ebook img

Kürt ''Kim''liği PDF

34 Pages·2006·0.388 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Kürt ''Kim''liği

KKÜÜRRTT ““KKİİMM””LLİİĞĞİİ İLERİ YAYINLARI 1. Baskı 2006 246 Sayfa PPrrooff.. DDrr.. ŞŞeenneerr ÜÜşşüümmeezzssooyy AARRKKAA KKAAPPAAKK Kürtler kimdir sorusunun cevabını, Pankürdizmi savunan Izady’den bir alıntı ile ele alalım: “Kürtler Dımıli, Bahdinani, Soran ve Goran gibi farklı kimlikler ile karşımıza çıkar. Bu farklı kimliklerin dilleri arasındaki ilişki, Fransızca ile İtalyanca arasındaki ilişki ya da daha kesin biçimde söylersek Fransızca ile Romence arasındaki ilişkiye benzer. Tıpkı Fransızca ve İtalyanca gibi artık aynı dilin lehçeleri olarak sınıflandırılmayacak kadar birbirlerinden kopuktur.” Kürt kimliği ile bütünleştirilmesi hedeflenen gruplardan ‘Dımıliler’ Kurmanclar tarafından “Zazalar” olarak adlandırılırlar. Dımıliler Kurmanclardan “Herewere” olarak söz ederler. Buna karşılık Soranlar Kurmanclara “Zebabu” derler. Goranlar Soranlardan “Korkora” ve “Wawa” diye söz ederken, Soranlar Goranları “Maco Maco” olarak adlandırmaktadırlar. Izady’den aldığımız bu bölümde görüldüğü gibi, Fransızca ve İtalyanca veya Fransızca ve Romence gibi birbirinden farklı dilleri konuşan grupların birbirlerine karşı hiç de dost olmadıkları, taktıkları lakaplardan anlaşılmaktadır. Izady “Bunlar hiçbir zaman kendilerini Kürt, dillerini de Kürtçe olarak nitelendirmemişlerdir. Ta ki, yakın zamanda Kurmanc yüksek sınıfının kendilerini Kürt, dillerini de Kürtçe olarak nitelendirilmesini sağlayan aydınlar ve dışarıdakiler (Batılılar) tarafından teşvik edilinceye kadar…” diyerek Kürt isminin Batılılarca ileri sürüldüğünü bir “Kürt bilgini’ olarak itiraf eder. GGİİRRİİŞŞ Avrasya bozkırındaki düzgün zeminde, kaypak zeminde bir uçtan diğer uca göçen mobil toplulukların kendi aralarında bir araya gelerek kabileler federasyonu ve erken devletler oluşturduğunu ve bunun ordalar biçiminde uluslaşmanın ilk adımı olarak karşımıza çıktığını gördük. Bu ordaların tarih boyunca Anadolu’ya, İran’a ve onun güneyindeki “Bereketli Hilal, Verimli Hilal” dediğimiz Mezopotamya’ya akınlar yaptığını gördük. Bunları basitçe incelediğimizde Hititlerin, Kimerlerin, Mitannilerin, Medlerin, Hunların, İskitlerin, Sakaların, Selçukluların, ondan sonra da Tatarların sürekli olarak bu uygar alanı zaptederek uygar alandaki toplumsal çelişkileri çözdüğünü ve toplumsal devrimlerle yeni toplumların geliştiğini gördük. Bu süreçte etnik yapıların birbirini ardalayan tarzda sürekli değiştiğini; kuzeyden gelen göçebe, barbar, kolektif aksiyonlu, kan- kardeş toplulukların oluşturdukları orda düzenli erken devletle mobilite ve aktivite nedeniyle daima yerleşik uygar toplulukları zapt ettiklerini ve buradaki etnileri kendilerine bağımlı serfler, köleler haline getirerek toplumsal formasyonlarını bozduğunu gördük. Bu süreçte etniler sürekli yenilenmekte ve eski etninin yerini hemen başka bir yeni etni almaktadır. Kürt tarihini anlatan ilk kitap olduğu ileri sürülen Şerefhan’ın Şerefname’sinin aslında Osmanlı Devleti’nin Kızılbaş Türkmen grupları buradan sürebilmek için oluşturduğu bir sürecin tarihini yazdığını göreceğiz. Şerefname’de Osmanlı’nın ideolojik yapısıyla uyumlu ve Osmanlı sultanlarının övgüsüne dayanan bir tarih söz konusudur. Gerçekte ise bu kitapta Kürt kavramı geçmemekte, Arapların, Abbasilerin, Emevilerin “Ekrad” dedikleri, Mezopotamya çevresindeki dağlık bölgelerde yaşayan göçebe halkların tarihi anlatılmaktaydı. Bu tarihi incelediğimiz zaman, buradaki toplulukların kökenlerinin doğal olarak Türkmen ve Arap olarak karşımıza çıkması tarihsel bir çelişki değil, Şerefhan’ın yazdığı www.altinicizdiklerim.com 1 tarih kitabındaki somut gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Şerefhan, Arap ve Türkmenlerden farklı bir Kürt kimliğini değil, bu dönemde burada bulunan Şafii göçebe toplulukların tarihini yazmaktaydı ama bir Kürt devleti kurma çabasında olan Kürt tarih yazıcıları bu konuyu çarpıtarak ekseninden çıkarmıştır. 1920’lerde ise Nikitin ve Minorsky gibi tarih yazıcıların Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da Ermeni-Kürt devleti kurmak amacıyla bir tarih yazmaya çalıştıklarını görüyoruz. … Aynı zamanda bu tezde Kürtlerin komünal yapıda topluluklar olduğu da vurgulanmaktaydı. Bu dönemde esas olan bir Ermeni devleti oluşturmaktı. Bu nedenle Kürtler konusundaki bir tarih yazımı ikincil önemli olarak kalmaktaydı. 70’li yıllarda Bois, Bruchen gibi tarihçiler tarafından yazılan tarih tezlerinde ise artık sorun, Kürtlerin bu bölgenin yerleşik halkı olduğunu ve 7000 yıldan beri bu bölgede olduklarını kanıtlamaktı Daha önce Ermeniler için ileri sürülen bu tezler artık Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da bir Kürt devleti oluşturmak amacıyla Kürtler için kullanılmaktaydı. 2000’li yıllara gelindiği zaman ise Irak’taki Amerikan operasyonundan sonra gelişen tarih yazımında ise, Orta Kürdistan diyerek Musul-Kerkük bölgesini kapsayan Kuzey Irak, Güney Kürdistan diyerek petrol yataklarının devamı olan Luristan ve Bahtiyari bölgesi, Doğu Kürdistan diyerek İran, Batı Kürdistan olarak da Akdeniz’e ulaşmak için Suriye’den geçen bir bölgeyi kapsayan bir “Büyük Kürdistan” hedeflemektedir. Kuzey Kürdistan olarak Ermenistan ve Gürcistan ile bağlantı kuran coğrafi bir alan, Kuzeybatı Kürdistan olarak Doğu Anadolu, Uzak batı olarak da Toroslar’a yönelen bir Kürdistan stratejik süreçte hedeflenen alanlardır. Etnik, süperetnos oluşum tarihini, uygarlık tarihiyle toplumların gelişim biçimi tarihi ile bir araya aldığımızda, Orta Asya’dan Anadolu’ya, İran’a ve Afganistan’a akınlar tarihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, Türk olarak tanımlanan Hunlar ile değil, daha önce İskit gibi, Saka gibi, Med gibi, Kimer gibi Turan alanındaki komünal toplulukların akınları ile başlayan ve inkar edilemeyecek olan tarihsel bir olgudur. ““KKüürrtt TTaarriihh TTeezzii””nnii EElleeşşttiirriisseell OOkkuummaa Bugünkü Kürt topluluklarının dil bileşimine baktığımız zaman bütünüyle Farsi olduğu görülmektedir. Gorani, Kurmanci, Sorani gibi diller Tacikçe’ye yakın dillerdir. Med toplulukları gibi Mitanni toplulukları da, Asurların, Babillerin, Hititlerin yazıtlarında vardır. Fakat bugün hiç kimse “biz Hititlerden geliyoruz, biz Babillilerden geliyoruz” veya “Asurlulardan geliyoruz” diye söyleyebilir mi? Süryanilerin “Asurlardan geliyoruz” demesi de, en az Kürt tezi kadar tutarsızlığı olan bir tezdir. Hititlerin etnik olarak yeryüzünden kalkması tarihsel bir olgudur. Ortadoğu, Mezopotamya gibi uygarlıkların hiç durmadan sürekli bir şekilde değiştiği bir bölgeye Turan bölgesinden akınların sürdüğü bir dönemde etnik topluluklar çok kısa dönemde sönümlenmekte ve yeni etniler ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeği göz önüne getirdiğimiz zaman, Aramilerden, Hurrilerden kalma Kürtlerin varlığını ileri sürmek, yalnız tarih bilimiyle değil, en basit düşünceyle bile çelişmektedir. Asurluların, Babillilerin, Hititlerin kalmadığı günümüzde, Medlerden kalma Kürtlerin olduğunu savunmak da aynı çelişkidir. Bu noktada II. Kuşak dediğimiz Kürt tarihini yazan, esas olarak Rusya’nın görevli memurları olarak görev amacıyla bu bölgede bulunan Minorsky ve Nikitin, finalist bir tarih yazmayla görevli olarak, bir Kürt kimliği, Ermeni kimliği oluşturma amacıyla hareket etmişlerdir. … Kendileri de inanmadıkları halde, güdümlü oldukları için burada Med kökünü ileri sürmektedirler. Şerefname, Yavuz Sultan Selim’in Kızılbaş Türkmenleri ve Safevileri Çaldıran Savaşının ardından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan kovduktan sonra bu bölgedeki Türkmen kabilelerini temizlemek için buraya Şafii Müslüman topluluklarını tımar ve zeametle düzenli olarak yerleştirme çabalarının sürdüğü bir dönemde, yani 16. yüzyılda yazılmış bir metindir. (Şerefhan) www.altinicizdiklerim.com 2 Burada var olmalarının sebebi, Kızılbaş Türkmenlerin, Akkoyunluların, Karakoyunluların ve Safevilerin buradan uzaklaştırılması olduğu için, Şafii Müslüman kimlikleri ve Şafii Arap kimlikleri ön plana çıkarılmıştır. (Şerefhan) Türkistan Hükümdarı, efsanevi hükümdar Oğuz Han soyundan gelen Buğduz’un (Oğuz Han Destanı’nda adı geçen bir Türk Beyidir) Kürt kökenli olması, başka bir ifadeyle Kürtlerin Türkistan kökenli olması altı çizilecek bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şerefhan’ın tarihinde Kürt devleti olarak bahsedilen Mervanoğulları Devleti’nin orijinal kaynağı olarak yazıldığı söylenen İbn’ül Ezrak’ın metninde Kürt sözü, başlıkta da, içeride de geçmemektedir. Bu metin, Emevi-Abbasi soyunun tarihini anlatmak için yazılmıştır. Abul Farac Tarihi’ne göre, 1200’lü yıllarda Maade Dağlarından indiği ileri sürülen kabilenin kadınlarının çok eşli olduğu ileri sürülmektedir. Bu veri doğru tespit edildiğinde, 1200’lü yıllarda Maade Dağları’nda yaşayan ve Kürt olduğu ileri sürülen toplulukların anaerkil aşamada, komünal toplumun en alt aşamasında, olduğu ortaya çıkmaktadır. Selahaddin’in iktidarından sonra Kölemenler olarak bilinen Kıpçak ve Çerkez köleleri iktidara gelerek Memluklular adını almışlardır. İbni Haldun’un Mukaddime’sinde çok küçük bir bölümde bir cümle halinde Qurimiye Dağları’nda Kürtlerin var olduğunu yazmaktadır. Qurimiye, Zap Suyu’nun kuzeyindeki dağlık bir gruptur. İbni Haldun, coğrafya kitabı olarak 13. yüzyılda yazdığı Mukaddime’de Sudan’daki zencileri, kuzey enlemdeki Slavları anlattığı gibi, Uygur, Hazar, Alan, Yecüc Mecüc, İdil boyunda Peçenek, Pomak, Başkırt, Bulgar, Kuman, Kıpçak, Sogut, Guz, Türkeş, Kalaç gibi tüm Türk kabilelerini en ince ayrıntılarıyla Sibirya’dan Anadolu’ya kadar, Harzem’e kadar tekrar tekrar anlatmıştır. Kürtlerden ise … Qurimiye’deki dağda bir Kürt bölgesi olarak bahsedilmekte ve bu anlamda esas olarak bir etnik kimlikten mi, yoksa Arapların metinde yazdığı gibi Ceber’deki göçerlerden mi bahsedildiği muğlak kalmaktadır. Keza İbni Haldun Malatya’yı, Maraş’ı, Marre’yi Ermeni vilayeti olarak saymakta; El Cezire, Diyarbakır, Rakka, Harran, Suruç, Nusaybin, Amed gibi bölgeleri sayarken ise bunların hiçbirinde Kürtlerden bahsetmemektedir. Yani bu anlamda somut olan tarihi verilerden hareket ettiğimiz zaman, “Burası Kürt bölgesidir, o halde burada yaşamış bütün uygarlıklar Kürtlerindir ve dolayısıyla Kürtler bunların torunlarıdır” gibi Nikitin’in bile çok eleştirel bir biçimde baktığı tezler kimsenin ciddiye alabileceği tarih yazımı değildir. Asurluların Babil’i zaptı, Mitannilerin Asur’u zaptı, Medlerin, Mitannilerin üzerine Perslerin gelmesiyle etnik bir homojenleşmeden sonra karşımıza bir Akameniş iktidarı ve Pers etnosu çıkmaktadır Ama Persler de … Büyük İskender Makedonları da bunların üzerine gelmektedir. Büyük İskender’in oluşturduğu Afganistan, Hindistan, İran ve Türkistan’dan hiçbir etni günümüze kalmamıştır. Keza MÖ VI. yüzyılda tarihten silinen Medlerin etnik olarak hayatta kalabildiğini düşünmek, tarih ve etnisitenin canlılığını bilmemektir. Göktürkleri takip eden dönemde Selçuklu Türkmenleri girmiş, İran’ı ve Anadolu’yu Türkleştirmiş ve ismini Cohen’in de söylediği gibi “Türkia”ya çevirmiştir. l000’li yıllardaki bu akından sonra Türkmenlerin iktidarı zayıfladığı zaman, doğuda Harzemler, batıda Rum Selçuklularının oluşturduğu noktada Araplar, Batı tarihçileri tarafından Moğol diye çevrilen ama Abul Farac’ın anlattığı gibi Tatarları ve Bayındır, Bayat gibi başlıca Türk kabilelerini Orta Asya’dan Anadolu’ya getirmişlerdir. … Bu da yeni bir Türk etnisini bu bölgede oluşturmuştur. Keza Selçukluların iktidara gelmesi ile Araplardan alınan Diyarbakır bölgesi, Cezire bölgesi Selçuklu düzenine göre tertip edilerek Selçuklu yönetimi altına alınmıştır. Selçuklulardan sonra İlhanlılar aynı bölgeyi 100 yıl boyunca aynı tarzda yönetmiştir. İlhanlılardan sonra Abul Farac tarihinde Akhun ve Karahun kabileleri olarak geçen Karakoyunlu ve Akkoyunlu kabileleri www.altinicizdiklerim.com 3 gelmiştir. Bunlardan meşhur Akkoyunlu Uzun Hasan’ın başkenti ve sarayı Diyarbakır’da yer almaktadır. Ve Akkoyunluların döneminden hemen sonra Timur burayı zapt etmiş, Timur’un buradaki egemenliğinin sona ermesinden sonra yeniden Akkoyunlular egemen olmuş ve Akkoyunluların yıkılmasından sonra da Safeviler bu bölgeye egemen olmuşlardır. İran ve Doğu Anadolu bölgelerinin tamamı Türkmen kabilesi olan Akkoyunluların egemenliğindedir. Daha sonra bu bölgede Safeviler iktidar olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i Çaldıran’da yendikten sonra Uzun Hasan’ın Diyarbakır’daki sarayı Tebriz’e taşınmış ve ülke Tebriz’den idare edilirken Diyarbakır Valilik durumuna gelmiştir. Kürt tarih yazıcılarının söylediğinin aksine, Osmanlı buradaki Kürt Beylerini resmi olarak tanımak zorunda kaldığı için değil, tam tersi burada varlığını sürdüren Türkmen Beyliklerinin ve kabilelerinin bu bölgeden sürülebilmesi için bu bölgeye yerleştirilen göçebe Kürt aşiretlerinin kayıt altına alınmasını amaçlamaktadır. Keza Doğu Anadolu’daki bir çok Kürt kabilesi (Zilanlar) buldukları bölgeye, Van kuzeyine Sultan Selim’in döneminde yerleştirilmiştir. Bu yerleştirme, Şah İsmail’in Türkmen kabilelerinin bu bölgeye geri dönüp yerleşmelerini engellemeyi amaçlamaktadır. Bu süreçte Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kalan Türkmenler kimliklerini değiştirerek Kürt kimliği ile varlıklarını sürdürmüşler ve Kürtleşmişlerdir. Yine Tori’den aldığımız kaynaklarda Türkmen Ustaç Bey’in kovulmasından sonra Diyarbakır’ın taksiminin daha da detaylandırılmış olduğunu görmekteyiz. Buna göre Diyarbakır şu sancaklara ayrılmıştır: Amid, Kemah, Harput, Arapkir, Ergani, İspir, Bayburt, Kiğı. Aynı zamanda Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı 28 sancak oluşturulmuştur … Bunların Beyleri ve bu Beylerin oluşturdukları araziler deftere yazılarak Osmanlı’nın vergi topladığı tımarlar olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka ifade ile Kurmanc etnik oluşumunun başlangıçı olarak, ilkel komünal toplulukların Osmanlı feodal düzenine göre yerleştirilmesini alabiliriz. Sanıldığı gibi Osmanlı, Kürt Beylerinin varlığını kabul etmiş değildi. Tam tersine, Kızılbaş Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması için bu bölgeye Şafii Müslümanlar yerleştirilmiştir. Kızılbaş Türkmenler katliamlar ile bu bölgeden uzaklaştırılırken, Osmanlılar tarafından Kürt etnisi dediğimiz yapı bu bölgede oluşturulmaya başlanmıştır. Daha evvel Arap kökenden gelen topluluklar Osmanlı tarafından Müslüman olarak deftere yazılmış ve bu anlamda Türkmen olmanın Kızılbaş olmayla eşit olduğu noktada İdris Bitlisi’nin ve Şerefhan’ın tarihinde kaleme aldığı gibi bölgeden Türkmenlerin tasfiyesini amaçlayan bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu da bize göstermektedir ki “Burası Kürt bölgesiydi ve burada yaşayan topluluklar Kürt’tü” tezinin bir temel dayanağı bulunmamaktadır. Keza Şerefhan bile Diyarbakır’ı, Meyyafarkın’ı Kürdistan içinde saymaz. “Kürtler Cinlerin Çocuklarıdır” Kürt sözcüğü, bu bölgede göçer çoban kabileleri ifade eder. Arapça “Ekrad” sözcüğünden gelir. Bu veriler yorumlandığında, Kürt toplumsal yapısının farklı etniler, farklı statü ve sınıflar şeklinde bir araya gelişini anlamlandırabiliriz. Çünkü Kurmanc olgusu Şerefhan’dan sonra, yani Osmanlı’nın Kızılbaşları buradan çıkarmasından sonra ortaya çıkmıştır. Keza Karakoyunlu Beyliği içinde yer alan Musul bölgesindeki bazı Kürt kabileleri ile Karakoyunlular buraya yerleşmiştir. Bu Kürt kabileleri de İlhanlıların önünden kaçan Bayat boyları ile gelen kabilelerdir. Burada da dil, 18. yüzyılda geçen Sorani olmuştur. Ve bu anlamda Kurmanclarla Soranlar birbirleri ile anlaşamamaktadırlar. Kürt Tarih Çarpıtması Devam Ediyor Tanrı ismi toplulukların kültürel kökeninde önemlidir. Arapların Allah ismine rağmen, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Tatarların Huday-Khuday ismini otantik olarak kullanması önemlidir. Keza bugün Soranlar Kadiri, Kurmanclar ise Nakşibendi tarikatlarındandır. Geçmişte Kadiri olan Kurmanclar günümüzde Nakşibendi olmuştur. (Bulut). Nakşibendilik Orta Asya’da yayılmış, Bahaddin Nakşibendi’nin sufi yoludur (Togan). Kafkasya ve İran’a Türkistan kafileleri ile yayılmıştır. Bu olgu da, Kürt Beylerinin Türkistan ile ilişkisine işaret eder. Diğer www.altinicizdiklerim.com 4 taraftan Kurmanc-Goran farklılaşmasının dilsel, dinsel, etnisel, sınıfsal karşıtlığı, Kürt etnileri farklılığından çok, fetheden ile fethedilen olarak bir araya gelen iki kimliğin aynı süreçte farklı gelişimleridir. Türkmenler ve Kürtler birbirlerini yok eden antagonist topluluklardır. Bunlarda kullanılan Zaza dilinin, yani Gorani'nin nedeni, Harzemşahlar'da hem Türkçe hem Gorani kullanılmasıdır. Zazaca'yı Türkmen olduklarını saklamak ve katledilmelerini önlemek için kullanmışlardır. Ama gerek dinsel ayinlerinde gerek ozanlarının şiirlerinde Türkçe kullanmışlardır. Bu iki dillilik Türk toplulukları içinde hep söz konusu olmuştur. Keza tüm Alevi ozanların da şiirleri Türkçe’dir. Etnik yapıya baktığımız zaman Kürtlerin İranlı, Fars, Türk ve hatta Ermenilerden oluşmuş bir topluluk olduğunu Nikitin söylemektedir. Diğer taraftan da dil olarak Gorani, Helvani, Zazaki gibi dillerin Orta İran’da ve kuzeydeki topluluklar içinde yer alan, ama Türkiye’ye Cengiz Han döneminde geldiğini gördüğümüz topluluklarda olduğunu görmekteyiz. Yüzyılın başındaki Wilsonculuk, tarihsel ulusal devletlerin yani Marx’ın deyimiyle büyük uluslar olan Türklerin, Rusların parçalanmasını sağlayan, küçük ulusları yaratan bir tavırdır. İdeolojik olan bu yaklaşımın, bir etni oluşturmak, hedef seçilen bölgeyle o etniyi özleştirmek ve orada bir devleti oluşturmak çabasının ürünü olduğu görülmektedir. Batılı devletlerin bu tarzdaki çabasının nedenleri nedir, Kürdoloji enstitülerinin son dönemlerdeki ciddiyetten uzak ama ciddi gibi gösterilmeye çalışılan bu çabalarının nedenleri nedir sorusunun yanıtını Hobsbawm’dan alalım: “Tarih de milliyetçi, etnik, şeriatçı ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin belki de asıl öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman yeniden icat edilmelidir.” Eric Hobsbawm’ın söyledikleri, Kürt tarihi yaratımının bugünkü gerekçelerini vermektedir. Yani ebediliği olmadığı gibi tarihsel bir tabanı da yoktur. Ama bugün yaratılmak istenen bir fenomen için geçmiş arama çabasının olduğunu görüyoruz. Etnik milliyetçiliğin yaratılması için ideolojik bir tarih yaratmak ve fenomen olan bir tarihi oluşturmak, olmuyorsa zorla oluşturmak gibi bir olgu söz konusudur. 1000 yıldan beri kesintisiz Türk yönetiminde olan İran, Türkiye ve Türkistan’da bir dizi yeni etni yaratılması çabasını da bundan dolayı görmekteyiz. Ve bu sürece bakıldığı zaman Kürt etnisi dediğimiz gruplar, Türkmenlerin Anadolu’ya girmesiyle burada var olan Iran unsurlarını kendi yapılarına almalarıyla oluşmuş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Egemen soylular, gulam askerler, Goran köylüler olarak biçimlendirilen bu üçlü yapıyı, Kürtleri Kurmanclar ve Goranlar diye ayırma çabaları izleyecektir. Aslında Kurmanclar ve Goranlar diye bir ayrım yoktur. Tersine, Kurmanclar Osmanlı’nın oluşturduğu bir etnidir. Büyük olasılıkla da Ermenice bir sözcükten o dönemde üretilmiş bir yapıdır. Şah İsmail’e karşı kullanılan Kurmanclar, komünal yapının Osmanlı aristokrasisi tarafından feodalleştirilmesidir. Bu yapılar komünal yapıdaki topluluklar üzerinedir. Emir ve Bey aşiretler üstü merkezi yapının temsilcisidir ve feodaller zamanla Kürtleşmişlerdir. (Nikitin) Diğer taraftan tarihi gelişimi esas aldığımız zaman, komünal yapıların oluşturduğu kuzeyli Kürtler ile yani çoban halindeki Bitlis ve bunun kuzeyi Kürtlerle, Diyarbakır, Silvan, Urfa ve Mardin’de yaşayan toprağa yerleşmiş feodal yapılar arasında tarihsel bir bütünlük de yoktur. Çünkü güney, tamamen feodalleşmiş, toprağa yerleşmiş, ağalardan oluşmuş yapıdadır. Ama diğer taraftan, Nikitin’in de söylediği gibi Kürtler komünal yapıya aşamamış haldedir. Ve Kürtlerin ilk defa feodal yapıya geçişini Yavuz Sultan Selim’in İdris Bitlisi’ye gönderdiği fermanda detaylarıyla görmekteyiz. Fermanda bu bölgedeki bütün tımar dağılımlarını elinde tutan ve bölgenin gelirini, vergilerini toplayan Diyarbakır Beylerbeyini görmekteyiz. Ve bu Diyarbakır Beylerbeyi İran sınırından Musul’a kadar kalan bütün bölgedeki eyaletlerden vergileri toplayarak bu ilkel komünal durumda bulunan yapıları feodal bir yapıya dönüştürmüştür. Bu, komünal yapıdaki Kürtlerin içsel bir gelişmeyle kendi kendilerine feodal yapıya geçişi değil, Osmanlı ve ondan evvelki Selçuklu Türklerinin tarihsel devrimi ile olmuştur. Yani Osmanlı ve Selçuklu Türkleri oradaki yerleşik alanı zaptederek kendi yapılarının rönesansını oluşturmuşlardır. Yapılan Türk akınları, oradaki yerleşikleri culduk-reaya haline getirerek feodalleşmelerini sağlamıştır. Yoksa Kürtlerin aktör olduğu bir gelişmeyi tarih boyunca görmemekteyiz. www.altinicizdiklerim.com 5 Şerefhan, Kürtlüğü Müslüman kimliğiyle ortaya çıkarmakta ve yazdığı kitapta Arapların tarihini anlatmaktadırlar. Yani bize Şerefname’de Kürt tarihi diye Arapların tarihi anlatılmaktadır. Daha sonraki Kürt tarihi döneminde Safevilerin, Akkoyunluların, Karakoyunluların savaşları, ondan sonra da Kaçarların tarihi anlatılmaktadır. Ve böylelikle on binlerce sayfa da yazılsa esas olarak Kürtlerin aktör olarak var olabildiği tek bir tarih söz konusu değildir. Bu boyutuyla bakıldığı zaman Kürt tarihi olarak anlatılabilecek Kürtlerin oluşturduğu bir devlet, Kürtlerin oluşturduğu bir aktivite, bir kolektif aksiyon söz konusu değildir. Buna en tipik örnek olarak bugün Kürtlerin başkent olarak ileri sürdükleri Diyarbakır’ı gösterebiliriz. 1500’lü yıllarda Türkmenlerden alınması için Yavuz’un Kürt denilen unsurlara “Gidin orayı alın:” dediği zaman “Biz alamayız. Siz alın bize verin.” konumunda kalmışlardır. Bu da göstermektedir ki, bu kabilelerin kolektif bir aksiyonu tarih boyunca olmamıştır. Ne bundan önce ne bundan sonra görülmüş bir olay değildir. Ve bu da Nikitin’in açıkça söylediği “Kürtler ilkel komünal yapıda bir topluluktur, komünal yapıdan çıkmadıkça ulus devlet olamaz.” tezini doğrulamaktadır. Ama bugünkü Kürdoloji Enstitüleri, Kürtlerin prensleri, kralları ve hanedanları olduğunu ileri sürerek, kabile yerine klan sözcüğünü kullanarak bunu sağlayabileceklerini düşünmekte ve hatta bir taraftan kimliklerinin, kökenlerinin, dillerinin ne olduğu bilinmeyen Hurrilerin Kürt olduğunu söylerken, Hint- Avrupa dili konuştukları ve Aryen olduğunu söyledikleri Medlerin, Mitannilerin de Kürt olduğunu söyleyerek kendi içlerinde çelişkili bir duruma düşmektedirler. Farsların egemen olduğu yerde Kürtçe’nin Farsça’dan başka bir biçim olmadığı gerçeğinin ortaya çıkması karşısında bütün söylediklerinin bilimsel olmadığı noktasına gelmektedirler. Yeni Kürt tezlerine göre, bütün Anadolu’nun antik tarihini Kürtler oluşturmaktadır. Romalılar Kürtleri bu bölgeden sürdüklerinden, Türkmenler Anadolu’ya geldiği zaman Kürtleri orada bulamamışlardır. Kürtlerin olmaması nedeniyle Selçuklular Anadolu’ya rahatça girmiştir. Izady’nin şu itirafı Antik tarih tezini bütünüyle çürütür: “Bizanslıların boşaltılan bölgelere yeniden nüfus yerleştirme girişimlerine rağmen yüz yıldan daha az bir süre sonra Malazgirt Savaşı’nın ardından büyük bir Türki göçebe seli Anadolu’ya girdiğinde söz konusu bölgeler neredeyse tümüyle boştu; Türki göçebeler Bizanslıların boşalttığı bölgeleri neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan çabucak kendi denetimleri altına aldılar. Ermeni yerleşimciler ancak Yukarı Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinde Zeytun dolaylarındaki Kilikya yaylalarına çekilebilirken, Aramiler kırsal bölgeyi, geldikleri zamanki gibi boş bırakıp bölge şehirlerine (örneğin Adıyaman, Antep, Urfa) çekilerek büyük ölçüde ortadan kaybolmuşlardı. Kendilerine dokunulmayan daha önceki Kürt sakinler doğal olarak işgale karşı direnecek ve bölge, orada olağanüstü çoğalarak en sonunda Bizans Devleti’ni ele geçiren bu göçebeler için kolay lokma olmayacaktı. Kürtler yüzlerce yıl süren ayrılıktan sonra ancak şimdi barışçıl ve organik bir şekilde bu bölgelere yerleşmeye başlıyorlar.” Ermenileri, Gürcüleri ve Nasturiler gibi unsurları Kürtler dışında tutan ikinci kuşak tarihçilerin yerini, “Süryaniler de Kürt’tü, Kapadokya da Kürt’tü, Ermeniler de Kürt’tü” deme noktasına gelmekte olan bugünkü kuşak tarihçiler almaktadır.” (Izady) “Bizanslılar kısa bir süre içinde neredeyse tamamen Kürt olan ve Hıristiyan olmayan nüfusunu acımasızca göç ettirmeye ve katletmeye giriştiler. Bizanslılar Fırat’ın batısındaki bölgelerde, Yukarı Kızılırmak havzasında ve Doğu Toroslar'da, Commanege, Kapadokya, Doğu Pontus ve bir ölçüde Cezire bölgelerinin antik dönem Kürt sakinlerini köklerinden sökmeyi başarmışlardı. Bizanslılar onların yerine, İmparator Nicephorus Phocas döneminden başlayarak Eski Kürt topraklarına Hıristiyan Aramileri ve Ermenileri yerleştirmek gibi bir program başlatmışlardı.” (Izady) Etni canlı bir olgudur. Uygarlıkların, devletlerin, halkların sürekli yok olması gibi yeniden doğması da bir olgudur. Keza, Kürtlerin kadim tarihsel başkenti olduğu ileri sürülen Diyarbakır’ın 16. yüzyılda bile Türkmen şehri olduğu, Akkoyunlulara başkentlik yaptığı, İlhanlılar ve Selçukluların bir şehri olduğu gerçeği göz ardı edilir. www.altinicizdiklerim.com 6 III. Kuşak yazarlar Medlerden de geri gider, kökeni ve dilini bilmedikleri Hurrilerin, Guttilerin Kürt olduğunu, Avrupalıların, Avrupa’ya göçen bu ilk Kürtlerin torunları olduğunu, geride kalanların ise günümüz Kürtlerini oluşturduğunu yazarlar. Tarih atlasını önüne alıp Kürdistan olduğunu varsaydıkları coğrafyada tarih boyunca yer almış devletlerin Kürt Devleti olduğunu yazarlar. Ama bu devletlerin dilini de, etnik bileşimlerini de bilmeksizin Kürt sayarlar. Oysa günümüze kalmış ne bir Kürt parası, ne bir Kürt yazılı anıtı, ne de Kürtçe bir alfabenin olmayışını sorgulamazlar. Kaldı ki Kürtlerin antropolojik olarak ilkel komünal yapılarını geçen yüzyılda bile koruduğu Minorsky tarafından belirtildiği halde, Kommenega Hanedanlığı’nın, Ermeni Hanedanlığı’nın ve Süryanilerin Kürt olduğu şeklinde bir tez ileri sürerler. Daha sonra tüm antik tarihin ve bu hanedanların tarihini Kürt tarihi olarak yazarlar. Safevilerin Kürt olduğunu, Kaçarların Kürt olduğunu yazacak kadar tarihten koparlar. Kürt’le hiçbir ilgisi olmayan etnilerin, devletlerin, ulusların, uygarlıkların tarihini anlatan binlerce sayfalık çarpıtılmış tarih, Kürt tarih yazımı olamaz. EEkkrraadd KKiimmlliiğğii Yavuz Sultan Selim’in örgütlediği ve günümüzde Kurmanc ve Soran kimliği ile öne çıkan toplulukların Sultan Selim öncesi kimlikleri nelerdir? Izady’nin vurguladığı gibi Doğu Anadolu’daki Abbasiler sonrası tüm Müslümanlar, Ekradlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Romalılar tarafından sürülmüştür. Ermenistan bölgesinde 16. yüzyılda Sorani dilinin ve Kurmancinin yayılım aşamalarını Izady’nin haritalarında gördüğümüzde, Urumiye Gölü ve Van Gölü arasında 12. yüzyılda yer almaya başlayan Kurmancların 13. ve 14. yüzyılda Bitlis’e doğru göç ettiğini, 15, 16 ve 17. yüzyılda ise Güneydoğu Anadolu’ya uzandığını görmekteyiz. Bu yayılım ile Selçuklunun Anadolu’yu Bizanslılardan alması sürecinde bu bölgeye yerleşen Türkmen kabilelerle beraber Kurmancların bu bölgede görülmeye başlaması anlamlı bir beraberliği gösterir. Akkoyunlular ve Karakoyunlular döneminde Anadolu’ya doğru ilerleme göze çarpar. Keza Yavuz sonrası 16. yüzyılda Güneydoğu Anadolu’ya ilerlediklerini görmekteyiz. Bu boyutuyla bakıldığında Kurmancların bu bölgede görülme dönemi ve dilinin gelişmesi ile Türklerin bu bölgede yerleşmesi arasında birebir ilişki vardır. Bu ilişki de Türkmenlerle birlikte Anadolu’ya gelmiş, daha sonra Osmanlılar tarafından Müslüman olduğu için korunmuş olan bir etninin gelişimi tarihini Izady’nin dil yayılım haritasında Kurmanci ve Sorani’nin yayılımını görmekteyiz. … Bu kabilelerin Kızılbaş oldukları için bölgeden çıkarılmasından sonra bu bölgeye, dağlık bölgeden gelen Kurmancların, Soranların yerleştirildiğini ve bunların dilinin geliştiğini görmekteyiz. Bu dilin de Sultan Murat’ın Bağdat’ı almasıyla birlikte gelişmeye başladığını görmekteyiz. Bu haritaya bakıldığında Osmanlının bu bölgedeki egemenliği süresince Müslüman bir etniyi geliştirmesi sürecini açıkça görmekteyiz. Sahte Belge İle Tarih Yazımı Kürtlerin Aryen olduğu iddiası ile ortaya çıkan Kürt tarih yazıcıları, Aryenlerin dinlerinin Zerdüşt olduğundan hareketle, Kürtlerin İslam öncesi dinlerinin Zerdüşt olduğunu ileri sürerler. Kürtlerin Musul’dan tehciri konusundaki uydurma hikaye, günümüzdeki Kürt hareketinin Musul’u ve Kerkük’ü işgali için yoktan var edilmiş, uydurulmuş bir tarihtir. Gerçekte ise Kürtler, Kuzey Irak’ta ilk kez Karakoyunlu Türkmenleri ile birlikte 14. yüzyılda görülür. … Soranlar Sultan Murat’ın Bağdat’ı Safevi Türkmenlerinden alması ile bu bölgeye yerleşmiş ve gelişmişlerdir. Somut Verilerle Tarih Yazımı Kurmanc ve Soran kimliği gelişimi öncesi, yani Abbasiler döneminde “Ekrad dediğimiz kabileler kimlerdir?” sorusunu açıklıkla tartıştığımızda burada Goran, Lur, Kelhur, gibi İranileri görmekteyiz. Goranlar Kürtler tarafından Yezitler, Yezdaniler olarak dışlanmış İrani bir topluluktur. Kurmanc kabileler tarafından reaya olarak köleleştirilmiş toprağa yerleşik gruplardır. Bu anlamda Kurmancların soylu www.altinicizdiklerim.com 7 aşirler olarak üst tabaka şeklinde bu topluluklar üzerine yerleşmesi, Kurmanc Beylerinin kökenlerinin de Türkmen veya Arap olması olgusunu karşımıza çıkarır. Yezdani ya da Alevi Türkmenler olarak Doğu Anadolu’da gördüğümüz Zazalar, esas olarak Harzemşahların, Selçukluların, Akkoyunluların Anadolu’ya gelmesiyle Anadolu’da gözükürler. Doğu Anadolu ve Irak’taki göçebe aşiretler Akkoyunlu Hanlığı’na dönüşerek Osmanlı’yla rekabet eden bir imparatorluk oluşmuştur. Osmanlı’yla savaşa giren Akkoyunlu Uzun Hasan’ın savaşı kaybetmesi sonrası başkent, Diyarbakır’dan Tebriz’e taşınmıştır. Şah İsmail’in Türkmenlere dayanarak bu bölgede egemenlik kurması, Yavuz’la Şah İsmail arasında bölgedeki ticareti kontrol etmek ve dünya ticaret sisteminde egemenlik için önemli bir çatışma noktası oluşturmuştur. … Kürt tarih yazıcıları ise buradan ileri giderek Safevileri de Kürt devleti olarak tanımlamak gibi bir saçmalığa düşmektedir. Bu tutarsızlığın temel nedeni de Şafii Kurmancların Kızılbaş Safevileri bu bölgeden çıkartmak ve Anadolu’daki egemenliklerine son vermek ereği ile Osmanlı tarafından bu bölgeye yerleştirmiş olmaları gerçeğini gizleme çabasıdır. Açıkça bilinmektedir ki, Safeviler Türkmenliğin en açık konumlarından birini oluşturmaktadırlar. Dinsel olarak da baktığımız zaman Safevilerin Kızılbaşlaşması ile Alevi Türklerinin Kızılbaşlaşması aynı sürece denk düşmektedir. Akkoyunlu’da Sünni olan Türkmen Beylikleri ve Zazalar Şah İsmail’le beraber Kızılbaşlığa geçmişlerdir. Buna karşılık Yezidi olan bazı Kürt kabileleri (Goraniler gibi) Osmanlı’yla beraber Sünniliğe daha doğrusu Şafiiliğe geçmiştir. İmamı Şafii’nin ideolojisi 9. ve 10. yüzyılda İmam Hanefi’yle beraber ortaya çıkmasına karşılık, gelişimini Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk’ün Şafii olmasıyla sağlamıştır. Nizam-ül Mülk Şafii medreseler açarak Şafii mezhebinin gelişmesini ve daha fazla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu da göstermektedir ki güneydoğudaki Şafii Kurmanc kabilelerin kökeni İran’dan gelmektedir. İran’daki bu kabileler Türkmenlerle beraber sürüklenerek Anadolu’ya gelmişlerdir. Selçuklular sonrası Anadolu’ya gelen Türkmen kabilelerin Şafii kimliğinin ön plana çıkmış olması ve bu kabilelerin Şafii oldukları için Yavuz tarafından Kızılbaşlara karşı kullanılması etnik yapılarının gelişmesine yol açmıştır. Keza Gorani olarak gördüğümüz Lorlara geçen, oradan da Lok ve Lorlara geçen eski Pahlevice dili konuşan gruplar ile yeni Farsi dili Tacikçe’yi konuşan Kurmanc ve Soranlar aynı Tacikler gibi İran’ı zapt etmesinden sonra eski Farsça’nın değişerek yerine geçen yeni Farsça’nın konuşulduğu topluluklardır. Bu dil Türkistan’da Tacikçe’dir, Afganistan’da Tacikçe’dir ama İran’da ve Anadolu’da Kurmanci ve Sorani olarak gelişmiştir. Bu haliyle bakıldığı zaman yeni Farsça’nın dilleri olarak Orta Farsça İran’da, Tacikçe Afganistan, Horasan ve Orta Asya’da, Kurmanci Güneydoğu Anadolu’da Sorani ise Kuzey Irak’ta gelişmiştir. Kürtlük ile bağlantısı olmayan, eski sönümlenen İrani topluluklar olarak tanımlanan Goraniler ise diğer Kürt gruplar tarafından reddedilmektedir. Toplum Bilimlerinin Gelişimi ve Tarihi Devrimler Şafii-Yezit ilişkisi efendi-köle ilişkisi biçiminde Süleymaniye ve güneyinde devam eden bir ilişkidir. Bu ilişkiye bakıldığı zaman Kurmanclar-Dımıliler, Soranlar-Goranlar şeklinde ikili bir toplumsal formasyon oluşmuştur. Arapların İran’ı işgali ile yeni Farsça, Tacikçe olarak ortaya çıkmış, Kurmanci ve Soranice yeni bir dil olarak Osmanlı döneminde gelişmiştir. Kürt Kimliği, Millet ve Milliyet Gerçekte Kürtler millet, milliyet aşamasına hiçbir zaman ulaşamamış, Türk süperetnosu içinde kalıntı kimera etniler olarak varlığını sürdürmüştür. Bir grup ise Osmanlı’nın onlara sağladığı imkanlar ile Kurmanc ve Soran olarak gelişmiştir. Goranların ve Dımılilerin kalıntı kimlikleri yok olup tükenirken, Kurmanclar ve Soranlar kendilerine sağlanan olanaklarla kimliklerini geliştirmişlerdir. Türk Kimliği Bir Süperetnostur Arapların kullandığı Ekrad sözcüğü de esas olarak Kürt etnik kimliğini değil dağlık bölgedeki “El Cebel” göçebeleri tanımlamaktadır. Bir anlamda Araplaşmış Farslıları temsil etmektedir. Türkmenlerle beraber gelmiş olan Farsi dil konuşan egemen gruplar (aşirler), Akkoyunlu Hanlığı’nda federasyonlar içinde açıkça görülen İrani etniler yerli bir yapı olmayıp Anadolu’ya ve İran’a Türklerle birlikte gelmişlerdir. Keza benzer şekilde Kürt tarihçiler “Kürtler buranın yerli ırkıydı, etnisiydi.” derken www.altinicizdiklerim.com 8 aynı çelişkiye düşmektedir. … Kürt tarihçilerinin ata olarak gördükleri Hurriler ve Gutiler fetihçi Mitanniler tarafından köleleştirilmişlerdir. Bu açıdan bakıldığı zaman bölgede yerleşik devamlı bir etni, bırakınız 7000 yılı 700 yıl bile kalamamaktadır. Bunların sebebi açlık, katliam, mikrop, salgın hastalıklar, kılıç ve oktur. Zapteden kabile zapt edileni ya topluca öldürür ya topluca köle yapar. Köle yaptığında da hadım ederek o ırkın etnik olarak varlığını sürdürmesine izin vermez. Diğer taraftan tarih boyunca bu bölgedeki açlıklar yaygın bir olaydır. Günümüzde bile bu bölgedeki insanlar açlıktan kırılmaktadır. Tapınaklar açlık düzenini korumak için tahıl deposu olarak kurulmuştur. Günümüzdeki dinsel grupların yardımı da dinsel oruçlarda bu eski tapınaklardan yetersiz gıda stokunun kullanımını düzenleyen kurallardan gelmektedir. Bu sürece tarihsel devrim açısından bakıldığı zaman Kürt olduğu ileri sürülen topluluklardaki komünal yapının feodalleşmesi de içsel bir dinamikle olmayıp aynı şekilde Osmanlı’nın bu bölgedeki kurduğu düzenle sağlanmıştır. Tarihsel olarak bu bölgede var olan krallıklarla, hanedanlıklarla bugünkü Kürt kabilelerinin ilişkisini kurmak, 7000 yıldan 5000 yıldan bu yana hiçbir değişiklik olmamış gibi bunları bulmaya çalışmak tarihsel bir çalışma olmayıp politikadan başka bir şey değildir. … Tarih yazımına baktığımızda özet olarak Kürt diye bir kimlik olmadığını ama Türk süperetnosu içinde Türkmenlerle gelmiş Orta Asyalı-İrani topluluklar olduğunu görmekteyiz. … İslam olgusunun bütünleyici rolü Arap süperetnosunun oluşumunda olmuştur. Türk süperetnosunun önünde ise bir engel oluşturmuştur. Sünni ve Alevi bölünmesi Türklüğü, İran-Doğu Anadolu Türklüğü ve Osmanlı Türklüğü olarak ikiye bölmüştür. Keza Türkistan Türklüğü ile İran Türklüğü Sünni-Şii ayrımı ile bölünmüştür. Tarih Tezi ve Kürt Tezinin Eleştirisi Kürt tarih tezi aslında teritoryal ulus yaratma projesinde ulusun önemli öğesi olan etni, dil, din yerelliği, esas olarak da tarih yazımıdır. Vulgar (kaba) bir yorumla, “uluslar 20. yüzyılda kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmış, ulusal pazarlar için oluşmuş birliklerdir” tezini eleştiren Antony Smith, aslında ulusların etnik kökeninin tarihsel bir süreç içinden geldiğini ve ulusların tarihin bir süreci olarak karşımıza çıktığını vurgulamaktadır. Bu anlamda tarihi materyalist bir yorumla baktığımız zaman Marx’ın da vurguladığı gibi gerçekten tarihsel uluslar vardır. Bu uluslar Türk, Arap, Alman ve Fransız ulusu gibi tarihsel süreçlerin sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu anlamda da tarihi büyük uluslar, etnik kökenlerindeki homojenleşme ve bütünleşme dillerindeki bütünleşme, kültürel ve dinsel bütünleşme ile bir coğrafi bölgedeki kalıcılıkları ile tarihsel süreçte oluşurlar. Daha sonra binlerce etnili dünya sistemine göre büyük ulusların parçalanması amacına giden Wilson prensipleri uyarınca etnilerden ulusçuklar ve devletçikler oluşturma politikası gündeme gelmiştir. Bu boyutu ile bakıldığında bu etnilerden devletçikler oluşturma politikası nedeniyle çarpıtılmış, yapay tarih kullanılmıştır. Bu anlamda örnek olarak Tacik ulusu yaratan Stalin, Taciklere, Taciklerle hiçbir ilgisi olmayan Samani Devleti’nin tarihini Tacik tarihi olarak esas aldırmıştır. Benzer şekilde Özbeklerin tarihini Altınordu- Çağatay Tatarlarından koparmak için Timur temelli bir tarih almış ve Türk tarih bütününden koparma yolunda ilerlemiştir. Kazaklar, tarihi kökleri olan Altınordu Tatarlarından koparılmaya çalışılmış, Azerilere kökleri olan Selçuklulardan, İlhanlılardan, Çağataylardan, Akkoyunlardan, Safevilerden, Afşarlardan ve Kaçarlardan kopuk, Türk tarihi bütünlüğünden ve kesiksiz tarihsel bütünlüğünden ayrı yapay bir Azeri ulusu oluşturulmaya çalışılmıştır. 1000 yıldan beri Türkleşmiş bir bölge olan İran içinden bir Fars devleti çıkarabilmek için Sasani öncesi bir Fars kimliğinin diriltilmesi çabasıyla bir tarih yaratımına girilmiştir. Bunun ilk adımı Türk isminin yerine Azeri isminin ön plana çıkarılması olmuştur. Bu boyutuyla bakıldığında günümüzde İran Türklüğünün bir parçasını oluşturan Azerbaycan Türklerinden Azerbaycan ulusu gibi ayrı bir ulus yaratılması çabası bu tip yapay tarih yaratımına bir örnektir. Azerbaycan tarihi Türkmenlerin Anadolu’ya gelmesi ile www.altinicizdiklerim.com 9 oluşmaya başlayan bir tarihtir. Sovyetlerin etkisi ile yaratılan Azeri ulusu deyimine Türkçüler baştan beri karşı çıkmış, Azerbaycan Türklüğü, Kafkas Türklüğü, İran Türklüğü veya Kafkasya-İran Tatarlığı adlarını kullanmıştır. Resulzade’nin karşı çıktığı gibi “Azeri” ismi Ruslar tarafından ortaya sürülmüştür. Bugün ise bazı Azeri milliyetçileri Azerilerin burada 10.000 yıldan beri var olduğunu öne sürdükleri bir tez ile Rus tarih tezi doğrultusunda yeni bir tarih yaratma uğraşısına girmeye başlamışlardır. Bunun çok daha tipik olanı Kürt tarihi yapımında kullanılan tezlerdir. Kürt tarih tezinin esas öğesi Kürt tarihinin birinci dönem orijinal yazarı olan Şerefhan, Yavuz Sultan Selim döneminde Şah İsmail’e karşı bu bölgedeki (Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak) Akkoyunlu Beyliği’nin devamı olan Safevi iktidarındaki Türkmenlerin bölgeden Kızılbaş olarak kovulmasını amaçlayan bir politikanın ürünü. Bu bölgede daha önce Abbasiler dönemindeki Arap kökenli Müslüman etnik kimliğin öne çıkarılması politikasıyla Kurmanc etniği oluşturulmuştur. Kurmanc etnisinin oluşturulması için Osmanlı Devleti buradaki kabileleri toprağa yerleştirmiş ve bunlara Osmanlı toprak düzenine göre tımar ve zeametler vererek sancak ve livalara göre düzenlemiştir. Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı olarak ataması ve Diyarbakır Beylerbeyliği’nin Cezire’den Kuzey Irak’a kadar devam eden egemenliği bölgesi olarak Osmanlı’ya bağlı olması temelinde bir tarih yazımıdır. Ekrad = Kürt!!! Şerefhan’ın Şerefname’de bahsettiği “Ekrad”lar, Arapça’da Mezopotamya çevresindeki dağlık bölgelerde (El Cıbar) yaşayan göçer kabilelere verilen bir isimdir. Fakat Ekradlar bu tarih yazımında Kürtler olarak çevrilmiştir. Oysa Ekrad’la Kürtlük arasındaki bir bağ yoktur. Günümüz Kurmanc ve Soranları ile Şerefname’deki kabileler arasında bir süreklilik yoktur. Tersine Ekradlar, Abbasiler döneminde İran veya Anadolu bölgesindeki dağlık bölgede yer alan kabilelerden, Araplaşmış İranlılardan, Anadolu’da Müslümanlaştırılmış topluluklardan oluşmaktadır. Bu anlamda bir Kürt kimliği ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur, çünkü Ekrad kelimesi dağlık bölgelerdeki göçebe kabilelere verilen bir isimdir. Abul Farac’da da Ekradlar, Maade Dağı’ndaki ilkel komünal ana hanlık topluluklar olarak küçük bir bölümde geçmektedir. Kurmanc ve Soranların Osmanlı etnisi olması dışında günümüzde tarihsel bir kaynak söz konusu değildir. Somut tarihi kökleri olmayan Kürt etnisi üzerine tarih yazımı giderek bu bölgedeki toplulukların arkeolojik gelişmeler ışığında bölgede görülen Persler için de Medlerin varlığı ve Medleri Kürt olarak yorumlama anlayışı gündeme gelmiştir. Oysa Persler ve Medler Akameniş iktidarı döneminde bir etnos olarak bütünleşmiş, Med ve Pers diye ayıramayacağımız bir topluluk olmuştur. Bunun ötesinde Medlerden daha da geriye giderek Hint-Avrupa kökenli olan Medlerin yanında, Mezopotamya çevresindeki dağları kapsayan bölgede yaşayan ve Aramice konuşan Hurrilerin ve bunların devamı Gutilerin Kürt olduğu ileri sürülmüştür. Ama Hurrilerdeki “H” harfini “K”ye çevirerek çıkan bir Kürt kavramı keza Guti’dcki “G” harfini “K” yaparak bir Kürt anlamında yorumlamaktan öteye gitmeyen bu kavramla Kürt kavramı yaratılmaya çalışılmaktadır. Yani … Kürt coğrafyası olarak tespit edilmiş bölgedeki tüm devletleri, tüm etnileri, krallıkları, hanedanlıkları Kürt kabul eden bir anlayışla Kürtlerin ne olduğunu gizleyen, gerçekten Kürt etnisinin kimliğini bulmak istemeyen bir tarih yazımı ortaya çıkmıştır. Tarihi Çarpıtmanın Gerçek Nedeni Orta Kürdistan, Güney Kürdistan, Batı Kürdistan, Uzak Batı Kürdistan, Kuzey Kürdistan gibi su, petrol, gaz ve benzeri stratejik kaynaklara ve stratejik alanlara sahip olan bölgeler Kürdistan olarak belirlenmiş, bu bölgede yaşamış halkların da Kürt olduğunu savunan stratejik hedefe göre tarih yazımına geçilmiştir. Bu da olmayan bir tarihi, olmayan bir etniyi yaratma çabası yani en azından uluslararası sözde bilimsel camiada veya politik camiada bir Kürt ulusu ve Kürt devleti yaratma çabasının bir ürünü olarak yüzyılımızda emperyalist hedefli bir tarih yazımıdır. Bu aslında, Kürt kimliği yerine Türkiye’nin Irak’ın bölgelerinde bir devlet oluşturma çabasının ürünüdür. Geçmişte İran için uygulanan bu emperyalist strateji sayesinde bin yıl kesintisiz süren Türk egemenliği altında Türkleşen İran’da Batılılar yapay bir Farsi kimlik yaratarak İran petrolleri üzerine egemenlik www.altinicizdiklerim.com 10

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.