bu fikirler, ABD’de pratikte yaygın olarak uygulanır. ABD’de lise mezunlarının yaklaşık üçte biri üniversite veya yüksek okula gitmek yerine (ABD’de isteyen her lise mezunu üniversiteye gidebilir) kendi tercihleriyle okul içi ve dışında kazandıkları beceriler ile işe girmekte ve yaşamlarını sağlıyabilmektedir. Ve halka meslek kazandırma kursu açanlara devlet mali destek sağlamakta, ve öğrencilere de – yaşları ne olursa olsun – burs vermektedir. Böylece eğitim yaygınlaşmakta ve değişen şartlara göre de- vamlı güncellenmektedir. Biz izinsiz kurs açanlara verilecek cezayı tartışa dura- lım, ABD’de özel sector eğitimin her kademesinde önemli bir yer tutar, ve ihti- yaç olan hizmeti yerinde sunarak devletin yükünü hafifletir. Bu özel kursların denetimini de halk yapar – beğenmediği kurslara gitmiyerek veya gitmişse kay- dını sildirerek boş kalan kursun kapısına kilit vurdurur. Lise Eğitimine Demokrasi Tabanlı Bir Yaklaşım Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, ancak a- zınlığın da haklarının teminat altına alınmasını gerektirir. Her 5 lise mezunun- dan 4’ünün üniversiteye giremiyeceği dikkate alınırsa, bu yaklaşım lise eğiti- minde üniversiteyi kazanamıyacak olanların esas alınmasını, ancak kazanacak olanların da madur edilmemesini gerektirir. Yani lise eğitiminin esas gayesi, üniversiteye giremiyecek olan %80 oranındaki büyük öğrenci kitlesini gerçek hayata hazırlamak, ve onları mezuniyetten sonra topluma katkı yapacak ve iş hayatında fonksiyonel kılacak becerileri kazandırmak olmalıdır. Aksi taktirde ne kadar reform yapılırsa yapılsın lise eğitimi gayesiz, ruhsuz, ve heyecansız ol- maya ve gençleri gerçek hayattan soyutlamaya devam edecektir. Sonunda iş dünyası kalifiye işgücü sıkıntısı çekerken lise mezunları da iş yokluğundan yakınacaklardır. Geçerli bir becerisi olmadan işe alınanlar ise verimsiz çalışa- cak, ve işletmenin kârlılığını düşüreceklerdir. Beceri sahibi bir kişinin yapabile- ceği bir işe birden fazla eleman almak zorunda kalan işveren de maliyetleri kontrol altında tutabilmek için çalışanların ücretlerini düşük tutmak zorunda kalacaktır. Modern ülkelerde bile 4 yıllık bir üniversiteyi bitirme oranının %30 cıvarında olduğu dikkate alınırsa (bu oran ABD’de %34, AB ülkelerinde %27, ve Türkiye’de %9’dur), gençlerin en değerli yıllarını mekanikleşerek üniversite- ye hazırlıkla geçirmenin akıl dışılığı ve lise çağında geçerli beceriler kazandır- manın önemi daha da açık görülür. Lisede pazarlanabilir ve gerçek hayata dönük beceriler kazanan öğrenci- ler derslerine daha büyük bir ilgiyle yaklaşacak, ve hatta bir kısmı ABD’de ol- 201 Prof. Dr. Yunus A. Çengel duğu gibi daha lisedeyken çalışıp gelir elde edebilecektir. Beceri ve özgüven kazanan öğrencilerin üniversiteye girme dışında da seçenekleri olacak, ve üni- versite kapılarındaki yığılma azalacaktır. Bu yaklaşımda geniş tabanlı bir muta- bakat sağlanırsa, sıra lise mezunu bir gencin sahip olması arzu edilen becerile- rin belirlenmesine gelir. Bu da iş dünyası, toplum kuruluşları, ve eğitimcilerin birlikte çalışmasıyla mutabakat sağlanarak halledilebilir. Böyle bir yaklaşım, lise mezunlarına gerçek hayat becerileri kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda iş dünyası ve aileleri eğitimde partner ve faal oyuncu konumuna getirecektir. Bu birliktelikten en büyük faydayı da merkezî rol oynayan liseler göreceklerdir. Aşağıda bunun nasıl sağlanabileceğine dair örnekler sunulmuştur. Liselerde Misyon, Mezunları Gerçek Hayata Hazırlamak Olmalı Liselerde ciddiye alınacak dersleri ve dolayesi ile “gerçek” müfredatı MEB’in değil ÖSYM’nin belirlediğine bakılırsa, işe bu iki kurumu tek bir yönetim altına almakla başlamak lazımdır. Yoksa davul birinde tokmak başkasında gibi bir manzara ortaya çıkar. Aklı başında hiçbir kişi MEB’in ÖSYM’ye katılmasını teklif edemiyeceğine göre, yapılması gereken ilk iş ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması, ve iki başlılığın sona erdirilmesidir. Üniversiteye giriş üniversiteleri yakından ilgilendirir ve o yüzden ÖSYM, YÖK bünyesinde kalmalıdır diye itiraz edenlere şunu hatırlatırız ki lise müfredatı da üniversiteleri yakından ilgilendirir, ama hiç kimse lise müfredatının MEB yerine ÖSYM tarafından belirlenmesini teklif etmez. Zaten edecek olsa bu MEB ve YÖK’ün tek çatı altında birleşmesini gündeme getirir, ve bu birleşik kurumun adı da herhalde YÖK değil MEB ola- caktır. ÖSYM’nin MEB bünyesine alınmasından veya en azından bu iki kurum arasında yakın bir koordinasyon sağlanmasından sonra yapılacak ilk iş, geniş katılımlı istişarelerle bir lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve becerile- rin belirlenmesi, ve lise müfredatı ve ÖSS’nin bu bilgi ve becerileri kazandırma ve ölçmeye yönelik olarak tekrar formüle edilmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, ÖSS’nin müfredatı desteklemesi ve bir kopukluğa meydan veril- memesidir. Mevcut müfredatta öğrenciye genel bir kültürel altyapı oluşturmaya yöne- lik Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, ve Sosyal Bilimler gibi temel dersler (tabi ki çok daha modernleştirilmiş ve ezbercilikten arındırılmış olarak) müfredatın ve ÖSS’nin omurgası olarak kalmaya devam edebilir. Ama ÖSS’de bu klasik ko- nulardan sorulan sorular ÖSS puanının üçte ikisini aşmamalıdır. Liseleri engelli üniversiteye hazırlık kursu görüntüsünden çıkarmak ve öğrencilere gerçek ha- yat becerileri kazanmaya teşvik etmek için ÖSS puanının en az üçte biri şu alanlardan gelmelidir: 1. Bilgisayar Becerisi: Günümüzde bilgisayar eğitiminin yeri ve önemi hakkında çok şey söylemeye gerek yoktur. MEB’nın ciddî gayretleri ile bugün 202 AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması neredeyse tüm liseler bilgisayar donanımlı ve internet bağlantılıdır, ve öğrenci- lere uygulamalı bilgisayar dersleri verilmektedir. Ancak bu derslerin yeterince ciddiye alındığı söylenemez. ÖSS’de soruların belli bir oranının Internet, Windows, WORD, ve Excel kullanımı gibi temel becerileri ölçmesi, teknoloji kullanımının gereken ilgiyi görmesini sağlayacak, ve hatta üniversite hazırlık kurslarının bile bilgisayar eğitimi sunmasını sağlayacaktır. 2. Hızlı Daktilo Becerisi: Bugün lise çağında olan gençler, gelecekte zamanlarının önemli bir kısmını bilgisayar başında epostadan dilekçe yazma- ya, form doldurmaktan rapor hazırlamaya kadar çok şeyi klavye kullanarak yapacaklar, ve hızlı daktilo becerisi olmayan kişiler geleceğin bilgi tabanlı eko- nomisinde adeta “özürlü” olacaklardır. O yüzden günümüzde hızlı daktilo bece- risine sahip olmak, okur-yazar olma kadar önemli hale gelmiştir, ve bu beceri öğrencilere okullardaki mevcut bilgisayarlarda daktilo programları kullanarak kolaylıkla kazandırabilir. Dakikada yazılan kelime sayısı ile ölçülen bu beceri de kolaylıkla ölçülebilir, ve ÖSS puanının belli bir kısmı daktilo sınav sonucuna dayandırılabilir. Bu puandan mahrum kalmak istemeyen ve hatta ÖSS puanının bir kısmını garantiye almak isteyen öğrenciler daktiloyu şevkle öğrenecek, ve hızlı yazma becerilerinden dolayı ödevlerini de bilgisayarda yapmaya başlıyacaklardır. 3. Genel Sağlık Bilgileri: Türkiye’de genel sağlık konularında ve ilaç kullanımında korkutucu boyutta bir cehalet vardır, ve lise ve hatta üniversite mezunları bundan istisna değildir. Liselerde gıdaların besin değerinden yaygın olarak kullanılan ilaçların yan etkilerine, koruyucu tıptan sıkça görülen hastalık- ların belirtilerine, sigaranın zararlarından yüksek tansiyona kadar bir çok konu- da temel bilgiler verilebilir. Sadece antibiyotiklerin bilinçsizce kullanımının ön- lenmesi biel büyük bir kazanım olacaktır. ÖSS’de soruların belli bir oranının genel sağlık bilgilerini ölçmesi, öğretmen ve öğrencilerin bu konulara ciddi ola- rak eğilmesini sağlayacak, ve genç yaşta doğru bilgi ile techiz edilen öğrenciler hem ailelerini eğitecek, hem sağlık kuruluşlarıyla daha bilinçli bir iletişım kurabi- lecek, ve hem de ömürlerini daha sağlıklı olarak geçireceklerdir. 4. Genel Trafik Bilgisi: Türkiye’de motorlu araç kullananların sayısı ile beraber trafik kazaları da hızla artmaktadır, ve yetersiz trafik eğitimi bundan kısmen sorumludur. Okullarda verilen trafik bilgisi ciddiye alınmamaktadır, ve sürücü adayları bu eksikliklerini trafik kurslarında gidermeye çalışmaktadırlar. ÖSS’de soruların bir kısmının trafik bilgisini ölçmesi, okullarda trafik eğitiminin ciddiye alınmasını ve trafik konusunda bilinçli bireylerin yetişmesini sağlıyacaktır. Hatta ÖSS’nin trafik kısmından belli bir puanı aşan adaylar ehli- yet için zorunlu Trafik kurslarından muaf tutulabilir, ve böylelikle kurslar için sarfedilen kaynaklardan ciddi tasarruf sağlanabilir. 5. Genel Kültür ve Dünya Olayları: Lise ve hatta üniversite öğrencileri- nin ülke ve dünya gündeminden habersizliği, ve dünyada olup bitenleri algılıyabilme ve olayları objektif olarak irdeliyebilme becerisinden yoksunluğu hayret vericidir. Hızla değişen dünyamızda bireylerin adeta cam bir fanus için- 203
Description: