Hz. ÖMER (r.a)’DEN 111 HAYAT ÖLÇÜSÜ Dr. Murat KAYA 1 Takdim دٍ مَّ حَ مُ انَ للوسُ بَ ىَلعَ مُ لََ سَّ لاوَ ةُ لََ صَّ لاوَ نَ ي م َلاعَ لْ ا ِلّ بَ لِل ّٰل دُ مْ حَ لْ َا نَ يعل مَ جْ َأ هل بل حْ صَ وَ هل لل اٰ ى لٰ عَ وَ Muhterem okuyucumuz! Mâlum olduğu üzere İslâm’da, Hulefâ-yı Râşidîn (istikâmet üzere olan râşid halîfeler) döneminin çok mühim bir yeri vardır. Bu müstesnâ halîfeler de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. İslâm âlimleri onların söz ve davranışlarını delil olarak kabul etmişlerdir. Zira Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “…Benden sonraya kalanlar pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman yap- manız gereken şey, benim Sünnet’ime ve doğru yolda olan Hulefâ-yı Râşidîn’in sünnetine sarılmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız!” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 5/4607) Allah Rasûlü (s.a.v), diğer hadîslerinde de, onların hidâyet ve hak üzere bulunacaklarını, kendilerine tâbî olmak gerektiğini ifade buyurmuşlardır. Bu se- beple Erkam Yayınları, Râşid Halîfeler’in örnek davranışlarını okuyucularına sunmaya devam etmektedir. Aziz okuyucularımız! Bu kitapta sizlere, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in ikinci mühim veziri ve yardımcısı olan Hz. Ömer’in hayatından derlenmiş nâdîde bir buket takdim ediyoruz. Hz. Ömer ki; müslüman olması İslâm’a kuvvet, halîfeliği de bütün in- sanlığa rahmet olmuştu. Emsalsiz hizmetleriyle müslümanların sayısı artmış, İslâm toprakları alabildiğine genişlemiş, hukuk ve devlet nizâmı büyük ölçüde ye- rine oturmuştur. Ömer (r.a) adâletin timsâli idi. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmazdı. Hak bildiği yolda yürür, insanların ne diyeceğine hiç aldırmazdı. Dünya hiç gözünde değildi. Fetânet ve firâseti dillere destandı. Bugün de Ömer (r.a) gibi idârecilere ve müslümanlara ne kadar ihtiyâcı- mız var! Onu anlamaya ve yolunu tâkip etmeye ne kadar muhtâcız! Gelin, eliniz- deki mütevâzı eserle onu anlamaya bir giriş yapalım, devamını da mufassal kitap- larla getirelim! Âhirette onun şefaatine kavuşmak ve çalışmamızın sadaka-i câriye olması duâsıyla… 2 Bu eserin ortaya çıkmasına vesile olan Pek Muhterem Ağabeyim Y. Sel- man Tan Beyefendi’ye çok teşekkür eder, Cenâb-ı Hak’tan onu Cennet’te Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e ve Hulefâ-i Râşidîn’e komşu eylemesini niyâz ede- rim! Dr. Murat Kaya 11.09.2015 Üsküdar 3 Hz. Ömer’in Kısaca Hayatı Ömer (r.a) Kureyş kabilesinin Benû Adiyy kolundan olup nesebi, büyük atası Ka’b ibn-i Lüey’de Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in temiz nesebleriyle bir- leşir.1 Ömer (r.a), Fil Vak’ası’ndan on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Ken- disinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir.2Bu durumda, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’den 10 küsur yaş kü- çük olmaktadır. Çocukluğunda, babasına ait sürülere çobanlık yapmış, sonra da ticaretle meşgul olmuştur. Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği bildiri- lir.3 Cahiliye döneminde, şehrin eşrafı arasında yer alır, Mekke şehir devletinin Sifâre (elçilik) vazîfesini deruhte ederdi. Bir savaş hâli zuhûr ettiğinde Ömer (r.a) elçi olarak gönderilir, sonra da verdiği bilgilere ve ileri sürdüğü görüşlere göre ha- reket edilirdi. Kabileler arasında çıkan ihtilafların çözümünde büyük tesiri olur, verdiği kararlara hürmet gösterilirdi.4 Îmanla şereflenmeden evvel müslümanlara pekçok eziyette bulundu. Nüfûzuyla, güç ve kuvvetiyle meşhur olduğundan, onun îman etmesi müslüman- lara büyük bir kuvvet kazandırdı. İslâm ile şereflendiği gün bütün müslümanlar Kâ’be’ye giderek ilk defâ açıktan namaz kıldılar. Ömer (r.a) müslüman olduktan sonra devamlı Allah Rasûlü’nün yanında bulundu, O’ndan hiç ayrılmadı ve İslâm için elinden gelen her şeyi yaptı. Kâfirler- le mücâdele etti, pek çok meşakkat ve eziyetlere mâruz kaldı. Medine’ye hicret edince, şehir merkezine 3 km. uzaklıkta bulunan Ku- ba’ya yerleşti. Hz. Ebû Bekir’den sonra Allah Rasûlü’nün en büyük yardımcısı oldu. Efendimiz’in katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) mühim kararlar alacağı zaman Ömer (r.a) ile de istişâre ederdi. Kızı Hafsa vâlidemizi Rasûlullah (s.a.v) ile evlendirerek Peygamber Efen- dimiz’in kayınpederi olma şerefine erdi. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, O’nun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka gir- di, kılıcını çekerek, “Peygamber Efendimiz öldü” diyenlerin kafasını koparacağını söyledi. 1 Nesebi şöyledir: Ömer b. Hattâb b. Nüfeyl b. Abdüluzzâ b. Riyâh b. Abdullah b. Kurt b. Rezâh b. Adiyy b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib. 2 İbn Esîr, Üsdül-ğâbe, IV, 146. 3 H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, I, 210. 4 Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 108; İbn Esîr, Üsdül-ğâbe, IV, 146. 4 Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in vefatı üzerine zuhûr eden karışıklığı, Hz. Ebû Bekir’in kısa zamanda halife seçilmesini sağlayarak büyük bir dirayetle önle- di. Hilâfeti müddetince Hz. Ebû Bekir’in en büyük yardımcısı oldu. Hz. Ebû Bekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu. İran, Irak, Suriye ve Mısır’ı İslâm toprakları arasına dâhil etti. Kudüs, Azerbaycan, Erme- nistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Kudüs kuşatıldıktan sonra şehirdeki hristiyanlar bir müddet direndilerse de nihayet barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, kumandanlardan çekindikleri için şehri bizzat Halîfe’ye teslim etmeyi şart koştular. Durum Ebû Ubeyde (r.a) tara- fından bir mektupla Hz. Ömer’e bildirildi. Ömer (r.a) ashabın ileri gelenleriyle is- tişare ettikten sonra, Medine-i Münevvere’den Câbiye’ye doğru yola çıktı. Câbi- ye’de yapılan bir anlaşmadan sonra Ömer (r.a), bizzat Kudüs’e kadar giderek şeh- ri teslim aldı. (16/637) Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dâhil olmak üzere, Horasan’a kadar bütün İran toprakları İslâm Devleti’nin sınırları içine alındı. İslâm ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha, adâlet ve güzel ahlâktan müteessir olarak kitleler hâlinde İslâm’a gir- diler. Dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gi- bi, geniş bir inanç hürriyetine kavuştular. Hz. Ömer (r.a) kumandanlarından yeni şehirler kurmalarını, yeni fethettik- leri İran şehirlerinde fazla kalmamalarını istedi. Muhtemelen o, bölge insanının âdetlerinin ve lüks anlayışının müslümanlara geçmesinden korkmuştu. Bu sebeple müslümanlar için Basra, Kûfe, Fustat gibi düzenli şehirler kuruldu.5 Ömer (r.a), Basra ordugâh şehrini kurarken aynı zamanda İran ve Hindis- tan tarafından gelebilecek deniz akınlarına karşı bir hazırlık yapmış oluyordu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edildi. O, şehrin kurulma vazîfe- sini sahâbî Utbe bin Gazvân’a verdi. Utbe (r.a), sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip hicrî 14 senesinde Basra şehrinin inşasına başladı. Sa’d ibn-i Ebî Vakkas (r.a), Kadisiye’de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Ordusu Medâin’de bulunmaktaydı. Ancak bura- nın iklimi müslüman askerlerin sıhhati için münâsip değildi. Ömer (r.a), Hz. Sa’d’dan iklimi güzel ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup ora- 5 Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Riyâd, 1432, s. 360. 5 da bir şehir kurmasını istedi. Selmân ve Huzeyfe (r.a), Kûfe mevkiini uygun bul- dular ve hicrî 17’de kırk bin kişilik Kûfe şehri kuruldu. Amr ibn-i Âs (r.a), Mısır’ın fethinden sonra İskenderiye’yi karargâh edinmek istedi. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için kendisiyle Mısır’daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını münâsip görmedi. Amr (r.a) da Nil’in doğusuna geçerek hicrî 21’de Fustat şehrini kurdu. Verimli Irak toprakları fethedilince Ömer (r.a) oraları askerlere taksim et- medi. Eski ahâlîyi yerinde bırakarak topraklardan haraç aldı. Böylece fâtihler fellâh hâline gelmedi. Öyle olsaydı müslümanların savaş gücü zayıflar, tecrübele- ri olmadığı için ziraat gelirleri de düşerdi. Hâlbuki toprak sâhipleri ziraatı iyi bil- dikleri için daha iyi mahsul elde ediyor, müslümanlar da doğuda İranlılarla, batıda Bizanslılarla cihâd ediyorlardı… Ayrıca Ömer (r.a) haraç arazilerinin satın alın- masını da yasakladı. Çünkü onlar bütün ümmetin vakfı idi, gelirlerinden bütün müslümanlar istifade ediyordu.6 Ömer (r.a), devlet idâresinde mühim yenilikler yaptı, pek çok ilk’e imzâ attı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilâtlar kurdu. Onun devrinde yeni fetihlerle İslâm devletinin hudutları genişlemiş, zafer- lerden elde edilen ganimetlerle devlet hazinesi dolup taşmıştı. Bunun üzerine Ömer (r.a), İslâm’a hizmetlerini göz önünde bulundurarak müslümanlara maaş bağlamaya karar verdi. Hz. Ömer’in müslümanlara bağladığı bu maaş, senelik tahsisat şeklindeydi. İlk olarak askerlerin kayıtlarını tutturduğu, fey ve ganimet gelirlerinin da- ğıtımını kaydettirdiği “Divan” teşkilatını kurdu. Divan defterinin başına da derece derece Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in akrabalarını ve şanlı Bedir Ashâbı’nın isimlerini yazdı. Kaza (mahkeme işleri)ni bir düzene koymak için vâlilerden ayrı ve bağım- sız çalışan kadılar tayin etti. Ömer (r.a) şehirlere tâyin ettiği vâlilerin İslâm’ı yayma ve güzelce öğretme faaliyetleriyle iktifâ etmiyordu. Bilâkis onları, Medîne’den gönderdiği âlimlerle destekliyordu. Bu âlimlerle muhtelif tavsiye ve mektuplar da gönderiyordu. Me- selâ içlerinde Abdullah bin Muğaffel (r.a)’in de bulunduğu 10 kişilik bir sahâbe heyetini Basra’ya, insanlara dînî ilimleri derinlemesine öğretmeleri için gönder- mişti.7 Aynı şekilde İmrân ibn-i Husayn (r.a)’i da Basra’ya, halkına İslâm’ı de- rinlemesine öğretmesi için göndermişti. İmrân (r.a) ashâbın fakîhlerinden biriydi.8 6 Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, s. 198-199, 361. 7 İbn-i Hacer, İsâbe, IV, 243. 8 İbn-i Hacer, İsâbe, IV, 705-706. 6 Fethedilen bölgelerde okullar açtı, buralara müderrisler tayin ederek Kur’an-ı Kerim’in okunup anlaşılmasına ve onunla amel edilmesine gayret etti. İslâm’ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülme- si için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etti ve onları değişik bölgelere gönderdi. Kur’ân, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere maaş bağladı. Devletin her tarafında camiler inşa ettirdi. Onun zamanında dört bin adet cami ya- pıldığı rivayet edilir.9 Hz. Ömer (r.a): “Hicret, hak ile bâtılı ayırdı” diyerek hicreti takvim başlangıcı yaptı. Ali ve Osman (r.a) hazretlerinin işâreti ile Muharrem ayını sene başı olarak tâyin et- ti. İnce anlayış ve büyük bir firâset sahibi olan ashâb-ı kirâm, takvim başlan- gıcını, Allah Teâlâ’nın, İslâm’da ilk inşâ edilen mescid olan Kuba Mescid’i hak- kındaki: “…(Medîne’ye hicretin) ilk gününden takvâ üzerine kurulan Mes- cid...”10 âyet-i kerîmesinden ilhâmla tesbit etmişlerdir.11 İlk defâ Emîrü’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîri) diye isimlendirilen odur. Terâvîh Namazı cemaatle kılınmaya ilk defâ onun zamanında başladı. Kur’an’ın iki kapak arasına toplanıp yazılmasını ilk dafâ o teklif etti ve bu tahakkuk edinceye kadar ısrarla üzerinde durdu. Zimmîlere ilk defa alâmet taktıran odur. İlk defa yazılı kararlar alan odur. Kumandan ve vâlilerle ilk defa toplantı yapan odur. İlk defâ İslâm devletine âit para bastıran odur… Bunun gibi daha pek çok ilk’e imzâ atmıştır. Ömer (r.a), köleliğe karşı şiddetli bir mücâdele verdi. Beytü’l-mâl’in gelir- leri düzelince, devlet içindeki bütün müslüman kölelerin hürriyete kavuşturulma- sını vasiyet etti.12 Ömer (r.a), memurlarının, hastalanan köleleri ziyaret etmediklerini anladı- ğında onları vazifeden azlederdi.13 Kendisi de her cumartesi Medîne’nin kenar 9 Ahmed en-Nedvî, Asr-ı Saadet, I, 317. 10 et-Tevbe, 108. 11 Semhûdî, Vefâü’l-vefâ, Mısır 1955, I, 248. 12 Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Riyâd, 1432, s. 252. 7 semtlerine gider, herhangi bir köleyi gücü yetmeyeceği bir işte çalışırken görürse, bu işi ondan alırdı.14 Hz. Ömer’in hilâfeti, gerek fetihler, gerek devlet işleri, gerekse ilmî faâli- yetler açısından çok bereketli bir devir olmuştur. Rasûlullah (s.a.v), bu durumu mu‘cizevî olarak daha önceden şu şekilde haber vermişlerdir: “Ben rüyâmda kendimi bir kuyu başında makaralı bir kova ile su çekerken gördüm. O esnâda Ebû Bekir geldi ve zayıf bir çekişle kuyudan bir veya iki kova su çekti. (Çünkü onun hilâfeti kısa sürmüş, fazla fetihler yapamamıştı.)15 Allah Teâlâ, onu mağfiret eyledi, (bu zayıflığı ona zarar vermez). Sonra Ömer bin Hattâb geldi ve o küçük kova, büyük bir kovaya dönüşüverdi. İnsanlar içinde, onun gibi muhteşem ve sağlam iş yapacak kuvvette başka birini görmedim! Ni- hâyet insanlar suya kandılar ve orayı develerin sulak ve eylek yeri gibi edindiler. (Yani onun zamanında İslâm, dünyaya iyice yerleşti, Müslümanların dâhilî ve hâricî fitnelerden korku ve sıkıntısı kalmadı, huzur ve sükûna erip rahatladılar.)” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5, 6; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 17, 19) Ömer (r.a) hicretin 24. senesinde Zerdüşt bir köle olan Ebû Lü’lü tarafın- dan şehid edildi ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ayakları dibine defnedildi. Enes (r.a) şöyle der: “Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) altmışüç yaşında vefat etti. Ebû Bekir (r.a) de altmışüç yaşında vefat etti, Ömer (r.a) de altmışüç yaşında vefat etti.” (Müslim, Fedâil, 114) Şemâili ve Ahlâkı Ömer (r.a.), uzun boylu, iri yapılı, buğday tenli idi. Alnı geniş, bilekleri uzun, saçları dökük ve gözlerinde hafif kırmızılık vardı. Yüksek sesle konuşur, yürüdüğünde hızlı yürürdü. Allah’tan hakkıyla korkmak, doğruluk, ibâdete düşkünlük, dünyaya karşı zâhid olma ve mes’ûliyet şuuru gibi fazîletlerde en önde idi. Dînî hususlarda kınayanın kınamasına aldır- maz, hatır için adâletten ayrılmazdı. Kat’iyyen taraf tutmazdı. 13 Ramazanoğlu M. Sâmi, Hz. Ömeru’l-Fâruk, s. 158-160. 14 Muvatta’, İsti’zân, 41. 15 Bu ifade, Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinin kısa olacağını, onun bazı büyük ve mühim fetihlere başlayıp ikmâl ede- meden vefât edeceğini haber verir. Sonra gelen cümlede Allah Teâlâ’nın onu mağfiret edeceğinin beyân edilmesi de, Cenâb-ı Hakk’ın ona hayırlı bir halef vermek sûretiyle hilâfetinin kısalığını telâfî edeceğine işârettir. Nitekim Ömer (r.a), onun başlattığı, dînin ikâmesi, ilim ve cihâdın ihyâsı, İslâmî idârenin sınırlarının genişletilmesi gibi mühim işleri ikmâl ederek daha ötelere götürmüştür. 8 Ömer (r.a) sert tabiatlı olmasına rağmen pek mütevâzı idi. Yamalı elbise giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, toprak üzerine yatıp uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevâzı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoymamıştı. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Medine’den Mekke’ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda ağaç dalları üzerine bir çarşaf gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytine çok ihtimam gösterirdi. Yanında dokuz adet tabak vardı. Meyve, çerez her ne eline geçerse bu tabaklara koyup Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in zevcelerine gönderirdi. Allah Rasûlü’nün hanımlarından olan kızı Hafsa’ya ise en son gönderirdi. Eğer bunda bir eksiklik olursa, kendi hissesinden tamamlardı.16 Ömer (r.a), mert ve doğru sözlü olanları severdi. Hata ve kusurlarının açıkça söylenmesini isterdi. Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır: Bir gün Hz. Ömer’in yanına gitmiştim. Evindeki bir kütüğün üzerine oturmuş sıkıntı içinde kendi kendine söyleniyordu. Yaklaştım ve: “–Seni üzen nedir ey Mü’minlerin Emîri?” dedim. “–İşte şudur!” diyerek eline işaret etti ve idareci iken yanlış işler yapmak- tan korktuğunu anlatmak istedi. “–Bu mu seni üzen şey, vallahi yanlış bir iş yaptığını gördüğümüzde seni düzeltiriz!” dedim. Bunun üzerine sevinerek: “–Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, benden yanlış bir ha- reket zuhûr ettiğinde hakikaten beni düzeltir misiniz?” diye sordu. “–Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, senden yanlış bir ha- reket gördüğümüzde seni mutlaka düzeltiriz!” cevabını verdim. Buna çok sevindi ve: “–Allah’a hamd olsun ki sizin içinizde, Muhammed (s.a.v)’in ashâbından, yanlışımı gördüğünde beni düzeltecek kimseler vâr etti!” dedi.17 16 Muvatta’, Zekât 44. 17 İbn Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 154. Krş. Ali el-Müttakî, Kenz, V, 688/14196. 9 Onun dindarlığı, Allah korkusu ve kul hakkına riâyeti, daha sonra gelenler- le kıyâs edilemeyecek derecede üstündü. Adâlet timsâli idi. Üzerine aldığı idâreci- lik vazîfesinin mes’ûliyetinden çok korkardı. Kendisi Medîne-i Münevvere’de ol- duğu hâlde Fırat ve Dicle kenârındaki tebaasının hâlini düşünürdü. Millî şâirimiz Mehmed Âkif Ersoy onun bu hassasiyetini şöyle terennüm etmiştir: Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu Geceleri Medîne sokaklarında gezer, halkın durumunu kontrol eder, eksik ve problemleri tesbit ederdi. Hz. Ömer’in yardımcısı Eslem (r.a) şöyle anlatır: Ömer (r.a) ile birlikte bir gece Medîne’nin kenar mahallelerinde dolaşırken çadırın içinde bir kadın gördük, çocuklar etrâfında ağlaşıyorlardı. Ocakta su dolu bir tencere vardı. Ömer (r.a) çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın: “–Açlıktan!” diye cevap verdi. Ömer (r.a), üstelik tencerede çocukları avutmak için sadece su kaynadığını ve kadıncağızın, uyutana kadar yavrularını böyle oyaladığını öğrenince kendini tutamayarak ağladı. Derhal zekât mallarının bulunduğu ambara gitti. Bir çuval un ve muhtelif gıdâ malzelemeri alarak sırtına yüklendi. Çuvalı ben sırtlanmak iste- dim. Fakat Ömer (r.a): “–Ey Eslem! Ben yükleneceğim! Çünkü çocukların hesâbı âhirette benden sorulacak!” dedi. Kadının evine vardığımızda yemekleri pişirme işini de üzerine aldı. O, bir taraftan tencereyi karıştırıyor, bir taraftan da ateşe üflüyordu. Hatta dumanların sakallarının arasından girip çıktığını görüyordum. Bu şekilde yemeği pişirdi. Son- ra yemeği kendi elleriyle çocuklara yedirmeye başladı. Çocuklar doyunca geri çe- kilerek karşılarına oturdu. Bir aslan kadar heybetliydi. Bir şey söylemeye çekin- dim. Çocuklar oynaşıp gülüşünceye kadar bu şekilde durdu. Sonra kalktı ve: “–Ey Eslem! Onların karşısında niçin oturdum, biliyor musun? Onları gör- düğümde ağlıyorlardı. Güldüklerini görmeden ayrılmak içime sinmedi, onlar gü- lümsemeye başlayınca içim rahatladı...” dedi.18 Ömer (r.a), merkezden uzak bölgelerdeki insanların, sıkıntı ve dertlerini kendisine ulaştıramadıklarından endişe ederdi. Bu sebeple onların durumunu ya- kından görebilmek için seyahatlere çıkmıştı. Bazı bölgeleri dolaşmış, başka yerle- re de gitmeyi düşünürken ömrü vefâ etmemişti. 18 Ali el-Müttakî, XII, 648/35978. 10
Description: