Mektubat-ı Rabbani cilt 2 İmam-ı Rabbani ----- MEKTUPLAR (II) 314. mektup Konu: Vahdet-i vücud meselesinde Muhyiddin-i b. Arabi'nin mezhebinin beyanı, Hazreti Şeyhimizin bu hususta tercih ettiği görüşün açıklanmasıyla alakalıdır. Allahü Teala kendisine selamet versin._____________________ Mektup; Şeyh Abdülaziz Confori'ye yazılmıştır. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyorum. Yaratıkları, varlığına ayna yapan, yokluğu dahi varlığın görüntüsü kılan Allah'a hamd olsun. Vücud ve vücub, her ne kadar Cenab-ı Hakk'ın kemal sıfatlarından ise de, Allahü Teala isimlerin ve sıfatların ötesindedir. Şüunat-işler, şanlar ve itibarların ötesindedir. Zahirlerin ve batınların ötesindedir. Açıkların ve saklı olanların ötesindedir. Tecellilerin ve zuhuratların ötesindedir. Müşahedelerin ve keşiflerin ötesindedir. Bütün akla gelen ve hissedilenlerin ötesindedir. Her türlü vehimlerin ve hayallerin ötesindedir. Cenab-ı Hakk, ötelerin de ötesinde... sonra ötelerin de ötesinde... sonra ötelerin de ötesindedir. Şiir: Kuşumu, sana açıklayayım alametleri, Açıktır, Anka kuşuna benzer özellikleri, Anka kuşunun insanlar arasında vardır bir ismi, Kuşumun ise ismi yok, ne bildirebilirim ki?... MEKTUBAT-I RABBANİ Hiçbir hamd edenin hamdi, Cenab-ı Mukaddese ulaşamaz. Hatta yapılan tüm nimetlerin nihayeti, onun büyüklük sancağının altında kalır. Kendini sena -anan- eden, yine kendisidir. Zatıyla zatını hamd etmektedir. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teala, hamid (hamd eden) ve mahmuddur. (hamd edilendir) İstenildiği gibi hamdı yerine getirmekten, Allah'dan başkası acizdir. Livaül-hamd (hamd sancağı) bayrağını taşıyan bile, Hakk Sübhanı hamd etmekten yana acizdir. Kıyamet gününde Adem (a.s) ve ondan sonrakiler, onun bayrağının altındadırlar. O, görünenlerin en üstünü, en mükemmeli ve en yücesidir, En yakın derecede olanıdır, En fazla kemali olan, güzellik açısından en şümullü olan ve ay gibi tastamam olanıdır, Kıymet bakımından en üstün olanı, Şeref bakımından en büyük olanı, Dini açıdan en kuvvetli olanı, En adaletli şeriat sahibi, Sanılanların en keremlisi, Nesep bakımından en şereflisi, Aile bakımından en fazla tanınanı, o dur. Eğer o olmasaydı, Sübhanallah mahlukatı yaratmazdı. Rabliğini açığa çıkarmazdı. Adem, toprak ile su arasında bir varlık olarak bulunuyorken, o peygamberdi. Kıyamet günü olduğunda o, peygamberlerin imamı ve onların hatibi olacaktır. Onların şefaatçisi olacaktır. O buyurmuştur ki; «Biz en son gelenleriz. Kıyamet gününde ise en önde olanlardanız. Bu sözümü övünmek için söylemiyorum. Ben Allah'ın sevgilisiyim. Ben, peygamberlerin sonuncusuyum. Övünmek yok. Diriltildiklerinde en evvel kabirden çıkacak olanıyım. Yürüdüklerinde onların en önde olanıyım. Sustuklarında onlara konuşacak olan benim. Ümitsizliğe kapıldıklarında onları müjdeleyecek olan benim. O gün, anahtarlar benim elimde olacaktır.» Şiir: Önde olanlar nasıl ulaşır bineklilere, Ne güzel geliyor çan sesleri uzaktakilere... Cenab-ı Hakk'ın duaları, selamları, şanı yüce olan o zatın saygıları, burhanı büyük olan Hakk Tealanın bereketleri, onun üzerine, peygamberlerden, resullerden, yakın meleklerden ve taat ehlinden olan tüm kardeşlerinin üzerine olsun. Kendisine ve tüm kardeşlerine, zikredenlerin zikirleri, gafil olanların da gafleti sayısınca dualar, selamlar, saygılar ve bereketler... Hamd, salavat, dua ve saygıları ulaştırıp ilettikten sonra bilinmiş olsun ki; Bu fakire göndermiş olduğunuz kıymetli mektubu, değerli kardeşim Şeyh Muhammed Tahir ulaştırdı. Ne güzel bir an! Sevince sebep oldu. Keşif ehlinin hakikatlerini, gözlemlerini ve marifetlerini içerdiği için de, sevinç kat kat daha da arttı. Allahü Teala sizleri mükafatlandırsın. Ayrıca bu fakir, o üstün grubun zevklerinden, onların tattıklarından bazı kelimeler açıklayarak baş ağrıtmaya neden olacaktır. Ama mektubunuzda bulunanlara uygun ve onlarla ilgili olarak. Ey evlat, Bilinmektedir ki; varlık, bütün hayırların ve üstünlüklerin başlangıcıdır. Yokluk-adem- ise, tüm noksanlıkların, şerlerin ve zevalin kaynağıdır. Vücud; Vacip Teala için sabittir. Yokluk ise, mahlukatın nasibidir. Hatta bütün hayırlar ve üstünlükler, Cenab-ı Hakk'a aittir. Tüm noksanlıklar ve şerler de yaratıklara aittir- onlara yöneliktir. Varlığı yaratıklarla isbat etmeye kalkışmak, kemal ve hayırları onlardan bilmek, Cenabı Hakk'ın mülkünde onları Cenabı Hakk'a ortak yapmak olur. Yaratıklar-mümkünler- Vacip Tealanıın aynısıdır, demekte böyledir. Onların sıfat ve fiillerini, Cenabı Hakk'ın sıfat ve fiillerinin aynısı saymak da, edepsizliktir. Allah'ın sıfatlarında ve fiillerinde ilha-da-inkara düşmektir. Kendisinde bulunan noksanlıklar ve pisliklerle damgalı hasis hizmetçi, tüm hayırların ve üstünlüklerin kaynağı olan Sultan- ı Zişanın aynı olarak nasıl görebilir? Kendi kötü sıfatlarını ve fiillerini, onun güzel sıfatlarının ve fiillerinin aynı olduğunu nasıl hayal edebilir? Zahir alimleri, yaratıklara varlık dayandırarak Vacip Tealanın varlığını, yaratıkların varlığını, mutlak varlığın fertlerinden saymışlardır. Bu hususta söylenebilecek nihai şey şu ki; onlar, şüphe kaziyesi üzerine kurulu olarak, Vacip Tealanın varlığının önceliğini ve üstünlüğünü söylemektedirler. Böyle bir mana, yaratıkları, Cenab-ı Hakk'ın varlığından kaynaklanan fazilet ve üstünlükleri hususunda, Hakk Teala ile ortak tutma anlamına gelmektedir. Allahü Teala bunlardan fazlasıyla yücedir-büyük-tür. Hadis-i Kutside Duyuruluyor ki; «Kibir ridam, büyüklük ise izarımdır.’ Zahir alimleri, eğer bu manayı anlayıp uyanmış olsalardı, yaratıklara asla varlık dayandırmaya kalkışmazlardı. Hakk Sübhana mahsus olan hayır ve üstünlükleri, ona vermeye kalkışmazlardı. Çünkü bu hususiyetlerin varlığını, Hakk Teala kendine tahsis etmiştir. «Rabbimiz! Eğer unuttuk, yahut kastımız olmayarak hata ettikse, bizi hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin musibetler gibi, bize ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yettiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme, bizden çıkan günahları affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen Mevlamız, yardımcımızsın. Bakara; 286 Sofilerin bir çoğu, özellikle onlardan son gelenleri, mümkünün-yaratılması ve varlığı mümkün olanların- Vacip Tealanın aynı olduğuna inanmaktadırlar. Yaratıkların sıfatlarının ve fiillerinin, Cenab-ı Hakk'ın sıfat ve fiillerinin aynı olduğunu zannediyorlar. Dörtlük: Komşu, arkadaş, binici hep o, Fakir kisvesinde her zaman Sultan o, Ayrılık cilvesinde toplu halvette o, Billahi hepsi o, vallahi tümü o... Bu büyük insanlar, varlık hususunda her ne kadar şirke düşmekten kaçınıp kurtulmuşlar, ikilikten kaçınmışlar ise de, fakat var olmayanı var olarak, noksanlığı da olgunluk olarak inanmışlardır. Ve demişlerdir ki; — Haddi zatında noksanlık ve şer olarak asla bir şey yok. Var ise, onlar gayet az ve izafi şeylerdir. Mesela; insana göre öldürücü bir zehir, şer ve çirkin kabul edilir. Çünkü insan hayatını ortadan kaldırmaktadır. Ama kendi bünyesinde zehir bulunan bir hayvana göre, hayat suyu, faydalı bir gelişme olarak sayılmaktadır. Onların bu işte dayanakları ve uydukları şeyler, keşif ve izlenimleridir, müşahedeleridir. Çünkü bu insanlar, gayb aleminden ne kadar görebildilerse, o kadarını bulabilirler. Ey Allah'ım! Bizlere eşyanın hakikatini olduğu gibi göster. Biz evvela, Şeyh Muhyiddin-i b. Arabi'nin (k.s) görüşünü açıklayacağız. Çünkü Şeyh Muhyiddin-i b. Arabi bu meselede, sonradan gelen sofilerin önderi ve uydukları bir şeyhtir. Daha sonra bu hususta bizce görünen-kabul edilen görüşü yazacağız. Ki böylelikle, her iki görüş arasındaki fark tam manasıyla açığa çıksın. Çok ince bir fark olduğu için, biri diğerine karışmamış olur. Şeyh Muhyiddin-i b. Arabi ve ona uyanlar derler ki, — Vacip Telanın isimleri ve sıfatları, Vacip Tealanın kendinin aynıdır. Aynı şekilde o sıfatların ve fiillerin bir kısmı da, diğer kısmının aynıdır. Mesela, ilim ve kudret sıfatı. Bu iki sıfat, Zatı-ı Tealanın aynı oldukları gibi, aynı zamanda hepsi birbirlerinin de aynıdır. Bu yerde, çoğalma ve birden fazla olmanın ismi bulunmadığı gibi, asla resmi de yoktur. Birbirinden ayrılma ve farklı olma da, katiyen bulunmaz. Bu hususta söylenecek nihai söz şu; Bu isimler, sıfatlar, şüunat ve itibarlar için, hazreti ilimde bir ayrışma ve farklılaşma, toplu ve tafsilatlı olarak meydana gelmiştir. Eğer temayüz -ayrışma- toplu ise, ona; İlk teayyün, diye isim verilir. Eğer tafsilatlı -ayrıntılı- olarak olursa, o takdirde ona; İkinci Teayyün, diye isim verilir. İlkini; vahdet-birlik- diye isimlendirip, onu Muhammedi hakikatler olarak görürler. İkinci teayyün için de; Vahidiyyet deyip, onu diğer yaratıkların hakikatleri olarak zannederler. Yaratıkların hakikatlerini; Sabit âyân, olarak isimlendiriyorlar. Bu iki ilmi tayini, vücub mertebesine dayandırarak diyorlar ki; — Bu ayanlar, hariçte varlık kokusu koklamadıkları gibi, hariçte mücerred ehadiyyetten başka bir şey de asla mevcut değildir. Hariçte görünen bu çokluk ise, bu sabit olarak görünen görüntülerin-ayanın- aksi olup, hariçte ondan başka bir şey bulunmayan o zahiri varlığın aynasında aksetmiştir. Bu aynaya hayali bir varlık arız olmuştur. Tıpkı aynaya akseden bir şahsın sureti gibi. O şahsın sureti aynaya aksettiği zaman, aynada hayali bir varlık görünür. Aynaya akseden bu suret, hayali bir suret olmaktan başka bir varlık değil. Ne aynaya girmiştir, ne de aynanın yüzünde asla bir şey nakşedilmemiştir. Eğer aynanın yüzüne nakış diye bir şey varsa, o hayalidir. Aynanın yüzünde hayal edilmiştir. İşte vehmedilen bu hayal, Hakk Celle'nin yaratmasıyla olmuştur. Ki bunun böyle olduğuna tam bir iman-yakin- bulunmaktadır. Vehim ve hayalin kalkması ile ortadan kaldırılamaz ve ona, ebedi azap ve sevap gelir.
Description: