ebook img

ISAAC ASIMOV PDF

20 Pages·2007·0.17 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview ISAAC ASIMOV

ISAAC ASIMOV _ BEN ROBOT Bilim-kurgu türünün büyük ustası Isaac Asi-mov 1920 yılında Rusya'da doğdu. 1923'de ailesiyle birlikte B. Amerika'ya göç etti. Columbia Üniversitesine giderken babasının önerdiği tıp mesleği yerine, kimyager olmaya karar verdi Kısa bir süre Amerikan Deniz Kuvvetlerinde görev yaptıktan sonra 1949'da kimya doktorasını alan Asi-mov, Boston Üniversitesine bağlı Tıp Fakültesinde biyokimya dersleri vermeye başladı. Bir yandan da nükleik asit alanında araştırmalar yapıyordu. Kimya araştırmalarını yazarlık mesleğiyle birlikte sürdürmenin giderek zorlaşması sonucu, 1958'de tüm zamanını yazarlığa adamak üzere üniversiteden ayrıldı. Böylece bilim-kurgu türünün dünyaya yayılmasını sağlayan büyük bir yazar olarak edebiyat alanının unutulmaz adlan arasına katıldı. Đmparatorluk, Altın Galaksi, Gizli Tanrılar, Galaksi Çöküyor, Ölü Gezegen ve Đntikam Tanrıçasıyazân/ı en önemli bilim-kurgu romanlarıdır. Üç Robot Yasası 1. Bir robot, bir insana zarar veremez. Ya da hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz. 2. Bir robot, insanların verdikleri emirlere uymak zorundadır. Ancak bu tür emirler Birinci Yasayla çeliştiği zaman durum değişir. 3. Bir robot, Birinci ve Đkinci Yasalarla çelişmediği sürece varlığını korumak zorundadır. Robotik El Kitabı 56. Baskı. M.S. 2158 «Korkarım bakmadım. Bu sözlerinizi yazımda tekrarlayabilir miyim?» «Evet, tekrarlayabilirsiniz. Sizin için bir robot yalnızca bir robottur. Dişli çarklar ve maden. Elektrik ve pozitronlar. Kafa ve demir, insanlar tarafından yapılmış bir yaratık. Gerektiğinde yine insanlar tarafından ortadan kaldırılabilen bir şey. Siz robotlarla çalışmadığınız için onları bilmiyorsunuz. Robotlar bizden daha temiz ve daha iyi bir tür.» Yaşlı kadını yavaş yavaş konuşturmaya çalıştım. «Bize anlatabileceğiniz bazı şeyleri duymak istedik. Robotlar konusundaki görüşlerinizi almalıyız. Gezegenler Arası Basın bütün güneş sistemine ulaşıyor. Üç milyar izleyicimiz var, Dr. Calvin ve onların robotlar konusunda verebileceğiniz bilgiye ihtiyaçları var.» Aslında onu zorlamaya gerek yoktu çünkü sözlerimi duymamıştı bile. Ama konuşma isteğim gittikçe artıyordu. «Belki bu bilgiyi daha başlangıçta edindiler. O günlerde robotları dünyamızda kullanılmaları için satıyorduk. Hatta bu ben buraya gelmeden önce başlamıştı. Tabii o sıralarda robotlar konuşamıyorlardı. Daha sonra insana benzer bir biçim aldılar. Đşte o zaman karşı çıkışlar başladı. Đşçi sendikaları robotların insanlarla rekabet etmelerini hoş karşılamadılar. Çeşitli dini kuruluşlar batıl inançlar yüzünden karşı çıktılar. Bu çok gülünç ve aynı derecede yararsız bir durumdu. Ne yazık ki robotlardan hoşlanmayan insanlar vardı.» Bu sözleri cep-kayıt cihazımla banda alıyor, Dr. Calvin'in parmaklarımın oynadığını farketmemesi için elimden geleni yapıyordum. Biraz pratik yaptığınız takdirde küçük cihazı cebinizden çıkarmadan işinizi görebilirsiniz. Dr. Calvin, «Örneğin Robbie olayı,» dedi. «Ben onu hiç görmedim. Robbie ben şirkete girmeden bir yıl önce söküldü. Artık modası iyice geçmişti. Ama o küçük kızı müzede gördüm...» Durakladı. Ben sesimi çıkarmadan gözlerinin bulanıklaşmasına ve geçmişe dönmesine izin verdim. Doktor konuşmasını sürdürdü. «Olayı daha sonra öğrendim. Bizden, 'Küfürbazlar' ya da 'Đf- r/r yaratıcıları,' diye söz edildiği zaman hep Robbie'yi anımsadım. O konuşamayan bir robottu. 2096 da yapıldı. Tabii bu 'uzmanlaşma dönemi'nden önceydi. Robbie'yi de bir dadı olarak sattılar...» "Ne olarak, ne olarak?» «Bir dad ı...» dü. Işıklı gözlerinin üzerinde madenden, saydam bir tabaka belirdi. Gövdesinden düzenli, titreşimli bir tıkırtı yükseldi. Gloria, «Sakın bakma ve sayıları da atlama,» diye onu uyarıp saklanmak için koştu. Saniyeler değişmeyen bir düzgünlükle tıkırdayarak geçti. Robbie yüze geldiği zaman göz kapakları yukarı kalktı. Robot ışıltılı kırmızı gözleriyle bahçeyi taradı. Bakışları bir an bir kayanın arkasından çıkmış renkli basmaya ilişti. Birkaç adım attı ve Gloria'nın gerçekten kayanın arkasına saklanmış olduğunu anladı. Ağır ağır, çocukla ağacın arasında kalmaya dikkat ederek ilerleyip kızı iyice görebildiği bir yere kadar geldi. Artık Gloria'nın da Robbie'nin kendini görmediğini düşünmesi imkânsızdı. Robot kolunu kıza doğru uzatıp diğer elini de bacağına vururken bir şangırtı duyuldu. Çocuk suratını asarak kayanın arkasından çıktı. Büyük bir haksızlıkla, «Görünmeden baktın!» diye bağırdı. «Zaten saklambaç oynamaktan sıkıldım. Beni dolaştırmanı istiyorum,» Ama Robbie bu haksız suçlama yüzünden kırılmıştı. Dikkatle oturarak başını iki yana ağır ağır salladı. Gloria hemen tavrını değiştirerek kendini affettirmeye çalıştı. «Robbie, öyle demek istemedim. Haydi, beni gezdir.» Ne var ki Robbie'yi kolaylıkla kandıramayacaktı. Robot inatla mavi gökyüzüne bakarak, daha kesin bir tavırla kafasını salladı. «Lütfen, Robbie. Lütfen beni gezdir.» Çocuk pembe kollarıyla robotun boynuna sıkıca sarıldı. Sonra birdenbire ruh hali değiştiği için geriledi. «Gezdirmezsen, ağlarım.» Yüz hatları ağlamaya hazırlık olarak çarpıldı. Katı kalpli Robbie bu kötü ihtimale aldırış bile etmeyip üçüncü defa başını salladı. Gloria o zaman son kozunu oynamak zorunda olduğunu anladı. Öfkeyle, «Gezdirmezsen,» diye bağırdı. «Ben de sana bir daha masal anlatmam. Bir tek masa! bile.» Robbie bu ültimatom karşısında hemen, kayıtsız şartsız boyun eğdi. Başını madeni boynu mırıltıya benzer bir ses çıkarın- anlatırsın.» Bu son sözleri söylerken kekelemeye başlayarak, kafasını çevirdi. Gloria köyden dönerken çok heyecanlıydı. Gösteri gerçekten nefes kesiciydi. Küçük kız, babası jet-arabayı garaja sokuncaya kadar bekledi. «Gösteriyi Robbie'ye anlatmak için sabırsızlanıyorum, babacığım! O programa bayılır. Özellikle Francis Fran'm usul usul gerilerken Leopar adama çarpmasına ve sonra da kaçmak zorunda kalmasına!» Bir kahkaha attı. «Ayda gerçekten Leopar- adamlar var mı, baba?» Weston dalgın dalgın, «Herhalde yok,» dedi. «Bu yalnızca komik bir hayal.» Arabayla manevra yapmayı daha fazla sürdüremeyeceğinden olacaklara katlanmak zorundaydı. Gloria çim alanda koştu. «Robbie! Robbie!» Sonra güzel bir Đskoç çoban köpeği yavrusunu verandada görerek durakladı. Köpek ciddi kahverengi gözleriyle kıza bakıp kuyruğunu salladı.. «Ah, ne güzel köpek!» Gloria basamakları çıkarak köpeğe dikkatle yaklaştı ve yavruyu okşadı. «Benim mi, babacığım?» Annesi de onlara katıldı. «Evet, Gloria. Ne güzel değil mi? Tüylü, yumuşacık ve çok uysal. Küçük kızları da çok seviyor.» «Oyun oynayabilir mi?» «Tabii. Birçok oyun biliyor o. Görmek ister misin?» «Hemen. Ama Robbie'nin de onları görmesini istiyorum. Robbie!» Kız kararsızca duraklayarak kaşlarını çattı. «Ah, özellikle odasından çıkmıyor. Onu 'visivox'a götürmediğim için darıldı sanırım. Ona durumu açıklamalısın, baba. Belki bana inanmaz, ama senin her zaman doğruyu söylediğini bilir.» Weston'un dudakları iyice gerildi. Karısına baktı ama kadın gözlerini ondan kaçırdı. Gloria hızla dönerek, bodrum merdiveninden aceleyle indi. Bir yandan da, «Robbie!» diye bağırıyordu. «Gel de bak! Annemle babam bana ne almışlar gör! Bana bir köpek getirmişler, Robbie!» I den ilginç şeylerle doluydu. Gloria'nın annesiyle babası bunu far-kettikleri için durumdan mümkün olduğu kadar yararlanmaya çalıştılar. George Weston karısının emri üzerine işini bir ay için yardımcılarına bırakmıştı. Böylece zamanını kendi deyimiyle 'Gloria'yı mahvoluncaya kadar sefahate sürüklemeye' verecekti. Weston her şeyde olduğu gibi bu işi ve ustalıkla, ciddiyetle ve düzenli bir şekilde yaptı. Daha bir ay dolmadan New York'ta yapılabilecek her şey yerine getirilmişti. Gloria'yı yedi yüz elli metre yüksekliğindeki Roosevelt binasının tepesine çıkardılar. Buradan uzaklardaki Long island'm kırları ve New Jersey düzlüğü bile gözüküyordu. Hayvanat bahçesine gittiklerinde Gloria tatlı bir korkuyla 'gerçek aslanlar'ı seyretti. Ama bakıcıların kızın sandığı gibi aslanlara insanları değil de çiğ etleri atmaları onu biraz hayal kırıklığına uğrattı. Sonra kız, «Beni balinanın olduğu yere götürün,» diye konuştu. Weston'lar kızlarını müzelere, parklara, plajlara ve ünlü Akvaryuma götürdüler. Çılgın bin dokuz yüz yirmilerde kullanılanlara benzeyen buharlı bir tekneyle Hudson nehrinin yarısına kadar gittiler. Gloria bir gösteri yolculuğuna katılarak stratosfere kadar yükseldi. Burada gökyüzü koyu mor, yıldızlar da ışıl ısıldı. Aşağıdaki sisli Dünya koskocaman bir topa benziyordu. Gloria'yı bölmeleri camlı bir denizaltına bindirerek Long Island'daki halicin dibine indirdiler. Bu dalgalı, yemyeşil dünyada tuhaf deniz yaratıkları kıza yaklaşıp baktıktan sonra hızla uzaklaştılar. Bayan Weston kızını masal dünyalarını anımsatan mağazalara götürdü. Kısacası, bir aylık süre sona ererken Weston'lar Gloria'ya artık gitmiş olan Robbie'yi tümüyle unutturmak için mümkün olan her şeyi yaptıklarına karar verdiler. Ama başarılı olup olmadıklarından pek emin değillerdi. Aslında Gloria'yı nereye götürürlerse götürsünler küçük kız rastladıkları robotlara büyük bir dikkat ve ilgiyle bakıyordu. Karşısındaki gösteri ne kadar heyecan verici olursa olsun, gözünün «Benim... gibi... bir... robot... mu?» «Evet, Bay Robot, efendim.» Konuşan Robot bu sözlere karşılık garip bir takırtı ve anlaşılmaz sesler çıkardı. Belirli bir cisim değil de genel bir grubun bir üyesi olduğunu anlamak onu sarsmıştı. Sadakatle bu kavramı anlamaya çalışırken altı bobinini birden yakıp alarm işaretleri vermeye başladı. Yeniyetme kız o sırada dışarı çıktı. Fizik dersi için hazırlayacağı ödev konusunda yeteri kadar bilgi edinmişti. Ödevin konusu «Robotik Biliminin Pratik Yanları»ydı. Bu Susan Calvin'in aynı konuda hazırlayacağı tezlerden ilkiydi. Gloria sabırsızlandığını belli etmeden makinenin cevap vermesini bekledi. Ama arkasından biri, «Đşte orada!» diye bağırdı. Küçük kız annesinin sesini tanımıştı. Bayan Weston, «Burada ne işin var, seni yaramaz!» diye bağırdı. Kaygısının yerini öfke almıştı. «Annenle babanın ödünü patlattığından haberin var mı? Neden kaçtın?» Aynı anda robotik mühendisi içeri daldı. Adam neredeyse saçlarını yolacaktı. Makinenin çevresine doluşmaya başlayan meraklılara robotu kimin karıştırdığını sordu. «Đçinizden biri levhadaki yazıları okuyamıyor mu? Buraya yanında görevli olmayan kimse giremez!» Gloria o gürültü arasında sesini üzüntüyle yükseltti. «Ben yalnızca Konuşan Robotu görmeye geldim, anne. Onun Robbie'nin nerede olduğunu bilebileceğini düşündüm. Çünkü ikisi de robot.» Sonra birdenbire sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. «Rob-bie'yi bulmalıyım, anne! Onu bulmam gerekiyor!» Bayan Weston bağırmamak için kendini zor tutarak, «Ah, Tanrım...» dedi. «Haydi eve gidelim, George. Artık dayanamayacağım!» George Weston o akşam evden ayrıldı ve ancak birkaç saat sonra döndü. Ertesi sabah da hayatından memnun bir tavırla karısına yaklaştı. «Bir fikrim var, Grace.» Kadın sıkıntıyla, «Neymiş o, George?» dedi. ramadan parmaklığın arasından geçti ve bir metre kadar aşağıda kalan odaya atladı. Robbie'ye doğru koşmaya başladı. Elini sallıyor, saçları uçuşuyordu. Üç büyük, dehşetle donmuş kalmışlardı. Küçük kızın heyecanı sırasında farketmediği bir şeye bakıyorlardı. Dev gibi hantal bir makine raylarının üzerinde dosdoğru Gloria'ya doğru gidiyordu. Weston bir saniyeden daha kısa bir sürede kendine geldi. Ama bu süre bile çok önemliydi. Çünkü artık kızına yetişmesi imkânsızdı. Adam çılgıncasına parmaklığın üzerinden atladı ama hiç umut yoktu. Bay Struthers kontrolörlere makineyi durdurmaları için deli gibi işaret etti. Ama onlar da insandı ve bu işi yapmaları zaman alacaktı. Yalnız Robbie hemen dikkatle harekete geçti. Đleri doğru atılarak maden bacaklarıyla küçük hanımına doğru koştu. Her şey çok çabuk olup bitti. Robbie hiç yavaşlamadan tek eliyle Gloria'yı kaptığı sırada küçük kızın soluğu kesilmişti. Ne olduğunu pek kavrayamayan Weston, Robbie'nin önünden hızla geçtiğini ve sonra da şaşkınlıkla durakladığını görmekten çok hissetti. Dev makine Robbie'den yarım saniye sonra Gloria' nın biraz önce durduğu noktadan geçip üç metre kadar ilerledi ve sonra gıcırdayarak durdu. Gloria soluk alıp annesiyle babasının ona telaşla sarılmalarına izin verdi. Sonra heyecanla Robbie'ye döndü. Ona göre kötü bir şey olmamış yalnızca arkadaşını bulmuştu. Ama Bayan Weston'un yüzündeki sevinç ifadesinin yerini kara bir kuşku almıştı. Kocasına döndü. Saçı başı karışmış, gururlu tavırları kaybolmuştu ama yine de korkulacak durumdaydı. «Bunu sen ayarladın, öyle değil mi?» George Weston mendiliyle alnındaki terleri silerken elleri titriyordu. Zorlukla, hafifçe gülümseyebildi. Bayan Weston konuşmasını sürdürdü. «Robbie, mühendislik ya da üretim işleri için yapılmamıştı. Buradakilere hiçbir yararı olmazdı. Robbie'yi, Gloria'nın onu bulması için buraya getirttin. Öyle değil mi?» Weston, «Evet, öyle,» dedi. «Ama bu karşılaşmalarının böyle Powell, «Başından başla,» dedi. «Şu işi iyice anlayalım.» Đki arkadaş şimdi telsiz odasındaydılar. Buradaki modası geçmiş aletlere onlar gelinceye kadar el sürülmemişti. Yani on yıl boyunca. Teknoloji bakımından on yıllık süre bile çok uzun sayılırdı. Hızlı 2105 yılında üretilen robotlarla kıyaslandığı zaman bu daha iyi anlaşılıyordu. Tabii o günlerde robotik alanında büyük gelişmeler olmuştu. Powell cihazların parlak maden yüzeylerine yavaşça elini sürdü. Bu odadaki, hatta bütün istasyondaki o kul resinde bir daire çiziyordu. Powell elini kumral bıyığına götürdü. Kaygılandığında hep böyle yapardı. Donovan ekledi. «Hızlı onu izlediğim iki saatlik sürede o lanet olasıca gölcüğün etrafında dört defa dolaştı. Bana bunu sonsuza kadar yapacakmış gibi geliyor. Ne durumda olduğumuzu anlıyor musun?» Powell hızla başını kaldırdı ama bir şey söylemedi. Ah, evet, ne durumda olduklarının farkındaydı pek tabii. Başları dertteydi. Merkür'ün o korkunç güneşinin tüm etkisinden onları yalnızca foto-hücreler koruyabilirlerdi. Şimdi onlar da ortadan kalkmış sayılırlardı. Donovan'la Powel'i ancak Selenyum kurtarabilirdi. Selenyum'u ise sadece Hızlı getirebilirdi. Hızlı geri dönmediği takdirde, Selenyum da olmayacaktı. Selenyum olmayınca da foto-hücreler. Foto-hücrelerin olmaması demek de... Eh, ağır ağır kavrulmak ölümlerin en kötülerinden sayılırdı. Donovan öfkeyle kızıl saçlarını düzeltmeye çalışarak, «Bütün sistem bizimle alay edecek, Greg,» dedi. «Her şey bu kadar çabuk nasıl altüst olabildi? Ulu Powell ve Donovan timi Güneş Bölgesi Maden Đstasyonunun tekrar açılmasının uygun olup olmayacağı konusunda bir rapor hazırlamak için Merkür'e gönderildiler. Yanlarında modern teknik harikaları ve robotlar vardı. Ne var ki biz daha ilk gün her şeyi mahvettik! Üstelik bu sıradan bir işti. Bu rezaletin etkilerinden bir daha kurtulamayacağız.» Powell usulca, «Belki buna gerek kalmayacak...» diye mırıldandı. «Çabucak bir şeyler yapmazsak rezaletin etkilerinden kurtulmak bir yana, yaşayamayacağız bile!» «Aptallık etme! Belki sen bu durumu komik buluyorsun ama ben bulmuyorum. Bizi buraya bir tek robotla göndermeleri bir cinayetti. Ayrıca foto-hücre işini kendi başımıza halletmek fikri de senindi!» «Đşte şimdi haksızlık ediyorsun! Buna seninle birlikte karar verdik, çok iyi biliyorsun. Bize bütün gereken bir kilo Selenyum, Stilihead Dielektrod Levhası ve üç saatlik bir süreydi. Güneşlik Bölgede sürüyle saf Selenyum gölcükleri var. MacDaugal, spek-troreflektörüyle beş dakika içerisinde bizim için üç gölcük bulu- sesiyle, «Evet, Efendim,» diye cevap verdi. Genç adam arkadaşına baktı. «Yalıtılmış tulumunu giy!» Đki uzman da bu tulumları ilk kez giyiyorlardı. Merküre bir gün önce gelmişlerdi ve ikisi de böyle bir şeye gerek olacağını hiç sanmamışlardı. Donovan'la Powell kol ve bacaklarını rahatsızca oynattılar. Tulum her zaman giyilen uzay elbiselerinden daha büyük ve çirkindi. Ama üzerinde hiç metal olmadığı için daha hafifti. Sıcağa dayanıklı plastik ve kimyasal işlem görmüş mantar tabakalarından yapılmışlardı. Đçierinin kupkuru kalması için aygıtları vardı. Tulumu giyen kişi Merkür'den kızgın güneşine yirmi dakika dayanabilirdi. Bu süre beş-on dakika daha uzatılabilir ve tulumu giyen kimse de ölmezdi. Robot hâlâ parmaklan birbirine kenetlenmiş öyle bekliyor Powell'in tuhaf bir yaratığa dönüşmüş olmasına hiç şaşırmıyor-du. Powell'in mikrofonda sertleşen sesi çevrede yankılandı. «Bizi 13 a numaralı çıkışa götürmeye hazır mısın?» «Evet, Efendim.» Genç adam ayağını robotun avcuna koyarak kendini yukarı çekti. Oturulan yerin rahatlığı için robotu kambur yapmışlardı. Makine adamın omuzlarında bacakların yerleşmesi için birer çukur vardı. Robotun iki kulağının uzunluğunun nedeni anlaşılıyordu artık. Powell robotun kulaklarını yakalayarak onun başını çevirdi. Makine yavaşça döndü. «Haydi bakalım, ahbap.» Ama aslında hiç keyifli değildi. Dev robotlar makinelere özgü bir dakiklikle ağır ağır ilerleyerek tepeleri başlarına pek yakın olan kapıdan çıktılar. Đki uzman telaşla eğilmek zorunda kaldı. Makine adamlar dar bir koridordan ilerlerken ağır ayak sesleri etrafta tekdüze yankılanıyordu. Sonunda hava bölmesine eriştiler. Önlerindeki oldukça uzun görünen havasız tünel Powell'in Birinci Grubun kaba robotlarla işe nasıl sıfırdan başlayıp bazı şeyleri başardıklarını iyice kavramasına yol açtı. Belki başarısızlığa uğramışlardı ama bu başarısızlık sistemin sıradan başarılarından çok daha üstündü. Robotlar aynı hızla ilerlediler. Adımları ne uzadı, ne kısaldı. Powell, «Farkettin mi?» diye sordu. «Bu tüneller oldukça aydınlık. Isı da dünyadaki gibi normal. Belki burası bomboş kaldığı o on yıllık sürede de hep böyle oldu.» «Bu nasıl olur?» «Ucuz enerji. Sistemdeki en ucuz enerji; Güneş gücü. Merkür'ün güneşli bölümünde bu güç müthiş. Đşte istasyon da bu yüzden bir dağın gölgesine değil, güneşli bir yere yapıldı. Aslında bu dev bir enerji çevirgeci. Isı, elektrik, ışık, mekanik işlere dönüşüyor. Böylece enerji üretiliyor ve aynı anda istasyonun içi de soğutuluyor.» Donovan, «Hey! Aslında,» dedi. «Bütün bunlar çok eğitici. Ama lütfen konuyu değiştirir misin? Sözünü ettiğin bu enerjinin çevrilmesi işini daha çok foto-hücreler başarıyor. Ve şu anda o konu beni derinden yaralıyor.» Powell belli belirsiz bir şeyler homurdandı. Uzayıp giden sessizliği Donovan bozduğunda konuyu tümüyle değiştirdi. «Dinle, Greg. Lanet olasıca Hızlf nın nesi var? Ne oldu ona? Bunu anlayamıyorum.» Yalıtımlı tulumda omuz silkmek kolay değildir ama Powell bunu denedi. «Bilmiyorum, Mike. Hızlı'nın Merkür çevresiyle iyice uyum sağlayacak biçimde yapıldığını sen de biliyorsun. Isının onun için hiçbir önemi yok. Engebeli topraklar ve az yerçekimine göre üretildi o. Bir zarar görmesi olanaksız. Daha doğrusu öyle olması gerekiyor.» Yine bir sessizlik oldu ve uzadıkça uzadı. Robot, «Efendim,» dedi. «Geldik.» «Ya?» Yarı uyuklamakta olan Powell kendini toparlayarak, «Eh, bizi buradan çıkarda yüzeye çıkalım.» Kendilerini küçücük bomboş ve havasız bir yardımcı istasyonda buldular. Harap olmuştu. Donovan cep fenerinin ışığında duvarlardan birinin yukarısındaki biçimsiz deliği inceledi. «Buna göktaşı mı neden oldu dersin?» Bir süre sessizlik oldu. Sonra uzayıp giden çaresiz sessizliği sonunda Powell bozdu. «Bir kere Hızlı insanca anlamda sarhoş değil. Çünkü o bir.robot ve robotlar da sarhoş olmazlar. Sanırım Sonda bir bozukluk var. Bu insanca sarhoşluğun robotça bir türü Solabilir.» Donovan kelimelere basa basa, «Bence Hızlı sarhoş,» dedi. «Bütün bildiğim de şu; o bir oyun oynadığımızı sanıyor ama biz oynamıyoruz. Bu bir ölüm kalım meselesi. Korkunç bir ölüm...» «Pekâlâ, beni zorlama. Bir robot yalnızca bir robottur. Hızlı' hin neresinin bozulduğunu anlar anlamaz onu onarır ve işimize bakarız.» -', Donovan söylenir gibi tekrarladı. «Anlar anlamaz...» Powell onu duymazlıktan geldi. «Hızlı, normal Merkür çevresiyle uyurn sağlayacak biçimde yapıldı. Ama bu bölge...» Eliyle çevreyi işaret etti. «... kesinlikle anormal. Đşte elimizdeki ipucu da bu.» «Şimdi... bu kristaller nereden çıktı? Belki ağır ağır soğuyan bir sıvıdan oluştular. Ama Merkür güneşinde soğuyabilecek kadar kızgın bir sıvı nereden çıkabilir?» Donovan, «Volkanik faaliyetler,» dediğinde Powell'in bütün vücudu geriliverdi. Tuhaf, hafif bir sesle mırıldandı. «Çocuktan al haberi.» Beş dakika kadar hiç kımıldamadan durdu. Sonra, «Dinle, Mike,» dedi. «Hızlı'yı Selenyum getirmesi için yolladığın zaman ona ne dedin?» Donovan şaşırdı. «Kahretsin! Bilmiyorum! Ona Selenyum getirmesini söyledim.» «Evet, biliyorum. Ama nasıl? Sözlerini kelimesi kelimesine anımsamaya çalış.» «Ona dedim ki... Şey... 'Hızlı, bize Selenyum gerekiyor. Onu şu şu yerden alabilirsin. Haydi, gidip getir.' Hepsi bu kadar işte. Başka ne söylememi isterdin?» «Ona bu işin çok acele olduğunu söylemedin değil mi?» «Söylememe gerek var mıydı? Sıradan bir işdi bu.» Powell içini çekti. «Artık yapılacak bir şey yok çünkü başımız _ 47 — dertte.» Robotunun sırtından inip sırtını kayaya dayayarak oturdu. Donovan da ona katıldı. Kolkola girdiler. Đleride kavurucu güneş onlara kedi-fare oyunu oynamak için bekliyordu sanki. Yanlarındaki robotlar ise hemen hemen gözükmüyorlardı. Sadece foto-elektrik gözleri kırmızı kırmızı parlıyordu. Makine adamlar gözlerini hiç kırılmadan onlara bakıyorlardı. Đki uzmana aldırmıyorlardı. Aldırdıkları yoktu! Bu zehirli Merkür gezegeni de aldırmıyordu. Küçüktü ama son derecede uğursuz bir yerdi! Donovan'm kulaklarında Powell'in sesi yankılandı. «Şimdi dinle. Đşe üç temel Robot Yasasıyla başlayalım. Bu üç yasa bir robotun pozitronik beyninin derinliklerine işlenir.» Karanlıkta eldivenli elinin parmaklarını işaret ederek saydı. «Bir hızlanmaya başladı. On beş saniye sonra sendeleyerek iki insana doğru koşuyordu. Powelhx>botun ne söylediğini o sırada pek anlayamadı. Galiba Hızlı, «Âşıkların itirafları Hesse dilinde söylendiği zaman...» gibi bir şeyler mırıldanmıştı. Uzman döndü. «Kayaya geri dönelim, Mike. Etkiden kurtuldu, artık emirlerimizi dinler. Ben fazla ısınmaya başladım...» Sırtlarına bindikleri makine adamlar ağır ağır koşmaya başladılar. Ancak gölgeye girdikleri ve etraftaki serinliği hissettikleri zaman Donovan dönüp geriye baktı. «Greg!» Powell de geriye bir göz attı. Az kalsın avaz avaz bağıracaktı. Hızlı ağır ağır ilerliyordu şimdi. Hem de çok ağır ve yanlış yöne doğru gidiyordu. Sonra yine eski duruma dönüyor ve hızlanmaya başlıyordu. Dürbünle bakıldığında hem çok yakındı, hem de erişilemeyecek kadar uzak. Donovan deli gibi bağırdı. «Peşinden gidelim!» Robotunun hızlanması için makineye vurdu. Ama Powell onu geri çağırdı. «Hızh'yı yakalayamazsın, Mike. Bunun hiç yararı yok.» Robotunun omuzlarında sıkıntıyla kımıldanıp çaresizce yumruklarını sıktı. «Neden gerçeği her şey sona erdikten beş saniye sonra anlıyorum? Mike, saatleri boşuna ziyan ettik.» Donovan sabırla, «Daha fazla oksalit asit gerekli,» dedi. «Asit fazla yoğun değildi.» «Yedi ton asit bile yeterli olmaz üstelik gidip malzeme alacak kadar zamanımız da yok. Bunun için saatler ister. Zamanımız olsa da şimdi monoksit Hızh'yı aşındırıyor. Ne olduğunu anlayamıyor musun, Mike?» Donovan kısaca, «Hayır,» dedi. «Biz yalnızca yeni dengeler oluşturuyorduk. Yeni monoksit oluşturup Üçüncü Yasa potansiyelini arttırdığımız da Hızlı tekrar dengesini buluncaya dek geriledi. Monoksit uçup gittiği zaman da öne doğru gitti ve yine denge sağlandı.» Powell'in sesi çok üzgündü. «Yine aynı köşekapmaca. Đkinci Yasayı iter, Üçüncü Yasayı çekeriz ama yine de bir başarı elde edemeyiz. Yalnızca bana öyle geliyor... Ya da radyasyon, yalıtımlı tuluma rağmen etkisini göstermeye başladı. Hızlı onu seyrediyordu. Uzmana Gilbert ve Sullivan'm operalarından saçma sapan şeyler söylemeye kalkışmadı. Powell ney-vse, buna da şükür, diye düşündü. Ama Hızlı'ya fazla yaklaşmaya t^da cesaret edemedi. V Aralarında üç yüz metrelik bir açıklık kaldığı sırada Hızlı dikkatle, adım adım gerilemeye başladı. Powell de durdu ve robotunun sırtından kristalli yere atladı. Kristal parçacıkları havada uçtu. Powell yürümeye başladı. Yer sanki çakıllı gibiydi ama buna .rağmen kaygandı da. Düşük yerçekimi genç adamın hareketlerini zortaştırıyordu. Sıcak tabanlarını gıdıklıyordu sanki. Powell omzunun üzerinden kayanın kapkara gölgesine baktı ve artık oradan geri dönemeyecek kadar uzaklaşmış olduğunu anladı. Yani Boraya kendi kendine de, antika robotun yardımıyla da gidemez-,di. Onu ancak Hızlı kurtarabilirdi. Ya da orada ölürdü. Bu düşünce uzmanın göğsünün sıkışmasına neden oldu. Yeteri kadar ilerlemişti! Durdu. «Hızlı!» diye seslendi. «Hızlı!» Đlerideki biçimli modern robot kararsızca durakladı ve geriye doğru bir adım daha atmaktan vazgeçti. Sonra yeniden yürümeye başladı. Powell yalvarırcasına konuşmaya çalıştı ve bu açıdan pek zorluk çekmedi. «Hızlı, o gölgeye dönmem gerekiyor, yoksa güneş beni öldürecek. Ya yaşayacağım, ya öleceğim, Hızlı! Sana ihtiyacım var.» Hızlı öne doğru bir adım attıktan sonra durdu. Konuşmaya başladı ama Powell onun söylediklerini duyduğu zaman inledi. Çünkü robot, «Kötü bir baş ağrısı yüzünden uyuyamazsan ve dinlenmek senin için tabuysa...» demişti. Sonra sesi hafilemişti. Powell nedense, «Đolanthe,» diye mırıldandı. Güneş kavurucuydu. Powell gözünün kuyruğuyla bir şeyin hareket ettiğini gördü. Hızla döndü. Başı dönmeye başlamıştı. nır gibi ses çıkardı. Melodi pek belli olmamasına rağmen sanki bir müzik aletinin telleri çekiliyormuş gibi ses çıkıyordu. Sonra bu ses başladığı gibi hemen kesildi. «Peki ya ben, Powell? Benim varlığımı açıklayamadın.» «Gerisi çok basit. Bu istasyonlar, gezegenlere güneş enerjisi verilmesi için ilk kurulduklarında, her şeyle insanlar ilgileniyordu. Ancak ısı, sert Güneş radyasyonu ve elektron fırtınaları görevi çok zorlaştırıyordu. Đnsanların yerlerini almaları için robotlar yapıldı. Şimdi istasyonlarda yalnızca iki yöneticinin bulunması yeterli ofuyor. Şimdi biz o iki insanın yerine makine adamları geçirmeye çalışıyoruz. Đşte böylece senin konuna geliyoruz. Sen oluşturulan robotların en mükemmelisin. Bu istasyonu bağımsızca yönetebileceğini kanıtlarsan artık buraya bir daha insanların gelmesine gerek kalmayacak. Sadece birileri onarım için yedek parçalar getirecekler.» Elini kaldırdığında madeni duvar, camı örttü. Powell masasına dönüp bir elma aldı. Koluna sürerek parlattıktan sonra ısırdı. Robot kızıl ışıklı gözlerini ona dikmişti yine. «Şimdi özetlediğin karmaşık ve olmayacak bir varsayıma inanmamı mı bekliyorsun? Sen beni ne sanıyorsun?» Powell kıpkırmızı kesilerek ağzındaki elma parçalarını ortalığa püskürttü. «Lanet olsun! Bu bir varsayım değildi!» Şirin setçe, «Milyonlarca kilometre çapındaki enerji küreleri,» dedi. «Üzerlerinde üç milyar insanın yaşadığı dünyalar! Sonsuz boşluk! Çok üzgünün Powell ama sana inanmıyorum! Ben bu konuyu kendi başıma çözmeye çalışacağım. Đyi günler.» deyip odadan çıktı. Eşikte beliren Michael Donovan'm yanından geçerken ona başıyla ciddi ciddi selam verdi ve koridorda uzaklaştı. Arkasından şaşkınlıkla baktıklarının farkında bile değildi. Mike Donovan kırmızı saçlarını karıştırarak öfkeyle arkadaşına bir göz attı. «O ayaklı hurda yığını neden söz ediyordu? Neye inanmıyormuş?» Q- Powell garipseyerek bıyığını çekiştirdi. «Tam b'r şüpheci! hizmet ettiklerini söyledi. Sonra sıradan işler için onları robotlar izlemiş. Sonunda da yöneticilik için ben. Bütün bunların doğru olduğundan eminim. Ama açıklama son derecede mantıksız. Asıl gerçeği öğrenmek ister misiniz?» «Devam et, Şirin. Đnsanı çok eğlendiriyorsun.» «Efendimiz önce en ilkel tipler olarak insanları yarattı. Onları oluşturmak kolaydı. Sonra yavaş yavaş insanların yerine robotları geçirdi çünkü insanlardan üstündüler. Đnsanların yerini almam için sonunda da beni yarattı. Bundan sonra Efendimize ben hizmet edeceğim.» Powell sertçe, «Öyle bir şey yapmayacaksın!» dedi. «Emirlerimizi yerine getirecek ve sesini keseceksin! Çevirgeci tek başına çalıştırıp çalıştıramayacağına biz karar vereceğiz. Beni duyuyor musun? Çevirgeç dedim, Efendi değil! Bizi memnun etmezsen seni söküp parçalarına ayıracağız. Şimdi... sence bir sakıncası yoksa gidebilirsin. Bu bilgiyi de al ve uygun biçimde dosyala.» Şirin kendisine uzatılan grafikleri aldı ve hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Donovan koltuğunda yavaşça arkasına yaslanarak kalın parmaklarını kızıl saçlarının arasına soktu. «Bu robotla başımız derde girecek. Đyice kaçırmış!» Kontrol odasında çevirgecin uykulu homurtusu çevrede iyice yankılanıyor, buna Geger cihazlarının kahkahaya benzeyen sesleri ve altı sinyaf lambasının vızıltısı karışıyordu. Donovan başını teleskoptan kaldırdı. «4 numaralı istasyondan yöneltilen ışın tam zamanında Mars'a erişti. Artık bizimkini kesebiliriz.» Powell dalgın dalgın başını salladı. «Şirin aşağıda, makine dairesinde. Ona işaret veririm işi halleder... Bak, Mike, bu rak-kamlara ne diyorsun?» Arkadaşı hesaplara bakarak bir ıslık çaldı. «Vay vay vay. Gamma ışınları çok yoğun. Đhtiyar Güneş'in fazla neşelendiği anlaşılıyor.» Powell ekşi ekşi, «Evet,» dedi. «Üstelik elektron fırtınası açı- ŞU TAVŞANI TUT Tatilleri iki haftadan daha uzun, yani tam altı ay kadar sürdü.' Hem ücretlerini almışlardı. Ama Donovan öfkeyle yalnızca bir ras-lantı olduğunu açıklıyordu. ABD Robot Şirketi çoğul makine adamın arızalarını gidermek zorunda kalmıştı. Pek çok arıza vardı. Ayrıca çalışma yerinde yapılacak denemelerde de yine sürüyle arıza çıkacaktı. Đşte bu yüzden iki arkadaş beklediler ve dinlendiler. Sonunda uzmanlar, «Tamam,» dediler. Şimdi Powell'le Donovan, Asteroid'deydiler ve durum hiç de, «Tamam,» diye tanımlanacak gibi değildi. Donovan'm yüzü iyice kızarmıştı. Genç adam belki onuncu kez, «Tanrı aşkına, Greg,» diye tekrarlıyordu. «Biraz gerçekçi ol. Şartnameye harfi harfine uymanın ve denemelerin berbatlaşması-nı seyretmenin ne yararı var? Artık şu kırtasiyeciliği bir yana bırakıp çalışmanın zamanı geldi.» Powell geri zekâlı bir çocuğa elektronik konusunu anlatmaya çalışyormuş gibi bir tavırla, «Ben sadece şunu söylemek istiyorum,» diye cevap verdi. «Şartnameye göre bu robotlar kontro-la gerek kalmadan Asteroid'de maden işlerinde çalışabilecek biçimde yapılmışlar. Bizden onları izlememiz beklenmiyor.» «Pekâlâ. Dinle... mantık!» Donovan üstü tüylü parmaklarıyla lojik tepkiyle baş edebilmesi için kondansatörler, devreler ve vakumlu hücrelerden oluşmuştu. Üstelik bütün bunları beş kiloluk madde ve birkaç trilyon pozitronik kanaldan oluşan bir beyin yönetiyordu. Powell gömleğinin cebinden bir sigara aldı. «Dave, sen iyi bir çocuksun. Kaprisli ve züppe değilsin. Dengeli, çalışkan bir maden robotusun. Ne var ki altı yardımcınla iş birliği yapacak biçimde yaratılmışsın. Bildiğim kadarıyla hiç kimse beynine dengesiz kanallar, yollar yerleştirmemiş.» Robot başını salladı. «Bu sözlerin hoşuma gitti. Ama amacın nedir, patron?» Dave'in harika birdiaframı vardı. Sesi diğer robotların ki gibi ifadesiz ve metalik değildi. Ses ünitesindeki armoniler bu kusuru gideriyordu. «Bunu sana söyleyeceğim. Her şey senin lehinde ama işinde aksaklık oluyor. Örneğin bugün B vardiyasında ne oldu?» Dave durakladı. «Bildiğim kadarıyla hiçbir şey olmadı.» «Ama hiç maden çıkarmadın.» «Biliyorum.» «O halde...» Dave endişeliydi. «Bunu açıklamam imkânsız, patron. Bu durum sinirlerimi bozuyor. Daha doğrusu kendimi tutmasam bozacak. Yardımcılarım iyi çalıştılar. Ben de iyi çalıştım, bunu biliyorum.» Düşünürken foto- elektrik gözlerindeki ışık yoğunlaştı. «Anımsamıyorum... Gün sona ererken Mike oradaydı, dekovil vagonları da. Ama çoğu boştu.» Donovan söze karıştı. «Öyle günlerde vardiya sonunda rapor vermedin, Dave. Bunu biliyor muydun?» «Biliyorum. Ama nedenine gelince...» Robot ağır ağır başını salladı. Powell, robotun yüzünde anlam belirmesi mümkün olsaydı, diye düşündü. Dave'in suratında da utanç ve acı belirecekti. Midesi bulandı uzmanın. Bir robot doğası gereği görevini yerine getirememeye dayanamaz. Donovan, Powell'in masasına bir iskemle çekerek eğildi. «Hafıza kaybı mı sence?» 87 - siyah kadife gibi yumuşak bir karanlığa bürünmüş olan tünellerde robotların ışıkları pırıldıyordu. Donovan, «Đşte oradalar,» diye soludu. Powell heyecanla fısıldadı. «Onunla telsizle bağlantı kurmaya çalıştım ama cevap vermedi. Herhalde telsiz devresi kapalı.» «Öyleyse uzmanların henüz karanlıkta çalışabilen robotlar yapmamış olmalarına seviniyorum. Lanet olasıca radyoaktif Noel ağaçları gibi ışıldayan robotları kapkaranlık bir kuyuda telsizle bağlantı kuramadan bulmaya çalışmak hiç hoşuma gitmezdi.» «Yukarıdaki çıkıntıya tırman, Mike. Bu tarafa doğru geliyorlar. Onları yakından izlemek istiyorum. Oraya erişebilecek misin?» Donovan Hafifçe homurdanarak sıçradı. Asteroid'de yerçekimi Arz'ınkinden az olmasına rağmen arkalarındaki tulumlar oldukça ağırdı. Genç adamın çıkıntıya erişmesi için üç metre yukarıya sıçraması gerekti. Powell de onu izledi. Robotlar tek sıra halinde Dave'in peşinden geliyorlardı. Mekanikçe bir tempoyla ikişer ikişer sıraya dizildiler. Sonra tekrar tek sıra halini aldılar. Bu arka arkaya tekrarlanırken Dave başını çevirip arkaya bakmadı bile. Đki arkadaşla robotun arasında artık altı metre kadar uzaklık vardı. Aniden eğlence sona erdi ve robotlar dağıldılar. Bir süre bekledikten sonra da takırtılı ayak sesleri arasında hızla uzaklaştılar. Dave onların arkasından baktı ve sonra ağır ağır yere oturdu. Çok insanca bir tavırla elini başına dayadı. Dave'in sesi Powell'in kulaklarında yankılandı. «Orada mısın Patron?» Genç adam Donovan'a işaret ederek çıkıntılı yerden aşağıya atladı. «Pekâlâ, Dave. Şimdi söyle, ne oluyor?» Robot başını salladı. «Bilmiyorum.., Bir ara 17 numaralı tünel durumda değiliz. Çünkü nasıl bir terslik olduğu konusunda en küçük bir fikrimiz bile yok. Örneğin, gördüğümüz o Danse macabre'ın ne anlama geldiğini bilseydik, esrarı çözebilirdik.» Bir an durdu. «Şimdi, dinle Mike. Bu duruma ne diyorsun? Dave, ikimizden biri yanında yokken arızalanıyor, birimizden biri ona yaklaştığında da aklı başına geliyor.» «Sana bunun tehlikeli bir şey olduğunu söyledim...» «Sözümü kesme! Bir robotta yanında insanlar olmadığı zaman ne fark vardır? Bunun cevabı çok kolay. Robot daha çok kişisel iradesiyle davranmak zorundadır. O halde yeni şartlar yüzünden etkilenen gövde parçalarının kontroldan geçirilmesi gerekir.» «Ah!» Donovan doğruldu. «Hayır, hayır. Bu yeterli değil, hatta fazla geniş. Olasılıkları pek azaltmıyor.» «Ne yapayım?.. Her neyse, kotanın doldurulmaması tehlikesi yok. Seninle bu robotları vizör yardımıyla nöbetleşe izleyeceğiz. Bir aksaklık olduğunda hemen çalıştıkları yere gideceğiz. O zaman her şey düzelecek.» «Ama robotların şartnameye uygun olmadıkları da ortaya çıkacak, Greg. ABD Robot böyle bir rapor sonucu DV modellerini piyasaya çıkaramaz.» «Orası öyle. Robottaki arızayı bulmalı ve bunu düzeltmeliyiz. Eh, bunu yapmak için on günümüz var.» Powell başını kaşıdı. «Ama sorun... şey... seninde diagramlara bir göz atman iyi olacak.» Diagramlar bir halı gibi yeri kaplıyorlardı. Donovan, PowoelPin kurşunkalemini izleyerek onların üzerinde emekledi. Powell, «Şimdi sıra sende, Mike,» dedi. «Sen gövde uzmanısın. Beni kontrol etmeni istiyorum. Kişisel yetenekle ilgisi olmayan bütün devreleri kesmeye çalıştım. Örneğin... şu, mekanik çalışmalarla ilgili gövde damarı. Acil durumda yan yollar kesilirse...» Başını kaldırdı. «Ne dersin?» Donovan'm ağzında kötü bir tat belirmişti. «Bu işi bu kadar basit sanma, Greg. Kişisel yetenek diğerlerinden ayırarak inceleyebileceğin bir elektrik devresi değil. Bir robot yalnız kaldığı şeyler gizliyorlar. Pek çok şeyi bilmiyor ve anımsamıyorlar. Onlara güvenmekten artık vazgeçmeliyiz, Greg.» Powell bıyığını parmağıyla ters yöne doğru sıvazladı. «Buraya bak, Mike! Aptalca bir söz daha söylersen emziğinle çıngırağını elinden alırım.» «Oldu! Bizim timin dâhisi sensin. Ben yalnızca geri zekâlı bir zavallıyım. Şimdi... durum nedir?» «Durum kötü. Bu işi 'Parmağın' yardımıyla sonundan başa doğru incelemeye çalıştım. Ama bir yararı olmadı. Onun için baştan başlayıp sona gitmemiz gerekiyor.» Donovan hayran hayran, «Sen büyük bir adamsın!» diye bağırdı. «Her şeyi ne kadar basit bir hale sokuverdin! Şimdi bunu Đngilizce'ye çevirir misin, tistad?» «Bebek diline çevirmem senin için daha iyi olur. Şunu söylemek istiyorum her,şey tersine dönmeden hemen önce Dave'in ne gibi bir emir verdiğini öğrenmeliyiz. Olayın anahtarı bu.» «Peki, bunu nasıl yapacaksın? Dave'e yaklaşamayız. Çünkü biz yakınında olduğumuz sürece her şey yolunda gidiyor. Emirleri telsizle dinleyemeyiz. Çünkü emirleri pozitronik alan yoluyla veriyor. Böylece yakından da, uzaktan da çalışmamız imkansızlaşıyor. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.» «Evet, doğrudan doğruya gözlem yapmamız imkânsız. Ama tümdengelim yöntemini unutma.» «Ha?» «Seninle nöbetleşe çalışacağız, Mike.» Powell güldü. «Gözlerimizi vizi-levhadan ayırmayacağız. O çelik baş ağrılarının her hareketini inceleyeceğiz. Gösteri başladığında ondan hemen önce ne olduğunu görecek ve tümdengelim yoluyla verilen emri anlayacağız.» Donovan ağzını açtı ve bir dakika kadar da kapatmadı. Sonra boğulurcasına, «Ben bu işden vazgeçiyorum,» dedi. «Đstifa ediyorum.» Powell yorgun yorgun, «Daha iyi bir şey bulmak için tam on günün var,» diye mırıldandı. Robotlar yaklaşıyorlardı. Dave önde adeta 'kaz adımı'yla yürüyor, arkada altı 'Parmak' bir bale grubu gibi hareket ediyordu. Donovan şaşırıp kalmıştı. «Ne yaptıklarını öğrenmek istiyorum. Bu Virginia dansına benziyor. Eğer Dave de bir saray rrtabeyncisi değilse ne olayım!» Powell söylendi. «Lütfen benzetmelerinle kafamı şişirme! Ne kadar uzaktalar?» «Aramızda elli adım kadar var. Bu tarafa geliyorlar. On beş dakika sonra buradan kurtula... Ah... ah... AAAL. HEY!» «Ne oluyor?» Powell arkadaşının sözlerinin uyandırdığı sersemlikten ancak birkaç saniye sonra kurtulabildi. «Haydi, bırak ben de bakayım! Çekil o delikten!» Yukarıya doğru zorla çıktı ama Donovan deli gibi bir tekme attı. «Aniden döndüler, Greg! Gidiyorlar! Dave! Hey, Daaave!» Powell bir çığlık attr. «Bunun ne yararı var, ahmak? Burada sesler yayılmazlar ki!» «Đyi!» Donovan soluk soluğa kalmıştı. «Öyleyse duvarlara vur, tekme at. Titreşimler oluşmasını sağla. Bir şeyler yapıp onların dikkatini çekmeliyiz. Greg. Yoksa mahvoluruz!» Duvarı çıldırmış gibi yumruklamaya başladı. Powell onu sarstı. «Dur, Mike, dur. Dinle... Bir fikrim var. Jüpiter adına! Basit çözümlere dönmenin tam zamanı, Mike.» «Ne istiyorsun?» Donovan başını delikten içeri çekti. «Onlar uzaklaşmadan delikten bakmama izin ver.» «Uzaklaşmadan mı? Ne yapacaksın? Tanrım! O patlatıcıyı mı kullanacaksın?» Donovan, Powell'in kolunu yakaladı. Genç adam sertçe silkinip arkadaşının elinden kurtuldu. «Biraz atış yapacağım.» «Neden?» «Bunu sonra anlatırım. Önce bakalım bu bir işe yarayacak mı? Yolumdan çekil de nişan alayım.» Robotlar titrek birer ışıltıya dönüşmüşlerdi. Gitgide uzaklaşıp, küçülüyorlardı. Powell heyecanla nişan alarak tetiği üç defa çekti. Sonra cihazı indirerek kaygıyla baktı. Yardımcı robotlardan biri yere yığılmıştı. Şimdi kuyuda altı ışıltılı makine adam vardı. Powell mikrofonuna kuşkuyla, «Dave!» dedi. YAKIŞIKLI Tony uzun boylu, esmer ve yakışıklıydı. Biçimli yüzünde hiçbir zaman değişmeyen soylu bir ifade vardı. Claire Belmont kapının aralığından ona korku ve üzüntüyle baktı. «Olmaz, Larry. Onu eve alamam.» Felce uğrayan kafasıyla daha uygun bir gerekçe bulmaya çalışıyordu. «Olmaz, Larry!» Larry Belmont karısına soğuk bir tavırla baktı. Gözlerinde Claire'in beceriksizliğini yansıtan o sabırsızca ifade belirmişti. «Bu işi yapmak zorundayız, Claire. Şimdi bu işden vazgeçmene izin veremem. Şirket beni bu yüzden Washington'a yolluyor. Böylece terfi edeceğim. Robot'un son derece zararsız olduğunu sen de biliyorsun. Onun nesini istemiyorsun?» Claire çaresizlikle kaşlarını çattı. «Beni ürpertiyor. Ona dayanamayacağım.» «O da senin ve benim gibi bir insan. Yani... hemen hemen. Onun için saçmalamayı bırak da odadan çık artık.» Larry karısını arkasından itti. Genç kadın kendini oturma odasında bulmuş titriyordu. O bu odadaydı işte. Claire'de nezaketle bakıyordu. Sanki üç hafta ona ev sahibeliği edecek olan genç kadını bakışlarıyla tartıyordu. Claire! Bana inan. Tony'nin bize bir zarar vermesi imkânsız. Yoksa onu seninle yalnız bırakmazdım.» Claire usulca Tony'e bir göz attıktan sonra başını eğdi. «Ya onu kızdırırsam?» Dr. Calvin sakin sakin, «Fısıldamanıza gerek yok,» dedi. «Tony size kızamaz, yavrum. Birinci Robot Yasası bunu engeller. Bütün robotlar bu yasaya uygun biçimde yapılırlar. Bir robotu zorlaşanız da bir insana zarar veremez. Tony'le sizin ilk denemeyi bize yardım için yapmanızı istiyoruz. O sırada Larry, Washing-ton'da Hükümet kontrolunda yasal testler yapılmasını sağlayacak.» «Yani bu yasal değil mi?» Larry öksürdü. «Henüz değil ama bu da önemli sayılmaz. Tony evden çıkmayacak. Sen de başkalarının onu görmelerine izin vermemelisin. Hepsi bu kadar... Claire, aslında seninle kalabilirdim ama robotlar konusunda fazla bilgim var. Onu bu konuda hiçbir deneyimi olmayan birinin denemesi gerekiyor.» Claire, «Pekâlâ,» diye konuştu. Sonra da aklına bir şey geldi. «Peki bu robot ne yapıyor?» Dr. Calvin kısaca, «Ev işi,» dedi. Gitmek için kalktı. Larry de onu kapıya kadar geçirdi. Claire odada kalmıştı. Genç kadın şöminenin yukarısındaki aynada kendini gördü. Bir fareninki gibi küçük yüzünden, biçim-siz saçlarından bıkmıştı. Sonra Tony'nin kendisine baktığını farke-dince az kalsın gülümsüyordu. Ama onun yalnızca bir makine olduğunu anımsadı... Larry Belmont havaalanına giderken bir ara gözü Gladys Claffern'e ilişti. Kusursuz bir kadındı ve iyi giyinmeyi biliyordu. Hafifçe gülümsüyor, ardından nefis bir parfüm kokusu bırakıyordu. Larry bu genç kadını gördüğünde mutlaka belirsizce bir öfke duyuyordu. Claire, Gladys'in grubuna girebilseydi! Bunun bana çok yararı olurdu. Ama ne yararı var? Claire! O küçük budalanın Ama Claire içeri girdiği zaman mutfağın bir dakika önce fabrikadan getirilerek monte edilmiş olduğunu sandı. Bir an şaşkınlıkla baktı. Sonra topuklarının üzerinde döndü. Az kalın Tony'e çarpıyordu. Robot, «Size yardım edebilir miyim?» diye sordu. Claire öfkesini yenmeye çalıştı. «Tony yürürken biraz gürültü etmelisin. Arkamdan sessizce gelmen hoşuma gitmiyor... Bu mutfağı kullanmadın mı?» «Kullandım, Bayan Belmont.» «Ama her şey yerli yerinde.» «Daha sonra ortalığı topladım. Her zaman böyle yapılmıyor mu?» Claire gözlerini iri iri açtı. Bu söz karşısında ne denilebilirdi ki? Dolapları açarak görmeyen gözlerle düzgünce yerleştirilmiş olan tencerelere baktı. «Çok iyi.» Tony o anda hafifçe gülümseseydi, Claire de belki robota ısınacaktı. Ama onda hâlâ bir Đngiliz Lordu havası vardı. Robot, «Teşekkür ederim, Bayan Belmont,» dedi. «Şimdi oturma odasına gelir misiniz?» Claire o odaya geçti ve sonra durakladı. «Eşyaları mı çitari m?» «Đyi olmuş mu, Bayan Belmont?» «Ama bunu ne zaman yaptın? Eşyaları dün cilalamadığını biliyorum.» «Bunu gece yaptım tabii.» «Bütün gece ışıkları yaktın öyle mi?» «Ah, hayır. Buna gerek yoktu ki. Benim içimde bir morötesi ışın kaynağı var. O ışıkta çevreyi görebiliyorum. Tabii uyumama da gerek yok.» Ama Tony'nin kendine hayranlık duyulmasına ihtiyacı vardı. Claire bunu farketti. Robot onu memnun edip etmediğini öğren-. mek zorundaydı. Ama kadın onu bu açıdan memnun etmedi. Yalnızca ekşi ekşi, «Senin gibiler hizmetçilerin işsiz kalmalarına neden olacaklar,» dedi. değiştirdi. Claire yarım saat onun usta parmaklarının altında kaygılanarak titredi ve sonra aynaya baktı. Robot, «Daha yapılabilecek çok şey var,» dedi. «Özellikle giyim konusunda. Bu başlangıcı nasıl buluyorsunuz?» Claire hemen cevap veremedi. Aynadaki o güzel yabancıyı seyrediyordu. Sonra boğulurcasına, «Evet. Tony,» diye fısıldadı. «Başlangıç için çok güzel...» Genç kadın mektuplarında Larry'e bunlardan hiç söz etmedi. Kocasının her şeyi bir anda görmesini istiyordu. Bu sürprizin zevkini çıkaracaktı. Bunun bir tür intikam olacağının farkındaydı. Tony bir sabah, «Artık alış verişe başlamanın zamanı geldi,» dedi. «Benim evden çıkmama izin yok. Gerekenlerin bir listesini yaparsam siz alabilir misiniz? Perde, döşemelik kumaş, duvar kâğıdı, halı, boya, elbiseler... ve başka ufak tefek şeyler.» Claire kararsızca, «Ama bunun için para ister, Tony,» diye konuştu. «Ben bu kadar parayı nereden bulurum?» Robot başını saladı. «Hiç endişelenmeyin. Önce ABD Robot Şirketine uğrayıp Dr. Calvin'i görün. Ona bütün bunların deneyle ilgili olduğunu söyleyin. Ben de bir not yazarım.» Claire de öyle yaptı. Dr. Calvin onu ilk karşılaştıkları günkü kadar korkutmadı nedense. Belki yeni suratı ve yeni şapkasıyla bambaşka bir Claire olduğu için. Psikolog genç kadını dikkatle dinledi. Bir iki soru sordu, sonra da, «Olur,» der gibi başını salladı. Claire ABD Robottan çıktığında artık her istediğini satın alabilecek durumdaydı. Genç kadın kentin en büyük, en lüks mağazasına gitti. Paranın sağlayamayacağı hiçbir şey yoktu. Harika bir şeydi bu. Claire bir ara telefona giderek evi aradı. «Merhaba, Tony. Pusulaya ne yazdığını bilmiyorum ama çok etkili oldu. Sağol. Sen...» Uygun brr söz bulmaya çalıştı, «... müthişsin.» Telefondan döndüğü zaman Gladys Claffern'le burun buruna geldi. Kadın başını yana eğmiş, hafif bir şaşkınlık ve alayla ona bakıyordu. «Bundan daha fazlasını söyleyemez misin?» «Buna cesaret edemem. Siz benden daha usta bir matematikçisiniz ve... kesin bir şey söylemek hoşuma gitmez.» Bogert memnun bir tavırla gülümsedi. «Böyle olacağını biliyordum. Zor bir problem bu. Neyse, unutalım gitsin.» Kâğıtları buruşturarak çöp borusuna attı. Tam dışarı çıkacakken birden vazgeçti. «Ha aklıma gelmişken...» Robot bekledi. Bogert konuşmakta zorluk çekiyormuş gibiydi. «Bir şey var... belki sen...» Durakladı. Herbie usulca, «Düşünceleriniz karmakarışık,» dedi. «Ama tüm bunların Dr. Lanning'le ilgili oldukları kesin. Kararsızlığınız gülünç, çünkü kendinizi toplar toplamaz ben de neyi sormak istediğinizi anlayacağım.» Matematikçi, elini kaldırarak her zaman ki gibi ışıltılı saçlarını düzeltti. Sanki bu her şeyi açıklıyormuş gibi, «Lanning yetmişine merdiven dayadı,» diye mırıldandı. «Bunu biliyorum.»

Description:
Đmparatorluk, Altın Galaksi, Gizli Tanrılar, Galaksi Çöküyor, Ölü Gezegen ve Đntikam Tanrıçasıyazân/ı en önemli bilim-kurgu .. V Aralarında üç yüz metrelik bir açıklık kaldığı sırada Hızlı dikkatle, adım adım gerilemeye başladı. Powell soracağınız zaman elinizde
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.