ebook img

millî edebiyat dönemine ait bilinmeyen bir roman PDF

28 Pages·2009·0.32 MB·English
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview millî edebiyat dönemine ait bilinmeyen bir roman

MİLLÎ EDEBİYAT DÖNEMİNE AİT BİLİNMEYEN BİR ROMAN Nurullah ÇETİN SUMMARY Belkıs" is a novel written in the period of nationel literature. İt was written by M. Sabit and published in 1914. The subject of the novel is the war between Türk and Greek and the war of Trablusgarp. Millî edebiyat döneminde kaleme alınmış olan Belkıs adlı roman hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Romanın en dış kapağında: "Türkili Hayatına Ait Romanlardan 1, BELKIS, Muharriri: M. Sabit Simavî", iç kapağında ise "Millî Roman: BELKIS, Muharriri: Ehu's- Sâkıb: Mahrûkî, Naşiri: Cemiyet Kütüphanesi, Mesaî Matbaası Bâb-ı Alî Caddesi 40, 1330" bilgileri yer almaktadır. Milâdî 1914 yılında yayımlanmış olan bu romanın yazarının biyografisi hakkında da herhangi bir bilgi edinemedik. Yalnız yazarın Kütahya'nın Simav ilçesinden olduğu anlaşılmaktadır. Bu roman, daha çok Türk-Yunan Savaşı ve Trablusgarp harbini konu almaktadır. Bu savaşlarda Osmanlıların cihad aşkları, din, devlet ve millet için fedakârca davranmaları, Türklerin düşman bile olsa yaralılara, çaresizlere karşı gösterdikleri yardımseverlik, Türklerin kendilerine ihanet edenleri affetmemeleri, bir Rum kızının Müslüman olarak bir Türkle evlenmesi gibi konulan içermektedir. Roman, "Belkıs''(s..3), "Medhal"(s.5), "Tesadüf. Tatlı Bir İhtida Müteyemmin Bir İzdivac"(s.55) ve "Zeyl"(s.60) başlıklı bölümlerin dışında üç ana bölümden oluşmaktadır. "Belkıs" adlı kısımda romanın merkez figürü olan Hasan Çavuşa âşık olup en sonunda onunla evlenen ve Müslüman olarak Belkıs ismini alan Atin adlı bir Rum kızının eski durumuyla yeni durumunun karşılaştırılması ve onun Müslüman bir Türkle evlenerek ulaştığı olumlu anlamdaki ileri aşama vurgulanır. "Medhal" bölümünde ise Hasan Çavuşun köye gelip İtalyanların Trablusgarb'ı kuşattıkları haberini vermesi ve köylülerin İtalya'ya olan savaş duygulan, cihat istekleri aktarılır. Birinci Bölümde Anadolunun adı verilmeyen bir köyünden olan Hasan'ın şehit babası Durmuş Çavuşun din ve devlete, vatan ve millete ihanet edenlerden intikam alması yolundaki vasiyetine uyarak kendini savaşa hazırlaması ve Rum Zarye'nin kızı Atin'le olan aşk ilişkileri anlatılır. İkinci Bölümde Hasan'la Atin'in birbirleriyle olan 184 NURULLAH ÇETİN aşk ilişkileri, Atin'in Müslüman oluşu ve Hasan askerden gelinceye kadar onu bekleyeceği sözünü vermesi, dönüşte de birbirleriyle evlenmeye söz verişleri ve Hasan'ın ondan ve köyünden ayrılıp askere, savaşa gidişi anlatılır. Üçüncü Bölümde Girit meselesi yüzünden çıkan Türk-Yunan harbi, Hasan'ın askerde Çavuş olması ve köyüne savaşla ilgili gönderdiği mektuplara yer verilir. "Tesadüf. Tatlı Bir İhtida Müteyemmin Bir İzdivac" başlıklı bölümde Hasan Çavuşun savaştan köye dönüp 'Belkıs' adını alan Atin'le evlenmesi anlatılır. Romanın sonunda yer alan "Zeyl"de ise gazi Hasan Çavuşun oğlu Raşid'e Trablusgarb harbi dolayısıyla kendi babasından kalan vasiyeti yani "intikam"ı hatırlatır. 60 sayfa tutarındaki romanın metni şöyledir: "Bir kavim, bir millet, bir ordu hiç bir zaman mazisini unutmamalıdır! Çünkü: Mazî, istikbâli tehyie ve ihzar eder. "-Napolyon- BELKIS(1) Belkıs: İlk baharda yeşil dikenli kürlerin zılâl-i zalâmında yeni doğmuş, yeni açılmış ve fakat koyu gölgeler pek korkunç karanlıklardan başka bir şey, bir ziya görmekten daima mahrum bir menekşe yahut bir sünbül gibi vaktiyle bir ailenin harîm-i deycûrundan doğmuş, sîne-i dalâletinde açılmış ve âğûş-ı behîmiyyetinde perverde ediliyordu. Belkıs: Her şeye rağmen bütün sermaye-i hayatiyye ve vücûdiyyesiyle büyüdü. Muhît-i dalâletinden aldığı behîmiyyet derslerinin bilfiil tatbikatını yapmak emel-i şehvet-perestânesiyle hıyâbân-ı garâmın dar, sık mahallerine; medid, korkunç uçurumlarına ilk hatve-i sukûtunu atmak istediği zamanlar kendisini genç bir Türk'ün sîne-i sâf ve nezîhinde buldu. Belkıs: Sukût edecek iken yükseldi. Ağlayacakken güldü. Kânûn-ı tâli onun yükselmesini istiyordu. (1) - 'Belkıs' ismi 'Atin'in ihtidadan sonraki ismidir MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNE AİT BİLİNMEYEN BİR ROMAN 185 Soğuk bir elin haşin tırnaklarıyla cimdiklenmeden: Denî bir tabiatın harîs bir kalbin acı sözleriyle sararıp solmaktan kurtardı. Sevda-yı garâmla büyümüş bu narin vücudu, bütün mehâsin-i kutrîsiyle; sevdâ-yı intikamla büyüyen kahraman bir Türk'ün âğûş-ı faziletine tevdi etti. İkisini bir birine kaynattı. Hamiyetle muhabbet ikisi bir kitle oldu. Belkıs: Şu'le-i hakikatin nurlarıyla müzeyyen bir halde yükseldi... yükseldi.. yükseldi.. En sonra ihtida etti ve bütün Meryemâne ismetiyle İslâm oldu. Evet: Belkıs, ma'şûka-i vicdanı olan "Hak, hakikat" ile müşerref ve mübâhî olmuştu. 5 Teşrîn-i Sanî 1327 Simav Ehu's-Sâkıb: Mahrûkî MEDHAL Güneş, Eylül ibtidasına mahsus hararetiyle (...) köyüne en son resm-i vedâını ifa etmek istiyor, soluk bir derenin içine gizlenen köye, çamlar arasından şu'le-i nazarını ithaf ediyordu. Köy, ahalisi işlerini bırakıp her taraftan yavaş yavaş cami-i şerifin önündeki koca çınarın zılâl ve zalâmına toplandılar. Muhtar belinden kahve kesesini çıkararak: -Kahya gel!... Ağalar yorulmuştur bir kahve pişir!... dedi. Bir avuç kahveyi, kahyanın elindeki kahve tavasına döktü. Kahve pişti. Kemâl-i sükûtla içiliyordu. Çamlar arasından, Hasan Çavuşun, hayvan üzerinde bir sürat-i fevkalâde ile geldiğinin görünmesi, yarım saattir devam eden pûşîde-i sükûtu yırttı. -Hasan Çavuş geliyor!.. Gürültüleri başladı. Bir ses: -Hasan Çavuş bugün gitti o değil!... -Kim ya?.. Diğer bir ses: -Bizim mültezim galiba!.. -Yok canım! Be ya bizim Hasan Çavuş!.. 186 NURULLAH ÇETİN Umumu birden!... -Evet Hasan Çavuş geliyor. Hayvan beyaz kendinin atı!... Plevne muharebesinde pek büyük fedakârlıklar gösteren Hafız Çavuş bu büyük Osmanlı çubuğunu çektikten sonra ağır ağır kafasını kaldırdı: -Hasan Çavuş mu geliyor?... Hayırdır inşaallah!... Fakat ne çabuk geliyor?... Kasabada bir iki gün kalacağını bana söylemişti. Demek ki: Mühim, acele bir işi zuhur etti. Yahut ki: Bir şey unuttu. Hayırdır inşaallah!... Dedi. Çubuğunu çekmeğe, .. ara sıra kendi kendine anlaşılmayacak bir derecede bir şeyler söylemeye başladı. Köy ahalisi sabırsız dört gözle Hasan Çavuşun kudumüne intizar ediyorlardı. Hasan Çavuş, kasaba yolunun bu girintilerinden kurşun gibi geçerek bazen görünüyor, .. bazen çamlar içinde kayboluyordu. Bir çeyrek saat sonra köyün kenarındaki harman yerinde atın kişnediği işitilir işitilmez Hasan Çavuş, cami-i şerifin önünde göründü. Köy ahalisi kemâl-i halecanla: -Hayrola!.. -İnşaallah!.. Hasan Çavuş, hayvandan inip doğru ihtiyarların huzuruna gitti. Biraz nefes alıp alnının terlerini sildi ve sonra: -İnşaallah!... dedi. Deniz yarılır da yerin dibine,.. esfel-i safilîne giderler!... Otuz milyon İslâmdan başka, bütün âlem-i İslâm bugün zincir-i esaret ve zulümleri altında inlediği yetmiyormuş gibi bütün enzâr-ı ihtiraslarını biz İslâmlara dikmişler!... Sanki İslâmlar yalnız onlara esir olmak için yaratılmış(!) sanki İslâmlık dünyada büyük bir kabahat imiş(!) çünkü onların tevzi-i dalâletine mani oluyor! Bir ses: -Ne var?.. Ne olmuş?.. -İnşaallah! O, nazar-ı pür-ihtirâsları su gibi akar da mahvetmek istedikleri o âlem-i İslâmdan bir nazra-i merhamet umarlar!... Köylüler kemâl-i halecanla: - Ne var?.. Hasan Çavuş söyle!.. MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNE AİT BİLİNMEYEN BİR ROMAN 187 -İtalyanlar, o tam manasıyla canavarlar, -Trablusgarp şehrini o, sevgili vilâyetimizi muhasara etmişler!... Bir ses: -Etsinler! Ellerine ne girecektir? Hiç!.. -Öyle değil kuzum! Şu dakikada orası bombardıman ediliyor!.. İnsanlığa mahsus histen, ... hiss-i merhametten kat'iyyen mahrum hayvanların, hayır, hayır!... Hunharların, pây-ı sefılleriyle o mukaddes topraklar telvis ediliyor!... Orada bir validenin sinesine saplanan hain bir kurşunun, yere yatırdığı o masum cesedin başında bir kardeşin, bir hemşirenin feryad-ı canhıraşı üzerine ikisinin de şehid edildiğini, hastaların, masumların acı acı iniltilerini insan düşündükçe çıldırmamak elden gelmiyor!... Fakat unutmayın! İtalyanlar!... Ey beşeriyyet düşmanı hunharlar!.. Evet unutmayın ki; yirminci asırda İtalyan vahşetlerini ilk defa olarak kaydeden tarih, yarın da Roma'da temewüc eden Osmanlı sancağını sancağ-ı şerifini Roma'da insaniyetin, bûy-ı adaletin vezanı diye kayd edecektir!.. Bugün vahşetin, hunharlığın menbaı olan Roma, yarın, Osmanlı sancağı altında bir mahfel-i adl ve ihsan, bir lâne-i cesaret ve şecaat olacaktır. Bunun yarın muhakkak olmadığını ey haydutlar!.. size kim temin edebilir?!.. -Papa makamı mı?.. Hah hah hah o menba-ı dalâlet, pek iyi bilir ki: Vahşi hunhar, ahlâk-ı umumiyyesi bozuk, alçak, sefil bir millet, yaşamak hakkından kat'iyyen mahrumdur. Tarih böyle milletlerin, ilâm-ı idamını çoktan vermiştir. Böyle milletlere yaşamak hakkını verenleri tarih, takbih, vicdan, o kanun-ı mübîn tel'in eder. Ey nesl-i atînin mücahidini!.. İşte size bir hedef, bir nişangâh ki: İtalyan kalbi... İşte size bir gaye-i hayalî ki: Roma şehri... İşte size bir rehber-i aliyyü'1-âlî ki: "Ve câhedû!..." Hasan Çavuş sözüne muvakkat gibi bir fasıla verip kahyanın bıraktığı, soğuk kahveyi hiddetle içiyordu. Karşıdan Hafız Çavuş şeyhuhete mahsus - fakat pek kahramanane- bir tavırla kafasını kaldırdı. NURULLAH ÇETİN Boğuk bir sesle kesik, kesik: Harp, cihat kelimelerini ne zaman işitsem yahut ki hatırlasam hemen sevda-yı intikam galeyan ve feyezana başlıyor!... Derûnum ateşler içinde kavruluyor!.. Doksan altı yaşıma girdim bu hal benden gitmedi ve hâlâ da gitmeyecek!... Ah!... Ah!.. Hele o moskoflara olan intikamım bilmem amma.. Bin sene sonra kemiklerimde de yaşayacak!... Ah!.. Sizler gibi genç olsaydım da bu bâr-ı intikamdan kurtulsaydım!... Diyordu. Yatsı ezanı okundu. İntikam!.. Yahut Bir Şehîdin Netîce-i Vesâyâsı 1 -İnfiâlât-ı Şeb-i Yeldâ- Anadolunun en hücra köşesinde iki tepecik arasında gizlenen (...) köyünde doğup büyüyen Hasan, akşamdan beri okuduğu Âşık Ömer kitabını kapadı. Kirli kabındaki belirsiz yazılardan: Sadâ-yı âh; tükendi kesildi âh! nefes Gönülden âh ederim. Ah!.. Aha kalmadı ses beytini okuyabildi. Okudu, tekrar okudu. İçi makbuzlar ve babası Durmuş Çavuşun koca Rus muharebesine ait mektuplarıyla dolu duvarda asılan sahtiyan torbanın içine koydu. Artık ezberleyebilmişti. Bir saika-i derûnî, kendini derhal odadan dışarı fırlattı cami-i şerifin önündeki çınar ağacına kadar vardı. Mütefekkirane dayandı delikanlı düşünüyordu. Kamer, geniş nasiyesi gibi parlak, gece, mütefekkir dimağı gibi sıhhat ve sükûta mağrûk; yalnız karşıda ağıldaki koyunların canları -tefekkürâtını inkıtaa uğratan darabât-ı aşkı- sükût gibi leyli ihlâl ve işgal ediyordu. Delikanlı, gecenin imtidaddan mütevellid can sıkıntısıyla çınar ağacını terk etti. Yirmi hatve kadar ilerideki pınarın üstüne çıktı. Sabah yıldızına baktı. Pek çok baktı göremeyince: "Geceler ne kadar uzamış!..." sözleri derûnî bir âhı takip etti. Ferah: Azâb-ı derûnî, zamanın gıdasıdır. Zaman denilen bu devr-i seri arzın hayatını uzatır. MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNE AİT BİLİNMEYEN BİR ROMAN 189 Ferah: İnşirâh-ı kalbi, zamanın ecelidir. Zaman denilen bu teâkub nûr- ı zulmetin hayatını kısaltır. Hüzünle geçen bir saat meserret ile geçen bin saatten uzundur. Delikanlıya akşamdan beri geçirdiği altı saat, altı sene kadar uzun görünmüştü müddet-i ömründen, altı senenin daha eksildiğine hükmediyordu. Delikanlının bu hükmü hiç şüphe yok ki: Azâb-ı derûnî içinde bulunduğuna delildir. Evet, delikanlı azâb-ı derûnî içinde boğuluyordu. Çünkü bir an-ı muayyene,.. bir mev'id-i mülakatın müşahedesine intizar ediyordu" İntizar: O da bir hüzün, .. o da bir azâb-ı derûnî!..Zaten intizar olmasaydı! Belki dünyada mesrur olmadık hiç kimse kalmazdı. İntizarın verdiği ta'ab-ı ruhî, delikanlıda uyumak hissini uyandırdı. Uyumak; delikanlıyı büsbütün nevmîd edecek bir intizar-ı ebedî içinde muntazır bırakacaktı. Hasan, uyumamak için babası Durmuş Çavuşun askerden gönderdiği mektupları o babasının gençliğine.. kahramanlığına ait kıymetli hatıraları okumak arzusuyla odaya kadar gitti. En çok sevdiği, .. ta çocukluğundan beri pek çok defalar okuduğu mektubu açtı. Pek tatlı bir his ile mütehassis olduğu hâlde: Ber-vech-i âtî parçalan okumağa koyuldu: "Oğlum sen dünyaya geldiğin günü, yanaklarını bûse-i übüwetle ıslattıktan sonra hamak çarıklarımı giydim. Askere gittim. İşte o zamanki, tatlı, sıcak busenin neşesiyle daldığın derin uykudan uyanıp da "baba!.. baba!..." diye feryad ettiğin zaman ihtimal ki beni bulamayacaksın! İhtimal ki: Seni müterassıd bir nazra-i şefkati göremeyeceksin!.. Me'yûs ve mükedder bir hâlde çırpınıp ağlayacak, feryad edeceksin!... "Fakat oğlum! Hiç meyus ve mükedder olma! Ağlama! Feryad etme!... Ayağına çarıklarını giy! Koş!... Hiç durma koş! Hududa kadar gel!... Ben işte ordayım. Babanı, ecdadını görmek bizleri şehid edenlerden intikam almak istersen hududa gel!.. Biz burda seni ve senin evlâdını bekliyoruz! "Bizim âğüş-ı şefkat ve himmetimiz yalnız burda açıktır! Koş!.. Öz evlâdım koş hududa kadar gel!..." Delikanlı, babası Durmuş Çavuşun kendine hitaben yazdığı daha kendisi çocuk iken validesine gönderdiği ve validesinin de şimdiye kadar muhafaza ettiği mektupların, bu ulvî parçalarını güç okuyabilmişti. Çünkü: Şimdiye kadar pek çok defalar okuduğu hâlde hiç böyle manevî bir kuwetin taht-ı tesirinde müteessir olmamıştı. 190 NURULLAH ÇETİN Hasan, müteaccib bir halde düşünüyor, .. cerihadar kalbinde,. rikkat,. meshuf sevda gözlerinde dümû-ı teessür hissediyordu. Taaccüb: Ekseriya cehlden tevellüd eder. Rikkat-i kalb, dümû-ı teessür, işte kendinde ilk defa olarak vukuunu hissettiği bu iki hal, hissini taaccübler içinde boğuyordu. Taaccüb! Bir insan için vesile-i tefekkür ve teemmüldür. Taaccüb eden adam çokça düşünür. Ve bu düşünmesi haber-i tabiatla olduğundan ruhen muazzeb olur. Hasan, ruhen muazzeb bir hâlde düşünüyor ağlamak istiyor. Sanki metanet ve cesaretinden utanıyormuş gibi ağlamıyor! Yahud ki: infiâlâtının şiddeti buna mani ve hâil oluyordu. His, bu hâl-i ye's-i iştimalini müteakip odanın bir köşesindeki buğday çuvalına dayanarak biraz daldı. Delikanlı uyuyordu. Çok geçmedi. Sabahın vürudunu mu'lin genç bir horoz sesi odanın içini çınlattı. Delikanlı ateş borusunu işiten asker gibi süratle kalktı. Hemen kollarını sığayıp abdest aldı. Minareye kadar çıktı. Ezan vaktini anlamak için matla-ı şemse doğru baktı: Âfâk-ı deycûrdan zulmet-i leyle doğru hücum eden hafif, .. pek hafif bir beyazlık, mıknatıs gibi nigâhını cezbetti. Dalgın, hazin bir surette ufku temaşaya daldı. Terbiye: Dünyaya ikinci geliş olduğu gibi aşk da dünyaya üçüncü geliştir. Elem, lezzet, hüzün, rikkat, sevmek, sevilmek; cesaret, tehlike; tehewür, cinnet; şiir, sanat, incelik, kalınlık, acılık, tatlılık işte: Bunların hepsi evet, hepsi hevâ-yı aşkın tabiat-ı beşerde büyütüp kıvama, kemâle getirdiği mahsulüdür. Aşık; eşyayı başka türlü görür, başka türlü temaşa eder, başka türlü zevk alır, başka türlü müteessir olur. Bir âşıkın felsefesine göre her şeyde bir şiir, bir sanat mündemiç;... Her şeyde bir acılık bir tatlılık mütecellîdir. Hasılı aşk terbiye gibi başka bir cihandır. İşte Hasan'ın da her hâl ve tavrında bir başkalık rûnümâ idi. Akşamdanberi bazen tatlı, bazen acı geçirdiği nâ-kâbil-i ta'dâd hallerin, buhranların hepsi aşkın hâssası değil miydi?..Gecenin ka'r-ı sükûtu içinde ormanların ahenk ü sadasına; köyün kenarındaki kabristanda baykuşların koğuklarına; matla-ı şemsin letafetine ihtimal ki şimdiye kadar dikkat bile etmemişti. MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNE AİT BİLİNMEYEN BİR ROMAN 191 Fakat şimdi ise birinden mahzun; diğerinden muğber ve münfail; daha öbüründen mesrur ve memnun oluyordu. İşte bu hallerin hepsi, gençliğinin, bir ân-ı mahduduna mahsus kıymetli hatıraları;.. sonra istidad-ı ferasetinin nisbetle büyümesinin mukaddemeleri ki: Aşkın mahsulatıdır. Ufku temaşa eden Hasan, kendinden geçmiş gibi idi. Uzakta bir tepecik üstündeki köyden yükselen boğuk bir ses sükût-ı leyli yırtarak Hasan'ı ikaz ve ihtar etti. Hasan kendini topladı. Hal-i hüzn istimaline istimdad ediyormuş gibi: "Allahü ekber!.. Allahü ekber!..." Nidâ-yı lâhûtîsini yükseltti. Semaya doğru yükselen Hasan'ın muharrik sesi köyün iki tarafındaki eflâke ser çekmiş dağlarda, ormanlarda tatlı tatlı akisler icad ettikten sonra pınarcı Rum Zarye'nin kızı "Atin"in odasında o tatlı akisleri tekrar ede de kaybolan bu sada sanki bu iki muhabbetzedeye dağların, ormanların, evet, o mev'id-i mülakatın boşluğunu, kimsesizliğini, her şeyden emin olduğunu ilân ve ihbar ediyordu. Minarede Hasan, kumandanından emre intizar eden asker gibi Zarye'nin evine medd-i nazar etti. Atin elinde çıra olduğu hâlde sofada şafak gibi göründü. Delikanlı alevli çıranın lisan-ı tavrından: "Sevgilim! Ormanda beklerim çabuk gel!..." emrini aldı. Köyün ihtiyarları gençleri ellerinde birer çıra olduğu hâlde sabahın taravetiyle öksürerek çeşmeye toplanıyorlar ve yekdiğerine: "Bugün bizim Hasan Çavuşumuz pek yanık ezan okudu" diyorlardı. Delikanlı minareden indi. 2 -Mülâkât-ı Âşıkane- Hamiyyetin Muhabbete Galebesi - Müfârakat- Ufk-ı şarkîden, zulmet-i leyle doğru hücum eden beyazlığı, yine pek hafif ve açık bir sarılık takip ediyordu. Atin, ninesine sabah soğukluğunda koyunları otlatacağını bildirerek koyunlarla birlikte evden, kafesten kurtulmuş andelib gibi fırladı ormana doğru yöneldi. Bir çeyrek saat sonra ormanın ka'r-ı hazinine dalmıştı. Atin koyunları bir dereye bırakarak geri döndü. Bir hafta ewelisi intihab ettikleri mevkie,.. o mahfel-i sükûta doğru gitti. Çamlıktan çıktı. Çalıları çırpıları sürur-ı mülakat neşesiyle dalgın bir surette geçti. Sağa saptı. İki tarafı söğüt ağaçlarıyla muhat derenin içine girdi. Yirmi adım kadar gidip tevakkuf etti. Ormanı dinledi. Etraf ve eknâfı bir kitle-i sükut bürümüştü. Gayr-i ihtiyarî oturarak: 192 NURULLAH ÇETİN "Kimseler yok!.. Her taraf ıssız!.." dedi. Vahdet: Dâî-i fikrettir. Tam manasıyla fikret hal-i vahdette neşv ü nema bulandır. Nâ-kâbil-i hall gibi görünen binlerce müşkilât hepsi, vahdette hall ve tahlil edile gelmiştir. Bugün âbâdî-i nâsta tedavül eden binlerce âsâr: Hepsi lâ-yemût,.. ukûl-i beşeri hayretler içinde bırakan binlerce ihtiralar, bedîalar: Hepsi yarın için hiç: İşte bunlar bütün hal-i vahdette neşv ü nema bulan fikretin neticesi,.. semeresidir. Evet, vahdet, dâî-i fikrettir. İnsan yalnız bulunduğu zaman düşünmek ister. Düşünür. Ukûd-ı zihniyyesinin hall ve tahliliyle meşgul olur. Vahdet dâî-i fikret olduğu gibi fikret de dâî-i vahdettir. İnsan mütefekkir bulunduğu zamanda yalnız bulunmak ister. İşte yekdiğerini müstelzim bu iki hal: Vahdet, fikret müvellid-i bedâyidir. Genç kız, mev'id-i mülakatta yalnız bulunuyor yalnız bulunduğu için zihnini demadem yormakta olan ukûd-ı muhabbetin hall ve tahlilini mübhemât-ı aşkın fasl ve teşrihini düşünüyordu. Ukûd-ı muhabbet, mübhemât-ı aşk genç kız için sevmek, sevilmekten ve bunların delikanlıya suret-i tebliğinden ibarettir. Genç kız, delikanlıyı müntehası yok bir muhabbetle sevdiğini ve kendisinin de aynı derecede sevilmek istediğini nasıl ve ne suretle anlatacağını düşünüyor iken ormanı çınlatan nâgehânî bir çıtırtı atını korkuttu. Kuwe-i müfekkire ve selâmet-i fikriyyesini kaçırdı. Genç kız, saikaya tutulmuş gibi sersemleşmişti. Gayri ihtiyari dinledi. Ufak bir tepeden inip gelen Hasan'ın sarı ipekli kefiyesini görünce: "Geliyor! Geliyor!.." diyerek yerlere serildi. Aşkın, muhabetten ziyade husumete meyli vardır. İnsan sevdiğini daima yanında görmek ister. Birlikte bulunduğu zaman da muhabbet namına neler söyleyip neler yapacak ise hepsi aynı husumettir. Atin kendini topladı. Sevgilisini üzmek emel-i âşıkânesiyle zihninde bin türlü hileler tasawur etti. Nihayet kurduğu hud'aların en muvafık bulunduğunu yapmak için yattığı yerden kalkmadı. Delikanlı geldiği zaman, genç kız ca'lî bir uyku içinde bulunuyordu delikanlı. Kızı uyarmak istemedi. Derenin bir kenarına da kendisi yattı.

Description:
Belkıs" is a novel written in the period of nationel literature. İt was written by M. Delikanlı, muahedename-i muhabbeti imzalamak istedi. Sevinçle.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.