SUTAD, Bahar 2018; (43): 173-185 E-ISSN: 2458-9071 İBNÜRREFİK AHMET NURİ SEKİZİNCİ’NİN HİKÂYELERİNDE KADIN WOMEN IN İBNURREFİK AHMET NURİ SEKİZİNCİ’S STORIES Emine Bilgehan TÜRK Öz İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Türk tiyatrosunun ilk emektarlarından biri olarak anılır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, değişen Osmanlı kültür ve sosyal hayatının tanığı ve gözlemcisi olarak öne çıkardığı tipleri, sosyal olayları devrin ve kullandığı türün imkânları doğrultusunda zaman zaman gelenekle ilişkilendirerek zaman zaman çeviri ve adaptasyonla zaman zaman da modern tiyatro teknikleriyle kaleme alır. Kadın ve kadının dünyası, kadın erkek ilişkileri, değişen sosyal hayatta kadının kendisine yeni rol arayışları onun eserlerinde yadsınamayacak bir yere sahiptir. Sekizincinin sosyal meselelere dair fikirlerini tiyatro metinlerinde, dergiler için kaleme aldığı yazılarda olduğu gibi hikâyelerinde de görmek mümkündür. Bu çalışmada İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Latin harflerinin kabulünden önce yayımlanmış dokuz hikâyesi tespit edilerek Latin harflerine aktarımı yapılmış, daha önce Mehmet Rebii Baraz tarafından Latin harflerine aktarılan sekiz hikâyesiyle birlikte kadın teması esas alınarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Türk edebiyatında kadının yerine dikkat çekilmiş, yazarın kısa biyografisi verildikten sonra öncelikli olarak hikâyelerde kadın erkek ilişkileri ve davranış şekilleri alt başlıklar etrafında tasnif edilmiştir. Sonrasında hikâye metinlerinin yayınlanmamış olması sebebiyle hikâyeler kendi içinde özetlenerek değerlendirilmiş, öne çıkan başlıklar çerçevesinde kadın, kadının annelik vasfı ve sosyal rollerinin değişen hayata uyum sürecinde ortaya çıkardığı sorunlar tespit edilerek bunların işlenişi karşılaştırmalar yapılarak değerlendirilmiştir. • Anahtar Kelimeler İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Hikâye, Tiyatro, Kadın. • Dr. Öğr. Üyesi, Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. [email protected] Gönderim Tarihi: 15.05.2017 Kabul Tarihi: 21.11.2017 174 Emine Bilgehan Türk Abstract Ibnurrefik Ahmet Nuri Sekizinci, is known as one of the first veterans of the Turkish theater. In the second half of the nineteenth century, The author emphasizes the types and social phenomena that the Ottoman culture and social life as a witness and observer, from time to time in relation to tradition and occasionally using translation and adaptation, from time to time with modern theater techniques. Women and the world of women, the relationships between women and men, the search for a new role for a woman in a changing social life has a place that can not be denied in his works. It is also possible to see Sekizinci’s ideas about social affairs in his theater texts and also his writings he recieved for the magazines and in his stories. In this study, nine stories published before the acceptance of the Latin letters of Ibnurrefik Ahmet Nuri Sekizinci were transferred to the Latin alphabet and it was aimed to be evaluated on the basis of the women's theme together with the eight stories which were previously transmitted to the Latin letters by Mehmet Rebii Baraz. In Turkish literature, attention has been given to place of women, and after a short biography of the author has been given, women and men relations and behavior patterns in stories are classified under subheadings. Since the story texts have not been published yet, the stories have been summarized within themselves and the problems that the women, women's motherhood qualities and social roles have emerged in the changing chronological harmony process have been identified and evaluated by comparing the works. • Keywords Ibnurrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Story, Theater, Woman . SUTAD 43 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Hikâyelerinde Kadın 175 GİRİŞ Kadın’ın Modern Türk Edebiyatına Girişi Üzerine Dede Korkut hikâyeleriyle sosyal hayat içerisindeki varlığı ve gücü en açık şekliyle görünen Türk kadınının, geçen zaman, değişen sosyal ve siyasi hayatlarla göz ardı edilmeye başlandığı görülür. Sanayi inkılabının sonuçları, ulus devlet fikrinin yaygınlaşması sonucunda dünyada olduğu gibi Türk toplumunda da kadının yeri yeniden sorgulanmaya başlanır. Fatma Aliye, Emine Semiye Hanım gibi kadın yazarların seslerini duyurmaya başlaması, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre oyunundaki Zekiye karakteri gibi güçlü tiplerin edebi eserlerde görülmeye başlaması kadın ve kadının dünyasının sorgulanmaya başlamasına zemin hazırlar. Avrupa’da olduğu gibi Türk yazın hayatı da kadın üzerine hikâyeler, kadın problemleri ve kadına bağlı olarak gelişen sosyal mevzular üzerine yazı dizileri, gazete haberlerine yadsınamayacak bir dikkatle mesai ayırmaya başlar. Ömer Seyfettin Yeni Lisan makalesinde Milli bir edebiyatımızın olmayışını kadının sosyal hayattaki pasifliğine, toplumdaki kaç- göç olgusuna bağlar. Bu, kadının kurumsal eğitiminin noksanlığının ve sosyal hayatta bütün mesaisini hemcinsleriyle geçirmesinin sonucudur. Değişen dünya ve değişen Türk toplumsal hayatı kadını sadece şiirin kusursuz sevgilisi olmaktan çıkarıp, nesir türlerinin gerçekçi kahramanı; iyi ve kötü, güzel ve çirkin, masum ve suçlu, saf ve sinsi sayılabilecek birçok karakter özelliği ve zıtlıklarıyla gazete ve dergi sayfalarının vazgeçilmez konusu haline getirdi. Dede Korkut hikâyelerinin savaşçı, kararlı, sözünün ve hakkının arkasında durabilen kadınları, Milli Edebiyat dönemi romanlarında Gönül Hanım, Kaya gibi daha birçok örnekle anılabilecek yeni dünya içerisindeki tiplerini oluşturmaya çalışırken Türk edebiyatı Halide Edip, Halide Nusret, Emine Işınsu gibi kalemlerin sahibi olur. Bununla birlikte Anadolu ve İstanbul arasındaki yaşayış farklılığının oluşturduğu sebeplerle sadece eve kapanan iktisadi, siyasi, sosyal ve eğitim meselelerinin uzağında kalan İstanbul kadını da kendi kozası içerisinde oluşturduğu hayatla birçok edebi türün odağı olmuştur. Anadolu ve İstanbul hayatının farklılıklarına işaret eden Turfanda mı Yoksa Turfa mı?, Genç Kız Kalbi, Küçük Paşa1 akla gelen eserlerden sadece birkaç tanesidir. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci ve Hikâyelerinde Kadın Daha çok tiyatro eserleriyle tanınan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci eserlerinde daha çok kadın psikolojisi, kadın erkek ilişkileri ve kadınların yeni hayata bakışını işlemeye çalışmıştır. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, 26 Şevval 1283 (Mart 1866) tarihinde, aslen Çemişgezekli olan dedesi Süleyman Fevzi Paşa’nın Salacak’taki yalısında doğmuştur. Eğitimine Doğancılar sibyan mektebinde başlayan Sekizinci, temel dini bilgiler eğitiminden sonra Üsküdar’da Rüstem Paşa Mekteb-i İptidaiyesi’ni bitirip, Paşakapısı Askeri Rüştiyesi’ne devam etmiş 1881’de Galatasaray Lisesi’ne girmiştir. İki yıl Türkçe, bir yıl Fransızca eğitimden sonra 1984’te okulunu yarım bırakarak ayrılmıştır. Aynı yıl Hariciye kaleminde işe başlayan sanatçı, 1886’da Sıhhıye Dairesi masarifat kâtipliğine tayin edilir. 1922’de Lozan Antlaşmasının imzalanmasının sonuncunda çalıştığı dairenin kapatılmasıyla emekliye ayrılır. 1885 yılında Fatma Zağfer 1 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler için bk. (Türk Ekim 2015). SUTAD 43 176 Emine Bilgehan Türk Hanımla evlenen Ahmet Nuri Sekizinci’nin bu evlilikten ikisi kız üçü erkek olmak üzere beş çocuğu olmuştur.2 Ahmet Nuri Sekizinci, edebiyata ve tiyatroya olan ilgisini hatıralarında: “Çocukluğumdan beri edebiyata çok merakım vardı. O zamanın mâruf ediplerinden Namık Kemal’i, Ziya Paşa’yı, Muallim Naci’yi, Abdülhak Hamid’i vesaireyi okudum. Sıhhiye Fransızcadan küçük bir roman tercüme ettirmişti. Mithat Efendi’nin ifadesi diğerlerine nispeten daha sade olduğundan onu taklide yeltenirdim. Fakat tercüme ettiğim romanı bugün okurken kendi kendime utanıyorum. Tiyatroya merakım daha çoktu.” (Baraz I 2001: 13) şeklinde dile getirir. Tiyatro faaliyetlerini Güllü Agop, Darülbedayi, Yeni Tiyatro Cemiyetinde hem oyuncu hem de oyun yazarı olarak geçiren Sekizinci, 1932’de Ankara Halkevi’nde çalışmaya başlar, 1935’te ölümüne kadar da burada devam eder. Muhsin Ertuğrul’un Türk Tiyatrosunun “fırtınaya göğüs geren kaptanı” (Özalp 2003: 42) olarak tanımladığı Ahmet Nuri Sekizinci, tiyatrolarında işlediği konuları hikâyelerinde de kullanır. Bu konuları büyük oranda evlilik, kadın erkek ilişkileri, ekonomik hayatın ilişkilere yansıması oluşturur. Dergilere köşe yazısı da yazan Sekizinci açık ve samimi bir ifade ile okurunun karşısına çıkar. Kelebek mecmuasına verdiği bir yazısında kendi yazma serüveni ve ailesiyle yaşadığı durumu şu cümlelerle ifade eder. “‘Kelebek’ için bir hikâye yazmaya başladım. Kahramanım olan kadının ismini yazdığım anda omuz başımdan bir ses, zevcemin sesi: Ne!!! Adalet mi!!!” (Sekizinci 1923 Haziran: 3). Yazarın eşi, hikâyenin kahramanı olacak hiçbir kadın ismine geçmişteki yaşanmışlıklarla bu isimler arasında bağlantılar kurunca çıkan kavgada mürekkep dökülür. Yazılacak hikâye de yetişmez. “Hiç Yoktan Bir Kavga” adını taşıyan bu yazı da kadın kıskançlığına dair farklı bir dikkatin ürünüdür. Soyadı kanunun kabulünden sonra Sekizinci soyadını alan İbnürrefik Ahmet Nuri, bunun sebebini “Sekizinci” adlı oyununa verdiği değere, onu en sevdiği çalışması olarak görmesine bağlar. Bu eserde de yine devrin sosyal ilişkileri ve evlilik usulleri konu edilir. Ahmet Nuri Sekizinci’nin, dergilerde tespit edilebilen on yedi hikâyesinin onu Mehmed Rebii Hatemi Baraz tarafından Latin harflerine aktarılarak sanatçının tiyatro eserlerini ve biyografisini kapsayan üç ciltlik çalışmasında yayımlanmıştır. Bu çalışmada yedi hikâye daha okunarak hikâyelerde kadın konusunun değerlendirilmesine dâhil edilmiştir. Toplam on yedi hikâyenin değerlendirildiği bu çalışma sırasında sanatçının “Metres - Zevce” ve “Ferhunde” hikâyelerinin Baraz tarafından tiyatro metinlerine dâhil edildiği, bu metinler içerisinde de kaynakça hatalarının olabildiği tespit edilmiştir. Daha çok tiyatro metni yazan Sekizinci hikâyelerinde de diyaloglara çokça yer vermiştir. Yalnız tek perdelik de olsa oyunlarının giriş kısmında tiyatro türünün gereği olarak oyuncu kadrosunu “Eşhas” başlığıyla belirtmiş, bu iki metinde de diğer hikâyelerinde olduğu gibi bu yola başvurmamıştır.3 2 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin yaşamı ile ilgili bilgiler (Baraz 2001) adlı kaynaktan özetlenmiştir. 3 “Fırtınadan Sonra” adlı eser, sanatçının tiyatroları için kullandığı şablona örnek gösterilebilir. “Fırtınadan Sonra Komedi 1 perde Muharriri İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci Eşhas Fâkihe Hanım 12 Yaşında” (Resimli Ay, Mart 1340: 45/48) bu eser Baraz’ın çalışmasında “Resimli Ay, 2 Şubat 1924” olarak gösterilmiştir. bk. (Baraz 2001: 22). SUTAD 43 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Hikâyelerinde Kadın 177 Hikâyelerde Öne Çıkan Tipler ve Davranış Şekilleri Kadın / Erkek İlişkileri: Hikâyelerde genellikle bireysel farklılıklardan ziyade kadın ve erkek cins olarak işlenir. Davranış şekilleri genellemelerle anlatılır. Görücülük Görüşçülük hikâyesinde kadınlar; meleklik ve şeytanlık, erkekler; hayvanlık ve insanlık hasletleriyle gruplandırılır. Duluğa Veda’da evlenecek çiftler maskeli bir baloda birbirlerini karşılıklı aldatırken, ilişkinin sonunda erkek karar mekanizması olarak varlık bulur. Güzellik Müsabakası hikâyesinde de erkek egemenliği Hz. Adem Hz. Havva üzerinden vurgulanır. Türkiye’de Hukuk- ı Aile, hikâyesi de kadının sosyal hayatını sürdürebilmesi için erkek himayesine duyduğu mecburiyeti anlatır. Karı Koca Rabıtası, kadınların şiddet kadar aşırı ilgiden de hoşlanmadıklarını anlatan hikâyedir. Metres ve Zevce ise ilişkilerde erkek egemenliğini vurgulayan bir metindir. Aldatma/Kandırma: Ayşe, aldatma, sömürme ve vefanın farklı karakterler üzerinden işlendiği bir hikâyedir. Ayşe ut hocası olan kocası tarafından aldatılıp maddi olarak sömürülür. Kapanca hikâyesinde de kadın aldatması, erkeğin kadın kurnazlığı karşısındaki konumu anlatılır. Yalan Hepsi Yalan da bir erkek aldatması hikâyesidir. Karısını aldatan doktorun vicdanında kendi durumunu sorguladığı, düştüğü yanlıştan dönemediğini anlatan hikâyedir. Kitapta Öyle Yazılı da kadın kurnazlığı, erkeğin aldatılmasını ve durum karşısındaki acziyetini anlatır. Kurnazlık: Kitapta Öyle Yazılı, Kapanca, Ferhunde kadınların kurnazlıkla erkeklerden maddi olarak istifade ettiğini gösteren hikâyelerdir. Eğitim Durumu / Meslek: Hikâyelerde karakterler orta sınıfı oluşturan tiplerdir. Yalan Hepsi Yalan ve Ayşe’de erkek karakterlerin mesleği doktor olarak kurgulanırken, diğerlerinde memur veyahut mesleği belirtilmeyen orta sınıf insanlardır. Kadınlarda herhangi bir meslek belirtilmez. Yalan Hepsi Yalan ve Metres ve Zevce hikâyelerinde metres tiplerle karşılaşılır. Güvensizlik: Kadınları Sigorta Eden İdarehane hikâyesi erkeğin baba olarak, eş olarak güvensizlik duygusunu ele alırken bu güvensizliğin kaynağında erkek davranışlarını ve sosyal yozlaşmayı da işler. Kadın Karakterlerin Genel Özellikleri: Güzellik Merakı: Güzellik Müsabakası hikâyesinde güzelliğin kişisel değerlendirildiğinin, esas olanın ahlak güzelliyle bütünleşmiş güzellik olduğu vurgusu yapılır. Alışveriş Tutkusu: Kadınlar Yüzünden hikâyesi kadınların birbiri arasındaki alışveriş kıskançlığının erkekler arasında bir tartışmaya dönüşmesini anlatır. Annelik: Kadın Mebus Olursa hikâyesinde anneler her şart altında çocuklarına karşı annelik vazifelerini yerine getireceklerini söylerken, Ana ile Kız Arasında hikâyesinde anne aldatma suçunu kızının üstüne atarak kendini kurtarır. Ah Kadınlık Cehennemde Bile hikâyesinde ise anne cehaletiyle kendini gösterir. Karı Koca Rabıtası, kadınların annelik duygusu karşısında kişisel arzularından vazgeçebildiklerini gösteren bir hikâyedir. Metres ve Zevce hikâyesinde de anne ayrılmaktan çocuğu için vazgeçer. İhanet: Ana ile Kız Arasında hikâyesi kocasını aldatan annenin suçu kızı üstüne atarak kendini savunduğu bir metindir. Yalan Hepsi Yalan aile kurumunda erkeğin, Kapanca ise kadının ihanetini anlatan bir metindir. Hak Arayışı: Kadın Mebus Olursa hikâyesi, kadınların topluluk halinde sosyal hayat içerisindeki hak arayışlarını anlatır. Kahramanlara isim verilmez. Bütün kadınlar erkekler karşısında annelik vasfının kendilerine yüklediği sosyal rolü savunurlar. SUTAD 43 178 Emine Bilgehan Türk Cehalet: Ah Kadınlık Cehennemde Bile hikâyesi, kadınların duyduğu her şeye inanan, sevgi doyumsuzu tipleri anlatır. Hikâyelerin Kısa Özeti ve Kendi İçerisinde Değerlendirilmesi Kadınlar Mebus Olursa! Hikâyesi, Medeni kanunun kabulünden sonra, kadınlara seçilme hakkının da verilmesiyle erkeklerin bu durum karşısında yaşanabilecek değişikliklere dair yorumlarını bir rüya hatta bir kâbusla anlatır. İki arkadaş arasında rüya anlatımıyla gelişen hikâyede yeni düzende kadınların özellikle boşanma konusunda mazinin öcünü her fırsatta almaya kalkışacakları endişe ile dile getirilir. Bu, geleneksel yaşantı da “boş ol!” ifadesinin müsrifçe kullanımının hesaba çekilişidir. Düzenlenen toplantıya çocuğuyla gelen mebusa çocuğu neden getirdiği ya da çocuklu bir kadının mebus seçilmesinin doğru olmadığı ileri sürüldüğünde bütün kadınlar hep birden anneyi destekler. Anneliğin kadının göz ardı edilemeyecek gerçeği olduğu kadının kendisine verilen her sorumluluğu annelik gibi zor bir göreve rağmen yapabileceğini bildirirler. O dönem hikâyesi içerisinde anne mebusun yaşadığı problemler, iş hayatına dâhil olan kadınla birlikte doğacak sorunların ve bunların çözüm yollarına dair ilk değerlendirmeler olarak görülebilir. Çocuklu mebustan sonra bir başka mebusun da doğum sancısının tutması üzerine kadınlık bütün yasaları kendisi için düzenlese de fıtratın ona verdiği sorumluluklara müdahil olamayacağı yorumu getirilir. Bu hikâyede Ahmet Nuri Sekizinci’nin diğer hikâyelerinde de kadınların çirkinliği kabullenmeyeceği ve sözün kadınlar arasında çok da gizli kalamayacağını mizah diliyle; Başının selameti için sen bu rüyayı hiç görmemiş ol. Bir kadın işitecek olsa yetmiş iki diyara yayılır. Sonra… var ötesini sen düşün. Sanki beni döğerler mi dersin? Öyle bir şeye maruz kalayım: ‘Hanımlar! İçinizde en çirkin kim ise evvelâ o vursun’ Derim. Vallahi hiçbiri parmağını kaldırmaz” şeklinde dile getirilir. (Sekizinci 1927: 8) Bu rüya hikâyesinin dikkate değer bir tarafı da Tanzimat döneminde Mizancı Murat’ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanında ve sonrasında da pek çok eserle dile getirilen Anadolu insanı - İstanbul insanı karşılaştırmasıdır. Bu hikâyede Anadolu kadını- İstanbul kadını değerlendirmesi şu cümlelerle yapılır. “Mücâhede-i Millîyeye iştirak eden Anadolu kadını başka, bizim İstanbul’un kenar mahallesinde Habibe mollası yahut Şişli’nin nâzenin hanımı başkadır. Tarlada çalışan Anadolu kadınının nasırlı elleri cephane taşır, tüfek atar ama bizim İstanbullu hanımların eldiven içinde saklı ellerine ara sıra krem sürülmezse rahatsız olurlar. Askerlik eden Anadolu kadınının tırnakları kesiktir. Anadolu kadını çocuğunu sırtına bağlar tarlada çalışmaya gider. Bizim hanımlar çocuğu kucağında tiyatroya gider. İşte aradaki fark” (Sekizinci 1927: 8). “Görücülük Görüşcülük” hikâyesi ise yine evlilik şekilleri üzerine oturtulmuş, bir kadın mecmuasının aynı başlıkla ortaya attığı tartışmanın işlendiği bir kurgudur. “Rüfekâmızdan süslü bir hanım mecmuası “Görücülük mü Görüşçülük mü” diye ortaya çapraşık bir mesele çıkardı zaten bu âlemde kadınlığa müte’allik ne varsa hem şık hem çapraşıktır. Ben dikkat ettim bir kadın ortaya bir söz atar yedi mahalleyi birbirine katar” (Sekizinci 1923 Ağustos: 4) ifadesiyle kadına dair genel bir yaklaşımın gösterildiği metinde Kadınlar Halk Fırkasının icraatlarını anlatan metinle kadın erkek ilişkileri farklı noktalardan ele alınır. Bu metin, “Kadınlar Mebus Olursa” hikâyesinin kurgusuyla benzerlik arz eder. Burada kadınlar, hükûmet kurup erkekleri kendi hizmetleri için kullanacakları onların “fen-ni kabale değil fen-ni tıbahat” tahsil edecekleri bir dünyanın arzusunda iken bir taraftan da evlilik kurumu üzerine SUTAD 43 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Hikâyelerinde Kadın 179 yorum yaparlar. Fennin kadın erkek nüfusunu kadınların lehine ve arzularına hizmet edecek şekle getirmesinin hayallerini kurarlar. Fakat sonuçta yine de içlerinde kocalarını başkalarıyla paylaşmanın, çok eşliliğin korkusundan kurtulamazlar. “Kadınlar Yüzünden” hikâyesi kadınların birbirlerinden etkilenerek kendi bütçelerini göz önünde bulundurmadan alışveriş yapmalarını anlatır. Süleyman Bey ve Ahmet Bey arasında geçen diyalogda Süleyman, Ahmet’in sözlerini kendi karısının alışverişini takip olarak anladığından ikili arasında gerginlik çıkar. Açık bir dille kaleme alınan kurgu da yanlış anlaşılma gerilime ve gülünç olmaya meydan verir. “Ana ile Kız Arasında” hikâyesi geleneksel hayatta kadın erkek ilişkilerinde ahlaki değerlerin kadın üzerinden ele alındığı, değerlerle örtüşmeyen davranış şekillerinde suçun kadına yöneltildiğini gösteren bir eserdir. Annesinin dikiş çekmecesinde bulduğu aşk mektubuyla babasına yakalanan Şefika, babasının tüm baskısına rağmen, mektubun kendisine ait olmadığını, mektubun annesine ait olduğunu açıklayamaz. Babası karşısında en çaresiz zamanında “Fakat bir gün evvel gazetede okuduğu kanlı bir vak’a kıskanç bir kocanın baltayla karısının başını parçalaması o anda aklına geldi” (Sekizinci 1927: 16). haberini hatırlaması onu susmaya suçu üstlenmeye mecbur bırakır. Yazar kahramanının adını hikâyenin kurgusuna uygun olarak merhametli anlamına gelen “Şefika” olarak seçer. Hikâyede ahlaki sayılamayacak durumlar karşısında kadını tahakküm altına alan ifadeler dikkati çekicidir. Bir erkekle o günün iletişim aracı olarak mektuplaşmayı suç olarak gören baba, kızını “Seni anan böyle mi terbiye etti? Söyle bakayım sana böyle mektup göndermek için yüz verdiğin çapkın kimdir?” ifadeleriyle suçlarken, bu davranışın toplumsal algıdaki yerini “Haydi oradan bilmiyormuş! Bilmediği erkekten mektup alanlar sokak kahpesi karılardır. Eğer böyle oldunsa evimden defol” (Sekizinci 1927: 16). şeklinde belirtir. “Ah Kadınlık Cehennemde Bile” hikâyesi, Ahmet Nuri Sekizinci’nin kadın ve erkeğin hayat karşısındaki duruşuna farklı bir bakış açısı geliştirmiş bir eseridir. Gazeteden okuduğu Amerika’da yaşanmış bir yıllık evli bir çiftten kadının kocasının ilgisinin her geçen gün biraz daha azaldığı şikâyeti üzerine mahkemenin aldığı kararı kendi evliliğine tatbik etmek isteyen Nebahat’a karşı oluşturulmuş ironik bir değerlendirmedir. Hikâyede iki farklı kuşağın olaylar karşısındaki tavrı değerlendirilmeye çalışılır. Genç kuşağın temsilcisi olan Nebahat, Amerika’daki kararı sorgusuzca evliliğine tatbik etmek isterken, annesi Sacide, teknolojik gelişmeleri kıyamet alameti olarak algılar. Kocası Namık’a beni bu dünyada öpmezsen ben öbür dünyada gilmanlar ile olurum tehdidine karşılık Namık’tan ben de hurilerle olurum cevabını alırken anne Sacide de “ben de rahmetli babanla…” karşılığını verir. Hikâyede, kadınların ilgiye sevilmeye karşı tatminsizlikleri “Ah kadınlık! Sevilmeye, okşanmaya doymayan Kadınlık Cehennemde yanarken bile!!!...” (Sekizinci 1928: 11). cümlesiyle ifade edilmeye çalışılır. Vefa duygusunun işlendiği Ayşe, Birinci Dünya Savaşı sebebiyle birbirinden ayrılmak zorunda kalan iki aşığın hikâyesi üzerinden toplumsal hayat içerisinde kadınların karşılaşabileceği durumlar ve kadınlara dair genel değerlendirmelerin kurgu içerisinde ele alındığı metindir. Aşk sebebiyle İzmir’deki ailesini bırakıp İstanbul’a gelen Ayşe, ut hocası olan aşığının kendisini terk etmesiyle yalnız kalınca zengin bir yaşlıyla evlenir. Yaşlı kocanın vefatından sonra maddi sıkıntısı kalmayan Ayşe, sefahat hayatına alışır. Adını da Sahire olarak değiştirir. Düşük yaptığı zamanda tesadüfle çağrılan doktorla ilişkileri zamanla dostluğa sonrasında da aşka dönüşür. Doktorun cepheye çağrılması sonucu yalnız kalan Ayşe, eski ut hocası olan SUTAD 43 180 Emine Bilgehan Türk kocasının ortaya çıkmasıyla bütün mal varlığını ona kaptırır. Kendisi de sokağa düşer, hizmetçilikle hayatını geçirmek istese de kadın olarak birçok suiistimalle uğrar. Soğuk bir kış günü, kömür almak için yalvardığı kömürcüde cepheden dönen doktorla karşılaşır. Başından geçenleri anlatırken bütün varlığını kaybetmesine rağmen aşkının tek hatırası, doktorun fotoğrafının bulunduğu elmas işli madalyonu gösterir. Doktor, Ayşe’ye çalıştığı hastanede bir hastabakıcılık işi ayarlar. Ayşe de hayatını doktora minnet ve eşine de hürmetle sürdürür. Geriye dönme tekniğiyle Ayşe’nin yaşantısını anlatan hikâyede kadının maruz kaldığı davranış şekilleri ve toplumsal yaklaşımlara işaret edilir. Doktor ve arkadaşı sohbetleri esnasında kadın fıtratı üzerinde çıkarımlarda bulunurlar. Doktorun “Sen kadınları nasıl bilirsin?” (Sekizinci 1928 KS: 36). sorusu üzerine arkadaşı “Ben kadınları sevdikleri erkeklere şefik ve refik bilirim. Lakin bu halde bile birçokları kedi gibidir. Onları güzel güzel okşarken seni birdenbire tırmalarlar. Bu Ayşe de onlardan mıydı? Sen onu okşarken seni tırmaladığı için attığın bir kedi mi” (Sekizinci 1928 KS: 36). Sorusuyla cevap verir. Bu cevap Yahya Kemal Beyatlı’nın Deniz şiirinde geçen; “Kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler, Rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler.” (Beyatlı 2014: 80) Mısralarını anımsatır niteliktedir. Bu erkeğin gücü karşısında zayıf kadının fırsatçı durumuna düşürülmesi olarak değerlendirilebilecek bir tavırdır. Ayşe dilendiği zamanlarda kendisine bu iş yerine temizlikçilik yap diyen kadına; “Size hizmetçiliğe gelsem acaba bu çirkin halimle bile kocanız benden başka hizmet istemeyecek mi” diye cevap vermek istediğini söyler. Bu kadının ahlaki değerlerle korunmaya muhtaç bir durumda olduğunun göstergesidir. Kadını böyle bir korunmaya muhtaç bırakan şey ne onun güzelliği ne de davranışlarıdır. Onu bu duruma düşüren sebep sadece kadın olmasıdır. Dulluğa Veda, alışılagelmiş yaşantının dışında kendine davranış şekilleri ve yer arayan kadının yaratılış ve geleneksel hayat karşısındaki teslimiyetine işaret eden bir hikâyedir. İki arkadaşın karşılıklı mektuplaşmalarıyla anlatımın sağlandığı hikâyede dördüncü evliliğini yapacak olan Meliha, erkekler gibi bekârlığa veda partisi adında maskeli bir baloya gider. Orada yakınlaştığı erkeğin evleneceği adam olduğunu görmesi üzerine baygınlık geçiren Meliha, ondan aldığı mektupta yer alan “Ben bu gece kanaat hâsıl ettim. Sizin ruhunuzda zevce olmaktan ziyade metres olmak sevdası var. Kıyılacak nikâhımızı bir tarafa bırakalım. Ben sizi seviyorum. Siz de beni severseniz metresim olur musunuz?” (Sekizinci 1928 Temmuz: 16). teklifini arkadaşı Şadan’la paylaşırken sosyal hayat içerisindeki kadın erkek algısı ve kadının erkek karşısındaki aczi yetine işaret eder. Kurguda toplumsal değerlerle örtüşmeyen bir davranış şekli vardır. Bu davranış kadın için yanlış olduğu kadar erkek için de yanlıştır. Fakat bu yanlış, kadını toplum içerisinde itibarsız bir konuma sokacak bir teklifle karşı karşıya bırakırken erkek karar mekanizması olarak varlık gösterir. Meliha da hikâyenin sonunda bunu “hilkat”in bir sonucu olarak değerlendirir. Güzellik Müsabakası hikâyesi gazete haberleriyle ilan edilen güzellik yarışması için Kadınlar Yücelenme Derneği reisesi tarafından düzenlenen toplantıdaki konuşmaları içerir. Kadınlarda aranılan güzellik özellikleri üzerine yapılan tartışmaları içeren hikâyede güzellik kavramının göreceli bir durum olduğu mizahi bir dille ele alınır. Metinde her kadın bunu kendi yaş, sosyal yaşantı ve sahip olduğu özellikler üzerinden açıklamaya çalışır. Ahlaki değerler dışındaki değerlendirmelere izin verilmeyen toplantıda ideal güzelliğin tanımlaması reise hanım tarafından: “Bence en güzel kadın, yalnız yüzü güzel yaratılmış kadın değil, sözüne de dimağına SUTAD 43 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Hikâyelerinde Kadın 181 da hareketine de ahlakına da güzellik veren kadındır. Yoksa dimağında, ahlakında fazilet bulunmayan güzel bir kadın mücella mermerden yapılmış ruhsuz bir heykel gibidir. Ahlakına, faziletine söz getirmeyecek şiveli, işveli, edalı olmak kadının en büyük hüneridir. Pek güzel doğan bir kadın güzelliğiyle ne kadar iftihar etse hakkıdır. Fakat eğer bu güzelliğini fazilet incileriyle süslemezse pek çirkin görünür” (Sekizinci 1928 Eylül: 9). şeklinde yapılır. Toplantıda hiçbir konuşmacının düşkün kadınlara dair fikir yürütmesine izin verilmezken, yarışmanın sonucunda erkeklerin tepkilerinden çekinilip kadının erkek karşısındaki aidiyet hissi “Hanımlar hiçbiriniz inkâr edemezsiniz ki, kadın erkeğin nüfusuna, hükmüne, emrine, kararına çarnaçar boyun eğer. Bu dünya kuruldu kurulalı böyledir. Zavallı Hazreti Havva anamız bile Âdem babamızın emrini yerine getirdiği için cennetten kovuldu” (Sekizinci 1928 Eylül: 9). ifadesiyle izah olunur. Hikâyenin sonunda kadınların farklı durumlarda birbirlerinin üstünlüğünü kabullenebileceği fakat güzellik konusunda hiçbir kadının rakibinin üstünlüğünü kabul etmeyeceği sonucuna ulaşılarak yarışmanın protesto edilmesi kararına ulaşılır. “Bugünkü hayatın ince taraflarını gösteren zarif hikâye” ifadesiyle sunulan Kadınları Sigorta Eden İdarehane hikâyesi, kadın, sokak hayatı ve devrin sosyal problemlerine farklı bir kurguyla yaklaşan metindir. Kadınları sigorta eden bir yazıhane ilanını aralarında konuşan iki arkadaşın ifadeleri toplumsal birçok olgu ve döneme ait duyarlılık ya da tam tersi olarak değerlendirilebilecek yaklaşımları gösterir. İhsan’ın karısını sigorta ettirmek istemesinin gerekçesi onun güzel bir kadın oluşudur. Sigorta şirketi genç kızları sigorta etmek isteyen müşterisine bunun mümkün olmadığını “Hane- i pederden firar etmek, barlarda karar kılmak genç kızlar için moda hükmüne girdi. Ne vakit cazbant susar da çarliston pantolonunun modası geçerse o vakit müracaat buyurunuz” der (Sekizinci 1927 Temmuz: 17). Bu iki gerekçe de toplumsal yozlaşmanın sonucudur. Kendi değer yargılarından uzaklaşan toplumun kendi fertleri için güvensiz bir sosyal ortam oluşturmuştur. Geleneksel yaşantı ve değerler kadınların hepsine bulundukları konum itibari ile onları farklı koruma düzenlerine dâhil eder. Nikâhlı bir kadın, Türk geleneksel yaşantısında kendisine özel, dünyanın başka dillerinde karşılığı kolayca bulanamayacak bir akrabalık adıyla “yenge” sıfatıyla konumlandırılır. Hikâyede böyle bir statünün varlığından ya da vasıflarından söz etmek mümkün değildir. Kızını sigorta etmek isteyen müşteriye de şirketin tavsiyesi evlendiriniz şeklindedir. “Kerimeniz hanımı derhal kocaya veriniz. Sizden mesuliyet gider. Onun faziletinden memnun ve mesul kocası olur” (Sekizinci 1927 Temmuz: 17). ifadesiyle açıklamada bulunurken kadını kendi iradesinin dışında bir üst kuruma emanet etme eğilimi vardır. Bu da yine kadını korunmaya muhtaç görme fikrinin tezahürü, evliliği toplumun en temel dinamiği olan aile kurumunun oluşturulması olarak algılanmasının sonucudur. . Kendinden on beş yaş küçük karısını sigorta ettiren İhsan; Peki sigorta ettirdiğim takdirde zevceme kimse taarruz edemez veyahut zevcem bana karşı sadakatinden inhiraf edemez mi? sorusunun cevabını “Edemez değil, eder kadın değil mi? Kedi gibidir. Ne kadar isterseniz okşayınız seviniz, yine bir gün sizi tırmalar” (Sekizinci 1927 Temmuz: 18). cevabını alır. Nihayetinde Karısı İhsan’ı kendisini takip eden sigorta şirketinin çalışanı ile aldatır. Bu hikâye kadını korumanın kadın ya da erkek fark etmeksizin toplumsal ahlakı yüceltmekle mümkün olacağının ironik bir kurguyla anlatımıdır. SUTAD 43 182 Emine Bilgehan Türk Kapanca, yine yasak ilişkinin kadın kurnazlığıyla birlikte işlendiği bir hikâyedir. Geleneksel bir mahalle hayatında şişman, hantal Hafız Mahmut’un genç ve güzel karısı Hatice Hanım’ın kocasının Hicaz’a gidişini fırsat bilerek mahallenin genç ve yakışıklı delikanlısı Ahsen’le olan ilişkisi anlatılır. Hatice Hanım, ilişkinin başından itibaren mahallenin imamına başvurup çıkabilecek dedikoduları kendisinden uzaklaştırırken bir sonraki gecenin planına dair ip uçlarını da imam aracılığıyla üstü kapalı bir şekilde Ahsen’e ulaştırmış olur. Aşığını gece karanlığında kapıdan kolayca içeri alabilecekken onu ağaca tırmandırıp pencereden eve sokar. Böylelikle kendisini ulaşılması güç noktada gösterir.4 Yalan Hepsi Yalan, bir aldatma hikâyesidir. Genç ve güzel karısını yaşça daha büyük, daha çirkin düşük bir kadınla aldatan doktorun iç muhasebesi ve karısına söylediği yalanların ifşa olduğu bir kurgudur. Hikâyede doktor yaptığı yanlışın farkına varsa da söylediği yalan çıkmazından kurtulamadığı için gittiği kadına mecbur olur ve eve dönemez. Döndükten sonra da karısının gazeteden okuduğu haberlerle yalanları birer birer ortaya çıkar. Türkiye’de Hukuk-ı Aile, hikâyesi de kocası hapiste olan bir kadının yaşamını sürdürebilmek için hâkimden boşanma belgesi almak istemesini anlatır. Boşanıp başka biriyle evlenerek kendi yaşantısını sürdürmek isteyen kadın, sokakta maruz kaldığı istismarları teker teker sayarken altı ay sonra, karnındaki bebeğin velayeti için belge istemeye gelir. Kitapta Öyle Yazılı, eşini kaybeden bir memurun evlenmek üzere anlaştığı kadın tarafından aldatılmasını, nikâh evrakını yok edip, memura hile ile evini sattırıp sonra da parayı kaçırmasını anlatır. Vaka zamanı 10 Temmuz Meşrutiyet’in ikinci kez ilanı olan hikâyede hakkını arayan adamın dönemin hukuk kuralları doğrultusunda çaresizliğine işaret eder. Bu hikâyede de kadın kurnazlığı karşısında erkeğin acziyeti anlatılır. Karı Koca Rabıtası, “Kadınlar cebr ve şiddetten hoşlanmadıkları gibi kendilerine fazla melamet gösteren erkeklerden de pek hoşlanmazlar. Zevcinin melameti sebebiyle ayrılmak isteyen bu hanım, ancak dünyaya gelecek evladının sebebiyle ailede kalıyor ve kocasını bilakis daha fazla seviyor. Evlat en kavi rabıtadır.” (Sekizinci 1925 Ağustos: 6) ifadesiyle başlar. Metinde, kocasının iyiliğinden şikâyet ederek kötü biriyle evlenip erkeklere karşı kin duymayı isteyen bir kadının psikolojisi anlatılmaya çalışılır. Kocasından boşanabilmek için yalancı hâkime başvurmayı, cinsiyet değiştirmeyi göze alan kadın, hamile olduğunu öğrenince kocasına karşı duygularının değiştiğini ifade eder. Bu hikâyeyle kadın ve erkek arasındaki uyuşmazlığın nedeninin şartlardan çok karşı cins /karşıt cins olmanın sonucu içgüdüsel bir durum olduğu anlatılmaya çalışılırken annelik içgüdüsünün de kadının en temel duygusu olduğu gösterilmiş olur. Ferhunde ise başka bir kadın kurnazlığı hikâyesidir. Kendisiyle ilgilenen Remzi’ye fakir olduğunu ancak, zengin olursa onunla evlenebileceğini söyler. Zenginlik içinse bir falcının adını açıklamayacak bir erkeğin bankaya onun hesabına para yatıracağını söylediğini bu para yatarsa kendisini arayacağını belirtir. “İçki Masalları”5 Ahmet Nuri Sekizinci’nin insanın yasak karşısındaki ısrarını, yasağın cezbedici tarafının olduğunu içki ve kadın üzerinden anlattığı bir başka hikâyedir. Padişaha Mekke’den misafir olan bir emiri ağırlayan eyyamcı paşanın yaşadığı sıkıntı, Dördüncü Murat 4 Mehmet Rebii Baraz ‘ın Ahmet Nuri Sekizinci’ye dair çalışmasında bu hikâye “Resimli Ay Dergisi 1928, Sayı 49-1, Sayfa: 16-17-56” künyesiyle gösterilir. Yalnız bu hikâye Resimli Ay Mecmuasının aynı sayısında 26-28 /56. sayfalarında yer alır. Ayrıca Baraz’ın çalışmasında hikâyenin 28. Sayfada yer alan bölümü aktarılmamıştır. 5 İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’ye ait bu hikâye, “Kelebek, nr. 1 (12 Nisan 1339), s. 10-11.” Fatih Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilimdalı’nda yapılan “Hamdi Gültekin (2010), Kelebek Mecmuası, İstanbul, Fatih Üniversitesi, Sos. Bil. Enst (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Künyeli tezde “İmzasız” olarak gösterilmiştir. Bk. İmzasız, İçki Masalları [Hikâye] N.1, s.10, 12 Nisan 1339 s. 79. SUTAD 43
Description: