KILIÇLARIN FIRTINASI KISIM I Orijinal Adı: A Storm of Swords Yazarı: George R. R. Martin Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Sibel Alaş Editör: Yasin Özdemir Düzelti: Fahrettin Levent Düzenleme: Ceyda Çakıcı Baş Kapak Uygulama: Berna Özbek Keleş 7. Baskı: Eylül 2013 ISBN: 9789944825337 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 12280 © 2000 George R. R. Martin Türkçe Yayım Hakkı: Akçalı Ajans aracılığı ile © Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Baskı ve Cilt: Sonsuz Basım Davutpaşa Cd. Güven San. Sit. C Blok No: 291 Topkapı / İstanbul Sertifika No: 28487 Tel : (0212) 674 85 28 501 04 95 Faks : (0212) 674 85 29 Yayımlayan: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Osmanlı Sk. Osmanlı İş Merkezi No: 18 / 45 Taksim / İstanbul Tel: 0212 252 38 21 pbx Faks: 252 63 98 İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com email: [email protected] KILIÇLARIN FIRTINASI KISIM I GEORGE R. R. MARTİN Çeviri Sibel Alaş KRONOLOJİ ÜZERİNE BİR NOT Buz ve Ateşin Şarkısı, bazen birbirlerinden yüzlerce hatta binlerce mil uzakta olan karakterlerin gözünden anlatılır. Bazı bölümler bir günü, bazı bölümler sadece bir saati kapsarken, diğerleri on beş günlük, bir aylık ya da yarım yıllık bir zamana yayılabilir. Bu çeşit bir yapı söz konusu iken, anlatıcı kesin surette dizisel olamaz; bazen, önemli olaylar eş zamanlı bir şekilde, birbirlerinden binlerce fersah uzakta gerçekleşmektedir. Şu an elinizde bulunan ciltten bahsedilecek olursa, okuyucu, Kılıçların Fırtınası’nın açılış bölümlerinin, Kralların Çarpışması’nın kapanış bölümlerini takip etmediğini, hatta o bölümlerle örtüşmediğini idrak etmelidir. Açılışı, Kral Toprakları’ndaki Karasu Savaşı sırasında ve savaştan sonra, İlk İnsanların Yumruğu’nda, Nehirova’da, Harrenhal’da ve Üç Dişli Mızrak’ta yaşanmakta olan olayların bazılarına yönelik bir bakışla yaptım. George R.R. Martin GİRİŞ Gün griydi, acı soğuktu ve köpekler kokuyu almıyordu. İri siyah dişi, ayı izlerini kokladı, geri çekildi ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp sürünün yanına döndü. Köpekler se(cid:976)il halde, nehrin kıyısında toplanmıştı; rüzgâr bedenlerini kamçılıyordu. Chett de hissediyordu; kat kat kara yünün ve kaynatılmış derinin içine sızıp onu da ısırıyordu rüzgâr. Lanet hava hem insanlar hem de hayvanlar için korkunç derecede soğuktu ama buradaydılar işte. Ağzı çarpılmış haldeki Chett yanaklarındaki ve boğazındaki çıbanların ö(cid:976)keyle kızardığını hissedebiliyordu. Sur’da, uğursuz kuzgunlarla ilgilenip ihtiyar Üstat Aemon’un şöminesini yakarken güvende durdum. Bu rahatlığı piç Jon Kar almıştı elinden; o ve şişman arkadaşı Sam Tarly. Burada, er bezleri donarken bir tazı sürüsüyle birlikte Tekinsiz Orman’ın derinliklerinde olması onların suçuydu. “Yedi cehennem.” Köpekleri harekete geçirebilmek için tasmaları sertçe çekti. “İz sürün piçler. Bu bir ayı izi. Biraz et istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Bulun!” Ama köpekler, birbirlerine daha da yaklaşıp inlemekten başka bir şey yapmadı. Chett, kısa kamçısını hayvanların başının üstünde şaklatınca siyah dişi hırladı. “Köpek eti de ayı eti kadar lezzetli olabilir,” diye uyardı Chett hayvanı, her kelimede nefesi donuyordu. Kız Kardeşli Lark kollarını göğsünde kavuşturmuş, ellerini koltuk altlarına sokmuş duruyordu. Siyah yünden yapılmış eldivenler giyiyordu ama sürekli parmaklarının donduğundan şikâyet ediyordu. “Avlanmak için çok soğuk,” dedi. “Kahrolası ayı. Uğrunda donmaya değmez.” Yüzünün çoğunu saklayan kahverengi sakallarının altından, “Elimiz boş dönemeyiz Lark,” dedi Minik Paul. “Lord Kumandan bundan hiç hoşlanmaz.” İri adamın ezilmiş burnunun altında buz vardı. Sümüğü donmuştu. İnce kürk eldivenin içindeki eli bir mızrağın sapını sıkı sıkı kavramıştı. “Yaşlı Ayı da kahrolsun,” dedi Lark; keskin hatları, asabi gözleri olan sıska bir adamdı. “Mormont gün doğmadan ölmüş olacak, unuttun mu? Onun neden hoşlandığı kimin umurunda?” Minik Paul, küçük siyah gözlerini kırpıştırdı. Belki de unuttu, diye düşündü Chett; hemen her şeyi unutabilecek kadar aptal bir adamdı Paul. “Yaşlı Ayı’yı neden öldürmek zorundayız? Neden sadece kaçıp onu rahat bırakmıyoruz?” “Onun bizi rahat bırakacağını mı düşünüyorsun?” dedi Lark. “Peşimize düşer. Av olmak mı istiyorsun seni koyun kafalı?” “Hayır,” dedi Minik Paul. “İstemem. İstemem.” “Öyleyse onu öldüreceksin?” dedi Lark. “Evet.” İri adam, mızrağının ucunu donmuş nehir kıyısına vurdu. ‘Yapacağım. Bizi avlamamalı.” Lark ellerini kollarının altından çıkarıp Chett’e döndü. “Rütbelilerin hepsini öldürmeliyiz bence.” Chett bunu duymaktan bıkmıştı. “Bunu konuşmuştuk. Yaşlı Ayı ve Gölge Kule’den Blane ölecek. Grubbs ve Aethan da öyle, nöbet sırasındaki talihsizliklerinden; Dywen ve Bannen iz sürebildikleri için; Sör Domuzcuk da kuzgunlar yüzünden. Hepsi bu kadar. Onları uykularında, sessizce öldüreceğiz. Bir çığlıkla solucan yemi oluruz, hepimiz.” Chett’in çıbanları ö(cid:976)keden kıpkırmızı kesilmişti. “Sen, sadece sana söyleneni yap ve kuzenlerinin de kendi işlerini yaptıklarından emin ol. Ve sen Paul, unutma, üçüncü nöbet, ikinci değil.” “Üçüncü nöbet,” dedi iri adam sakalların ve donmuş sümüğün arasından. “Ben ve Sessizayak. Unutmam Chett.” Ay bu gece ışığım esirgeyecekti. Kendi adamlarından sekizinin devriye nöbeti tutması için kurada hile yapmışlardı. Atları kollayan iki adamları daha vardı. Bundan daha uygun bir zaman bulamazlardı. Ayrıca, yabanıllar herhangi bir gün tepelerine binebilirdi artık. Bu gerçekleşmeden önce buradan iyice uzakta olmaya niyetliydi Chett. Yaşamak istiyordu. Gece Nöbetçileri’nin üç yüz yeminli kardeşi kuzeye at sürmüştü, Kara Kale’den iki yüz ve Gölge Kule’den yüz adam. Hayatta olanların gördüğü en büyük keşif gezisiydi bu, Nöbet kuvvetinin yaklaşık üçte biri. Ben Stark’ı, Waymar Royce’u ve kaybolan diğer korucuları bulmak, yabanılların kasabalarını neden terk ettiğini öğrenmek için yola çıkmışlardı. Stark ve Royce’a, Sur’dan ayrıldıkları zamankinden daha yakın değillerdi ama yabanılların nereye gittiklerini öğrenmişlerdi: Tanrıların unuttuğu Ayazdiş’in buzlu tepelerine. Yabanıllar sonsuza kadar orada çöküp kalabilirdi ve bu, Chett’in çıbanlarını hiç azdırmazdı. Ama hayır. Aşağı iniyorlardı. Sütnehri’nin aşağısına. Chett gözlerini kaldırdı, işte oradaydı. Nehrin taşlı kıyıları buz saçaklarıyla püsküllenmişti, süt gibi beyaz suları Ayazdiş’ten çıkıp durmaksızın aşağı akıyordu. Ve şimdi, Mance Rayder ve yabanılları da aynı yoldan aşağı iniyordu. Thoren Smallwood üç gün önce eli ayağına dolaşmış halde geri dönmüştü. Thoren keşif grubunun gördüklerini Yaşlı Ayı’ya anlatırken, adamı Kedge Akgöz de diğerleriyle konuşmuştu. “Henüz dağ eteklerinin epey yukarısındalar ama geliyorlar,” demişti Kedge ellerini ateşte ısıtırken. “Öncü kuvvetin başında Köpekbaşlı Harma var, pis sürtük. Goady, Köpekbaşlı’nın kampına gizlice yanaştı ve onu ateşin yanında gördü. Şu aptal Tumberjon kadına bir ok saplamaya niyetlendi ama Smallwood aklıselim davrandı.” Chett tükürmüştü. “Kaç kişiler, söyleyebilir misin?” “Çok fazla. Yirmi ya da otuz bin, saymak için oyalanmadık. Harma’nın öncü kuvvetinde beş yüz kişi var, hepsi atlı.” Ateşin etrafındaki adamlar huzursuzca bakışmıştı. Bir düzine atlı yabanıl görmek bile ender rastlanır bir şeydi ve beş yüz... “Smallwood, beni ve Bannen’ı öncülerin etrafından dolaşıp ana ka(cid:976)ileye bakmamız için gönderdi,” diye devam etmişti Kedge. “Sonları, sınırları yoktu. Donmuş bir nehir gibi ağır ağır ilerliyorlar, günde dört ya da beş mil, ama kasabalarına geri dönmeye niyetliymiş gibi de görünmüyorlar. Ka(cid:976)ilenin yarısından çoğu kadınlar ve çocuklardı, hayvanlarını önlerinde yürütüyorlardı; keçiler, koyunlar, hatta kızak çeken yaban öküzleri. Kızakları kürk balyalarıyla, et parçalarıyla, tavuk kafesleriyle, yağ yayıklarıyla, çıkrıklarla, sahip oldukları her lanet şeyle doldurmuşlar. Katırlar ve atlar öyle yüklü ki, görseniz belleri kırılacak sanırsınız. Kadınlar da öyle.” “Ve Sütnehri’ni takip ediyorlar?” demişti Lark. “Öyle dedim, demedim mi?” Sütnehri, yabanılları İlk İnsanlar’ın Yumruğu’nun önünden, Gece Nöbetçileri’nin kamp kurduğu kadim çemberkalenin dibinden geçirecekti. Bir zerre mantığı olan her adam, tası tarağı toplayıp Sur’a geri dönme vaktinin geldiğini görebilirdi. Yaşlı Ayı, Yumruk’u kazıklarla, çukurlarla ve mancınıklarla kuvvetlendirmişti ama böyle bir ordunun karşısında bütün bunlar beyhudeydi. Burada kalırlarsa girdaba çekilip yutulacaklardı. Ve Thoren Smallwood saldırmak istiyordu. Şeker Donnel Hill, Sör Mallador Locke’ın yaveriydi ve Smallwood geçen gece Locke’ın çadırına gitmişti. Sör Mallador, yaşlı Sör Ottyn Wythers’la aynı kanıdaydı, bir an önce Kara Kale’ye geri çekilmek için ısrar ediyordu fakat Smallwood adamı aksine ikna etmek istiyordu. Thoren’in, “Şu, Sur’un Ötesindeki Kral, bizi asla o kadar uzak kuzeyde aramaz,” dediğini rapor etmişti Şeker Donnel. “Ve o büyük ordusu, ayaklarını sürüye sürüye ilerleyen bir hayvan sürüsü sadece, kılıcın hangi ucunu tutacağını bile bilmeyen işe yaramaz ağızlarla dolu. Tek darbe bütün mücadele şevklerini kırar ve uluyarak ağıllarına geri dönerler, bir elli sene daha çıkmamak üzere.” Otuz bine karşı iiç yüz. Chett, buna rütbelilerin çılgınlığı demişti ama daha da çılgınca olan Sör Mallador Locke’ın ikna olmasıydı ve iki adam Yaşlı Ayı’yı da ikna etmek üzereydi. “Eğer daha fazla beklersek bu şansı kaybederiz ve bir daha asla bulamayız,” diyordu Smallwood onu dinleyen herkese. Buna karşılık Sör Ottyn Wythers, “Biz, diyar halkını koruyan kalkanız. İyi bir amaca hizmet etmeyecekse kalkanını çıkarıp atmazsın,” demişti ama Thoren Smallwood, “Bir kılıç dövüşünde en iyi savunma, düşmanını katledecek, hızlı bir darbe indirmektedir, bir kalkanın arkasına büzüşmek değil,” diye karşılık vermişti. Ama komuta ne Smallwood’da ne de Wythers’taydi. Komuta Lord Mormont’taydı ve Yaşlı Ayı diğer keşifçilerin dönmesini bekliyordu; Jarman Buckwell’i ve Dev Merdiveni’ne tırmanan adamları, Çığlık Geçidi’ni araştırmaya giden Qhorin Yarımel’i ve Jon Kar’ı. Fakat Buckwell ve Yarımel’in dönüşü gecikmişti. Büyük ihtimalle öldüler. Jon Kar’ı, o piç kıçına saplanmış bir yabanıl mızrağıyla birlikte, çıplak bir dağ tepesinde masmavi kesilmiş ve donmuş halde yatarken hayal etti Chett. Bu düşünce onu gülümsetti. Umarım pis kurdunu da öldürmüşlerdir. “Burada ayı (cid:976)ilan yok,” dedi aniden. “Bu izler eski. Yumruk’a dönüyoruz.” Geri dönmeye en az onun kadar hevesli olan kopekler Chett’in ayaklarını neredeyse yerden kesiyordu. Belki de kanlılarının doyurulacağım düşünmüşlerdi. Chett güldü. İyice kızgın ve saldırgan olmaları için hayvanları üç gündür beslememişti. Bu gece, karanlığa karışıp kaçmadan önce, köpekleri at sıralarının ırasına salacaktı, Şeker Donnel Hill ve Düztaban Kari hayvanların iplerini kestikten sonra. Yumruk’un her tarafında, hırıldayan tazılar ve ürkmüş atlar olacak, ateşlerin arasında koşup çemberduvara atlayacaklar ir çadırları çiğneyecekler. Bütün o karmaşanın içinde, herhangi biri on dört kardeşin yokluğunu fark edene kadar saatler geçebilirdi. Lark bu sayının iki katını getirmek istemişti ama nefesi balık kokan aptal bir Kız Kardeşli’den ne beklenebilirdi ki? Yanlış kulağa tek kelime fısılda ve daha ne olduğunu anlayamadan boyun bir baş kısalsın. Hayır, on dört iyi bir sayıydı; gerekeni yapmak için yeterli fakat sırlarını saklayamayacak kadar çok değil. Adamların çoğunu bizzat Chett toplamıştı. Minik Paul onunkilerden biriydi, bir salyangozdan daha ağır hareket etmesine rağmen Sur’daki en kuvvetli adam oydu. Sıkıca kucaklayarak bir yabanılın omurgasını kırmıştı. Adını, en sevdiği silahtan alan Kama da onların arasındaydı. Kardeşlerin Sessizayak dediği küçük, saçları kırlaşmış adam da vardı; gençliğinde yüz kadına tecavüz etmişti, aletini içlerine sokana kadar kadınların onu ne gördüğünü ne de duyduğunu anlatıp böbürlenmekten hoşlanıyordu. Plan, Chett’e aitti; zeki olan oydu. Piç Jon Kar, yerine şişko domuz arkadaşını yerleştirmek için onu işinden etmeden evvel dört mutlu yıl boyunca yaşlı Üstat Aemon’ın kâhyalığını yapmıştı. Bu gece Sam Tarly’yi öldürürken, “Jon Kar’a sevgilerimi ilet,” diye fısıldamayı planlıyordu kulağına, Sör Domuzcuk’un boğazını, kanını kat kat yağın arasından dışarı akıtmak için kesmeden hemen önce. Chett kuzgunları tanıyordu, orada Tarly’yle yaşacağından fazla bir sorun olmayacaktı. Bıçağın tek dokunuşu, ödleğin pantolonuna pisleyip hayatı için zırlamasına yetecekti. Bırak yalvarsın, hiç işine yaramayacak. Domuzcuk’un boğazını kestikten sonra kuşların kaçması için kafesleri açacaktı, böylece Sur’a hiç haber uçmayacaktı. Sessizayak ve Minik Paul, Yaşlı Ayı’yı öldüreceklerdi. Kama, Blane’in işini bitirecekti ve Lark’la kuzenleri, daha sonra izlerini sürmemeleri için Banncn’ı ve yaşlı Dywen’i susturacaklardı. On beş gündür erzak biriktiriyorlardı. Şeker Donnel ve Düztaban Kari atları hazır edecekti. Mormont’un ölümüyle, komuta yaşlı ve zayıf bir adam olan Sör Ottyn Wyhters’a geçecekti. Wyhters daha güneş batmadan Sur’a dönmek için koşturacak, arkamızdan binlerini yollayarak adam da ziyan etmeyecek. Onlar Chett’i çekiştirirlerken, köpekler ağaçların arasında koşuşturuyordu. Yeşilliğin ardında yukarı uzanan Yumruk’u görebiliyordu Chett. Gün öyle karanlıktı ki Yaşlı Ayı meşaleleri yaktırmıştı, taşlı ve dik tepenin zirvesini taçlandıran çemberduvarın etrafında kocaman bir meşale halkası yanıyordu. Üç kişi küçük bir derenin karşısına geçtiler. Su çok soğuktu ve yüzeyde buz tabakaları yayılıyordu. “Ben deniz kıyısına doğru gideceğim,” dedi Kız Kardeşli Lark. “Ben ve kuzenlerim. Kendimize bir tekne yapacağız ve Kız Kardeşler’e, evimize döneceğiz.” Ve evde, sizi kaçak olarak belleyip o aptal kafalarınızı uçuracaklar, diye düşündü Chett. Yemini ettikten sonra Gece Nöbetçileri’nden ayrılmanın yolu yoktu. Seni Yedi Krallık’ın herhangi bir yerinde yakalar ve öldürürlerdi. Ollo Kesikel de Tyrosh’a yelken açmaktan bahsediyordu; orada insanın basit bir hırsızlık yüzünden elini kaybetmediğini ya da yatakta bir şövalyenin karısıyla birlikte basıldı diye, hayatını donarak heba etmek üzere uzaklara gönderilmediğini iddia ediyordu. Chett onunla birlikte gitmeyi düşünmüştü ama Tyroshlar’ın kadınsı ve ağdalı dillerini konuşamıyordu. Hem, Tyrosh’ta ne yapabilirdi ki? Cadı Bataklığı’nda büyürken herhangi bir zanaat edinmemişti. Chett’in babası bütün hayatını başka adamların tarlalarını belleyip sülük toplayarak geçirmişti. Kalın deri ayakkabıları dışında çırılçıplak soyunur, çamurlu suların içine girerdi. Sudan çıktığında ayak bileklerinden göğsüne kadar sülükle kaplanmış olurdu. Vücudundaki hayvanları Chett’e çıkarttırırdı bazen. Bir keresinde, sülüklerin bir tanesi Chett’in avucuna yapışmıştı, Chett de elini tiksintiyle duvara vurup hayvanı ezmişti. Bu yüzden babasından fena bir dayak yemişti. Üstatlar bir düzine sülüğü bir meteliğe satın alıyordu. Lark canı istiyorsa memleketine gidebilirdi, o kahrolası Tyroshlu da öyle ama Chett gitmeyecekti. Cadı Bataklığı’nı bir kez daha görmek istemiyordu. Kendi adına, Craster Kalesi’nin görünüşünden hoşlanmıştı. Orada büyük bir lord olarak yaşamıştı Craster, Chett neden yaşayamasındı? İşte bu komik olurdu. Sülükçü’nün oğlu Chett, kale sahibi bir lord. Sancağı, pembe zemin üstünde bir düzine sülük olabilirdi. Ama neden sadece lordlukta kalacaktı? Belki de bir kral olmalıydı. Mance Rayder bir karga olarak başladı. Ben de tıpkı onun gibi kral olabilirim ve birkaç kadınım olur. Craster’ın on dokuz karısı vardı, üstelik henüz yatağına almaya fırsat bulamadığı küçük kızları hesaba katılmadan. Karılarının yarısı Craster kadar çirkin ve yaşlıydı ama bu sorun değildi. Chett, yaşlı olanları yemek ve temizlik işlerinde kullanır, onlara havuç toplatıp domuzları besletirdi. Genç kızlar da yatağını ısıtır ve onun çocuklarını doğururdu. Minik Paul’un bir kucaklayışından sonra Craster itiraz etmezdi. Köstebek Kasabası’nda parayla birlikte olduğu fahişelerden başka kadın tanımamıştı Chett. Genç bir delikanlıyken, köylü kızlar yüzüne bir kez bakar, çıbanlarını ve yağ bezelerini gördüklerinde tiksintiyle başlarını çevirirlerdi. İçlerinde en kötüsü o sürtük Bessa’ydı. Bacaklarını Cadı Bataklığı’ndaki her delikanlı için açıyordu. O bacakların kendisi için de açılacağını düşünmüştü Chett. Hatta, Bessa’nın kır çiçeklerini sevdiğini duyunca bütün bir sabahı ona çiçek toplayarak harcamıştı ama kız sadece Chett’in yüzüne gülmüş ve onunla yatağa girmektense, babasının sülükleriyle yatacağını söylemişti. Chett’in bıçağı içine girince kesmişti kız kahkaha atmayı, yüzündeki ifade o kadar tatlıydı ki bıçağı çıkarıp tekrar kızın içine sokmuştu. Chett’i, Yediçay’ın aşağısına yakın bir yerde yakalamışlardı. Lord Wälder Frey yargılamayı yapmak için bizzat gelmeye tenezzül bile etmemişti, piçlerinden birini yollamıştı; şu Wälder Nehir’i. Sonra, pis kokulu şeytan Yoren’le birlikte Sur’a doğru yürürken bulmuştu Chett kendini. Bir tatlı anın karşılığını ödetmek için bütün hayatını elinden almışlardı. Ama şimdi hayatını geri almaya kararlıydı Chett, Craster’ın kadınlarını da istiyordu. O çarpık, yaşlı yabanıl işin doğrusunu biliyordu. Sana karılık yapmasını istediğin kadını alırsın ve belki çıbanlarına dikkat etmez diye ona çiçek (cid:980)ilan vermezsin. Chett aynı hatayı tekrar yapmaya niyetli değildi. İşe yarayacak, diye söz verdi kendine yüzüncü kez. Temiz bir şekilde halledebilirsek. Sör Ottyn, Gölge Kule’ye doğru güneye gidecekti; Sur’a varmanın en kısa yolu buydu. Bizimle uğraşmayacak, Wythers yapmaz, bütün istediği tek parça halinde geri dönmek olacak. Öte yandan Thoren Smalhvood saldırı için ilerlemek isteyecekti ama Sör Ottyn eskiden beri ziyadesiyle ihtiyatlıydı ve rütbesi daha yüksekti. Bizim için hiçbir şey fark etmez, Smalhvood biz gittikten sonra istediğine saldırabilir. Niye umursayalım ki? İçlerinden herhangi biri Sur’a dönmeyi başarsa bile kimse bizi aramaya gelmez, diğerleriyle birlikte öldüğümüzü düşünürler. Bu yeni bir düşünceydi ve Chett’i bir an için cezbetmişti. Ama yetkinin Smallwood’a geçmesi için Sör Ottyn’i ve Sör Mallador Locke’ı da öldürmeleri gerekirdi ve iki adam da gece gündüz çok iyi korunuyordu... hayır, risk çok büyüktü. “Chett,” dedi Minik Paul, muhafız ağaçlarının ve asker çamların arasındaki av patikasında güç bela yürürlerken, “kuş ne olacak?” “Hangi kahrolası kuş?” diye sordu Chett. Bir kuş hakkında gevezelik eden bir koyun kafalı, Chett’in istediği son şeydi şu an. “Yaşlı Ayı’nın kuzgunu,” dedi Minik Paul. “Mormont’u öldürürsek kuşunu kim besleyecek?” “Kimin umurunda? İstiyorsan kuşu da öldür.” “Bir kuşa zarar vermek istemiyorum,” dedi iri adam. “Ama bu konuşan bir kuş. Ya yaptıklarımızı anlatırsa?” Kız Kardeşli Lark güldü. “Minik Paul’un kafası, kalelerin kalası,” diye alay etti. “Kes sesini,” dedi Minik Paul tehditkâr bir tonla. İri adam iyice ö(cid:976)kelenmeden önce, “Paul,” dedi Chett, “yaşlı adamı boğazı kesilmiş bir
Description: