133 KEMAL PAŞAZADENİN ESERLERİNDE AKIL VE AKLIN ÖNEMİ Dr. Samil ÖÇAL Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Arş.Gör. ÖZET Osmanlı Şeyhülislamlarından Kemal Paşazade, çeşitli ilim dallarına ait Arapça Farsça ve Türkçe birçok eser vermiş bir Türk-İslam düşünürüdür. Bu makalede onun akıl konusundaki görüşleri ele alınmıştır. Kemal Paşazâde'nin akıl konusundaki ifadeleri, Türk-İslam düşüncesi geleneği içerisinde akla verilen önemi göstermektedir. Kemal Paşazade aklı, Tanrı'nın yarattığı en şerefli varlık olarak görmektedir. Akıl Allah'ın ilk yarattığı varlıktır. Kemal Paşazade bu cihetle, aklın Allah'tan sonra tüm varlıkların nedeni olduğunu söylemektedir. Bu ifade, ilk yaratık olması bakımından aklın Allah nezdinde ne kadar kıymetli olduğunu göstermektedir. Ancak akıl bu şerefini Tanrı'nın buyruklarına uymakla kazanabilir. Ayrıca Kemal Paşazade aklın değerini ve Tanrı katındaki şerefini kaleme aldığı uzun bir şiirinde de dile getirmiştir. Bu şiirinde o, Tanrı'nın mecazî anlamda aklı evrenin ilahı olarak yarattığını söylemektedir. Tanrı insanoğluna akıl ve iman ve hayadan sadece bir tanesini seçmesini istediğinde, insan hiç tereddüt etmeden aklı seçmiştir. Çünkü iman ve haya derece bakımından akıldan sonra gelmektedir ve ona tabidir. Anahtar Kelimeler: Kemal Paşazade, Akıl, Baş gözü, Akıl gözü, İman, Haya, Din, Tanrı, İnsan. _______________________________________________________________________________________ bilig-9/Bahar’99 134 GİRİŞ sürdürülmektedir. Bu, rasyonel esasların yadsınması anlamına gelmez. Söylemek istediğimiz şey, insanın Türk-İslâm kültürü geleneği içerisinde genel bireysel ya da toplumsal hayatının "sadece planlanmış anlamda bir "düşünme yetisi" olarak kabul edilen aklın bir rasyonalite"ye bağlı olarak sürdürülemeyeceğidir. bu anlamda hiç bir zaman kötülenmediğini İslâmî düşünce ekolleri arasında Yunan felsefesi ile ilk söyleyebiliriz. Akla karşı gibi görünen oluşumlar, temasa geçen akım olarak bilinen Mutezile orijinalinde bizatihi aklın kendisine karşı olmayıp, mezhebinde bile aklın özerkliği, vahiy ve akıl daha çok belli ekollere mensup kimselerin akıl düzlemleri arasında mutlak bir çatışmayı öngörmediği anlayışına tepki olarak doğmuştur. Mesela çağdaş gibi, bir bilgi parçalanmasına yol açacak nitelikte düşünür Fazlurrahman'ın da belirttiği gibi, içinde değildi. Dahası Mutezilenin, aklı bir bilgi kaynağı bulunduğumuz çağda ve bize yakın çağlarda ulema olarak öne çıkarırken amaçladığı şey, tevhid, tenzih arasında yaygınlaşan anti entellektüalizm düşüncesi ve adalet prensipleri etrafında Allah'ın farklılığını Mutezilenin akıl konusundaki rasyonel görüşüne bağlı vurgulamaktı. Mutezile bu şekilde hem aynîleşmeyi olarak zuhur etmiştir. Bu tepkisellik daha sonra hem de çatışmayı bertaraf ederek bir dengeye ulaşmak yaygınlaşarak dini metinlerin yorumunda esas haline istiyordu (Davutoğlu, 1996). geldi. Hatta günümüzde inançlarına rasyonel temel Şeyhülislâm Kemal Paşazâde (İbn-i Kemal) arayan birçok çağdaş müslüman bile, fıkıh ya da (1468/69-1534),tarih.dil ve edebiyat, tefsir, hadis, hukuk alanında sorular sormayı hoş karşılamamaktadır İslam hukuku, kelam, felsefe, mezhepler tarihi (Fazlurrahman, 1969). Mutezilenin dini metinleri aklı alanlarında 200 civarında Arapça, Farsça ve Türkçe ön plana alarak okuma biçimi, sünni ulema tarafından eser kaleme almış olan bir Türk düşünürüdür. bu metinlerin aşkın ilâhî desteğini kaybetmeye yol Özellikle XVI. yüzyılda, Osmanlı Devletinin açacağı gerekçesiyle reddedilmekteydi. Böyle bir Safevilerin yayılmacı politikalarına karşı yürüttüğü tutumu en çok benimseyen sufilerin bile aklı "Allah'ın kampanyada, verdiği fetvalarla kamuoyu oluşmasını ilk olarak yarattığı ve aziz kıldığı" mahluk olarak sağlamıştır. Şeyhülislâmlık ve kazaskerlik yaptığı için görmeleri, İslâm dünyasında mutlak bir akıl o, aynı zamanda yönetimin bir parçası olmuştur (Öçal, karşıtlığının bulunmadığını gösterir. Hatta ilahî 1998) .Kemal Paşazâde'nin akıl konusunda Arapça tekliflere muhatab olması bakımından akla bir tür kaleme alınmış iki bağımsız risalesi vardır. Bunlardan kudsiyetin atfedildiğini bile söyleyebiliriz. Filozoflar, birisinde salt aklın tanımıyla ilgili yaklaşımlar ele kelamcılar ve mutasavvıflar, her ne kadar hakikatin alınırken, diğerinde, akıl ve akıl sahibi bir varlık olarak anlaşılmasında farklı metodlar kullanıyorlarsa da, hiç insanın çeşitli yönlerine dikkat çekilmektedir. bir zaman aklı ilahî köklerinden kopuk, evreni tek Düşünürümüz ayrıca Türkçe kaleme aldığı "Nesâyih" başına anlayabilen, pratik hayatımızda ortaya çıkan her adlı eserinde de aklın pratik kullanımından türlü sıkıntımıza çare olacak bir şey olarak bahsetmektedir. Bu makalemizde bu üç risaleden görmemişlerdir. Akla yönelik İslâmî eleştiri aklın hareketle Kemal Paşazâde'nin akıl konusundaki reddedilmesini beraberinde getiren bir şey olmayıp, görüşlerini ele alacağız. daha çok onun varlığın hakikatini anlamada insanî bilince ve duyarlılığa katkısının sınırlarını gösterme KEMAL PAŞAZÂDE'YE GÖRE AKLIN amacı gütmektedir. Sonuçta bu tür eleştirilerin İslâm TANIMI VE MAHİYETİ medeniyetinin önünde duran rasyonalizm gibi insanı tek boyutlu değerlendiren bir tehlikeyi bertaraf ettiğini İslâmî kültür ortamında yetişen meşhur filozoflar söyleyebiliriz. Çünkü insan hayatı, rasyonel esaslardan aklı çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Mesela Kindî' tamamen ayrılmamakla birlikte, daha çok sadakat, ye göre akıl "varlığın hakikatini kavrayan basit inanç ya da mitlerle cevher"dir. (Kindî, 1994) Ünlü Türk- bilig-9/Bahar’99 135 İslam filozofu İbn-i Sina ise, Aristoteles'e bağlı kalarak ki durumudur. İnsan nefsi ilk ma'kûlâtı kabul edebilme aklın ilimden farklı olduğuna dikkat çeker: isti'dadı gibi bir potansiyele sahip olması dolayısıyla "Akıl, nefiste fıtri bir suret olarak varolan tasavvurlar "heyûlanî akıl" adını alır. Gene insan nefsinde, birincil ve tasdiklerdir. Halbuki ilim, iktisab yoluyla elde edilen bir anlamlar (makûlat-ı ûla) ın ortaya çıkmasıyla birlikte şeydir (İbn-i Sina, 1987). beliren fikirlerin oluşmasına zemin hazırlayan bir Filozoflar genellikle aklı, hem kendi özü itibarıyla kuvvet vardır ki, buna da "mükteseb akıl" denir. Aklın hem de fiili itibarıyla mücerred bir cevher olarak kabul belli bir mekanda bulunduğuna inananlara göre ise etmektedirler. Yani onların anlayışına göre akıl cisim akıl, Allah'ın dimağda yarattığı ve ışığını kalbe salan olmadığı gibi, fiilleri itibarıyla cisme bağımlı değildir. aydınlatıcı bir cevherdir. Bu görüşte olanlara göre akıl, Akıl bu anlamda Allah'tan ilk sadır olan şey olarak duyu algılarının alanına girmeyen (gâibât) şeyleri kabul edilir. Sudur nazariyesinde önemli yer işgal eden dolaylı olarak, duyusal şeyleri ise müşahede ile idrak "Bir'den bir çıkar" kuralı gereğince Allah'tan ilk sadır eder. Kemal Paşazâde, bazı filozofların insan aklını olan şeyin akıl olduğunu kabul eden Kemal Paşazade, ruhanî bir cevher olarak gördüklerine değinir. Bunlara bu cihetle aklın Allah'tan sonra tüm varlıkların nedeni göre akıl Allah tarafından insan bedeniyle tasarruf ve olduğunu söylemektedir. Bu ifade, ilk yaratık olması tedbir ilişkisi içinde yaratılmış olup tümelleri algılar ve bakımından aklın Allah nezdinde ne kadar kıymetli düşünsel eylemleri gerçekleştirebilir (Paşazâde, 1864 olduğunu göstermektedir. Fakat daha sonra b). Bu görüşü savunanların iddiasına göre, nefsin değineceğimiz üzere, aklın Allah katındaki azizliği, bedenle olan ilişkisi eylemlerinde bedene tasarruf etme O'nun emirlerine eksiksiz bir şekilde itaat etmesinden ilişkisidir. ve insanların Allah'a yakınlaşmasını sağlamasından İbn-i Kemal, akıl konusunda kelamcıların kaynaklanır. Bu da göstermektedir ki İbn-i Kemal'in, görüşlerine değinirken şuna işaret eder : eserlerinde bahsettiği akıl, Allah'ın ilk yarattığı şey ve "Kelamcılara göre akıl basit bir cevherdir. Eşyanın O'nun emirlerine itaat eden bir yaratık olması gerçekliğini hiç bir zamansal aralık olmaksızın tek bir dolayısıyla övülmektedir. Esasında Mutezile dahil tüm defada idrak eder"(Paşazade, 1864 b). müslüman düşünürlerin teosentrik bir akıl İbn-i Kemal akıl konusunda kelamcılar arasındaki anlayışından hiç bir zaman sapmadıklarını söylemek farklı görüşlere de değinir. Mesela Taftazanî (1322- yanlış sayılmaz kanaatindeyiz. 1390) bunlardan birisidir. Taftazani, aklı nefsin bir Akıl konusundaki bir başka anlaşmazlık metafizik gücü ve yeteneği olarak görür. İnsan bu güçle ilimleri boyutludur: Akıl cevher midir, araz mıdır? Filozoflar öğrenme isti'dadına sahip olur. Akıl insanda fıtri bir genel olarak aklın bir cevher olduğunu söylerler. Böyle nitelik olarak bulunur. Organlarımızın işlevlerini olmasına rağmen onların akıl konusunda ortak bir sağlıklı bir şekilde yerine getirmeleri halinde, aklımız düşünce etrafında birleştikleri söylenemez.Onun bir zarûriyyat olarak kabul edilen temel prensipleri mekanda yerleşik (mütehayyız) olmadığına inanan bazı bilecektir. Düşünürümüze göre, Taftazanî'ye ait olan filozoflara göre akıl, cisim olmadığı gibi, bir cismi bu cümleler, onun aklı bir cevher olarak görmediğine mahal edinmiş de değildir. Akıl, onlara göre kendine delalet eder. Benzer bir görüşe göre de akıl, insanın özgü etkinliklerde bulunabilmesi için cisme muhtaç içinde yaratılıştan gelen fıtrî bir ışık olup, işitme değildir. Bu yüzden akıl, nefisten daha şereflidir. Yine okuma, düşünme gibi eylemlerle güçlenir (Paşazade, bu görüşte olanlara göre akıl, soyut bir töz olup, cisim 1864 b). üzerindeki tedeb bür ve tasarrufunda cisme hiç bir Düşünürümüz, usulcülerin de aklı bir cevher bağımlılığı yoktur. Başka bir deyişle bu, insan nefsinin olarak kabul etmediklerine dikkat çeker. Kemal cevherini tamamlama aşamalarında- Paşazâde'nin verdiği bilgiye göre Gazzali, el-Mustesfa adlı fıkıh usûlüne ait eserinde aklın anlamları üzerinde durmaktadır. Ona göre akıl şu anlam- bilig-9/Bahar’99 136 lara gelir: Zorunlu bilgiler, insanın kendisiyle zorunlu de akla ışık (nur) denmesinin sebebini ise şöyle izah bilgileri elde ettiği içgüdüler, tecrübe yoluyla elde eder: edinilen bilgiler, kendisinde belli bir vakar ve heybet "Zira nur kendi özünde zahir, başkası için ise mazhar bulunan kimselere verilen bir nitelik ve son olarak da (görünülen yer )dır. Akıl bu anlamda, kendi özünde zahir; "akıl" ilmiyle amel eden kimsenin bir sıfatı anlamında ancak basiretin mazharıdır. Basiret bu anlamda, tıpkı kullanılır. Bilene "akıllı" sıfatının verilebilmesi için, güneş ve kandil gibi batındır. Duyusal algılarımız ilk önce bilginin eyleme dönüşmesinin şart olduğunu söyleyen akla geldiklerinden, kalbin eylemleri aklın nuru ile işlevsel Gazzalî, bu yüzden dinden yüz çeviren kimselere "akıllı hale gelir" ( Paşazade, 1864 b). kafir" denilemeyeceğini ileri sürer. Kemal Paşazade ise İnsan, bakışlarını göklere çevirse gözleriyle bu konuda daha ihtiyatlıdır. Çünkü eğer kafirler göklerin yüksekliğini, yıldızları, ayı ve orada bulunan ilginç gök cisimlerini zahiri görünümleri itibarıyla akılsız olmuş olsaydı, onları tevhide davet eden çağrı kendi gözüyle görecektir. Daha sonra kalb, akıldan yapılmazdı. Halbuki Allah sürekli olarak onları dinin kendisine yansıyan ışık sayesinde, gökyüzünde gözlerin doğrularını benimsemeye çağırmaktadır. Diğer gördüğü şeylerin mümkün ve hâdis (zamanda yandan Furkan suresinde geçen bir ayet küfredenleri varolan)olduğu ve hadisin bir muhdise gereksinim akılsızlıkla suçlamaktadır: duyduğu sonucuna ulaşacaktır. Görüldüğü üzere Kemal " Yoksa sen, onların çoğunu söz işitir ya da aklını Paşazâde' ye göre düzenli ve mantıksal bilgilerin kullanır mı sayıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; üretildiği yer kalbtir. Kalb aklın saldığı ışıklar hayır onlar ( yol bakımından) daha da şaşkın(ve aşağı) sayesinde eşya hakkında bir takım yargılarda bulunur. dırlar" (Furkan 25). Müslüman düşünürlerin bilginin asıl üretim merkezi Düşünürümüze göre bu ayet kafirlerde aklın olarak kalbi görmeleri, deneysel bir çıkarsama olmadığı anlamına gelmez. Ancak Allah kafirlerin olmaktan ziyade, dinî nassların esas alınmasıyla içinde bulunduğu son derece olumsuz durumu oluşturulan bir bakış açısıdır. anlatmak için mecazî ifadelere başvurmuştur. İbn-i Bahşedilmiş bir şey olması hasebiyle, herkese Kemal gündelik dilden buna ait örnekler verir. Cahil verilen aklın farklı olması normaldir. Şayet böyle bir terimi hiç bir şey bilmeyenler için kullanıldığı gibi, fark olmasaydı o zaman insanlar ilimleri anlamada ilmiyle amel etmeyen, ilminin gerektirdiği şekilde birbirlerinden farklı olmazlar, zekiler ve aptallar davranmayanlar için de kullanılır. Aynı şekilde oğlunu şeklinde ayrılmazlardı, ibn-i Kemal akılların farklılığı döven bir babaya bir kimse gelerek "o senin oğlun, niçin görüşünü desteklemek için çeşitli hadislerden bahseder. dövüyorsun! ?" demesi de mecazi anlamda olup Bu hadislerden birisinde melekler ile Allah arasında babanın cehaletini, yani onun kendi oğlu olduğunu geçen akıl konusundaki bir konuşmadan söz edilir. bilmediğini göstermez. Namaz kılmayan birisine Melekler Allah'a şunu sorarlar: Ya Rabbi! Sen, Arş'tan "namaz senin üzerine farzdır" dediğimizde bu ifade, o daha büyük olan bir şey yarattın mı? Allah," evet aklı adamın namazın farziyetini bilmediği anlamına yarattım." şeklinde cevap verir. Melekler ise "bunu gelmez. Sadece hatırlatma babından söylenmiş bir anlamak bizim gücümüzü aşar" derler. Allah, "heyhat, sözdür ( Paşazâde, 1864 b). o ilimle kuşatılamaz. Siz, kum taneciklerinin sayısını Akıl her zaman tek bir durumda olan homojenize bilebilirmisiniz?" buyurduğunda onlar, "hayır" derler. edilmiş bir güç değildir. Aksine eksik-fazla veya güçlü- Allah, bunun üzerine şöyle buyurur: "Ben aklı, sayılar zayıf olarak nitelendirilebilir. Akıl insan hayatının gibi çeşitli sınıflarda yarattım. Kimine bir buğday başlangıç yıllarında tam olgunluğuna erişmemiştir; tanesi, kimine iki, kimine üç, kimine dört buğday doğal bir içgüdü, potansiyel bir güç (el-garîze el- tanesi kadar verilmiştir. Kimine de bir ölçek ya da fıtriyye) olarak bulunur. Daha sonra güçlenir ve ışığını bundan daha fazlası verilmiştir" (Paşazâde, 1864 b). kalbe salar. Böylece teklifler için bir esas teşkil etmiş olur. Kemal Paşaza- bilig-9/Bahar’99 137 Hiç bir cinsiyet farkı gözetmeksizin herkesi içine cevherlere illet olamayacağına göre aklın araz olarak alan Kemal Paşazâde'nin yukarıdaki ifadeleri belki kabul edilmesi mümkün değildir. Aklın ilk yaratılan makul görülebilir. Ancak asıl zorluk, insanların akıl şey olması hasebiyle diğer cevherlerden farklılığını bakımından farklılığını ortaya koyarken nakli delil ortaya koyan hususlardan birisi de cisim, madde, suret, olarak zikrettiği, "kadınlar aklen ve dînen eksiktirler" nefs ve akıldan oluşan beş cevher arasında sadece aklın hadisini zikretmesiyle birlikte ortaya çıkar. Kemal mürekkeb şeylerin illeti olabilmesidir (Paşazâde, Paşazâde'nin insanların akıl bakımından farklı oluşunu 1864 b). Aklın cevher mi yoksa araz mı olduğu kadınların, "eksik akıllı" olduğunu söyleyerek ispat konusu, hem filozoflar hem de kelam- cılar arasında etmeye çalışması kabul edilebilir bir tutum değildir. tartışmalıdır. Kemal Paşazâde' nin "ilk akl"ın cevher Çünkü Allah'ın kendi yarattığı ve aynı tür bir yazgıya olduğu konusundaki ısrarı, daha sonra üzerinde tabî kıldığı bir cins arasında ayrım yaparak onlardan bir duracağımız "Allah'ın ilk yarattığı şeyin akıl" kısmına daha az akıl vermesi düşünülemez. Böyle bir olduğunu söyleyen hadise dayanmaktadır. Diğer anlayış doğal olarak sorumluluğun da azlığını yandan düşünürümüzün de mensubu olduğu Maturidi beraberinde getirecektir. Halbuki peygamberimizden mezhebinde, ilahi emirlere muhatab oluşu ve insanın gelen bir başka rivayette"cehennemin çoğunun bu emirlerin yerine getirmesini sağlaması dolayısıyla kadınlardan oluştuğu"ndan söz edilmektedir. Akla aklın bir cevher olarak kabul edildiği bilinmektedir. gelen soruyu tahmin etmek zor değildir. Aklen eksik Kemal Paşazâde'ye göre akıl, "nefis bir inci ve yaratılan bir insan cinsinin çoğunun cehenneme şerefli bir cevher"dir. Peygamberimiz bir hadislerinde, gitmesini de normal karşılamak gerekmez mi?! Aslında "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır" buyurmuşlardır birinci delil ile ikinci delil arasındaki korelasyon, (Paşazade ,1781). Kemal Paşazade' nin zikrettiği bu birinin kabul edilmesinin diğerinin de kabul hadis Gazzâli' nin İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde de edilmesini gerekli kılmaktadır. Bunun açık bir önerme geçmektedir (Gazzâli,1939). Ancak Mehmet ile izahı şu şekilde yapılabilir. Madem ki bize akıl Bayraktar bu rivayeti hadis olarak görmemekte, sadece bahşedilmiştir, o halde onun farklı derecelerde İslâm Felsefesindeki Yeni Eflatuncu akıl teorisinin bahsedilmesi de mümkündür. Bu durumda kadınların hadisleşmiş şekli olarak kabul etmektedir (Bayraktar, da bahşedilenden daha az pay almaları, böyle bir 1988). mantıksal çıkarsama sürecinde normal karşılanması İbn-i Kemal'e göre, Kur'an-ı Kerim akla nazil olmuş gerekir! Şüphesiz evrende varolan diğer şeyler gibi akıl ve onda yeralan emir ve nehiyler akıl sahiplerine da bize Allah tarafından bahşedilmiştir. Fakat Allah'ın sunulmuştur. Birçok ayette geçen "ya ulu'l-elbâb" (ey hîbesi, adaletinin ve hikmetinin bir gereği olarak akıl sahipleri!) ifadesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. sıradan bir hîbe olayı gibi düşünülmemelidir. Gene bir hadiste Peygamberimiz, "Allah kullarına Unutmamak gerekir ki, biz hayatımızı Allah'ın akıldan daha güzel bir şey bahsetmemiştir" hîbeleriyle sürdürüyoruz. Bu sebeple Allah'ın hikmeti, buyurmuştur (Paşazâde ,1781). İnsanın cismânî varlığı hîbe ederken de adaletli davranmasını gerektirmez mi? nasıl can ile kaim ise, can da sonuçta akıl ile kaimdir. Akıl bakımından herkesin aynı derecede olmadığı bir Kemal Paşazâde "Nesâyih" adlı eserinde aklın gerçektir.Ancak bu farklılık cinsiyetlere göre oluşan önemine dair Aristoteles'in ve Plato'nun sözlerinden bir farklılık değildir. örnekler verir. Aklın herkes için gerekli olduğu Kemal Paşazâde'ye göre, Allah'tan ilk sadır olan doğrudur ancak, padişahların ülkeyi yönetirken aklın araz olması mümkün değildir. Çünkü akıl, akıldan başka ortakları yoktur. Memleket işlerinin Allah'ın ilk ma'lulu olması hasebiyle, aralarında adalet üzerine yürütülebilmesi ve doğru bir istikamet cevherlerin de bulunduğu kendinden sonra gelen tüm tutturulabilmesi, aklın rehberliği olmaksızın zor, hatta mümkün varlıkların illetidir. Arazlar muhaldir ( Paşazâde, 1781). Düşünürümüz, bilgi edinmede duyu organları- bilig-9/Bahar’99 138 nın önemini inkar etmez. Ancak bu süreçte aklın Kemal'e göre, Kaf Suresinde geçen bir ayette bu iki önemi duyulardan daha fazladır. İnsan baş gözüyle tür akla işaret edilmektedir: göremediği şeyleri akıl gözüyle görebilir. Dahası akıl "Hiç şüphesiz, bunda kalbi olan ya da bir şahid gözünün katkısı olmaksızın baş gözüyle görülen şeyler olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır" (Kaf görülmüş sayılmaz. 50: 37). Kemal Paşazâde, akıl gözünün önemine ilişkin Ayette geçen "kalbi olan" ifadesi ile birinci tür bir hikaye nakleder. İmam Şâtıbî' nin çok okuyup kutsal akla, "şahid olarak kulak veren" ibaresi ile de yazmaktan gözleri görmez olmuştu. Yaşadığı dönemde ikinci tür akla işaret edilmektedir. "Kalbi olanlar", yöneticilerden birisine şifreli bir mektup ulaşır. kutsal dünyaya vakıf olma isti'dâdı bakımından büyük Yöneticinin çevresinde bulunan alimler mektubun bir dereceye sahiptirler; bunlar idrak gücü yazısının bir türlü okuyamazlar. Sonuçta Şatıbî'ye bakımından tamdırlar."Şahid olarak kulak veren" akıl müracaat ederler. Şatıbî katiplerden birisine mektupta ise araştırmaya, düşünmeye, başkasından yardım yazılanları aynen bir buz parçasının üzerine kazımasını almaya gereksinim duyar. İşte bu akıl mantık ilminin söyler. Şâtıbî, elleriyle dokunarak şifreli yazıyı üzerine bina edildiği akıldır. Mantığın önemli bir okumaya muvaffak olur (Paşazade,1781).Kemal konusu olan tümeller tamamen bu ikinci tür akılla Paşazâde'nin insan aklının önemini vurgulamak için ilgilidir ve "verilen" bir şey olmaktan ziyade seçtiği bu iki misal bizce çok önemli ve yerindedir. "istenilen" ve "kazanılan" bir şeydir (Paşazâde, 1864 Aklın "Arab diyarında olduğu halde Acem diyarında a). olanları seyretmesi" adeta M. Scheler' in geist Müslüman filozofların akılla ilgili başlangıçtan beri teorisini hatırlatmaktadır. kabul ettikleri genel ilkelerden biri de, pasif akıl (akl-ı Scheler'e göre insanın geist varlığı, psiko-vital münfail) olarak insan aklının kendi başına bilgi varlığından öte bir anlam ifade eder ve kişinin üretmede yetersiz kalması ancak, faal aklın yardımıyla karşısına dünyayı koyar. Aklı ve algılama aktını aktif hale geçebilmesidir. Faal akıl müslüman içeren geist-varlık (insan olma durumu) insanı filozofların terminolojisinde daha kutsal bir anlam çevresinden özgürleştirerek onu dünyaya açar. Buna kazanarak Cebrail'le aynîleştirilmiştir. Mâturîdî karşılık insan biyolojik bir varlık olarak adeta kelamcılara göre ise akıl parlak latif bir cisim olup çevresinin mahkumudur (Mengüşoğlu, 1988). etkisini kalpte göstermektedir. Kalb aklın nuruyla Kemal Paşazade "Enne'l Akle ma Hüve?" adlı eşyayı idrak etmektedir (Pezdevî, 1980). Akıl risalesinde, akıl sahiplerini ikiye ayırır. Birincisi, konusunda Maturidî'lerden farklı düşünmeyen Kemal üstün bir olgunluğa ve sezgi gücüne (işrak) sahip olan ve Paşazâde, insan aklını, Peygamberimizin "Allah'ın ilk nitelik ve nicelik bakımından diğerlerinden farklı olan yarattığı şey akıldır" hadisinde haber verilen aklın kimselerin akıl- larıdır. Bu tür akıllara sahip olan aydınlatmasıyla ortaya çıkan "kalbin bir nuru" olarak kimseler, herhangi bir mantıksal öncüle ihtiyaç görür. İnsan nefsi, idrak edebilme potansiyeline duymadan bilgiye doğrudan ulaşırlar. Kemal sahiptir. Hadiste geçen "ilk yaratık olan akıl" onu Paşazâde'ye göre nadiren bulunan böylesi kutsal aydınlatınca, insan nefsinde potansiyel olarak bulunan akılların başkasından bir şey öğrenmeye ihtiyaçları idrak edebilme gücü aktif hale gelir. Akıl dediğimiz yoktur. Bunlar her şeyin bilgisine, içlerinde meydana şey, ilk aklın aydınlatmasıyla hasıl olan manevî bir gelen aydınlanma (işrak) yoluyla doğrudan ulaşırlar. nurdan ibarettir. Kemal Paşazade bu konuda İkinci kısım akli güçlere sahip olanlar ise böyle filozoflardan farklı düşünmektedir. Bu yüzden değildirler. Bunlar nazari bilgileri elde etmede ta'lime, Suhreverdî'yi, "insan aklını aydınlatan "ilk akıl" değil, başkalarından yardım istemeye ve onu hatalardan onuncu akıl olan faal akıldır" dediği için koruyacak mantıksal yasalara (kanun-u sınaî) eleştirmektedir (Paşazade, 1864 a). Düşünürümüze muhtaçtırlar. İbn-i göre akl-ı evvelin insan aklını aydınlatması, güneşin ışığıyla eşyadaki şekilleri renkleri bilig-9/Bahar’99 139 ortaya çıkarması gibidir. İnsan ancak eşyayı güne-şin "akıldır" dedi. (Size göre) insanların dünyada birbilerine aydmlatmasıyla birlikte görebilir. İşte kalpte bulunan olan üstünlüğü ne iledir ? Peygamberimiz şöyle cevap verdi: görme gücünün pasif halden aktif hale geçebilmesi Ben de Cebrail'e sordum: En yüksek derece nedir? O da için, ruhanî bir aydınlatmaya gerek duyar. Nasıl ki "akıldır" dedi." evrende, güneş, ay, yıldızlar ve ateş gibi dört çeşit ışık " Her şeyin bir aleti vardır. Mü'minin aleti ise akıldır. kaynağı varsa, ruhanî alemde de dört çeşit ışık Her şeyin bir bineği vardır, mü'minin bineği ise aklıdır; kaynağı vardır: Mebde-i Evvel (Allah), en şerefli ve her kavmin bir gayesi vardır, kulların gayesi ise akıldır; her en büyük ruh, (Hazret-i Muhammed ?), meleklerin kavmin bir çobanı vardır, kulların çobanı ise akıldır; her dereceleri ve insan ruhu. İnsanların ruhları da iki tüccarın malı vardır; müctehidlerin malı ise akıldı. Her ev kısımdır. Birincisi, dışarıdan aldıkları ışıkla faal hale halkının bir gözeteni (kayyum) vardır, doğruların evlerinin geçen ruhlar. Peygamberlerin ruhları böyledir. İkincisi gözeteni ise akıldır. Akıl bakımından en güçlü olanınız de, kendi gayret ve çabasıyla faal hale gelen ruhlar. Allah'tan korkma bakımından en şiddetli Allah'a inanan filozofların ruhu ikinci tür ruhlar olanınızdır"(Paşazade, 1864 b). arasında sayılır (Paşazâde, 1864 a) .Görüldüğü üzere Buna rağmen genelde sufilerin çoğunlukla aklı Kemal Paşazâde peygamberlerin aklını, filozofların kötüledikleri bilinmektedir. Kemal Paşazade, Gaz akilnının önüne koymak.suretiyle, İbn-i Sina' dan zalî'nin görüşlerine başvurarak bunun sebeplerini farklı düşünmektedir. ortaya koymaya çalışır. Sufilerin kötüledikleri akıl, insanların ismini sürekli olarak anlamsız kısır KEMAL PAŞAZÂDE'YE GÖRE AKLIN tartışmalarda andığı akıldır. Yoksa, Allah Teala ve ŞEREFİ Peygamberin doğruluğunu bilen ve Allah Teala'nın övgüsüne mazhar olan "batınî görüş nuru"nun Aklın önemini ve değerini bilgi üretmedeki rolü kötülenmesi nasıl düşünülebilir? (Paşazade, 1864 bakımından ele alan Kemal Paşazâde, "aklın şerefi, b).Öyle anlaşılmaktadır ki Kemal Paşazade de tıpkı üzerine yöneldiği nesnenin (ilmin) şerefiyle ölçülür" Gazzâli gibi, sufilerin mutlak anlamda aklı demektedir. Aklın kendisine yöneldiği şeyin ilim kötülemediklerini, ancak aklın olur olmaz her yerde olduğu, düşünürümüzün cümlelerinden yanlış bir şekilde kullanımını hoş karşılamadıklarını anlaşılmaktadır. İbn-i Kemal ilmin önemiyle ilgili düşünmektedir. olarak Kur'an' dan bazı ayetler zikreder. Bunlardan İbn-i Kemal aklın önemini ve şerefini nesirle birisi En'am Suresinde geçen şu ayettir: anlatmanın mümkün olmayacağına inanmış olmalı ki, "Ölü iken kendisini dirilttiğimiz.."(En'am 6: 22) uzunca bir şiirinde aklın ne kadar şerefli bir varlık Düşünürümüz, ayette geçen dirilmenin "ilim" ile gerçekleşeceğini savunur. Kemal Paşazâde ayrıca olduğunu anlatmaya çalışır. Şiir, aklın eserlerinde Peygamberimizden aklın şerefi ile ilgili yaratılmasından sonra Allah'la aralarında geçen bir rivayet edilen hadisleri de zikretmektedir : konuşmayı konu edinmektedir Akılla Allah arasında "Ey insanlar aklediniz ve birbirinize aklı tavsiye geçen İbn-i Kemal'in şiirle dile getirdiği bu diyalogun ediniz; onunla bilişiniz; akıllı kimse genel görünüm olarak kaynağı genellikle muhaddisler tarafından uydurma kötü olsa bile Allah'a itaat etmiş olmaktadır." kabul edilen şu hadise dayanır : "Allah buyurdu ki "Melekler akılla Allah'a itaat ederler. İnsanlar' dan akıldan daha güzel bir şey yaratmadım. Ona gel dedim, mümin olanlar akılları kudretince çalışır çabalar. Onların geldi. Git dedim gitti. Dedim ki bana senin vasıtanla ibadet Allah'a itaat etmeyi en çok bilenleri en iyi olanlarıdır". edilir; senin vasıtanla mükafaat verir, senin yüzünden Peygamberimizin eşi Hz. Aişe şöyle dedi: cezalandırırım" (Yavuz, 1989). "Ya Resulallah ! ,-Temim Dari'ye "sizin için derecesi Düşünürümüzün akılla ilgili bir başka eserindeki en yüksek olan şey nedir?" diye sordum, o da ifadeler, buna benzer bir hadisin Gazzâlî' nin "İhya-u Ulûmu'd-Din adlı kitabında geçtiğini bilig-9/Bahar’99 140 göstermektedir (Paşazâde, 1864 b). Bu hadisin niçin Celal-i izzetime içerim and uydurma bir hadis olduğu hadisçiler tarafından geniş Ki kılam seni âlemde hudâvend! bir şekilde ele alınmıştır (Yavuz, 1989). Bu meselenin Anın kim fazlım ola hem tarîkî, teknik bir yönüdür. Ancak bize göre bu hadis, Ki seni ol kulumun kılam refîki içerisinde İslamî rasyonalitenin en güzel bir biçimde Muhakkak bil sen ey abd-ı müeddeb! ifade edildiği özdeyiş gibidir. Bana seninle olurlar mukarreb. Kemal Paşazâde'nin şiirinde akıl, Allah tarafından Anı kîm devlet etdî sana hemrâh, nur görünümlü ve sevimli bir şekilde yaratılmış bir Dû âlemde ânındır izzet ve câh varlık olarak takdim edilir. Buna rağmen yaratıcısının (Paşazâde, 1781). mutlak hakimiyeti altında olup O'nun emirleri dışına Bundan sonra akıl, hayâ ve iman arasında bir çıkamaz: karşılaştırma yapılır. Her üçü de Cebrail tarafından Yarattı aklı çün Bâri Teâlâ insanın (Hazreti Adem) önüne getirilerek bunların Münevver hey'et ve mahbûb zîbâ ayrı ayrı meziyetleri sayılıp dökülür ve ondan Dedi Hazret: gel ey akl-ı mükerrem Yönünü bana dön; döndü hemândem bunlardan birisini tercih etmesi istenir. Ancak insan Buyurdu Hak yine, Ey akl-ı dânâ! sonunda aklı seçer. Cebrail, iman ve hayaya Tanrı'nın Dön ardın, diyincek döndü hemânâ huzuruna geri dönmelerini söyler: Dedi, "dur!", durdu," otur!" oturdu Nazar kılarken ol deryây-ı temîz Her ne emrettiyse yerine getirdi (Paşazâde, Göründü hüsn-i akl ana dilâvîz 1781). Çün akla gâlib geldi meyl-i âdem Görüldüğü üzere bu beyitler aklın Tanrı katındaki Kabul etti safa ile hemândem değerini vurgulamakla birlikte, onu her bakımdan (...) Tanrı'ya bağımlı olduğuna dikkat çekmektedir. Daha Dedi Cibril imân ve hayâ sonra Tanrı, akıldan kendisini tanıtmasını ister. Akıl Dönün imdi Cenab-ı Kibriyâya büyük bir tevazu içinde, kendini tanıtırak, kendinde Nasibi imiş oldu ademin akıl bulunan tüm meziyetleri Tanrı'nın verdiğini dile Sezâyı ki kılam Hazret'e nakil. getirir : (Paşazâde, 1781). Çün aklı böyle gördü Rabb-i İzzet İman aklın ve akılla birlikte olmanın öneminin Dedi; kimsin sen ey pakize-fıtrat? farkındadır ve Cebrail'e dönerek kendisinin akılla Dedi; Ya Rabbi ben ol fıtrat-ı münhâyenem birlikte kalmak istediğini söyler: Ki cevdin feyz vermiştir anâyenem Dedi iman ey Tâvus-ı Şehr Kîm evvel çün senindir varlık ey Hak! Gürûh-ı enbiyâya dahî rehber Ki mevcud senin kamu mevcûd-u mutlak Benim kadr-i celâlim akılladır Görünen bende bu hüsn dilarâ Benim fark-ı cemâlim akılladır Cemâlin pertevidir âşikârâ Haber ver bana ey şâh-ı eflâk (Paşazade, 1781). Kim eder beni akıl olmasa idrak! Aklın kendisini tanıtmasını müteakip, Tanrı Hak itdî çün beni aklın refiki tekrar akla dönerek ona taltifler yağdırır ve Ki oldur bana dildâr-ı hakîkî kendisinin yaratılış amacını ve evrendeki pozisyonun (...) ne olduğunu açıklar. Akıl burada evrenin ilâhı olarak gösterilmektedir. Ancak bu ifade bize göre aklın Beni yâr-i azizimden ayırma! evrendeki tasarruf gücüne dikkat çekmekte olup, Sıcak dem sâhibinden ayırma! mecazî olarak anlaşılmalıdır : (Paşazâde, 1781). Dedi Hakk, ey azîz-âferîneş! Cebrail çaresizlik içinde hayaya dönerek tekrar Meded bahş ve hayat efzây-ı dâniş! Tanrı'nın huzuruna gitmesini söyler. Ne var ki bilig-9/Bahar’99 141 haya da, kendisinin imanın bir parçası olduğunu dern ortaçağın akla yüklediği ve değerlerle bağı söyleyerek iman gibi akıldan ayrılmayı reddeder: zayıflamış fonksiyon ile, Türk-İslam düşünürlerinin Haya imana tâbi', iman akla tâbi' akla yüklemiş olduğu fonksiyonun farklılığı bu İkisin dahî akl oldı câmî şekilde bariz hale gelmektedir. Kimin ki akl oldu kendine yâr Akıl, şerefli olmakla birlikte birtakım ayıpları da Haya ona muhibb iman hevâdâr bünyesinde barındırmaktadır. Daha önce de, İbn-i (Paşazade, 1781). Kemal'in aklı aydınlatıcılığı bakımından ateşe Kemal Paşazâde, bundan sonraki aşamada akıl ve benzettiğini görmüştük. O, akla arız olan eksiklikleri de nefsi karşılaştırarak, kötülüklerin kaynağı olan nefsi ateşle kıyaslayarak ele almaktadır. Nasıl ki ateş, alt etmek için akla uymak gerektiğini söyler: elbiseleri kirleten dimağı kurutan dumanla karışık bir Yarattı çün Hakk nefs-i müennes halde bulunursa, akıl da şüphelerle karışık bir halde Kim ona basılan olur muhannes bulunur. Keza ateşin doğasında varolan aydınlatıcılık Velî oldur virüb nefse tasarruf ve yakıcılık, aklın doğasında da vardır. Akıl güçlü Ki avret altında ede tasarruf! (...) delillere dayalı olarak düşünürse aydınlatır, diğer Kimin ki akl ola peşîvası yandan şüpheli şeylere dayalı olarak faaliyet gösterirse Anın arza değer dikse livası yakar. Örneğin yanan bir kandil en küçük bir şeyden (...) etkilenerek sönebilir. Diğer yandan aklın aydınlığı da, Direş, nefs üzere aklını emîr et kendisinde oluşan en küçük bir şüphe dolayısıyla Muin ol akla nefsini esîr et sönebilir. Kandili küçük bir eve koyduğunuzda evi çok (Paşazâde, 1781). güzel aydınlatır. Oysa geceleyin uçsuz bucaksız çölde Din, iman, Tanrı gibi kutsal değerlere ilgisiz yanan bir kandilin değil aydınlatması ışığını fark etmek davrananlar, İbn-i Kemal'e göre akıl bakımından bile zordur. İnsan aklı da matematik ve geometri gibi eksik kimselerdir: basit konular üzerinde düşünürken, ışığını çok parlak Kimi görürsen yok meyli dine bir şekilde salarken, daha geniş ve ulvî konulara Anı hamleyle akl eksikliğine yöneldiğinde adeta kendi etrafını bile ısıtmaz. Hatta (Paşazâde, 1781). insan ruhu kendisi hakkında bilgi edinmek, ışığını Kemal Paşazâde eserinin bir başka yerinde de kendi üzerine salmak istediğinde sönmüş bir lamba gibi akıllılarda bulunması gereken on hasletin en başına olur ve her taraf şüphelerle dolar. İnsan aklının verdiği "Allah'tan korkma"yı koyar. Bu sebeple Kemal aydınlık geceleyin lambanın verdiği aydınlığa benzer. Paşazâde'nin yukarıdan beri sözünü ettiği akıl, mutlak Halbuki gündüzün güneşin doğmasıyla birlikte lamba anlamda akıl değildir. Akıllılarda bulunması gereken artık hiç bir işe yaramaz. İşte insan aklı da, temiz diğer dokuz özellik ise şunlardır. Aklını nefsin ruhların karşısında ışığını belli edemez. İnsan aklı, şu arzularına hakim kılmak, doğru sözlü olmak, her şeyi ya da bu şekilde insanın önünü ölünceye kadar tedbir ile işlemek, sürekli başkalarına danışarak iş aydınlatabilir. Ancak bedenin ölümüyle birlikte, gayb görmek (zira danışılarak görülen işlerde akıllar alemin- den üzerine düşen ışığın etkisiyle aklın çoğalarak birbirlerine yardım ederler), güzel sözlü nurundan ortada hiç bir eser kalmaz (Paşazade, 1864 olmak, haya sahibi olmak, yaratıklara iyi davranmak, a). İnsan aklının sınırlarını ortaya koyan bu ifadeler, Allah rızası için alçak gönüllü olmak, nefsin tıpkı Gazzali'nin yaptığı gibi filozoflara yönelik bir emrettiğini işlememek (Paşazde, 1781). Kemal eleştiri olarak görülebilir. Paşazâde'nin"akıllılarm hasletleri" olarak söz ettiği bu Ruhani alemden gelen bu ışığı daha iyi on unsurun çoğunun gündelik pratik hayatla ilgili olan alabildikleri için bazı akıllar diğerlerinden daha ahlakî davranışlara ait olduğu görülmektedir. Böylece üstündür. Kemal Paşazade, ünlü filozof Suhrever- mo- bilig-9/Bahar’99 142 dî'nin "Elvah" adlı kitabından alıntılar yaparak eski Ona göre en mutedil tutum, hayvanların Allah'tan İran padişahlarına verilen "kiyan-ı hurre" gelen ilhamla bu gibi tavırlar içinde bulunduklarını nitelemesinin bu anlama geldiğini söylemektedir. kabul etmektir (Paşazâde, 1864 a). Şayet hayvanların İbn-i Kemal'e göre yöneticilerde bulunan bu kutsallık da akla ve ilme sahip olduklarını söylersek, bu dolayısıyla halk onlara boyun eğer ve isyan duygusu durumda insanın ayrıcalıklı durumu ortadan kalkar. beslemez (Paşazâde, 1864 a). Şeyhulislam İbn-i Neticede hayvanların fiil ve hareketlerinin de kasıtlı Kemal'in yukarıda kullandığı "kiyan-ı hurre" terimi ve irvâdî olduğunu kabul etmememiz gerekir. Oysa eski İran padiaşahları için uygun görülen kutsal bir bu hayvanların içinde bulundukları gerçekliğe ünvandır. Kiyan, Farsça bir kelime olup sözlüklerde, aykırıdır (Paşazâde,1864 a). Nahl Suresinde Allah'ın "padişah" ve "büyük kimseler" anlamına bal arısına vahyettiği vurgulanmıştır: gelmektedir."Hurre" ise Farsça'da, padişahlara ve din "Rabbin balansına şöyle vahyetti: "(Halktan ayrılıp adamlarına Tanrı tarafından verilen kutsal paye Hakk'a sarılmak için) dağlardan evlerden, ağaçlardan ve demektir. Bu durumda "Kiyan-ı hurre" nin "kutsanmış insanların kurdukları çardaklardan da..." (Nahl 16:68.) padişah" anlamına gelen bir kelime olduğu Kemal Paşazâde'ye göre özel anlamda vahye anlaşılmaktadır. Bu sıfat mecusilik inancına göre mazhar olan arının, diğer hayvanlardan üstünlüğü ile padişahlara veriliyordu. Kemal Paşazade bu şekilde tasavvuf ehlinin diğer insanlardan üstünlüğü arasında yöneticilerin, Tanrı tarafından kutsanmış kimseler bir kıyaslama yapmak mümkündür. Arılar yuvalarını olmaları dolayısıyla, akıl bakımından üstün bir kimsenin göremeyeceği ıssız yerlere yaparlar. Tasavvuf melekeye sahip olduklarına işaret etmiş olmaktadır. ehli de genelde halktan uzak bir yaşamı tercih eder. Düşünürümüze göre pratik hayatın devamı için Gene bunların niteliklerinden birisi de yaşadıkları gerekli olan akıl, insana bahşedilen bir özelliktir. Buna yerleri, elbiselerini ve yiyeceklerini temiz tutmalarıdır. rağmen çeşitli hayvanlarda bulunan özellikler insanı Aynı şekilde arılar da temiz olmasıyla bilinir. büyülemekte, onların da akıllı olup olmadıkları Karnında taşıdığı balı, çamur, toprak vb. pisliklere konusunda şüpheye düşürmektedir. Kemal Paşazade, karışmaması için, temiz taşların ya da temiz tahtaların arının peteklerini belli bir geometrik şekilde yapmasını üzerine koyar. Pisliğin ya da necasetin üzerine bir tedbir harikası olarak görür. Ünlü Mutezile konmaz. Bu davranışıyla üzerine necaset düşünürü Cahız'ın "Kitabu'l-Hayavân" adlı kitabından bulaşmasından kaçınmak ister (Paşazâde, 1864 a). iktibaslarda bulunarak uzun uzadıya bu konudan İbn-i Kemal Kur'an'da zikredilen arıya vahy bahseder. Peteklerin yan yana dizilmesiyle birlikte edilmesi gerçeğinden hareketle, hayvanların kenarlarda hiç bir boşluk kalmayacağı için, arı hayatlarını sürdürmeye yönelik tedbirlerinin, dışarıdan peteklerini başka bir şekilde değil altıgen şeklinde bağımsız kendi içgüdüleriyle olup biten bir şey yapmıştır. İşte bu durum arıda da akla benzer bir şeyin olmadığına, bunların Allah'ın ilhamı olduğuna işaret bulunduğunu gösterir. Kemal Paşazâde, karınca, eder. Ayetteki ilham fiilinin "vahiy" kelimesiyle ifade örümcek, tilki, eşek, deve gibi bazı hayvanların edilmiş olması, arının diğer hayvanlar arasında rüşd özelliklerinden de bahsederek, konuyu daha da açar. bakımından daha ileride olduğunu gösterir. Hatta Kur'an'da yer alan bazı ayetleri zikreder. Tüm bu olgulardan hareketle bazılarının hayvanların akıl sahibi SONUÇ olduklarını ileri sürdüklerini söyleyen Kemal Paşazade, bu görüşe katılmaz. O, hayvanların akla Evrendeki mevcud varlık türlerinden her birinin sahip olduğunu söylemenin ifrat, bu ve benzeri bağlı olduğu bir "müdebbir nefis" olduğunu söyleyen işaretlerin, onlarda hakim olan Allah'ın tedbirinin İbn-i Kemal, bu nefislere bazen İşrak varlığına işaret etmediğini ileri sürmenin ise tefrit olduğunu söylemektedir. bilig-9/Bahar’99
Description: