Marksizm'in Evrimi İçinde Kıvılcımlı’nın Yerine Bir Bakış “Öz ve görünüm aynı olsaydı, bütün bilim gereksiz bir şey olurdu” Karl Marks Bugün Kıvılcımlı’nın özellikle son politik yazıları okunduğunda, ilk bakışta, onun tipik bir Stalinist ve Türk Milliyetçisi olduğu izlenimi doğar. Brejnev’den adalet istemekte; Türkiye’nin Sıkıyönetim mahkemelerine teslim olmaya gelmektedir. Böyle birisinin Marksizm’e katkılarından söz etmek ne derece doğrudur? Tam bu nedenle, Marks’ın sözlerini koyduk bu yazının girişine. Evet, Kıvılcımlı, Marksizm’e Marks-Engels sonrasında gelen hiçbir Marksist’in yapmadığı ölçüde büyük ve önemli katkılar yapmıştır. Ama onun bu katkıları, sanıldığından çok daha karmaşık, farklı soyutlama düzeylerinde ele alınması gereken bir konudur. Bu denemede, bu katkılar, farklı soyutlama düzeylerinde, hiç olmazsa ana başlıklar halinde, ele alınmaya çalışılacaktır. * Kıvılcımlı’nın Marksizm’in gelişimine katkı yapıp yapmadığını ve yaptıysa ne gibi katkılar yaptığını ele alabilmek için, öncelikle Marksizm’in ne olduğunu ele almak gerekiyor. Çünkü Kıvılcımlı’nın ilk ve en büyük katkısı, Marksizm’in doğru bir kavrayışına dayanması ve bunu fiilen uygulamasıdır denebilir. Ayrıca, Marksizm’in ne olduğu tanımlanmadan Kıvılcımlı’nın neye katkı yaptığı da anlaşılamaz. Tarihler gibi Tanımlar da sınıf mücadelesinin bir alanıdır; Marksizm'in nasıl tanımlandığı da. * Kimileri Marksizm’in bir “felsefe”, kimileri bir “dünya görüşü”, kimileri bir “ekonomi teorisi”, kimileri bir “siyasi doktrin”, bir “politika öğretisi”, bir “sınıf mücadelesi öğretisi” vs., vs. olduğunu söyler. Hatta bir toplumsal düzen olduğunu söyleyenler bile (“Marksist rejimler”, “Marksist Ülkeler”) vardır. Kitapçılarda ya da kütüphanelerde, Marks’ın ve Engels’in eserleri “Felsefe”, “Ekonomi”, “Politika” ya da “Düşünce Akımları” gibi bölümlerdedir örneğin. Ama neredeyse hiçbir yerde Marksizm’in tarih ve toplum teorisi yani sosyoloji olduğuna dair bir tanım görülmez. Bu tanımların ve sınıflamaların hiçbiri masum değildir. * Peki Marksizm'in doğru bir tanımına nasıl ulaşılabilir? Marksizm’in doğru tanımının ne olduğunu bize yine Marksizm gösterebilir. Bunun için, bizzat onun ilk kurucularının kendi teorilerini ve teorik katkılarını nasıl tanımladığına bakmak gerekir. Yani Marksizm’e göre Marksizm nedir? Marksizm’in kurucuları öğretilerini, toplum ve tarih teorisi [1] olarak tanımlamışlardır . Bunda son derece açıktırlar. Onlar öğretileriyle tarihsel sürecin ve toplumsal varoluşun mekanizmalarını açıklayan bir teorinin temellerini attıklarını söylüyorlardı. Diğer bir ifadeyle toplumu ve onun evrimini ele alan bir teori veya bilimi kurduklarını söylüyorlardı. Daha sonra “Tarihsel Maddecilik” denen teori, özünde toplumun ve onun evriminin bilimidir. Kelime olarak çevrilirse, bugün sosyoloji denen bilimdir. Ne var ki, bugün “sosyoloji” denen ve Comte, Durkheim, Weber gibileriyle başlayan ve bütün dünya üniversitelerinde okutulan; bütün kütüphanelerin sosyoloji raflarını dolduran ve bütün dünyada sosyoloji diye bilinen görüşlerin hepsi, özünde Marks ve Engels tarafından kurulmuş bulunan sosyolojiye (toplum bilime) karşı mücadele için ortaya atılmış [2] reaksiyoner ideolojilerdir . Bu nedenle biz, alışılmış ve yaygın kullanımda sosyoloji olarak bilinenlere ve tanımlananlara sosyoloji demiyoruz, [3] ideoloji diyoruz. Ve onlar tarafından bir “dünya görüşü”, ideoloji”, “felsefe”, “ekonomik doktrin”, “Sosyoloji okulu” olarak tanımlanan Marksizm’e ise Sosyoloji diyoruz. Bu nedenle, Marksizm, Tarihsel Maddecilik ve Sosyoloji kavramlarıyla kastettiğimiz hep aynı bilimdir. Bunları birbiri yerine kullanıyoruz. Sosyoloji dediğimiz her yerde Marksizm (Tarihsel Maddecilik), Marksizm dediğimiz her yerde Sosyoloji de demiş oluyoruz. Her hangi bir karışıklığa yol açmamak için öncelikle bunu açıklamak gerekiyordu. * Doğa ve toplum yasaları evrenseldir. Evren nasıl atomları, yıldızları, galaksileri, gezegenleri, süpernovaları milyarlarca kez keşfettiyse; canlılar nasıl zehirleri, gözleri, kanatları, zekayı vs. birbirinden bağımsızca defalarca keşfettiyse; toplum nasıl bitki ve hayvanları ehlileştirmeyi (Neolitik Devrim – en az yedi kez); Medeniyeti (muhtemelen beş kez) birbirinden bağımsızca defalarca keşfettiyse; tarihin gidiş yasaları da birbirinden bağımsızca birçok kez keşfedilmiştir Marksizm’i Marks ve Engels’ten önce, ilk keşfeden İbni Haldun’dur. Marksizm’i, İbni Haldun’u bilmeden ve ondan bağımsızca ikinci kez keşfeden Marks ve Engels de [4] birbirlerinden bağımsızca keşfetmiş sayılabilirler . Ayrıca Joseph Dietzgen veya Morgan gibi başka bağımsızca [5] keşfedenler ve keşfettiklerinin Marksizm olduğunu bilmeyenler de vardır. Bugün bile, Marksizm hakkında doğru dürüst bir şey bilinmediği ve önyargılar yaygın olduğu için, [6] özellikle tarihçiler ve arkeologlar, Kolomb gibi keşfettiklerinin ne olduğunu bilmeden, onu tekrar keşfetmektedirler. O halde, Kıvılcımlı’nın Marksizm’e katkılarından söz ederken, toplumu ve tarihi inceleyen bilime, sosyolojiye ya da Tarihsel Maddeciliğe yaptığı katkılardan söz etmiş oluyoruz. * Bu katkıların neler olduğunu inceleyip tartışabilmek için de bu bilimin evrimini ele almak gerekir ki, bu evrim içinde, eğer varsa, Kıvılcımlı’nın yeri tanımlanabilsin. Her yeni doğan bilimin öncekilerin kat ettiği yolları kat [7] etmesi gerekmez, bilimler de toplumlar gibi önceki birikimin omuzlarında yükselerek doğabilirler veya yeni bir aşamaya geçebilirler. Toplumun bilimi, en son doğan bilimdi. Cansız ve Canlı doğayı inceleyen (Fizik, Biyoloji) bilimlerin birikimi üzerinde doğduğundan, Marksizm 19. Yüzyılda doğmuş bir yirminci yüzyıl bilimiydi. Toplum bilimi, cansız ve canlı doğanın bir tarihi ya da evrimi olduğu fikrinin henüz doğum sancıları yaşadığı bir çağda, toplumun evriminin yasalarını haykıran bir çığlıkla, [8] doğanın da tarihi olduğunu haykırarak doğmuştu. Fizik alemde ve canlılar aleminde, bir evrim fikrinin tartışmasız kabulü şunun şurası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrasına denk gelir. Hatta bu fikrin yerleşmesinde, Marksizmin doğum çığlığı olan, toplumsal evrim fikrinin varlığı, doğa bilimleri için yol gösterici ve kolaylaştırıcı bir [9] işlev bile görmüştür . Ne var ki, böylesine ileri bir noktadan yola çıkan Marksizm, temel kavramları bakımından adeta doğduğu yerde kalmış görünür, hatta bilinen ve yaygın biçimiyle gerilemiş ve bayağılaşmıştır. Buna karşılık doğa bilimleri giderek artan bir hızla ilerlemiştir. Bugün Astronomi ve Fizik, bir tek bilimdirler artık ve bu bilimin konusu evrenin ya da maddenin tarihinden ya da evriminden başka bir şey değildir. Paleontoloji ve Biyoloji de bir tek bilim sayılabilirler artık ve bu bilimin konusu canlıların evriminden başka bir şey değildir. Tarih ve Sosyoloji bir tek bilim olarak doğmalarına ve Sosyolojinin ya da Marksizm’in diğer adı tam da bu nedenle maddeci Tarih Öğretisi olmasına; diğer bilimlerin ancak 1950’lerden sonra vardığı yerde doğmasına rağmen, yaygın Marksist yazında, toplumsal tarihin veya evrimin kavranışında, kavramsal araçlarda vs. neredeyse en küçük bir ilerleme, derinleşme bile görülmez. Bunu, bir bilimin konusunu ve tarihini sıradan okura anlatmak için yazılan popüler bilim kitaplarıyla yapılacak bir kıyaslamayla bile görmek mümkündür. Örneğin bugün fiziğin veya biyolojinin tarihini ve bugün ele aldığı sorunları ortalama bir okurun anlayabileceği şekilde anlatan onlarca farklı ve birbirinden güzel kitap bulunabilir. Hatta son yıllarda en değerli bilim insanlarının, (astronomların, fizikçilerin, biyologların, paleantologların) bu tür kitaplar yazmaya özel bir değer ve önem verdikleri bile [10] görülmektedir . Ama Marksizm söz konusu olduğunda bırakalım Marksizm’in, (yani Tarihsel Maddeciliğin, yani Sosyolojinin) tarihini anlatan popüler kitapları bir yana, tarihini anlatan [11] bir tek kitap bile yoktur . İlk bakışta Marksizm tarihsizdir, kavramları hiç gelişmemiştir. İdeolojilerin tarihinin olmadığı önermesi adeta Marksizm’de somutlaşmış [12] gibidir . Peki, doğa bilimleri ile toplum bilimi (Marksizm) arasındaki bu gelişim zıtlıklarının nedeni nedir? Bunu bize yine ancak Marksizm yani sosyoloji açıklayabilir. Çünkü bilimlerin evrimi fiziksel ya da biyolojik değil sosyolojik olgulardır ve sosyolojik olgular yine ancak sosyolojik kavramlarla açıklanabilirler. Ama o yaygın ve bilinen artık bir ideoloji olmuş Marksizm değil, bilinmeyen, gelişmiş ve tarihi olan; konusu tarih olan Marksizm. O halde, Marksizm önce kendi kaderini açıklama gibi bir görevle karşı karşıyadır: Niçin doğa bilimleri hızla muazzam yollar kat ederken kendisi neredeyse doğduğu yerde kalmıştır veya en azından öyle bir görünüm vardır? Doğa bilimlerinin niye hızlı geliştiği sorun değildir. Kapitalist üretim biçiminin kendi yasasından doğar bu. Kapitalizmde rekabet içinde, nispi artık değer oranını yükseltmek; emek üretkenliğini arttırmak zorunluluğunun bir sonucudur. Doğa bilimlerinin birkaç yüzyıllık devasa gelişmesinin de; bu bilimlerin “pozitif bilimler” olarak tanımlanmasının ardında bu, yani değer yasası vardır. Marks’ın Das Kapital’i tam da bu mekanizmaları inceler. Zor olan toplum bilimin (Marksizmin) niye gelişmediğini açıklamaktır. Marksizm’in kaderi, değer yayasına değil, sosyalist hareketin kaderine, işçi hareketinin kaderine bağlıdır. Ama bu bile doğrudan mekanik bir ilişki değil, sanatın gelişimi gibi, çoğu kez elverişli gibi görünen koşulların tersine çalıştığı, karmaşık bir ilişkidir. * Elbet burada söyle itirazları duyar gibi oluyoruz: “Ne demek Marksizm gelişmedi? İşte Lenin, Emperyalizm Teorisini geliştirdi”. Lenin’in (ki bunlar akıma göre de değişebilir Althusser’den Mao’ya ya da Negri’ye kadar çok farklı isimler sayanlar vardır. Bunlar ayrı bir kategori olarak ele alınmalıdırlar) Marksizm’e katkılarından söz edildiği görülür. Bu itirazlarda, Marksizm’in evrimine ve ne olduğuna dair çok temel iki yanlış bulunmaktadır. Lenin ve benzerleri, Marksizm’in temel kavramlarına bir bağlılığı temsil ederler, onları yaratıcı bir uygulamaya karşılık düşerler ama temel kavramlarda hemen hemen hiçbir gelişme ve ilerleme sağlamamışlardır. Onlar verili kavramlara dayanarak, yeni olguları açıklamışlardır. Belki zaten var olan kavramları daha net tanımladıklarından söz edilebilir. Lenin’in ya da başkalarının, Marks-Engels’in ortaya attığı teorinin temel kavramlarında hemen hiç bir ilerleme yapmadan siyasi mücadelenin ya da sınıf mücadelesinin birçok sorununa ilişkin çözümler geliştirmiş olmaları, onların bu bilimin gelişimine katkılar yaptıkları anlamına gelmez. Bu keşiflerin pratik hayat bakımından olağanüstü önemde olması sonucu değiştirmez. Bugün geceleri elektrik ampulü olmadan bir yaşam tasavvur edemeyiz bile, böylesine muazzam önemli bir yeri vardır Edison’un keşfinin hayatımızda. Ama bu, Edison’un fizik biliminin gelişimine hiçbir katkısı olmadığı gerçeğini zerrece değiştirmez. Edison’un elektrik ampulünü keşfetmesi için, elektrik akımı veya elektromanyetik güç konusunda yeni kavramlar ortaya koyması veya var olan kavramları geliştirmesi gerekmiyordu. Var olan kavramlar çerçevesi ve pratik ihtiyaçlar bu keşiflerin ortaya çıkmasına ve açıklanmasına yetiyordu. Fonografı keşfetmesi için dalga ve akustik teorisinde bir takım ilerlemeler yapmasına gerek yoktu. Bu nedenle fiziğin evrimini anlatan kitaplarda Edison’un adı bile anılmaz ama örneğin Faraday veya Maxwell anılmadan geçilemez. Bir bilimin gelişimine katkı yapmak yeni kavramlar bulmak, var olan kavramları dakikleştirmek, eleştirip yeniden tanımlamak; yeni yasalar bulmak, bilenen yasaların sınırlarını göstermek vs.dir. Bu açıdan baktığımızda, Lenin’in Tarihsel Maddeciliğin hiçbir kavramanı eleştirip değiştirmeye veya yeni kavramlar koymaya kalktığını göremeyiz. Onun da böyle bir iddiası yoktur zaten. Elbet Troçki’nin bir katkısından söz edilebilir ve edilmelidir. Troçki’nin katkısı, Marksist evrim kavrayışında, eşitsiz ve kombine bir gelişimi tanımlaması ve kullanması; bürokrasinin sınıf karakterinin tanımlanması gibi konularındadır. (Benzer katkıları Troçki’den bağımsızca Kıvılcımlı da yapmıştır.) Zaten Troçki, Batı dünyasının tanıdığı Marksistler arasında neredeyse tek istisnadır. Bütün eseri de tıpkı kurucularınki gibi tarihin ve toplumun gidişine ilişkindir. Bu tarih genellikle modern, hatta sadece yirminci yüzyıl tarihiyle ilgilidir ve bu tarihin daha derinden kavranışı için kavramsal bir ilerleme de sağlamıştır. Çok daha yaygın ve egemen olan diğerleri (Althusser, Mao, Negri vs.) üzerinden itiraza gelince, onların unuttuğu çok temel ve basit bir olgudur: Marksizm bir sosyolojidir, felsefe değildir. Hatta kendi doğumundaki satırlarda, felsefenin [13] bittiğini ilan ederek; felsefeyi öldürerek doğmuştur . Althusser’den Mao’ya ya da Negri’ye kadar Marksizm’i geliştirdiği söyleyenler, Marksizm’i bir felsefe olarak ele alırlar. Bunların tarihi ve toplumu ele alan bir tek sosyolojik yasayı, bir tek sosyolojik kavramı ele alıp eleştirip geliştirdikleri görülemez. Toplumsal olgulardan yola çıkarak fikirleri açıklamazlar; fikirlerden yola çıkarak toplumsal gidişi açıklamaya çalışırlar. Konuları tarih ve toplumun hareketi, toplumsal olgular bile değildir. Aslında Marksizm’in gelişememesi ile bir felsefe (veya ekonomi öğretisi) olarak tanımlanması ve ele alınması arasında da kopmaz bir bağ vardır ve bu Marksizm’in gelişmemesinin bir görünümüdür. Onlar Marksizm’e katkı yapamazlar çünkü konuları Marksizm’le özdeş değildir. Hatta pratikte fiilen Marksizm’in en temel önermesinin, (düşüncenin varlığı değil, varlığın düşünceyi belirlediği) fiili bir inkarını temsil ederler. Bütün bunlar, aslında, toplumsal hareketi düşünce ile açıklamaya kalktıkları için, aynı zamanda kendilerinin bütün Marksist olma ve Marksizm’e dayanma iddialarına rağmen, Marksizm’in inkarını; bir geriye dönüşü temsil ederler.