KARA GÜNLER VE İBRET LEVHALARI Yazan: Haşan Basri ÇANTAY Naşiri: Mürşid Çantay — P. K. 32. Bayezid — İstanbul Ordu Cad. No: 195. Ahmed Said Matbaası İstanbul — —— 1964 Oğlum (Mürşid)’in isteğiyle bir şema halinde yazıp Balı kesir «Türk Dili» gazetesinin 18, 19, 20, 21, 24, 25; 26, 27 ikinci kânun (ocak) 1939 tarihli nüshalarında neşretdiğim bu yazı ları — kara günlerimizin acı bir hâtırası olmak ve gösterilen arzuları yerine getirmek üzere— broşür şeklinde de yayımlı yor ve bunları bugünün gençliğine armağan ediyorum H. Basri Çantay Hayâtımın bütün safhalarını günü gününe yazmak âdetim- di. Yıman işgali zamânına kadar olan kısımların notlarını, Ba lıkesir’in kuvâyi milliyye hâtıralarını da ihtivâ etmek üzere, hicret esnâsında burada (Balıkesirde) münevver tanıdığım bir zâtin yed-i emânetine tevdi’ etmişdim. Bu zât bir gaz teneke sini dolduran o notları ve onlarla berâber bütün bir ömrümün tedkik ve tetebbu’ mahsulü ve sermâyesi olan diğer evrak ve vesâikımı — ki Balıkesir târihine ve meşâhîrine âit notlarım da o arada idi— bir mahzende gizleyecek, kurtuluşdan sonra yine bana iâde edecekdi. Kurtuluş olmuşdu ve ben onları ken disinden istemişdim. Onun bana verdiği kat’î cevab şu oldu : — Ben onları korkumdan yakdım! Her evin, her âilenin kendine mahsus acı tatlı hâtıraları vardır. Onlar o âilenin âdetâ târihini teşkil ederler. Meselâ me’murlar hakkında ta’yîn, terfi, azil birer hâtıradır. O hâtıralar me’murlar için yıl, ay, gün hesabları yerine ge çer. Denilir ki: «Çocuğum, ben falan me’muriyyete ta’yîn olun- dukdan bir yıl sonra doğdu.» Çiftçiler alel’ekser tabiat hâdise lerini, bir ineğin yavrulamasını, bir öküzün hastalanmasını âdetâ târih başlangıcı sayarlar. Bir gazeteci için de, kendine göre, bu kabîl hâtıraları bu lunmak pek tabiîdir. Evimizde zaman zaman (kaçaklık devri) bir târih, bir hâ tıra gibi yâdedilir. Oğlum (Mürşid) in: — Kaçaklık nedir, kim kaçdı, nereden kaçdı? niçin kaçdı?. Yolundaki süâllerine dâimâ : — Dur, söze karışma! Tarzında susdurucu cevablar veririm. O, birgün âdetâ bana isyan eder vaz’iyyetle dedi ki: — Baba, ya şu kaçaklık mes’elesini bana anlat, yahut bu sözü bir daha benim yanımda söyleme, recâ ederim! (Bir fıkra aklıma geldi: Herifin biri askerliğinde Hicâza gitmiş. Memleketine döndüğü zaman hep Hicâzın kudsî hâtı ralarını anlatmak istermiş. Kahvehane halkı artık usanmış, bıkmış. Aralarında söz birliği etmişler. Herkim hicazdan bah- sederse kahvehânenin bütün müdâvimlerine dört başı ma’mur ziyafet verecek»! Adamcağız günlerce susmuş, hicâz lâfına uzakdan temas eden yalan yanlış sözleri tashih etmek îcâp ederken, sırf ziyâfet korkusiyle, bunu yapamaz olmuş! Bir gün öyle müdhiş bir falso önünde kalmış ki beheme hal onu düzeltmek lâzım! söylese ziyâfet var, söylemese tah rif var! kıvranmış, kıvranmış, nihâyet olduğu yere düşüp ba yılmış! Herifi güç hal ile ayıltmışlar. — Ne oldun yahu? Diye sormuşlar. Demiş ki: — Bırakın allah aşkına, bu hal benim başıma bir kerre de Hicâzda gelmişdi!...) Bizim küçük beyin ısrârına dayanamadım. Fakat, notlarım yanmışdı, «Teab-ı dimağî» hastalığından henüz kurtulmıya baş- lamışdım. Yıprak hâfızamı biraz derleyip toparladım. «Kaçaklık devri» ni pek küçük bir şema hâlinde kendisine şöylece an- latdım; (1) Oğlum, târihde okumuşsunuzdur. Biz genel savaşdan (2) yenilerek çıkmışdık. Memleketin her yanında büyük bir ümid- sizlik vardı. İstanbul ve bir çok şehirlerimiz, ecnebilerin bo yunduruğu altında idi ve bu hal gitgide diğer şehirleri- (1) Bu hâtıracığm, okuyanlara göre, ihtimal hiç bir kıymeti yokdur. Fakat kara günleri hatırlatdığı ve gençliğe de bir ibret teşkîl edebileceği için belki fâideU olur diye düşündüm. (2) Birinci Dünyâ Savaşı. mizi de sarmak üzere idi. Gazeteler sansör altındaydı... İstan bul’daki meb’uslar meclisinde bulunan (Amanoloidi) gibi Rum meb’uslar ve diğer Rum ve Ermeni vatandaşlar açıktan açığa Türke hakaret ediyorlardı. İftirâlar sayısızdı. Memleketin ile ri gelen adamları hayatlarından emîn değildi. Türkiyede, he le Balıkesir’de eşkiyâlık o kadar ilerlemişdi ki, biz bağlarımı za, tarlalarımıza bile gidemiyorduk. Köyler, kasabalar bası lıyor, Türk ağaları en feci’ işkencelerle öldürülüyordu. Herkes ümidsizlikle susmuş, (vık) diyemiyordu. Ben o„ ka ra günlerde Balıkesir’de (SES) adında bir gazete çıkaracak- dım. Türkün çiğnenen haklarını müdâfaa edecekdim. Birçok arkadaşlarımın : — Canım, senin bir gazeten mi bu dünyâyı düzeltecek? Başına felâket açacaksın, vazgeç, yapma, etme! Demelerine rağmen (17/İlk Teşrin/1918 (Ekim - 1334)) târihine rastlayan perşembe günü ilk nüshasını çıkardım ve memleketin her ya nma gönderdim. (SES) in ta başında merhum (Mehmed Âkif) beyin sure ti mahsusada yazıp yolladığı şu selîs kıt’ası vardı; Düşman sesi duymak istemezsen, Kardeş sesidir uyan bu sesden! Kalkınca görür ki akşam olmuş Vaktiyle uyanmayan bu sesden. Zaman oldu, Türke hakaret eden istilâcıların aleyhinde mecburî müdâfaa, yazıları yazdım. Vakit oldu, Rum ve Erme ni vatandaşlarla karşılıklı kavgalar etdim. Hele eşkiyâ hak- kındaki yazılarım çok şiddetli idi. Halk tamâmen ümidsizdi Onlara ümid vermek lâzımdı. İstanbul mektubları adiyle yazılar neşrediyordum «Eşref Edip» bey tarafından yazılan bu mektublar muhitde çok gü zel te’sirler yapıyordu. Bu millet ölmeyecekdi. Kara günlerimizde de hâlâ ihtikârlarla, hâlâ yağmalarla meşgul adamlar vardı. Onları fırsat buldukça hırpalamakdan ayrılmadım. Herkesi «İttifak-ı mukaddes» e, «Millî Harekete» çağırıyor dum. Mütâreke devrindeyiz. Yer yer de tevkifler başladı. Ma’- lıud vatandaşlar şımardıkça şımardılar. Yazıyorlardı, yazıyor dum ve (SES) Türkiyenin en gizli köşelerine kadar sokuluyor, okunuyordu. Birgün Balıkesir’deki gayr-i müslim vatandaşlarımızdan iki kişi ile beni sevmeyen bir muhtekirin, aleyhimde şikâyet etmek üzere İstanbul’a gitdiklerini, oradaki ecnebi mümessil ile (Damad Ferid) hükümetine jurnal etdiklerini işitdim. Ken dimce ba’zı tertibat aldım. 15/Mart/1919 tarihine rastlayan cumartesi günü İzmire gi deceğiz. Orada ilk (Reddi ilhak kongresi) kurulacak. Ben de Balıkesir murahhaslanndanım. Hatırımda kalan arkadaşlarım şunlardı; 1 — Hocam Müftü Kodanaz zâde hacı Ahmed efendi. (3) 2 — Maârif Müdürü Sabri Sözen bey. (4) 3 — Miralay mütekaidi Rızâ bey (5) 4 — Zarbalı zâde Hulusi bey., (Eski Meb’us) . 5 — Belediye ve ticâret odası reîsi Keçeci zâde Hafız Mehmed Emin bey merhum. 6 — Bandırma nâmına Bandırma muhâsebei hususiyye memuru Nazım bey merhum ve diğer kazaların mürahhasları. (Müftülerle belediye reisleri tabîî üyelerdendi). Balıkesir’de trene binerken Hoca zâdem (Râif) bey (6) yanıma sokuldu. «Vatandaşlar, B'andırma treninden çıkan şu adama seni gösterdiler, dikkat et!» dedi. Gördüm, genç bir va- (3) Vefat etmişdir. (4) Bayezit mutasarrıfı sabıkı. Vefât etmişdir. (5) Jandarma miralaylarındandı. Balıkesirli. Vefât etdi. (6) Midhat Paşa ilik okul başöğretmeni, vefât etdi. tandaş, yabancı. Bu herifin tehcir komitesinden (7) Adanalı biri olduğunu bil’âhare öğrendim. Bu adam da trene atladı. İs tasyonlarda hep beni gözetliyordu. Bil’iltizam Manisa’da in dim, Keçeci zâdeyi de yanıma alarak, dostlarımdan (Avni) ve (Bahri) bey merhumları aramak behânesiyle şehre girdim. Hayli dolaşdık. Trenin kaçdıgmı anladıkdan sonra arkadaşıma «haydi dö nelim, trene yetişelim» dedim! istasyon tenhâ idi, tren kaç- mışdı! Keçeci zâde telâş gösterdi. Ben «Alaşehir treni ile gi deriz. Arkadaşların ineceği oteli biliyoruz. Bizim çantalarımı zı da bırakmazlar» dedim. Kompartımanda benim de bir ba vulum vardı. Bu, Balıkesir’e ve vilâyetin heyet-i umumiyye- sine âid vesâik ile dolu idi. Bu vesâika istinaden rapor tanzim ve kongreye takdim edecekdim. Bu memleketin Türk olduğunu ısbâta çalışacakdım! Çünkü (Venizelos) İzmir ve havalisinin (Ya’nî bütün Karesi livâsı ile Bursa’nın garbının ve Menteşe livâsının garb ve cenub kısımlarının) Yunanlı olduğunu, bu ralarda Rumların ekseriyyetde bulunduklarını utanmadan id- diâ ediyordu! (8) Gece arkadaşların indiği İzmir merkez oteline indik. Ar kadaşlar uyumuşlar. Beni (Sabri) beyin yatdığı odaya ver mişler. Uyumadım, sabaha kadar rapor tanzimi ile meşgul ol dum. (16/Mart/1919) Pazar sabahı arkadaşlarla birleşdik. Vâli ve kumandan (Nureddin Paşa) merhumu ziyâret etdik. O, bi ze muhtemel tehlikeye karşı gizlice hazırlanmamızı, memleket- de sükûnu muhafazaya çalışmamızı tavsiye etdi. (7) Türkiyenin muhtelif memleketlerindeki Ermenileri Adana ve ha vâlisinde teksif ve bir Ermenistan teşkil etmek üzere cebren tehcir vazifesiy le mükellef komite. İlk def’a ben gazetemde bu gizli komite hakkmda ifşâ- âtda bulunmuşdum. (8) Venizelos’un metâlibi bundan da ibâret değildi: gûyâ «Vilson pren siplerine istinâden İstanbul’u, Samsun’u, Marmara ve adalar sâhillerini de istiyordu!» Trabzon’u da Ermenilere veriyordu! Ben yalınızca (Anadolu) gazetesi idârehanesine gitdim. Orada tesâdüfen (Celâl) bey (9) le görüşdüm. Bana nasıl olup da tevkif edilmediğimi sordu ve kendisinin de anbean tevkifi ne intizâr etmekde olduğunu söyledi. Maamâfih böyle birşey olursa kaçacağmı da ilâve etdi. Esâsen ben de o fikirde idim. Kongre (17/Mart/1919) pa zartesi günü müzâkeresine *başlayacakdı... O günün sabahma karşı uyumuşum. Korkunç rü’yâlar içinde (Sabri) bey tara- fmdan uyandırıldım. Henüz kahvaltı etmemigdim, aşağıda Pelitköylü (Mehmed Cavid) bey (10) tarafından çağırıldığımı söylediler, gitdim, meğer o gün henüz Balıkesir’den gelmiş. Dedi ki: — Şifre var. İzmire belki yarım saat sonra tebliğ edilecek, yakalanacaksın. Artık hazin bir mâcerâya girmiş olacakdım. Otele çıkdım, büyük bir odada toplanmış olan arkadaşla rımdan yalınız hocam Müftü efendiyi dışarıya çağırdım: «Bu radan uzaklaşmak mecburiyyetindeyim. Hakkınızı helâl ediniz. Ne yapacağımı söylemeyeceğim. Belki sizi tazyik ederler, ye min etdirirler.» dedim, muhterem ihtiyar ağlamıya başladı ve hıçkırıklar arasında yerden göğe kadar... hak selâmet versin,» dedi. Elini öpdüm, ayrıldım. Zavallı boğazından hasta idi, ken disini bir gün evvel doktora muâyene etdirmişdik. (Sabri) beye de evrâkı, bavulu ve raporu tevdi’ etdikden ve kısaca malûmat verdikden sonra otelden çıkdım. Benim aldığım tertibat Balıkesir mıntakasına ve vaz’iyye- tine göre idi. Arkadaşlarım tevkifim ihtimâlinden haberdar ol madıkları için İzmir kongresine iştirâkime Balıkesir’de çok ıs rar etmişlerdi. Ben sâdece hakkımda gelecek şifrenin, bana gizlice haber verilmedikçe, İzmir Vilâyetine tebliğ olunmama sını te’min etmişdim. (Karasi) mutasarrıfı (Haşan Vassaf) bey (Damad Ferid) hükümetinin çok saadık bir adamı idi. (9) Celâl Bayar bey. (10) Eski Balıkesir meb’usu. Vefât etdi.