YÜZÜNCÜ YIL ÜNiVERSiTESi İLAHiY AT FAKÜLTESi DERGiSi SA YI: 3 YIL: 2000 "KUTSAL TARİH"İN DİNİ SOSYOLOJİsi· Yrd. Doç. Dr. Necdet SUBAŞI** Bu tebliğimizde kutsal tarihin dini sosyoloji açısından yorumu ve çözümlenme imkanları tartışılacaktır. Kutsallık ve kutsallaştırma faaliyetleri sosyolojik araştırmalarda çoğunlukla eleştirel açıdan ele alınmasına rağmen, yine de önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle kutsal tarih söz konusu olduğunda hem tarih hem de sosyoloji bu konunun ele alınmasına ya da ele alınış biçimine ilişkin dikkate değer sınırlamalar koymaktadırlar. Biz bu sınırlamalardan hareketle ortaya çıkan yaklaşımları konumuz açısından ele alıp tartışacağız. Kutsal kavramı aslında dinsel bir açıklama tarzıyla daha net anlaşılabilir ve aksini savunan iddiaların çokluğuna rağmen ne birey olarak insan ne de toplum kutsaldan kendisini ayıraniaz: İnsan kutsa lıyla birliktedir. Kutsalın tükenmeye, dışlanmaya ve görmezlikten gelinıneye başlandığı durumlarda bile insan ve toplum kendisi için kutsallaştırma faaliyetinde bulunmaktan geri durmaz. Kutsal kavramını tek bir açıdan ele almak zordur. Kutsal hak kında akla gelen ilk tanımlama, onun dindışının zıddı olduğudur (Eliade, IX). Bu açıdan bakıldığında kutsal olarak aşikar olmayan her fenomen profandır. Böylece günlük hayatın rutinleri, aksi ispat edil medikçe sosyolojik bakış açısına göre profan olarak değerlendirilmek tedir (Berger, 56). Sosyolojik paradigmaya göre kutsal (sacre) ve kut sal olmayan (profane) kategorileri birbirlerinden tamamen ayrı düşen iki alan meydana getirmektedir. Nitekim Bouthoul'a göre (Bouthoul, Sosyoloji ve Tarih Sempozyumu (27-28 Nisan 1998, Bolu), Unesco Türkiye Milli Komisyonu •• Y.Y.Ü., ilahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı. 64 1 N. SUBAŞI 90; Eliade, 84-93; Kehrer, 28-29, Schwarz, 261) profan, pişmanlık duymadan el kaldırabileceğimiz şeydir; onu değiştirebilir, bir şeyle takas edebilir, satabitir ya da yok edebiliriz. Kutsal ise, ticaret metaı olmayan şeydir; bir saygı halesiyle çevrili olup, yasaklarla donatılmış tır. Bu ikisi arasındaki sınırın çoğu zaman sürekli olarak değiştiği gö rülür. Sosyoloji ancak bu sınırlardaki dalgalanma ve oynamaların sü reç içindeki yansımalarını çözümleyebilmektedir. Bu konuda dini ve sosyal bilimlerin yaklaşımları arasında ciddi bir açığın doğal olarak oluştuğunu görebiliyoruz. Din kendi bağlıianna inanç, ahHik, değer ve eylem biçimlerini aşkın bir formda kazandırmaktadır. Böylece insan bir yönüyle iman insanı olmakta, inançlarının kendi hayat biçimi üzerinde oluşan ve neredeyse kendisiyle bütünleşen yönünü yansıtmakta ve yaşamaktadır. Öyle ki dini bakış açısı dikkate alındığında insanın kutsaldan yalıtıl mış bir evreninin olabileceğini varsaymak imkansız gibidir. Çünkü nihayetinde din, kutsalın hayat içinde yeniden kurgulanması ve böyle ce yaşanıp formüle edilmesinden başka bir şey değildir. O hem bir geçmişi taşımakta hem de kollektif zihniyetin aklarımında faal bir rol oynamaktadır (Schwarz, 300). Sosyal bilimler ve özellikle sosyoloji açısından bakıldığında ise bu yapı ancak bir dışsal gözlemle fark edilebilecek durumdur. Bilindi ği gibi sosyoloji toplumsal ilişkilerin yapı, neden ve etkilerini araştıran bir bilim alanı olarak insan ve toplulukların etkileşiminden doğan gelenekleri, toplumsal yapı ve kurumların harcını oluşturan etkenleri, ayrıca grup ve örgüt üyeliğinin insanlar üzerindeki etkilerini incele mektedir. Böylece o toplumun temel niteliğine olduğu kadar, sürekli liğine ve değişimine yol açan çeşitli süreçlerle de ilgilenmek iddiasın dadır. Ne var ki modem versiyonu içinde sosyoloji, kutsalı bir olgu olarak görmekle birlikte onu vazgeçilmez ve tartışılmaz bir durum olarak değerlendirmekte ısrarlı değildir. Son tahlilde o, tarihsel bir geriliği, kendini geliştirememişliği, gelişim evrenine gecikmeyi yan sıtmaktadır. A. Comte'un formülünün hala geçerliliğini koruduğunu görmek hiç de şaşırtıcı değildir. Yaşanılan epistemik serüven sosyolo jiyi, pozitivist bir karaktere büründürmüş, o da artık doğa bilimleri gibi sadece gözlemlenebilir ve deneye tabi tutulabilir olguları ve bun lar arasındaki nedensel bağları açıklamaya yönelmiştir. Böylece sos yoloji, olgusal temeli olmayan metafizik nitelikteki bilgileri dışlamış, pozitivist gövdesini deneysel ve rasyonalist iki sütuna oturtınuştur (Sarıbay, 30). · Sosyolojik teoriye göre tarihsel olarak insanlık belli bir kesit i- "Kutsal Tarih"in Dini Sosyolojisi 1 65 çinde kutsalla birlikte, onunla yaşamıştır. Bu insanın günübirlik geli şimi için olduğu kadar tarihsel toplumun değişim zinciri içindeki ko numuyla da yakından ilgili bir durumdur. Kısaca sosyolojik çalışma nın bir nesnesi olarak kutsallık halen keşfedilen bir durumu, bir ol guyu yansıtıyorsa, bu sanki orada dikkate değer bir ilkelliğin, ruhani liğin ve dinselliğin varoluşunu göstermektedir. Sosyolog ancak böyle bir evrende kutsalı değerlendirilebilir bir nesne olarak kabul etmekte, mevcut durumu ise kutsallık boyutunun dışında üretilebilen argü manlarla tartışmaya çalışmaktadır. Oysa kutsallığın, bir form olarak insani ve toplumsal bir fenomen olmayı sürdürdüğü sürece, toplumsal yapının esaslı bir şekilde gözlemlenebilecek uzuvlarına da sirayet ettiği görülmektedir. İnsan ve toplum, kozmos hakkında belli bir yaklaşıma bağlı ola rak kendine zihni bir sadelik ve yaşam standardı belirlemeye çalış maktadır. Kutsal düne ait bir bağlanma değildir, bugünü ve yarını da kuşatabilecek bir durumdur, yoğunluk ve evrendir. Ne ki bu tespit modern bilimlerin seküler tabiatıyla yüzleştirildiğinde, ortaya çıkan, karmaşık bir tartışmadan öteye gitmemektedir. Kutsalsız bir bilim icadı, kutsala bağlı tarz ve açıklamaları küçümseyerek yok saymakta ve onu tarihsel evrimin göze batan bir tortusu olarak reddetmektedir. Kutsalla modern olanı aynı bağlamda değerlendirme girişimi, bu alan lardan birine ilişkin bilgilerin esastan eksik olduğuna dair bir kanaatİn su yüzüne çıkmasını haklı olarak kışkırtmaktadır.ı Çünkü sözgelimi modern bilim, kendini kutsallaştırmakta ısrarlıyken bile yine de kutsal olanın tabiatını keşfetmeyi kendi paradigmasına aykırı bulmaktadır. Bu konuda sınırlamalar çoktur ve bu bağlamda kutsal tarihin dini sos yolojisini bir sorun olarak gündeme getirmek de bu sınırlamalardan bağımsız değildir. Sosyolojide olduğu gibi Tarihte de kutsalınalanı belli bir sürece işaret etmektedir. Kutsal tarih geçmiş söz konusu olduğunda teorik olarak mevcuttur ancak bu, bugün de varolabilecek bir durum olmak tan uzaktır. Kutsal tarih olgusu böylece tarih yazımının belli bir dö nemi işaret etmekte kullandığı imkandır. Sosyoloji nasıl insanlık du rumunun belli bir sürecini kutsala ilişkin bir düzey olarak ele alıyorsa tarih de kutsal tarih yazımı bağlamında dinsel bir dönemi bir daha tekrarlanması olanaksız bir çerçeve olarak dikkate almaktadır. Öyle ki ı Arslan 'a göre bilimsel bilgiyle dinsel bilgi, bilimle din, onları inşa eden, işleyen ve akredite ederek gelecek kuşaklara aktaran insanlar birbirleriyle çelişmedikleri ve çatışmadıkları sürece ne çelişir ne de çatışırlar. Aslında çatışan da çelişen de soyut bilgi sistemleri değil insanlardır (Arslan, 129). 66 IN. SUBAŞI günümüz dünyasında artık ne tarih ne de sosyoloji için bir kutsallık söz konusu değildir. Zaten sosyolojik açıdan belli bir süreci açıklayan kutsallık durumu, tarih için bir yazım yöntemi ve "geçmiş bir alan" olarak bilinmektedir. Modern toplumların ürettiği tarih de sosyal olay lar da kutsalla ne içerik ne de form olarak bir yakınlık ve yatkınlığa sahip değildir. Kutsal tarih ifadesi genel olarak kutsal kitaplar ekseninde akta rılan tarihsel olaylara ve olgulara işaret etmektedir. Kutsal metinler belli bir anlamda nesnel bir şey olsa bile yine de toplumun ondan çı kardığı anlam içinde ömel bir öğe bulmak imkansız değildir (Watt, 10 7). Kutsal tarih yazıcıları kendi perspektifleri içinde tarihsel olguları tanımlamakta, hemen her şeyde "Tanrı 'nın yüce kudreti"nin izlerini, faal eylemlerini görerek bir aktarırnda bulunmaktadırlar. Böylece kut sal tarih, tarihi süreç içindeki olayların akışının Tanrı tarafından kont rol edildiğini öne sürmektedir. Gerek Kitab-ı Mukaddes gerekse Kur'an'ın bildirdiğine göre bunun bir özellikli yolu Tanrı'nın olaylara doğrudan doğruya müdahalesi şeklinde olmaktadır.2 Gerçekten de üç büyük dine mensup olanlar kendi kitaplarını (Tevrat. . İncil ve Kur'an) sadece kutsal kitaplar sayınakla kalmamakta, onları aynı zamanda tarih kitapları olarak da görmektedirler (Özlem, 1994:21). Bugünün tarihçisini kuşatan nesnellik problemi dünkü tarihçiyi de kutsallık lehinde tartışılır kılmaktadır. Çünkü dünün tarihçisi evren deki bütün olup bitmiş olayların dökümünü, sonuç olarak kutsal olanın aklanıp doğrulanması bağlamında açıklanabilecek bir tarzda sözgelimi Kitabı Mukaddes'le karşılaştırmaya, bütünletmeye gayret göstererek gerçekleştiriyordu. Bilindiği gibi kutsal kitaplar ait oldukları gelenek lerin bütünleyici parçaları olup, ancak onların ışığında hakkıyla anlaşı labilir; zira her gelenek yanlış anlamayı önleyecek tedbirler almak durumundadır (Nortbourne, 83). Yine de insanlığın tarih içinde ger çekleşen dinsel hayatıyla bu hayata ilişkin ifadelerin kaçınılmaz olarak çok sayıda tarihsel an ve kültürel üslup tarafından şartlandırılmış hatta şekiilendirilmiş olabileceğini de görmezlikten gelemeyiz (Eliade, 43). Modern tarih yazımı kendi kurucu ilkelerini somutlaştırıncaya kadar 2 Öte yandan bu yaklaşım biraz daha genişletilebilir: Tanrı, tıpkı Hz. İbrahim, Hz . . Mı.isa ve Hz. Muhammed'i görevlendirdiği gibi, bazı kimselerin birtakım iş ve ta sarıları üstlenmeleri "çağrısında da bulunarak" bir dizi olayı başlatabilir ve yine savaşta çarpışıp zafer kazanmaları ve olumsuz şartlar altında bile geçinebilmeleri için insanlara güç verdiği gibi, bunun tersine olarak da, tuttuğu tarafın muhalifle rinin güven kaybetmelerine, batı! inanç ve benzeri şeylerle oyalanmalarına sebep olarak, zayıflarnalarına yol açabilir (Watt, I 62). "Kutsal Tarih"in Dilli Sosyolojisi 1 67 dünya Tanrı'nın elindeydi ve insan bir kul olarak Tanrı'nın muktedir tutum ve eylemlerinin bir aracıydı. Tarih insan ve toplumun değil, Tanrı'nın evren ve insanlık üzerindeki yüce arzu ve niyetlerinin bir dökümü olarak vardı ve bu nedenle de kutsaldı. Bugünün modem ve artık yoğunluklu olarak sekülerleşen pozitif tarihçiliği içinde tarih her ne kadar bu tür kaygıtanımlardan uzaksa da son kertede Tanrı'nın müdahale ve öngörülerinden Tanrı lehine söz etmek artık mümkün değildir. Sosyoloji de bu anlamda olguları Tanrı'nın kudreti ve yönlen dirmesine bağlı olarak açıklayan bir toplumsal süreci kutsallık bağla mında (teolojik safha) ele almaktan yanadır. Ancak bugünün dünya sındaki toplumsal olaylar, değişim ve çözülmeterin kutsalla bir ilgisi bulunmamaktadır. Kutsal artık terk edilmesi gereken bir illüzyondur, dikkate değer olmayan bir fenomendir. Olsa olsa spekülatif sosyoloji nin, marjinal yaklaşımların bir konusu olarak böyle bir durumdan söz edilebilir. Dolayısıyla, kurucu öğretiye bağlı olarak sosyolojinin, kut sal ve buna bağlı bir evren tasavvurunun meşruiyetinden söz etmesi mümkün değildir. Tarih ve sosyoloji kutsalı bu bağlamda incelemeye almakta, dolayısıyla günümüz ve yakın geçmişin sosyolojik ve tarihsel kıymetlerine seküler bir bakış açısının donanımlarını işleterek yak laşmaya çalışmaktadır. Bu aşamada sorun şudur: Sosyal bilimciler, şimdiden geçmişe bugünün imkanlar dünyasına bağlı bir algılayış düzeğiyle yaklaşırken, dünün kendilerine gösterıneyi başarmış tarihini değerlendirirken, teo rik olarak meşru bulmadıkları bir kutsalın penceresini kullanmama konusunda ne kadar direnebilirler? Gerçekten de tarihsel olaylar ve olgular üzerine yapılan açıklamalarda, şimdi çoktan terk ettiğimiz bir bakış açısının yokluğuna bağlı olarak inhisarcı, reddedici, yok sayıcı bir yaklaşım giderek daha fazla kuşatıcı olmaya başlamaktadır.3 Doğ rusunu söylemek gerekirse bugünün· bakış açılarında "kutsal"a meşru bir yer yoktur. Esasen biz geçmişi, kaçınılmaz bir şekilde günümüz açısından inceleyebilmekte ve bugünü anlamanın bir anahtarı olarak geçmişe bakmakta, böylece anlayışlarımızı ancak bugünün şartlanmış lıklarıyla oluşturabilmekteyiz. Nihayet tarihçi de çağının insanıdır ve çağına insan varoluşunun koşulları ile bağlıdır (Carr, 31-32). Çünkü "Tarih aslında bizi yalnızca başka zamanların uygunsuz etkilerinden değil, kendi zamanımızın uygunsuz etkilerinden, çevrenin tiranlığından kurtaran şey de olma lıdır" diyen Acton 'un (Carr, 53) kaygılarını devam ettirecek şekilde tarih sadece sözcük olarak ele alındığında bile geçmiş olayların kanıtlanarak denetlenmiş bir bilgisi olarak aniaşılmaya devam etmektedir. (Ayrıca bkz. Laroui, 7) 68 /N. SUBAŞI bir tarihsel dönemdeki neden ve motifleri bugünkü kültürel konumu muzdan hareketle anlamak zorunda olmamızdan kaynaklanan bir an,. lama eksikliği tarih hakkındaki bilgilerimizin sürekli olarak eksik ve dolayısıyla bugüne bağlı kalmasını sağlamaktadır (Özlem, 1990:103). Hatta tarihçi ağırlığını büyük ve karmaşık çalkantıları barındıran ö nemli kalıpları ortaya çıkarmak yerine, sadece kendisinin değil gele cektekilerin de ilgi ve çıkarlarını gözeten oldukça farklı birtakım tarih çalışmalarını bile kaleme alabilmektedir (Watt, 159).4 Böylece "kut sal''dan arındırılmış bir model içinde tarihçi, günümüz dünyasının seküler boyutlarını besieyecek argümanları geçmişten seçmektedir. Oysa kutsallık bir anlamlandırına biçimi ve hatta modem düzen fikri üreten bir çerçevedir. Bugün sekülerleşme eğilimlerinin artan yoğunluğuna rağmen, toplumsal birimlerin, insana birtakım kutsal formlar ürettiğine de açıkça tanık olmaktayız. İnsan, psikolojik saiklere bağlı olmaksızın da kendine bir kutsal daire üretmeye çalış makta, birçokları için dinselliğin yeni bir illüstrasyonu sayılabilecek modem kutsallıklar üretilebilmekte, çokları kutsalına dokundurtınama konusunda ısrarlı olabilmektedir. Bütün bu kutsallaştırmaların sık sık yeni ve modem olana karşı çıkışlara dönüştüğü de ayrı bir durumdur (Günay, 83). Modem ve pozitif yaklaşımlar, sonuçta insanlığın belli tarihsel bölümleri için kutsallığı açıklanabilir bir alan olarak kabul etmekte zorlanmazken, günümüz dünyasının farklı unsurlarıyla şekil lenmiş evrenlerini, kutsal bir formda değerlendirıneyi hala geleneksel Iiğe bir dönüş, eskiye bir rağbet olarak görmekte ve küçümsemektedir ler. Kutsallık başta alela.de insanın olmak üzere, birçok kişinin gün delik zihni dünyasını ve eylem alanını biçimlendirmekte, seküler ilgi ler de zamanla insanın kutsal evrenini kuşatarak dönüştürmektedir. Öte yandan bütün görmezlikten gelmelerin ısrarına rağmen modem insan çeşitlendirilebilen tonları içinde hayatına kutsal desenler kazan dırabilmekte, kitlesel kimi fenomenlerin altından din ve buna bağlı olarak kutsallıklar, kutsallaştırmalar çıkmaktadır. Kutsallaştırına, il ginç bir şekilde yeni zamanların en üretken tekran olarak dikkat çek mektedir. Tipik alışkanlıklar, alınganlık ve nefretleri kamçılayan ideo lojik belirlenimler, adetlere yapışmalar, belli bir açıklama düzeyine vurgunluk düzeyinde korunan inatçı imanlar, sadeliklere duyulan öz lemler, ayinselleştirilmiş toplumsal güç ve gövde oyunları artık tipik 4 Sıddıki de (184), bu bağlamda sosyolog ve tarihçilerin değişken çıkarlarını yansı tan seçme, bölümleme ve karşılaştırma faaliyetlerine işaret etmektedir. "Kutsal Tarih"in Dini Sosyolojisi 1 69 bir modernin bile neredeyse bütün hayatını kontrol altına almış du rumdadır. Böylece, bireyin anlam sistemleri aracılığıyla sembolik bir evren içinde varoluş sorunu kutsal bir boyut kazanmakta ve dolayısıy la karmaşık ortamlarda birey, maruz kaldığı bunalımları, günlük haya tın sembolik kutsal evrenine sığınarak aşmaya yönelmektedir. Bunu yaptıkça da dinsellikle karşı karşıya kalmaktadır (Sarıbay, 204). Öyle ki artık herkesin üzerinde karar kılabiieceği ortak kutsallıklardan söz edemiyoruz, herkesin kendine yeter bir kutsalı, herkesin kendi kutsalı vardır. Bütün entellektüel ve bilimsel arayışların seküler yönelimli hassasiyetlerine rağmen, modern insan, kendini ve toplumsal konu munu kutsallaştırma konusunda profan bir bütünselliğin yetersizlikle riyle karşı karşıya gelmekten kendini kurtaramamaktadır. Modern insan laikliğin hayatını dinsellikten koparan sınırlı ev reniyle sekülerliğin hayatı tamamıyla dünyevileştiren aforozları karşı sında yeni ve güvenli bir duruş kazanmak zorunda hissetmektedir. Artık laikliğin ve sekülerliğin toplumsal düzlemde varolan bir kıyınet olarak insanın hayatını bütünüyle kuşartığına ilişkin tezlerin hükmü tartışılmaya başlanmıştır. İnsanın ve toplumun geniş strüktürü kutsala sınır koyan ve ona geçit vermeyen ideolojik yönelimleri ciddi anlamda sorgulama eğilimindedir. Bugün dinsel dünya görüşünün, rasyonel leşme sayesinde teorik olarak yok edilişinin açıklanınası istendiğinde, her zaman sadece büyüsel veya mitsel sembollerin rasyonel öncesi yapılar olarak rasyonel ötesi bir statüye kaldırıldığına değinilmekle yetinilmektedir (Wilber, 21 ). Bugün için kutsalın tartışma doğuran boyutları dikkate alındı ğında tarihsel zeminin sosyolojik açıdan ele alınmasındaki prob lemierin büyüklüğü de kendini derhal açığa vurmaktadır. Bugün kut saldan ayrık bir şekilde formüle edilen ve hatta neredeyse kutsalın yerine ikame edilen bir disiplin olarak sosyoloji ile tarihin feno menlerini açıklamaya çalışırken ne gibi güçlükler bizi beklemektedir? Tarihle sosyoloji arasında kah ortaklık kah da gerginlik şeklinde temellenen tartışmaların seyrini dikkate almıyoruz. Çünkü iki disipli nin metodolajik ayrım ve açıklama düzenlerine ilişkin olarak az şey söylenınemiştir.5 Tarihte olanın "tarihselliği" önemlidir ve sosyoloji bu tarihselliği günümüzün modern toplumlarını açıklayıp.anlamlandı rırken ödünç almak durumundadır. Böylece çağdaş toplumu ve top lumsal gidişatı açıklamanın elverişli bir yöntemine ulaşmak için tarihe 5 Tarih-Sosyoloji ilişkileri için bkz. Aron, 355-382; Carr, 78-79; Thomson, 52-60; Bouthoul, 98; Winch, 128; Özlem, 1990:1-28. 70 1 N. SUBAŞI dönülmektedir. Çünkü tarih, geçmişin olaylarını kaynak malzemelerin eleştirel bir incelemesine dayanarak kronolojik bir tutarlılık içinde irdeleme iddiasındadır ve geçmişte olanların çıkarsanmasını ve yeni den kurgulanmasını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda tarihçiyle sosyolog arasında zorunlu bir ortaklıktan söz etmemiz gere kiyor. Oskay 'ın da vurguladığı gibi sosyolojik bakış açısına göre her toplumsal aşamayı kendinden önceki aşamanın bir sonucu ve kendin den sonraki aşamanın bir nedeni olarak değerlendirmek mümkündür (Oskay, 5). Bu açıdan bakıldığında, toplumsal olguların somut ve ger çekçi bir şekilde değertendirilip çözümtenişinde sosyoloji tek başına soyut kalmakta ve bunun için de öncelikli olarak tarihle ilişkiye geç mektedir. Çünkü son tabiilde her toplumsal olguyu tarihsel, her tarih sel olguyu da toplumsal bir olgu olarak görmek mümkündür. Zaten toplumsal gerçekleri bir süreç içinde inceleme biçimi, yöntem açısın dan bakıldığında da sosyolojinin temel niteliklerinden biri olarak ka bul edilebilir. Bizim problemimiz burada iki aşamalı olarak ele alınabilir: Ön celikli olarak tarihçi ve sosyaloğun üzerine ısrarla eğildiği kutsal dö nemleri, kutsal tarihleri nasıl çözümleyebiliriz? Sosyolog kutsal tarihte olup bitenleri günümüz toplumbilimleri dünyasına nasıl tercüme ede cektir? İkincisi ise kutsalın kaybolmayan formlarına bağlı olarak ger.:. çekleştiğini düşündüğümüz ve bugün bir kutsallık halesiyle sarmalan dığını pekala gördüğümüz kutsallaştırılmış fenomenlerin tarihsel ev renini nasıl ve hangi meşru düzlemde kabule değer bulup inceleyece ğiz? Bize göre bu sorular bilinen haliyle sosyolojinin üstesinden gele bileceği problemler değildirler. Çünkü sosyoloji sonuçta bütün çerçe vesini farklı bir görüngüler alanı üzerine oturtınuştur ve sözünü etti ğimiz kutsal alana meşruiyet üretmesi bir anlamda kendi kökenleriyle çatışmasını zorunlu kılacaktır. Çünkü kutsalın açıklaması pozitivist bir havsalaya sığdırılamaz. Dindar insanı ilgilendiren yegane tarih kutsal tarih iken, modern insan kendisinin yalnızca insanlık tarihi tarafından oluşturulduğuna inanmaktadır (Eliade, 81).6 Gerçekten de "dindışı olarak betimlenen insan aşkınlığı reddetmekte, "hakikat"in göreliliğini kabul etmekte ve hatta varoluşun anlamından bile şüphe duyduğu olmaktadır. Çağdaş dindışı insan yeni bir varoluşsal konumu üstlenmektedir; kendini tari hin öznesi ve ajanı olarak kabul etmekte ve aşkınlığa her türlü başvu- 6 Tarih yazımının sırasıyla mitolojik, teokratik, estetik, şiirsel, felsefi, laik, roman tik, bilimsel, pragmatik ve ulusçu gibi aşamalara sahip olarak gerçekleştiğine iliş kin bilgi için bkz. Behar, 25. "Kutsal Tarih"in Dini Sosyolojisi 1 71 ruyu reddetmektedir. Başka bir anlatımla, çeşitli tarihsel konumlar içinde kendini açığa çıkarttığı haliyle insanlık durumunun dışında hiçbir insanlık modelini kabul etmemektedir. İnsan kendini kendi yapmaktadır ve kendini tam anlamıyla, ancak dünyayı ve kendini kut sallıktan arındırdığı ölçüde yapabilmektedir. Kutsal onun özgürlüğü nün karşısındaki asıl engeldir. Ancak kökten bir şekilde demistifie olduğu zaman kendi olabilecektir" (Eliade, ı 79-ı 80). O halde varlığına inandığımız bir tarihsel kutsal fenomen sos yolojinin konusu ve dahası sonuç alınabilir açıklamasının bir nesnesi olabilir mi? Bu ister toplumun kutsallaştırmasının bir ürünü olarak ortaya çıkmış olsun isterse tamamen kutsala bağlı bir boyutun ürünü olarak kendini tebarüz ettirmiş olsun. Sorun sadece dini tarihierin açıklamasını değil, yakın geçmişimizin tarihsel kıymetlerini de ele almamızı gerektirecek düzeydedir. Öncüleri tarafından yaşanmış ol duğu şekilde kutsalın gerçek tecrübesinden çıkmış ve daha sonra da tamamen bu sonuncuların ferdiyetlerine teslim edilmiş bir hıristiyan, müslüman ya da budist veya hindu "tutum"unu tanımlamak eğer im kansız değilse bile güçtür (Wach, 1995, 77). Kutsallaştırma tipik bir halk adeti, ortak hayallerin bir aygıtı, insanlık durumunun sapkın bir tezahürü olarak görülebilir. Oysa kendisini ister dinsel ya da dinsel olmayan, isterse inanan ya da inanmayan olarak tanımlasın, insan her zaman değişik dereceler ve araçlarla temel faaliyetlerini kutsallaştırma eğilimindedir. Şayet dinsel yollarla yapılan bı.i kutsallaştırma faaliyet leri ontolojik açıdan yüce olarak değerlendiriliyorsa, bu durum özel likle kitaplı dinlerin yaşadığı tarihsel eylemin bu genişleyici ve bütün cü! sistemi tarafından yüzyıllar boyunca biçimtendirilen ve algılama larımızın alıştığı zamanın ve mekanın gereğincedir (Arkoun, 21 5). Böylece sorun daha açık bir çerçeve doğurmaktadır. Kutsalla açıkla nan, kutsalla varolduğuna inanılan bir durum nasıl görmezlikten geli nebilir? Bloch'un Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesiyle ilgili olarak dile getirdiği kaygı ve problem bugün sosyologların da gündemine girmek tedir: "Sorun tek kelimeyle İsa'nın önce çarmıha gerilipsonra yeniden dirilip dirilmediğini bilmek değildir. Artık bilinmesi söz konusu olan, nasıl olup da etrafımızda bu kadar insanın çarmıha gerilmeye ve yeni den dirilmeye inandığı dır" (Bloch, 2 ı). O halde toplumsal belleğin açıklamak için yeterli bulduğu, hatta kendi refleks ve tutumlarını düzene koyduğu kutsal tezahürlerin açık Ianma imkanlarını nerede bulacağız? Weber' den beri sosyologlar sekülerleşme, bireycilik ve rasyonalizme karşı giderek artan bir eği limle ilgi duymuşlardır. Giderek daha çok gelişen rasyonel dünya 72 1 N. SUBAŞI görüşü karşısında da temelde mitsel bağlılığa ve geleneksel mutabaka ta dayanan eski mitolojik dünya görüşleri inanırlılıklarını yavaş yavaş ve kaçınılmaz olarak yitirmeye ve böylelikle de meşruiyet süreci her kesimde rasyonalizm ve hümanistik sekülerizm yönünde değişmeye başlamıştır (Wilber, 21). "Doğa" artık Tanrı'nın eseri Kozmos'un laikleşmesinin bir ürünü olduğu gibi, dindışı insan da insan varolu şunun kutsallıktan arınma sürecinin bir ürünüdür.7 Belli bir zihni ve entellektüel aktarım tarzına bağlı olarak res medilmiş tarihsel olguların açıklı;tmasını yapmak zorundayız. Görülü yor ki, bu açıklamaları yapmaya her yeltenişimizde söz konusu olayla rı çarpıtma gibi bir olasılığı da dikkate almak gerekmektedir. Çünkü nesnellik probleminden ayrı olarak günümüzü kuşatmakta ısrarlı olan felsefe, inanç ve davranış kodlarının ciddi anlamda bilinç dışı da olsa baskısını taşıyoruz. Bakışımız bunlardan bağımsız alamıyor ve bun lardan kurtulmaya çalıştıkça da disiplinin dışına taşıyor, bağlı oldukça da görme alanlarımız kısıtlanıyor. Öyle ki giderek ancak sosyolojinin gör dediğini görme, görme dediğini de görmeme gibi ilginç bir bakış kısıtlılığını gözlemlerneye başlıyoruz. O halde sözünü ettiğimiz tarih sel kutsallıkların, hem nesnel ve hem de günün haskılarına rağmen anlaşılabilir ve yeniden üretilebilir çerçevesini nasıl kurabiliriz? Bize göre bazı sorunları hala ortadan kalkmış gözükmemesine rağmen bu alana ancak dfnf sosyoloji açısından yaklaşarak çözüm bulabiliriz. O da mesleki, entellektüel ve bilimsel hegamonyayla içli dışlı olan sorunlarla yüklüdür. Ancak kutsalın sosyolojisini olduğu ka dar kutsal tarihin d!n! sosyolojisini de yapabilecek bazı özellikli im kanlara hala sadece o sahip gibidir. Bilindiği gibi din sosyolojisi sosyolojinin bir alt dalı olarak din ve toplum ilişkilerini ele almaktadır. Din sosyolojisi toplumsal feno menlerin, gelişim ve değişimierin altında yatan temel itici güçleri, kurumsal yansımaları, tartışma ve çekişmelerden doğan sonuçları din bağlarnma bağlı görünümleri içinde ele almaktadır. Böylelikle insan topluluklarında dini ve d1n1 sosyal karakterli olayları toplumsal bir olgu ve gerçeklik olarak deneysel ve objektifbir yaklaşımla inceleme yi amaç edinen bir bilim dalı hüviyetindedir (Günay, 80; Winch, 88; Kehrer, 9). Bu zaviyeden bakıldığında din sosyolojisinin sosyolojik paradigmaya bağlı olarak teorik çözümlemeler yaptığını biliyoruz. 7 Böylece, dinsellikten yoksun modern insanlar için Kozmos geçirgen olmayan, cansız, dilsiz bir şey haline gelmiştir; bu kozmos hiçbir mesaj aktarmamakta, hiç bir "şifre"nin taşıyıcısı olmamaktadır (Eliade, 18 0).
Description: