ebook img

Karılar Koğuşu - Kemal Tahir PDF

450 Pages·2005·1.36 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Karılar Koğuşu - Kemal Tahir

KARILAR KOĞUŞU KEMAL TAHİR 1 Kapı yavaş yavaş, ihtiyatla açıldı. Biraz aralık durdu. Sonra çıplak ayakların hafif şıpırtısı işitildi. İstanbullu yeni uyanmıştı. Yattığı yerden içeri gireni göremiyordu. Ama kim olduğunu biliyordu. Mahsustan büyük sesiyle sordu:. — Kim o? Cevap veren olmadı. — Kim o? — Aduş... — Aduş... — Hey... — Kız "Hey" ne demek? Aduş? — Efendim. — Sabah şerifler hayır olsun Aduş Hanım... — Olsun efendim. — Gel bakalım... İstanbullu, yanında duran iskemlenin üzerine akşamdan bıraktığı bir tek çay şekerini eline aldı: — Buyrun Aduş Hanım... Aduş, şekeri derhal ağzına attı. — Kız, "Teşekkür ederim, " hani? — Teşekkür ederim. — Olmazdı. "Teşekkür ederim efendim, " diyecektiniz. — Ederim efendim. — Annen iyi mi? — İyi. Dün gece ağladı. — Ağlama deseydin. — Ağlama dedim. Murat ağabeyime söylerim, dedim. — Ne dedi? — Ben fenalık yapmıyorum, ağlıyorum, dedi. — Türkçe mi söyledi, Kürtçe mi? — Kürtçe söyledi. — Ayşe Ana iyileşti mi? — lah — O da nasıl söz? "Hayır efendim, " diyecektin ya... — Hayır efendim. — Dün bir abla daha getirdilerdi. Adı neymiş? — Bilmem. İşte o ağladı da, anam da beraber ağladı. Nerde Mahpus? — Yok, gezmeye gitti... Aduş, kediyi karyolanın altında, dolabın arkasında aradı. — Aduş. — Efendim. Hanım ne yapıyor? — Hanım da ağladı. Bizim evde herkes ağlıyor. — Sen..? — Ben de ağladım. — Baban? — Babam ağlamaz. Babam erkek... — Maho? -Mahmut dokuz yaşındaydı- Maho ağlamıyor mu? — Ağlıyor. Ayakları üşüyor da... Maho erkek değil ki!.. Çocuk... — İstanbullu, kış gelmeden evvel Aduş'a kundura ve entari temin etmeye karar vermişti. Çocuğun çıplak ayaklarına bakarak sordu: — Nerde senin takunyaların? Aduş takunyayı bilmiyordu. İstanbullu sözü değiştirdi: — Nalınların nerde? — Koptu. — Kopmuş... Hele rezil... Yere basma bakalım... Çık şu sıranın üzerine... Betona basılır mı? Hasta olursun. Çık şuraya. — Ben hasta olmam... Aduş, "Ohh... " diye hafif bir ses çıkararak minnacık ellerini yanağına götürdü. Anası olan çocuk hastalanmaz. Anası karnını doyuruverir. — Aç mısın? — Hacı Abdullah dayın nerde? — Görmedim. Bu esnada Aduş'a seslendiler. Kız gülerek dolabın arkasına kaçtı, başını uzatıp fısıldadı: — Ayşe Ana gelmiş... — Neden saklanıyorsun? — Beni içeri kapatır... — Korkma ben söylerim kapatmaz. — Sana "kapatmam" diyor, ama aşağı götürünce kapatıyor. İstanbullu, Aduş'un saçlarını kestirmek için anasıyla tam bir ay mücadele etmişti. Saçı kestirdiler ama boynundaki katır boncuklarını, sarı ve nikel kuruşlardan yapılma gerdanlığı çıkartamadılar. Aduş deliler gibi ağladı, kendini yerlere çaldı. Küçücük -dört yaşında— esmer, zayıf bir kızdı. İstanbullu buraya ilk geldiği zaman gözlüklerinden korkmuş, aylarca kucağına çıkamamıştı. Sonra sonra, birbirlerine işte böyle alıştılar. Aduş Türkçeyi ve çiftetelli oynamasını pek kolay öğrendi. Dost oldukları gün, on dört ay evvel, İstanbullu onu duvarın önünde durdurtup ölçmüştü. Aduş, şimdilik her sene üç parmak büyüyordu. Hem boyu, hem aklı bu kadar büyüyor. Para veren mahpuslara teşekkür eder ve Alman ordusu gelse, parasını elinden alamaz. Parayı mutlaka anasına verecektir. Karılar koğuşunun kapısına gider, yere yüzükoyun yatar. Bazen "Like" bazen "Ana" diye seslenir. İçerden başka birisi anasının yerine cevap verse Aduş bir ihtiyar kocakarı gibi yattığı yerden "Hayır... Hayır... " manasına başını sallar. Anasının sesini alınca paraları peşi peşine kapının altından içeri sürer. Şimdilik, hamal olan babasına da, bir kavga esnasında komşu karısının kaba etini ısırıp ölümüne sebep olduğundan iki seneye mahkum anasına da, babasıyla beraber dışarda kalan altı, yedi, dokuz yaşındaki üç kardeşine de Aduş yardım etmektedir. — Aduş... Kız, dert yapışasıca... Kız... Ayşe Ana soluyarak odaya girdi. — Beyim kız burada yok mu? — Kızı bırak... Sen neredesin Müslüman? Hastalığın nasıl oldu? — Sorma... Halime bak... Karı gardiyanı Ayşe Ana, çok uzun boylu, çok şişman bir kadındı. Gençliğinde dünya güzeli olduğunu, "Rum diyarı"nda Ayşe'den beyaz karı bulunmadığını eskiler söylüyordu. Günahı vebali boyununa biraz da oynak olduğunu, yüreğinin merhametinden yalvaranları boş çevirmeye kıyamadığı anlaşılıyordu. Bu yüzden kocası Davulcu Mehmet dayı sopa koymaz sırtında paralarmış... "Lakin bazı karıya haramla sopa tevatür yarar. Bu Ayşe rezili, hovarda yeniledikçe güzelleşirdi bey, sopa yedikçe parlardı. O zamanın devrinde oğlu olanlar bunu tanırdı. " Son zamanlarda, iki seneden beri, sağ elmacık kemiğinin üzerinde bir Halep çıbanı çıkarmış, gittikçe azarak nihayet alt gözkapağını aşağıya doğru çekip yüzüne biraz korkunç ve çok çok hazin bir hal vermişti. Bu yarayı iyi etmek için -daha doğrusu böylece azdırabilmek için— Ayşe Ana suratına sürmedik çalmadık boya, su, çamur, ilaç, toz bırakmamıştı. On günden beri hasta yatıyordu. Müdürden bir hafta izin aldığı halde, evde ancak dört gün kalmış tekrar vazifesi başına dönmüştü. İstanbullu ‘ya, görüşemedikleri birkaç gün içinde büsbütün çökmüş gibi geldi. Yüzündeki çıban el ayası kadar açılmış, gözünü aşağı doğru -inmeli bir aza gibi— çekmişti. — Yarayı gene azdırmışsın Ayşe Ana. Galiba ekşi yedin. — Yedim. — Bir de utanmadan yedim diyor. Sana kaç kere söyledim. Ekşi yersen yaran çalışır. — Ne yapalım? içerlerim yanıyor benim evlâdım... Benim içerlerim yanıyor... — Kız, iç yanarsa hemen ekşi mi yenecek? Biraz sabretmez misin? — Adam sen de Murat Bey'im... Acından ötmüş demesinler de çok yemiş de çatlamış desinler... — Hastasın. Evde niye oturmadın?. — Evde... Benim evim mi var? Yoluna boz duman çökesice benim oğlum... Alnının çatından vurulasıca benim oğlum... Bu benim oğlum, inşallah, ekmeği ekmekçide, parayı sarrafta göre... — Gene sana ne yaptı? — Ne yapacak? Gecenin bir vaktinde sarhoş olmuş, başucuma canavar gibi dikildi. Para istiyor benden... — Veriverseydin... — Hani para?.. Sen ne söylüyorsun yavrum... Metelik divan sinisi... "Üç lira başgardiyana borcum vardı verdim, " dedim. "İki lira Hanım'a borcum vardı. Verdim, " dedim. "İki lira bir de seksen kuruş İstanbullu Murat Bey'e borcum vardı, verdim" dedim. — Kız, bana borcun mu vardı ki bunu böyle söyledin? — Hasta halimde aklıma sen geldin... Sen benim oğlumu bilir misin? Benim oğlum, encamında dilenir... Ancak bir tarlası olup satmalı ki derdine deva bula... "Demek paran yok mu cadı?" dedi. "Yok, " dedim. "Sen de kendini karı mı sayıyorsun. Ulan sen bir süpürge süpürmeyi bilmezsin. Bu yüzden babam senin kolunu kırmadı mı? Bacağını kırmadı mı? Başında üç kurşun yarası yok mu senin... " diye bağırdı. "Gördün mü oğlum... Kötü can olsa, babanın gününde çıkar giderdi. Demek ananın cani iyi canmış, " diye gülüverdim. Gülmeyi canım istemiyor ya... Belayı defedeyim diyerek... Vay bir öfkelendi. "Bir bacağını da ben kırmazsam... " diye şart etti. Sopayı çekti Ayşe Ana, oğlu kapıda duruyormuş gibi o tarafa döndü. Sen benim kafama neden vuruyorsun, kurşuna gidesice... Sen benim, tavuklar gibi, kafama neden vuruyorsun? On ağaç söğüdüm vardı. Eriklerim vardı. Söğüt ağaçlarımı, erik ağaçlarımı kesti, yaktı. Dış kapıyı da kırdı kırdı yaktı. Dış kapılar kırılır mı şahım? — Bak Mehmet dayıyı beğenmiyorsun ama, sağ olsaydı seni oğlana dövdürmezdi. — Sağ olsaydı... Sağ olmalıydı. Herif beni döverdi, bana söverdi. Ama beni it ayağına bırakmazdı. Eller benim derdimden dağlarda gezerdi. Su başlarında gezerdi, balıkları suda temizler getirirdi. Kuşları fırında pişirtir, ekmeklerin arasına sarar getirirdi. Bir vilâyetin bir davulcusu idi. Şimdi oğlan da davul çalar ama nerde babasının tokmağı, nerde bu türemeyesicenin tokmağı... Herif ölürken ben buradaydım, yetişemedim, "Avrat geleydi de, bana zehir yedireydi, " demiş koca herif. On gün oluyor rüyada gördüm. Bana cennet kuşları avlamış. İlle yiyeceksin diye boğazıma sarıldı. Sabahleyin korktum. Koştum, mezarına gittim, "Aman koca... Beni yanına alma... Ben biraz daha yaşasam iyi olur, " diye yalvardım. Hani yağmur yağmıştı. Rüzgâr agu gibi esiyordu, ıslandım, mezarın başında çamura battım. İşte benim hastalığım, o günün soğuğu... Yağmur yağar, eteğimi başıma çeviririm. Hastalandım. Evim diyerek gittim. Eli kırılasıca. Sen beni neden döversin. Bu benim oğlum, eski avradı da böyle döverdi, sarhoş oldu kamaladı. Kavga etti hançerledi. Karının bacısı haber almış, bir dubara ile alıp götürdü. Şimdi yanına avrat gelmiyor. Ona ettiğini çekecek. Karı Bitlisli idi. Arslan gibi karıydı. Bu benim oğlum hapiste yattı da karı Reji ‘de çalıştı. Rezile saat aldı, gömlek aldı. Hepsini sattı. Karakola gideceğim... Ben kendisini şekva etsem, bre vurur döverler. — Acıyor musun? — Acımıyorum. Şu kaba etlerime vurdu sopayı, vurdu sopayı... Oralarım hem gümgüdük oldu. Söylenmez ki şahım, komiser kısmına söylenmez ki... Her yerim ağrıyor denir de oralarım ağrıyor denmez... — İş anlaşılıyor. Oğlun söyleyemeyeceğini bildiğinden sağrına vurmuş. — Bilmez mi? O ne domuzdur. Lakin Allah o paşaların tuttuğunu altın ede. — Hangi paşaların kız? — İsmet Paşaların. — Neden? — Karıları çalıştırma âdetini çıkarmasaydı, bizi bu kapıya kim uğratırdı? Ben de çalışmasam, oğlan beni döve döve öldürürdü. Vay benim oğlum, leğen aldım leğenimi sattı. Tencereler aldım, tencerelerimi sattı. Tam beş tane şöyle şöyle tencere aldım. Kuzu gibi tencereler... Bakırı altın gibi tencereler... Ermeni malı gibi... Buraya girmeden de ben boş durmazdım ki... Ben hasır örerim... Hasır örgüm türkülerde söylenir. Şuraya on, on beş tane hasır koyardım. Sonunda İbiş'e

Description:
Kemal Tahir, ölümünden sonra yayımlanan romanı Karılar Koğuşu'nda Malatya Cezaevi deneyimlerini, İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiyesini anlatmak için kullanır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na katılacak mı? Katılacaksa Almanların yanında mı müttefiklerin yanında mı
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.