BASKAN YAYINLARI Yazan : Hans Speidel Çeviren : Samih Tiryakioğlu - İSTANBUL - 1982 - Düzenleme Ekibi: medetres omer27 mursa Sam_PP2 Tarama ve Son Düzenleme: Alladierre 03.06.2014 tarihinde hazırlanmıştır. ÖNSÖZ Cihan tarihinin “İkinci Dünya Savaşı” diye adlandırılan o büyük dönemecini iyice anlatabilmek için daha birçok yılların geçmesini beklemek gerekecektir. Böyle büyük olaylar hakkında hemen bir yargıya varmak mümkün olamaz. İnsan, harekete geçirilen muazzam yığınlar karşısında şaşırıp kalır ve bakışı, ayrıntıları kavrayamaz. Ancak böyle bir olayın sonuçlanmasından sonradır ki insan bunun mahiyetini kavramaya çalışır. Cereyan ettiği sahneyi dolaşarak olup bitenleri, sıralanıp zincirlenişlerine göre, yeniden düzenler. Böylece de bir tarih sentezinin kaynaklarını yaratmış olur. Elinizdeki kitap da bu nitelikte bir kaynaktır. Savaşın kesin noktalarından birini, belki de en önemlisini gözlerinizin önünde canlandırmaktadır. İngilizlerle Amerikalıların Fransa’da karaya çıkışlarını ve bu çıkıştan yarma hareketine dek olup biten çarpışmaları anlatmaktadır. Kitabın yazarı, hiç kuşkusuz, Almanya üzerine söz söylemeye en yetkili kişilerden biridir. Yalnız hiyerarşide kendisine olayları toplu hâlde görme imkânını sağlayan bir düzeyde bulunuşundan değil; fakat her şey den önce kafaca olayı kavrayıp anlatacak yetenekte oluşundan dolayı da öyledir. Kader onu bu görevin başına getirdiği zaman, arkasında çalışma ve sorumluluk bakımından çok dolgun bir meslek hayatı vardı. Daha delikanlılık çağında Birinci Dünya Savaşı’nın harp alanlarıyla bozgununu görmüştü. Hayatında kıta hizmetleri, tarihsel incelemeler ve diplomatik görevler birbirini izlemişti. Yabancı ülkelerde uzun yıllar geçirmişti. İlerleyişlerde olduğu gibi gerileyişlerde de, saldırılarda da, kuşatma savaşlarında da komutanlık etmişti. Yabancı orduları ve onların askerlerinden çoğunu, kendi yurdunun politik yapısını - gözle görülen ve görülmeyen yönleriyle - biliyordu. Bütün bunlar, edinilen bilgilerin ve eldeki imkânların değişikliği içinde verilen bir emrin, açıklık ve aydınlık yaratması gereken durumlarda onu, karar verebilecek bir hâle getirmişti. Fakat o, stratejik düşünceleri bir yana bırakarak sorunun tümü karşısında yerini almak, kendisini uğraştıran işin anlamının ne olduğunu kendine sormak durumundaydı. Almanya için uğursuz olan o günler bir sürü efsanelerin, yalan-yanlış şeylerin doğmasına yol ağmıştır. Onun için, o günleri bütün ayrıntıları ile bilen bir insanın anlatması karşısında ne denli sevinsek azdır. Olaylar, bu yüzden, daha dokunaklı bir hâl almaktadır. Okuyucu bundan, önemli bir tarih olayının incelenmesinin sağlayabileceği yarardan apayrı olan, başka bir yarar da sağlayacaktır ki, o da şudur: Tarihi okuyunca edinilen yenilik ve hayret izlenimi, onun kendi gelişiminden ileri gelmektedir. Fakat aslında - bütün bu değişiklikler boyunca – söz konusu olan, zamanın ancak dekorlar eklediği bir tekrarlanıştır. Dünyanın tiyatro sahnesinde oyunlar, Sınırlı bir toplulukça oynanır. Değişik dönemlerin kılıkları içinde ve bunların düşünce çeşitleri altında dedelerinden kalma savaşlarını sürdürenler, hep aynı çehrelerdir. Olayların merkezinde bulunan önderin durumu böyledir. Aslında bu durum yeni değildir. Ondan önce Roma diktatörü Sylla’yı, Otuz Yıl Savaşı'nın yiğit generali Wallenstein’ı, İngiltere tarihinde önemli rolü olan York’u tanımıştık. Tarih boyunca girişilen büyük işlerde kaderin çarkları aksaksız dönmeyince; insan, işleri yönettiği noktadan bunun farkına varır. Askerliğin, politika sanatının, görevin, şerefin, ahlâkın ve ülkenin çatışma hâline girdikleri noktada birtakım kavgalar çıkar ve bunlar olup biterken, devletin bütün yükü bir tek adamın omuzlarına yüklenir. Bu kitapta derinliği ancak açıklılığı ile ölçülebilen ve basımlardan daha mutlu olanı küçümseme eğilimindeki - bir çatışmanın bütün vahimliği, bütün kudurukluğu ve muhakkak ki bütün umutsuz yönü de ortaya çıkmaktadır. Ayrıca şu da görülmektedir ki, kudreti ele geçirmek için yapılan bu savaşta son ve kesin kararlar, insanoğlunun yüreğinde ve büyük bir yalnızlık içinde verilmektedir. İster yenen, ister yenilen taraftan olalım; bu, bizi bir yakınlık hissi duymaya itmektedir. Hatta içimizi kaplayan heyecanın bizi, zaferden çok yenilgide daha derinden etkilemesi de mümkündür. Ernst JÜNGER GİRİŞ Tarih boyunca insanlar işitilmemiş acılara katlandıktan sonra, yapılan bir işin etkenlerini her zaman araştırmışlar; bunun nedenlerini belirlemeye, şeflerin sorumluluk ve yanlışlarını ölçmeye çalışmışlardır. Fakat Goethe'ci anlamda iş görenlerin büyüklükleri ve acıklı yanları, yakından bakılınca belli olmaz. Çin filozofu Lao-Tseu, bin yılı aşkın bir zaman önce: “Kuvvetli görüşü elan kimse, uzağı görebilen kimsedir. İnsan bir eyleme sisler içinde katılır,” diye yazıyordu. Gözlemci, ancak zamanın akışına kapılarak olaydan uzaklaştığı zamandır ki, tarihsel olayları ve bunların zincirlenişlerini yavaş yavaş yorumlayıp değerlendirebilecek; sonunda da herhangi bir işi yapanların karakteri, sorumluluğu ve kaderi üzerinde tarafsız bir yargıya varabilecektir. İnsanlığın kökleşmiş yanlışlarından biri de, olaylar henüz yeterince incelenmemiş ve aralarındaki bağımlılığı örten esrar perdesi henüz kaldırılamamışken, tarihsel yargılar vermeye kalkışmalarıdır. Gerçeği her yandan görebilmek ve hele, bir işin bağlantılarıyla etkenlerini kaynağına dek izlemek mümkün olamadıkça, tarihçi, bir değer yargısı vermekten kaçınmalıdır. Elimin altındaki belgeler sınırlı olduğundan, 1944 yazının o çok önemli olaylarını elimden geldiği kadar büyük halk yığınlarınca anlaşılır hâle sokmak için, bunları tecrübeme ve hâfızama dayanarak bulup çıkarmak zorunda kaldım. Aradan geçen kısa zamanın müsaade ettiği sınır içinde kalarak, olayların akışını ve bunlardan Alman tarafında rol oynamış olanları gerçek görünüşleriyle belirtmeye çalıştım. Bunu yaparken de büyük Alman tarihçisi Ranke'nin şu düşüncesinden ilham aldım: “Modern tarihin artık - kaynaktan gelme bilgilere sahip olanlar dışında, hatta o çağda yaşamış yazarların anlattıklarına ve onların bu olaylardan çıkarttıkları sonuçlara dayanılarak değil de - görgü tanıklarının anlattıklarına ve en güvenilir belgelere dayanılarak yazılacağı ânın geldiğini görmekteyim.” Onun için ben, bugün gerçek birer temele dayanan olaylarla yargılardan gayrisini ileri sürmek istemiyorum. Yetkili kişiler günün birinde tarihsel yargılara varacaklardır. Poncius Pilatus'un, umutsuzlukla: “Gerçek denen şey nedir?” deyişindeki değeri kabul ediyorum. Beni burada harekete getiren, olayların kendilerinden doğan zorunluktur: Bizim için canlarını feda etmiş olan bütün soylu insanlar hesabına hareket ediyorum. İnsanlığın düşünceleri, sözleri ve eylemleri, ölçülemez derinliklerden fışkırırlar; insan aklının kavrayıp anlayamayacağı esrarlı güçler biçimine bürünürler. Fakat her zaman akıllarının üstünlükleriyle övünenler, kaderin hükmü yerine gelince bazı kimselerin kendi arzularıyla harekete geçmek istediklerini ve geçebildiklerini; beri yandan ise daha kudretli güçlerin çoğu zaman isteklerimizi engellediklerini, eylemlerimizi felce uğratıp irademizi hiçe saydıklarını görebileceklerdir; dileğimiz de budur. Bu türlü gözlemlerdir ki, bozgunda bile Tanrı kudretiyle bağlantı kurmamızı ve geleceğimize sarsılmaz bir inanç beslememizi sağlayacaklardır. 1944 Baharında Durum Birinci Bölüm POLİTİK DURUM 1943 yılıyla birlikte Almanya, savaşın en yük-, sek noktasına erişmiş oldu. Bu noktayı aştıktan sonra da siyasî ve askerî yönetiminde gittikçe artan bir dağınıklığa uğramaya başladı. Müttefik Devletler ise tersine, savaşın güdümünde olduğu kadar siyasî amaçlarının belirlenmesinde de gittikçe daha büyük bir merkezleşmeyi ve birliği gerçekleştirdiler. 23 Ocak 1943’te Kazablanka’da toplanan konferansta Roosevelt ile Churchill, Almanya’dan kayıtsız şartsız teslim olmasını istemeyi kararlaştırmışlardı. Almanlar ’ın peş peşe uğradıkları siyasî ve askerî başarısızlıklar ise Müttefiklere zafer hamlesini ve duygusunu aşıladı. Başarısızlıklar şunlardı: Şubat’-ta Stalingrad’ın düşüşü; Mayıs’ta Alman -İtalyan ordusunun teslim oluşu; yazın Sicilya’nın kaybedilişi ve Mussolini’nin devrilişi; Eylül’de Müttefikler ’in İtalya toprağına çıkışları ve İtalyanlar ’ın teslim oluşları; hava ve denizaltı savaşının sonu... Bütün bunlar Anglosakson Devletleri’nin Sovyet Rusya’yla olan bağlarını daha da sıkılaştırdı. Gerçi Roosevelt, Churchill ve Çankayşek (Tchang Kai-Chek), 1 Kasım 1944’te Kahire’de toplanan konferansta Balkanlar’da girişilecek harekât üzerinde anlaşmaya varmışlardı; bunun amacı hem Almanya’nın ezilmesi, hem de Orta Avrupa’nın Kızıl Ordu’ya kapatılması olacaktı ama 1 Aralık 1943’te Tahran’da toplanan konferansta da Roosevelt ile Churchill, Stalin’in isteklerini kabul etmişlerdi. Üç devlet adamı, ikinci cephenin Balkanlar’da değil de, Fransa’nın istilâsıyla açılması üzerinde anlaştılar. Bu sayede de Almanya’nın içinde girişilecek kesin harekâtı hazırlayıcı şartlar gerçekleşmiş olacaktı. O sırada Amerika hükümeti, Balkanlar’da girişilecek harekâtın siyasî önemini mi kavramadı, yoksa İngiliz niyetleri karşısında Sovyetler ’in duydukları kuşkuları görerek fikir mi değiştirdi? Bunun üzerinde bugün dahi kesin bir şey söylemeye imkân yoktur. Muhakkak olan şu ki, Müttefikler ‘in Balkanlar’da harekâta girişmekten vazgeçmeleri, savaşın sonucu üzerinde esaslı bir etki yapmıştır. Savaş sonrası dönemindeki politik güçler tablosunun meydana gelişini karara bağlayan, bu vazgeçiş olmuştur. Anglosaksonların yardımı sâyesinde de Stalin, “Habsburg hanedanının mirasçısı” durumuna gelmiştir. Daha az önemli olmayan bir başka anlaşma da, Fransa’yı istilâ amacıyla, General Eisenhower’ın 24 Aralık 1943’te Müttefik kara, deniz ve hava kuvvetlerinin Başkomutanlığına atanması sonucunu doğurdu. İngiltere’de sınırlı bir stratejik kurmay heyeti daha 1942’de bir çıkarma hareketinin plânlarını hazırlamıştı. Öte yandan Tahran Konferansımın sonucu, Alman siyasî yöneticilerine vaktinde açıklanmış, fakat Hitler bunu yeterince ciddîye almamıştı. 1944 baharında durum şöyleydi: İtalya, savaş cephesinden çekilmişti Oysa Hitler İtalya’nın bu çekilişini 1 Nisan 1944'te “Kuvvetlerin merkezileştirilmesi ve Alman mevzilerinin güçlendirilmesi” diye niteliyordu. İspanya’nın, tarafsızlığını korumak için 10 Şubat 1944’te giriştiği taahhüt, pratik bir önemi olmadan, öylece kaldı. Macaristan, Naip Amiral Horthy’nin yönetimindeydi. Lizbon’daki büyükelçisinin aracılığıyla bir mütareke, hatta ayrı bir barış yapmak için Müttefiklerce temas kurmuştu. Hitler bunu öğrenince Kabine’yi Macaristan’ın Berlin’deki eski büyükelçisi Stojay’ın kurmasını Horthy’ye zorla kabul ettirdi. Fakat bu rejimi de - yeterince esnek bulmadığından - Ekim 1944’te Salassy’ye devirtti; Hothy’yi de tutukladı. Balkanlar’da Bulgaristan, Kral Boris’in tahttan uzaklaştırılmasıyla hükümetten yoksun kaldı. Romanya’da, Rus kuvvetlerinin üstünlüğü sayesinde iki Alman Güney Ordular Grubu çökertilip Besarabya’ya doğru püskürtülünce, ülkenin Doğu kesimi savaş alanı hâline gelmişti. Türkiye askerî ve siyasî durumu değerlendirmek için 1943 yılı Haziran’ında Hitler’in “Genel Karargâh”’ına ve Doğu’daki harekât alanına yüksek askerî otoritelerden kurulu bir komisyon göndermişti; ayrıca, 1944 yılı baharında Müttefik Devletler’e açıktan açığa eğilim gösteriyordu. Buna göre, Yakın Doğu mevziinin kanatları artık emniyet altında görünmüyordu. Japonya’dan Hitler, ancak dolaylı bir yardım bekliyordu ama onun Mançurya’ya karşı enerjik bir harekete girişeceğini umuyordu. Japon kuvvetlerinin Avrupa harekât alanında Sovyetlere karşı her türlü müdahalesini reddetti. Fakat Hitler’in bütün umutlarının esası, Batı devletlerinin Sovyetlerle olan ittifakının bozulması ve “manen bitkinleşen” İngiltere’nin yıkılmasıydı.
Description: