JOHN FORD BILLY WILDER FRANK CAPRA WILLIAM WYLER JOHN HUSTON ELIA KAZAN ALFRED HITCHEOCK IIOWARD HAWKS FRED ZINNEMANN VINCENTE MJNNELLI sinema Turkuvaz’ın ücretsiz ekidir. İçindekiler I. .lolm Ford ................... 5 2 Uilly Wildcr ........................................................................ 15 3. Frank Capra ....................................................................... 25 4. Willi;ım Wylcr......................................................................... 37 5. John l Juston ...................................................................... 53 6. Elia Kazan ......................................................................... 71 7. Alfred Hitchcock................................................................. 89 8. Hovvard Hawks ................................................................. 107 9. Fred Zinnemann ................................................................. 119 10. Vincente Minnelli........................................................... 133 2 D 0 N Y A SİNEMASININ USTALARI ÖNSÖZ Lise sıralarında çoğu öğrencinin korkulu rüyasıdır tarih. Çok eskilerde kalmış kişiler, olaylar, ezberlenmesi gereken rakamlar, haritadan silinmiş ülkeler, medeniyetler... Gençliğin heyecanı ile içten içe isyan eden ve kendisine şu soruyu soran çok öğrenci vardır; “Bütün bunlar benim ne işime yarayacak?” O yaşa göre haklı bir sorudur belki. Tam tabiriyle ona anlatı lanların tümü ‘tarih’ olmuş, bir başka değişle ‘modası geç- ıııiş’tir! Ama zaman ilerledikçe, kişi kemale ermeye, bugün olan bitenlerin nedenleri üzerine düşünmeye, dünyayı sorgula maya başladıkça anlar ki, bugün yaşanan her şey düne, yarın yaşanacaklar ise bugüne bağlıdır. Dünü bilmeden bugünü an lamlandırmak imkansız olduğu gibi, bugünü doğru tahlil etme den yarını yaratmak da mümkün değildir... 2002 yılında dergimizin o zamanki genel yayın yönetmeni Mehmet Açar’la sinema tarihine yönelik bir yazı dizisi hazırla maya karar verirken, sinemayı bugünün örnekleri ile öğrenen vı seven okurlara, yedinci sanatın geçmişini anlatmayı, bu sa- v'de sinemanın nereden nereye geldiğini gösterebilmeyi he- dıTleıniştik. Sadece sinemanın kendi dinamiği içinde kalan ge lişimini değil, toplumsal bir sanat olarak diğer tarihsel olaylar dan, sanat akımlarından, savaşlardan, göçlerden, ekonomik dalgalanmalardan, bahsi geçen zaman dilimi içinde yükselişe ve düşüşe geçen toplumsal değerlerden nasıl etkilendiğini de anlatmaktı amacımız. Elbette bunu yapabilmenin pek çok yolu v anlı. Öncelikle başlığını ‘Sinema Tarihi’ olarak belirleyip, za- ınansal hiı doğruda ilerleyebilir, akımlar veya ülkeler bazında İm sınıflandırmaya gidebilirdik. Ama hem okuru karmaşık de- ı av laı ılc ürkütmemek, hem de yazıları sadece tarih meraklıla- n ıı uı değil, filmleri bugün klasik statüsüne yükselmiş ve genel li o n y a SİNEMASININ USTALARI 3 likle ismen tanıdıkları yönetmenleri daha yakından incelemek isteyenler için de cazip kılmak amacıyla kişilere göre bir sınıf landırma yapmayı tercih ettik. Bu sayede hem bir sanatçının, hem de yaşadığı dönemin değişim ve gelişimlerini ortaya koy ma şansı geçti elimize. Yazı dizisini öncelikle klasik sinemanın matematiğinin iyi ce oturduğu ve hiç kuşkusuz bugünün modern sinema anlayışı üzerinde büyük etkileri olan Amerikan sineması ile başlattık. Bu başlık altında John Ford, Billy Wilder, Frank Capra, Willi- am Wyler, Elia Kazan, John Huston, Fred Zinnemann, Ho- ward Hawks, Vincente Minnelli ve her ne kadar İngiliz bir si nemacı olsa da, meslek yaşamının en önemli eserlerini Flolly- vvood’da vermiş olan Alfred Hitchcockyer aldı. Daha sonra ise Amerikalı ustalardan, Avrupa ve Asyalılar’a doğru ilerledik. Yazıları hazırlamak, başlangıçta oldukça güçtü. Eski filmle re ulaşmak, hepsini baştan izlemek, notlar almak, yönetmenin yaşamını araştırmak, onu bugün için önemli kılan noktaları be lirlemek hem uzun zaman alan, hem de sorumluluk isteyen bir işti. Ama bu yazı dizisi boyunca ne çok şey öğrendiğimi, kendi mi ne kadar çok geliştirdiğimi zaman içinde anladım. Bu yazı ları hazırlarken, sinema okulunda okuduğum beş yıldan daha fazla şey öğrendiğimi samimiyetle söyleyebilirim. Genel Yayın Yönetmenimiz Senem Işmen dergimizde yer alan ve gerçekten her biri tek başına kitap olabilecek düzeyde ki yazı dizilerini ‘Sinema Kitaplığı’ adı altında tekrar düzenle meye karar verdiğinde, oluşturacağımız kitaba ‘Dünya Sinema sının Ustaları’ adını vermeyi uygun gördük. Çünkü kitabı sade ce Amerikan sinemasıyla sınırlı tutmamak, daha sonra yayınla nan yazıları da projeye dahil etmek düşüncesindeyiz. Umarım ‘Sinema Kitaplığı’ bir bütün olarak sizlere hem öğretici, hem de eğlenceli bir okuma serüveni yaşatır. Sinema aşığı tüm dostlarımıza sevgi ve saygılarımla... Pınar Tınaz Gürmen 10. 08 2008/Istanbul 4D0 NYA SİNEMASININ.USTALARI JOHN FORD VVESTERN’İN BABASI Uııgtinün modem sineması, şüphesiz ki Ford, Capra, Wyler, I lııston gibi ustaların filmleriyle tanıdığımız klasik Amerikan sinemasına çok şey borçlu. HoHyvvood’un tüketime dayalı stüdyo sistemi içinde, gerek içerik gerekse biçim olarak halasız, yalın, güçlü ve duygusal anlamda etkileyici bir sinema yaratan bu ustalardan öğrenecek çok şeyimiz var. İnlin Ford, bu yolculuktaki ilk durağımız... W Terkes bir film yapabilir. Yönetmenliğin gizemli bir ya- Mn.m yok. Sanat da değil bu! Temel mesele, insanların ba- kıhlarını filme almayı bilmek...” Yukarıdaki sözler klasik Amerikan sinemasının ustaların dan John Ford’a ait. Elli altı yıllık uzun meslek yaşamı boyun- > ı, viiz kırk beş filme imza atan, filmlerindeki doğallık, sadelik, \.ırattığı karakterlerdeki sağlamlık ve üstün görsel yeteneği ile dünya sinemasının en yetkin isimlerinden biri olarak kabul edi- l> n duygusal vvestcrnlerin unutulmaz yönetmeni, John I öfd’a... I h'inyunın dört bir yanındaki film yönetmenlerine ‘en sevdi- m 11/ sinema sanatçısı kimdir?’ diye sorulduğunda, en sık tek ini.man isimlerden biridir John Ford. Kimileri sinema dilini mükemmel kullanışına hayranlık duyar, kimileri ise filmlerinin m mı değerlere bağlılığını çekici bulur. Ama şüphesiz Ford’u a ı.ıl.ır arasımla üst sıralara yerleştiren eıı önemli özellik, seç imi hikayeler ile büyük kitleleri perde önüne toplayabilmesi, ı'undan da öte, hemen herkesin kolaylıkla anlayabileceği, yo- ....ılıyabileceği sade bir anlatımı benimsemiş olmasıdır. Ford iılınlı ı inde süslü laflara, karmaşık kamera hareketlerine, çözü- .... seyirciye bırakılmış bulmacalara, anlaşılması entelektüel im il.İm gerektiren mesajlara yer yoktur. Hikayeler basit, ka tı Ü N V A SİNEMASININ USTALARI 5 JOHN FORD rakterler sağlam ve son sözler her zaman açık ve nettir. Sanatın zor anlaşılır olmakla değer kazanacağı gibi görüşlere asla prim vermeyen Ford, filmlerini tasarlarken izleyici unsurunu daima göz önünde tutar. Görüşünün biçimlenmesindeki en önemli et kenin, dönemin Hollyvraod sineması içinde geçerli olan stüdyo sistemi olduğu söylenebilir. Maddi getirisinin büyüklüğü kavran dıktan sonra Hollyvvood’da bir endüstriye dönüşen sinema, yapı lan her filmin, kar ederek sermayeye geri dönmesinin amaçlan dığı bir sektördür ve bu arenada zanaatın, sanattan bir adım ön de olması da kaçınılmaz bir sonuçtur... Klasik Amerikan sinema sı dendiğinde akla gelen en belirgin özellik de budur aslında. Hollyvvood’un tüketime dayalı stüdyo sistemi, sanatçıların yara tıcılıklarına bir ölçüde ket vurmuş olmasından dolayı pek çok si nema düşünürü tarafından eleştirilse de, önemi küçümseneme yecek bazı avantajları da beraberinde getirmiştir; hata yapma şansı tanınmayan bir sahnede, sürekli deneyimlenerek bulunan salt doğruları, sinemanın nerdeyse matematiksel denebilecek ku rallarını, insan psikolojisi üzerinde en güçlü etkileri yaratabile cek formülleri, kısacası Amerikan sinemasının kendisini; gerek içerik, gerekse biçim olarak hatasız, yalın, güçlü ve duygusal an lamda etkileyici bir sinemayı... John Ford da, Frank Capra, Wil- liam Wyler ya da Billy Wilder gibi ustalarla birlikte, bu sistemin yetiştirdiği en önemli sinemacılar arasındadır. Universal ve Fox gibi büyük stüdyolarla çalışmasına rağmen, bir yönetmen olarak bağımsızlığını korumayı başaran, meslektaş larının çoğunun aksine, işine yapımcıları asla karıştırmayan John Ford, bu sıra dışı durumu şöyle açıklar bir röportajında; ‘Ben dik kafalı bir yönetmenim. Senaryo hoşuma giderse, filmi yapmayı istiyorsam yaparım. Beğenmezsem geri çeviririm.’ Ancak bu noktada, Ford’un düşünce ve isteklerinin, hemen her zaman stüdyo yönetimi ile kesiştiğini, yönetmenin seçimlerini, stüdyo nun ‘ticari başarısı kesin fikirler’ olarak gördüğünü de belirtmek te fayda var. Asla stüdyoyu zarara uğratacak kişisel denemeler peşinde koşmayan, seyirciye yönelik bir sinemayı kendisine he def edinmiş bir yönetmene, üstelik Ford gibi bir dahiyse, stüdyo nun güvenmemesi için bir neden bulmak gerçekten zor... 60ÜNVA SİNEMASININ USTALARI JOHN FORD Ford, meslek yaşamı boyunca çok az röportaj veren, filmleri hakkında konuşmaktan, özellikle de sinema kuramlarını tartış maktan nefret eden bir yönetmen olmuştur. Engin sinema bilgi sini ve üstün yeteneğini, alçakgönüllü bir tavır ardında gizleyen yönetmen, belki de François Truffaut’un dediği gibi, sanat keli mesini hiç kullanmamış sanatçılardan ve şiir kelimesini hiç kul lanmamış şairlerdendir... John Ford ve Sinema Yaşamı Asıl adı Sean O’Feeney olan, John Ford, 1.2.1895’te, İrlanda göçmeni bir ailenin on üçüncü çocuğu olarak Cape Elisabeth - Maiııe’de doğdu. Kalabalık bir aile içinde büyüyen Sean, liseden mezun olduğu 1913 yılında, kendisinden on altı yaş büyük ağabe yinin yanına Hol!ywood’a gitmeye karar verdi. Ağabeyi Francis I OMİ, Universal stüdyolarında yazar, yönetmen ve aktör olarak '. ılışıyordu ve sinemayı bir sanat dalı olmasından öte, bir iş, bir meslek olarak gören, disiplinli ve çalışkan bir mizaca sahip Se ul'a iş bulması zor olmadı. İşe figüranlık ile başlayan, hatta Grif- Iilh'iıı 1914 yapımı ölümsüz filmi ‘Birth of a Nation/Bir Ulusun l »uçuşu nda Klu Klux Klan üyelerinden birini canlandıran Sean ' > I eeııey, o yıllarda ‘Jack Ford’ adını kullanmaya başladı ve dub- I* lııkteıı prodüksiyon amirliğine, set işçiliğinden aksesuarcılığa ı nl.ıı. sinemanın pek çok alanında görev yaptı. Hollywood’a alış ın. ve kendisini yönetmenliğe hazırlaması fazla zaman almayan im I n k Ford, ilk filmi “The Tornado/Kasırga”yı 1917 yılında çekti ğini le henüz yirmi iki yaşındaydı... < > yıllarda vvestern, seyirci tarafından en çok izlenen ve en acı ma a/( a tüketilen türdü ve endüstri içinde -belki de bu nedenle- ıııaisal açıdan pek saygınlığı yoktu. Ford, bunun farkında olma nı ı ı.ıcıııen, Amerikan tarihine duyduğu yakın ilgi ve Amerikan • I' çı ıleıiııe sıkı sıkıya tutunmuş muhafazakarlığı nedeniyle, wes- i' ı ııleıe yöneldi ve farklı türlerde de önemli eserler vermekle bir likli çizgisini kariyeri boyunca korudu. VVestern türünün, Ford di lı.ı a ile birle.şerek, llollywood dünyasında saygın bir yer kazan- *111*n11. halta dünyanın dört bir yanında azımsanamayacak bir se- ..... İ lilesi edindiğini söylemek abartılı bir yaklaşım olmasa ge- DÜNYA SİNEMASININ USTALARI 7 JOHN FORD rck. “Posta Arabası”ndan, “Baharda Hücum”a, “Liberty Valan- ce’ı öldüren Adam”dan, “Kanun Harici”ne kadar, Ford imzası taşıyan pek çok western Amerikan sinemasının klasikleri arasın da tartışmasız bir yer edindi. İlk önemli başarısını Batı’ya giden demiryolunun zorlu inşa sını anlatan bir sessiz dönem vvesterni olan 1924 yapımı “The Iron Horse/Demir At” ile kazanan, 1931 yılında çektiği “Arrows- mith/Demir Ok” ile de ününü pekiştiren John Ford, kendisini tüm dünyaya tanıtan ve western türünü adeta baştan yaratan fil mi “Stagecoach/Posta Arabasf’nı ise, 1939 yılında çekti. ‘(Posta Arabası’\Jo güne dek yapılmış Vahşi Batı filmlerinden oldukça farklıydı. Küçük bir posta arabasıyla, Kızılderili tehlikesine rağ men yolculuklarına devam eden, birbirinden oldukça farklı yedi kişinin üzerine odaklanan film, seyirciyi kavrayan temposu ve mükemmel görüntülerinin yanı sıra, kahramanların başarılı ruh sal tahlilleri ve Ford’un Amerikan kültürü ve sosyal yapısına övü cü olduğu kadar, eleştirel bir gözle de bakabilen yaklaşımı ile dikkat çekti. O güne dek, western dendiğinde akla gelen, her şart altında haklı olan beyazların, kötü Kızılderililer’i alt ettiği, okla rın ve kurşunların havada uçuştuğu macera filmleriydi. Ama “Posta Arabası” bu mitosu yıkıyor, yerine gerçek insanların ger çek korkular, endişeler ve mutluluklarla varoldukları, gerçek bir yaşam kesitini koyuyordu. John Baxter tarafından ‘Kendisini iz leyen her şeyi değiştiren temel western’ olarak nitelendirilen film, başrol oyuncusu John Wayne için de bir dönüm noktası ol du. Ringo Kid rolü, VVayne’i Hollywood’un saygın oyuncuları arasına kattı, ki böyle bir saygınlık daha önce hiçbir western ak törüne nasip olmamıştı. Yine 1939 yılında ilk renkli filmi olan “Drums Along the Mo- hawk/Vahşi Koşu”yu yapan ve bir avuç toprağa sahip olmaktan başka isteği olmayan öncülerin, mücadele dolu öykülerini anla tan Ford, daha sonraları da tekrar tekrar ele alacağı ‘yenilginin trajedisi’ ve ‘insanın hayatta kalma savaşı’ temalarına eğildi. Si nemasının psikolojik tahlillere dayanan insancıl yapısı artık şekil lenmişti ve 1940 yılında kendisine büyük bir başarı kazandıran Steinbeck uyarlaması “The Grapes of Wrath/Gazap Üzümleri” JOHN FORD için hazırdı. Büyük ekonomik bunalım sırasında Amerikan halkı nın yoksulluk ve çaresizlik dolu öyküsünü anlatan “Gazap Üzüm leri’’, genellikle yoksulluğun azla yetinme erdemi ile özdeşleştiril- diği, ütopik Amerikan rüyasının alabildiğine abartıldığı Hollyvvo- oıl dünyasında, gerçekçiliğin simgesi olarak tarihe geçti. 1941’de gelen “How Green Was My Valley/Vadim O Kadar Y•-•jileti Ki” ise, İrlandalI maden işçilerinin yoksul ama onurlu ha vadarını perdeye taşıyan, maddi nedenlere dayalı sınıf ayrımcılı ğından sosyal hakların savunulmasına, din sömürüsünden adalet w otorite kavramlarının sorgulanmasına kadar pek çok meseleyi masaya yatıran önemli bir filmdi ve ödüle boğuldu. Bu etkileyici dramdan sonra tekrar vvesternlere dönen Ford, “My Darling Cle- ıııeııtine/Kanun Harici”, “Fort Apache/Kan Kalesi” ve “She Wo- • ı Yellovv Ribbon/Sarı Kurdelalı Kız”ın da aralarında bulundu- ıı bir dizi film çekti. Filmlerde ele alınan temalar genellikle, ya- ıııı.t tutunmaya çalışan insanın, acımasız şartlara direnişi ve el- bette yeni bir hayata başlamanın verdiği umut dolu heyecandı. İne çok sevdiği temalardan biri olan ‘toplumun dışladığı insanın v ılnızlığı’nı ise, 1950 yılında çektiği “Wagonmaster/Vahşiler Hü- < ııııı I diyor”da ele alan Ford, toplum tarafından Hristiyan dinini defoı ıııc ettikleri ve çok eşlilik gibi kabullenilmesi güç bazı kural- I ıı ı benimsedikleri için dışlanan Mormonlar’ı perdeye taşıdı, löplımııın önyargılı yaklaşımını ‘Boynuzlarım görünmesin diye ipka takıyorum’ diyen Mormon liderinin şahsında hicveden ve • mİ,m bize, şeytanlık şöyle dursun, aptallık derecesinde iyi niyet li \e bıı nedenle sürekli sömürülen bir grup zavallı insan olarak i ııııtaıı yönetmen, Vahşi Batı’da, ellerini kollarını sallayarak do- II , ın hırsız ve katillere de dikkat çekerek, sosyal konulardaki ' leştiı isinin dozunu artırdı. |9 i.’ yapımı “The Quiet Maıı/Kadın Satılmaz” ile yine ana va- ı nıııı.ı, İrlanda’ya dönen Ford, kadın-erkek ilişkileri üzerine "d,ıklanan bu komediyle, vvesternlere ara verdi ve daha önce İn i, yapımı “ The Informer/Muhbir” ve 1941’de çektiği “Vadim ı ı K ul,ıı Yeşildi Ki” ile kazandığı en iyi yönetmen Oscarlarına im v ı ■ ıı ı s ı ıı i daha ekledi. Başroldeki John VVayne için yine önemi ı,ııir,ılımız bir film olan “Kadın Satılmaz”, oyuncunun vvesternler DONYA SİNEMASININ USTALARI 9
Description: