ebook img

FÂRÂBÎ VE İBN SÎNÂ'YA GÖRE MEÂD MESELESİ Aygün AKYOL PDF

17 Pages·2010·0.71 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview FÂRÂBÎ VE İBN SÎNÂ'YA GÖRE MEÂD MESELESİ Aygün AKYOL

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18, ss. 125-141. FÂRÂBÎ VE İBN SÎNÂ’YA GÖRE MEÂD MESELESİ Aygün AKYOL Özet Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Meâd Meselesi Bu çalışmada insanî nefislerin bedenden ayrılışı sonrası durumu Fârâbî ve İbn Sînâ’ya göre incelen- di. Bu iki düşünürü seçmedeki maksadımız, Meşşâî ekole mensup olmaları ve düşüncelerinin benzer ve farklı yönlerini ortaya koymaktır. Konu, kelamcılar tarafından itikâdî boyuta taşınmış ve filozofla- ra ağır eleştiriler yapılmıştır. Biz konunun itikâdî boyutunu hariç tuttuk ve felsefî boyutuna odaklan- dık. İnsani nefisler Fârâbî ve İbn Sînâ tarafından cevher olarak kabul edilir. Fârâbî bazı insani nefis- lerin bedenden ayrılışı sonrası varlığını devam ettirmediğini iddia eder. Fakat İbn Sînâ’ya göre her insani nefis varlığını devam ettirir. Anahtar kelimeler: Fârâbî, İbn Sînâ, Nefis, Beden, Meâd. Abstract A Comparison of the Eschatologies of Fārabī and Ibn Sīnā This study aims at investigating the views of Fārābī and Ibn Sīnā concerning the situation of the human souls after leaving the bodies. The reason behind choosing these two figures is this: They are Peripatetic philosophers and we want to clarify the similar and different aspects of their thought. The theologians drew this topic to the sphere of belief and criticized the philosophers very seriously. But I will focus on the philosophical aspect of this subject to the exclusion of its creedal dimension. To the mind of both philosophers, the human souls are substance. However, Fārābī ar- gues that some human souls will perish once they leave bodies, while Ibn Sīnā claims that every human soul will continue to live after its separation from the body. Key words: Fārābī, Ibn Sīnā, the human soul, the body, eschatology.  Yrd. Doç. Dr., Hitit Ü. İlahiyat Fakültesi, [email protected]. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 126 | Yrd. Doç. Dr. Aygün AKYOL 1. Giriş Nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumu İslâm felsefesi ve kelamında “meâd” başlığı altında incelenmiştir. Bu konuda en önemli kavram ise nefistir. Nefis, denildiğinde metafizik, epistemoloji ve eskataloji ile ilgili konuların yanı sıra, dinî ve tasavvufî bir takım tartışmalar da gündeme gelmektedir. Fârâbî ve İbn Sînâ’nın meâd konusundaki fikirleri, itikâdî sonuçları da olan bir mesele oldu- ğu için kelamcıların ilgisini çekmiş ve filozoflar, kelamcılar tarafından tenkit edilmişlerdir. Filozoflara bu konuda en büyük itiraz, cismânî haşri inkâr ettik- leri gerekçesiyle Gazâlî (ö.505/1111) tarafından gelmiş, Fârâbî ve İbn Sînâ’yı küfür ile itham etmiştir.1 Çalışmamıza başlık olarak “meâd” ifadesini uygun gördük. Zira meâd ifa- desi, İslâm filozofları tarafından nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumunu ifade etmek için kullanılmıştır.2 Konuyu değerlendirirken meselenin itikâdî bo- yutunu bir tarafa bırakarak, nefis ve beden ilişkisi, bununla ilgili olarak da nâtık (insana ait) nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumu üzerinde duracağız. Fârâbî (ö.339/950) ve İbn Sînâ’yı (ö.428/1037) seçme sebebimiz ise, aynı çizgide felsefe yapan iki filozofu merkeze alarak düşüncelerinin benzer ve farklı yönle- rini de ortaya koyma amacına matuftur. Çalışmamızı iki temel husus üzerine bina ettik. Birincisi, filozoflarımız ta- rafından nâtık nefis bir cevher olarak ifade edilmesine karşın özellikle Fârâbî’nin cevher tanımlamasıyla örtüşmeyen bir takım tartışmaya açık ifadele- rinin bulunmasıdır. İkincisi ise filozoflarımızın nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumu hakkındaki kanaatleridir.3 Fârâbî ve İbn Sînâ nefsin bedenden ayrılışı 1 Gazâlî, Tehâfutü’l-Felâsife, tahk.: Süleyman Dünya, neşr.: Dâru’l-Maarif, Kahire 1987, ss. 307, 308; a. mlf., el-Munkız min’ed-Dalâl, Mektebetü’ş-Şa’biyye, Beyrut, ts., ss. 43, 44. 2 Meâd ifadesi için bk. Fârâbî, Risâletü Zenonu’l-Kebîri’l-Yunânî, Dâiretü’ş-Meârifi’l- Ûsmâniyeti’l-Mekâine, yy., 1349, s. 9; İbn Sînâ, al-Adhaviyye fi’l-Meâd, tahk.: Hasan Asî, Müessetü’l-Camiîyye, Beyrut 1987. 3 Fârâbî ve İbn Sînâ’nın nefis anlayışları ile ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumuyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgisi bulunan çalışmalardan bir ka- çını zikredeceğiz. Bu konuda bk. Mehmet Aydın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, İslâm Felsefesi Yazıları-Makaleler II, Ufuk Kitapları, İs- tanbul 2000, ss. 25-37; Mehmet Dağ, “İbn Sînâ’nın Psikolojisi”, İbn Sînâ Ölümünün Bininci Yılı Armağanı , (ayrı basım), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984; Hayrani Altıntaş, İbn Si- na Metafiziği, AÜİF Yay., Ankara 1992, ss. 138-142; Ali Durusoy, İbn Sînâ Felsefesinde İnsan ve Alemdeki Yeri, İFAV Yay., İstanbul 1993, ss. 165-201; İbrahim Hakkı Aydın, Fârâbî’de Metafizik Düşünce, Bil Yay., İstanbul 2000, ss. 198-223; Eyüp Şahin, “İbn Sînâ’da Ruhun Ferdiyetinin Be- kası Problemi”, Uluslararası İbn Sînâ Sempozyumu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., İstanbul 2009, c. II, ss. 31-41; Hasan Özalp, Farabi ve İbn Sina Düşüncesinde Mead, Basıl- mamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2006; Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Meâd Meselesi | 127 sonrası durumuyla ilgili olarak İslâm düşüncesinde çokça tenkit edilen tena- süh4 vb. gibi düşüncelere itibar etmemişler, bu konudaki eleştirilerini eserlerin- de defalarca ifade etmişlerdir. Ancak filozofların meâd konusundaki fikirleri de kelamcılar tarafından “cismanî haşri inkâr” olarak yorumlanması nedeniyle ciddi eleştirilere maruz kaldığından, bu iki filozofumuzun “mead” konusunda- ki açıklamalarının analizi büyük öneme haizdir.5 Öncelikle Fârâbî ve İbn Sînâ’nın nâtık nefis kavramından ne anladıklarına bakalım. 2. Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Nâtık Nefis Nefis, kelime olarak ruh, özün bir parçası, hayatiyet, canlılık, şahıs, hareket etti- ren ilke anlamlarında kullanılmıştır. Terim olarak ise, kendisinde bulunduğu şeye, hayat, his, hareket ve irade veren latîf bir cevher olarak ifade edilir.6 Fârâbî ve İbn Sînâ akledilir sûretlerin konusu olduğu için nâtık nefsi bir cevher olarak kabul ederler. Nâtık nefsin en önemli özelliği, madde ile bağlan- tısı kesildiğinde bilfiil akıl olma potansiyelidir. Zaten nâtık nefse cevher niteli- ğini atfetme nedeni de onun “akıl” olma potansiyelidir. Esasında filozoflarımız, nefis ile ilgili açıklamalarında bitki ve hayvan nefislerini de detaylı bir şekilde incelemişlerdir. Ancak bitki ve hayvan nefisleri, nâtık nefis gibi akledilir sûretleri barındırmadığı için “cevher” olarak kabul görmezler.7 Fârâbî’ye göre insandaki nefis cevheri, olgunlaştığında bilfiil akla dönüşe- Fatma Nuriye Kurşunoğlu, İbn Sina’da Mead, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üni- versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2006. 4 Tenasüh kelimesi, “bir şeyi iptal ederek yerine başka bir şey koymak” manasına gelen, Arap- ça “ne-se-he” kök fiilinden türetilmiştir. Terim olarak ise kısaca “ruh göçü” (reenkarnasyon) olarak, yani ruhun bir vücuttan diğerine intikâli olarak ifade edilmektedir. Bk. S. Şerif, Cürcânî, Kitabu’t-Ta’rifât, tahk.: Abdu’l-Münim Hafnî, Daru’r-Reşad Yay., Kahire, ts., s. 74; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihâl, tahk.: Muhammed Seyyid Keylânî, Dârü’l-Ma’rife, Beyrut, ts., c. II, s. 55. 5 Fârâbî ve İbn Sînâ’nın tenasüh düşüncesi hakkındaki eleştirileri için bk. Fârâbî, Uyunu’l- Mesâil, tahk.: Muhittin Hatib-Abdu’l-Fettah Geylan, Kahire 1910, s. 18; Ta’likât, Dâiretü’ş- Meârifi’l-Ûsmâniyeti’l-Mekâine, 1346, s. 10; İbn Sînâ, Necât, tahk.: Macit Fahri, nşr. Darü’l - Afaki’l-Cedide, Beyrut 1985, s. 227; Nefs/Kitâbu’ş-Şifâ, tahk.: Jan BaFkos, Prag 1956, s. 224; el- Mebde ve’l-Meâd, edit.: Abdullah Nurani, neşr. Müessesi Mutalaâti İslâmî, Tahran 1984, s. 109. 6 İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Dâru’s-Sadr, Beyrut 1990, c. 6, ss. 233-240; Cürcani, Kitâbu’t- Ta’rifât, s. 206; Süleyman Uludağ, “Nefis”, DİA, İstanbul 2006, c. 32, s. 526; Ömer Türker, “Ne- fis”, DİA, İstanbul 2006, c. 32, ss. 529-531; Hüseyin Atay, “Nefis”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 37, s. 3. 7 Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, ss. 16, 17, 18; Ta’likât, s. 10; Mufârık Varlıkların İspatı Hakkında Risale, 96; İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, çev.: Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005, ss. 160, 161; Mehmet Bayrakdar, İslâm Felsefesine Giriş, TDV Yay., Ankara 1999, s. 182. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 128 | Yrd. Doç. Dr. Aygün AKYOL cektir. Düşünürümüze göre nâtık nefis, beden ölse de varlığını devam ettiren bir “cevher”dir. Bir cevher olması hasebiyle, kendi özüyle kâim olup, kendisin- de bozulmayı kabul edecek bir kuvvet yoktur.8 Bu nedenle kendisinde bir ter- kip barındırmaz. O’na göre her ne anlamda olursa olsun, kendisinde terkip ve birleşme olan şey, varlık bakımından eksiktir. Zira kendisinde terkip bulunan şey, varlığının devamı için kendisini oluşturan oluşturucu unsurlara muhtaç- tır.9 İbn Sînâ’nın nefis konusundaki değerlendirmelerine bakacak olursak, onun nefsi “tabiî cismin ilk yetkinliği”, “cisimsiz cevher”, “kuvve ve yetkinliği olan bir cevher” olarak tanımladığını görürüz. Filozofumuz, bir konuda bu- lunmayan kendi özü bakımından var olan her nefsi “cevher” olarak nitelemek- tedir.10 Fârâbî gibi, nefsi basit olarak kabul eden İbn Sînâ da nefsin kendisinde bir terkip olmadığını, bu nedenle de kendisinde bozulmanın mümkün olmadı- ğını savunur.11 Ancak İbn Sînâ’nın nefsi tanımlarken kullandığı “cismin ilk yet- kinliği” ifadesini esas alacak olursak nefis, cisme ait bir yetkinlik olarak tanım- landığı için cisme bağlı olarak anlam kazandığı iddia edilebilir. Bir diğer ta- nımdaki “nefsin gayri cismani bir cevher olduğu” ifadesini esas alacak olursak, burada nefsin cisimden bağımsız olduğuna yapılan vurgu göze çarpmakta ve diğer tanımla uyuşmayan bir takım hususlar ortaya çıkmaktadır.12 Nâtık nefsin cevher olarak ifade edilmesi sebebiyle filozoflarımızın, “cev- her” tanımlarına da kısaca değinmek istiyoruz. Fârâbî, “cevher”i tanımlarken “bir konuda bulunmayan şey” ifadesini kullanır. Cevher de ya mutlak olarak cevher, ya da bir şeye ait cevherdir.13 İbn Sînâ ise cevheri, yine Fârâbî gibi “bir 8 Nefsin Fârâbî tarafından cevher olarak nitelenmesi konusunda bk. Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, tahk.: Muhittin Hatib-Abdu’l-Fettah Geylan, Kahire 1910, ss. 16, 17, 18; Ta’likât, s. 10; “Mufârık Varlıkların İspatı Hakkında Risale”, çev.: Nuri Adıgüzel, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 1998, sayı: 2, s. 96; Deâvayi Kalbiye, Dâiretü’ş-Meârifi’l- Ûsmâniyeti’l-Mekâine, yy., 1346, s. 10; “Risale fi Me’ânî’l-Akl”, çev.: Mahmut Kaya, İslâm Filo- zoflarından Felsefe Metinleri, Klasik Yay., İstanbul 2003, s. 135. 9 Fârâbî, Fususu’l-Medenî, çev.: Hanifi Özcan, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir 1987, s. 65. 10 İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, s. 112; Nefs/Kitâbu’ş-Şifâ, ss. 14, 15, 29; Necât, s. 197; “Hudud”, Tis’a Resâil içinde, Cevâib Matbaası, İstanbul 1298, s. 56; Metafizik I/Kitâbu’ş-Şifâ, çev.: Ekrem Demirli, Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2004, ss. 53, 56. 11 İbn Sînâ, Nefs/Kitâbu’ş-Şifâ, ss. 224, 225; Necât, ss. 223, 225. 12 Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, ss. 16, 17, 18; Ta’likât, s. 10; Mufârık Varlıkların İspatı Hakkında Risale, 96; İbn Sînâ, eş-Şifâ/et-Tabiiyyât, tahk.: İbrahim Medkur, yy., ts., c. II, s. 206; Nefs/Kitâbu’ş-Şifâ, ss. 224, 225; Necât, ss. 223, 225; “Hudud”, Tis’a Resâil içinde, ss. 56, 57; Mehmet Bayrakdar, “İbn Sînâ’nın Cevher Kavramının Sorunları”, Uluslararası İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yay., 22-24 Mayıs 2008, İstanbul, c. I, s. 9. 1 3 Fârâbî, Kitâbu’l-Hurûf, çev.: Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2008, s. 40, 44, 45; Cevher kav- Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Meâd Meselesi | 129 konuda bulunmayan mevcut” şeklinde tanımlamıştır. Cevherlerin de cisim ve- ya cismin parçası olabileceğini ifade eden İbn Sînâ, cismin de sûret ve heyûlanın bileşiminden mürekkep olduğunu ifade eder. Ancak İbn Sînâ, nâtık nefsi, heyûla ve sûretten ayırmaktadır. Nâtık nefsi, ayrık olan ve cismin parçası olmayan şeklinde tanımlayan filozofumuz, nefsin beden üzerinde tasarrufunun olmasından hareketle aralarında bir ilişkiden bahsedilebileceğini ifade eder. Ancak bedenle hiçbir ilişkisi olmadığında ise, akıl olarak niteleneceğini belirt- mesi önemlidir. Zira nâtık nefsin gayri cismânî cevher olarak nitelenmesi onun bizâtihi akıl olmasıyla ilişkilidir.14 Filozoflarımızın nefis ve cevher tanımlarına değindikten sonra, nâtık nefsin durumunu biraz daha analiz ederek iki önemli hususa dikkat çekmek istiyoruz. İlki, Fârâbî ve İbn Sinâ’ya göre cevher olarak nitelenen nâtık nefislerin bir kıs- mı, yetkinliğine ulaşmakla birlikte yetkinliğine ulaşamayan nâtık nefisler ise, azaba maruz kalmaktadır. İkincisi ise Fârâbî’ye göre yetkinliğine ulaşamayan nefislerin bir kısmını oluşturan cahil şehir halkının nefisleri ebediyen yok ol- maktadır. Buradaki ifadelere göre cevher olarak nitelenen nefsin bir kısmının azaba uğraması ve yok olması söz konusu edilmektedir. Özellikle Fârâbî’ye mahsus görüş, bizce filozofumuzun cevher tanımıyla örtüşmemektedir.15 Bunu temellendirecek olursak İbn Sînâ ve Fârâbî tarafından ortak olarak dile getirilen ilk görüşe göre nefsin yetkinliğini elde edememesi nefsin zatında bir bozulma olarak yorumlanmaz. Ancak ikinci olarak söylediğimiz yalnızca Fârâbî tarafından ileri sürülen “yetkinliğini elde edemeyen cahil şehre ait nefis- lerin yok olması” hakkındaki ifadeler, nâtık nefsin bedenin fesadıyla, fesada uğrayan bir cevher olduğu anlamına gelecektir. Bu bizce filozofumuzun cevher olarak ifade ettiği “nâtık nefis” tanımıyla da uyuşmamaktadır.16 Bazı insani ne- fislerin yok olduğunu ifade eden Fârâbî’ye karşın, İbn Sînâ’da bu tip bir yakla- ramının kullanımıyla ilgili olarak daha detaylı bilgi için bk. İlhan Kutluer, “Cevher”, DİA, İs- tanbul 1993, c. VII, ss. 450-455; Mevlüt Uyanık, “İslâm Felsefesinin Teşekkül Dönemi Varlık Anlayışında Birinci ve İkinci Cevher Kavramı”, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergi- si, 2002/1, c. 1, sayı: 1, ss. 132-159. 14 İbn Sînâ, Metafizik I/Kitâbu’ş-Şifâ, ss. 53, 56; Mantığa Giriş/Kitâbu’ş-Şifâ, çev.: Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2006, s. 55; İşaretler ve Tembihler, s. 109; Necât, s. 203; Bu konuda bk. Mehmet Dağ, age, ss. 337, 338. 15 Farabi’nin bu konudaki fikirleri için bk. Fârâbî, Kitabu Arâi Ehli’l-Medineti’l-Fâzıla, tahk.: Alber Nasri Nadir, Daru’l-Maşrik Yay., Beyrut 1991, s. 143; İbn Sinâ Richard Walzer, age, ss. 280, 281; Mehmed S. Aydın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, ss. 34, 35. İbn Sina bu konudaki fikirleriyle ilgili yapılan bir çalışma için bk. Mehmet Bayrakdar, “İbn Sînâ’nın Cevher Kavramının Sorunları”, s. 29. 16 Bu konuda bk. Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, s. 17. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 130 | Yrd. Doç. Dr. Aygün AKYOL şım söz konusu değildir. Görüldüğü üzere Fârâbî ve İbn Sînâ, insani nefsin varlığının bedenin ölü- münden sonra da devam ettiğini benimsemişlerdir.17 Bu, nâtık nefsin gayri cismânî bir cevher olarak görülmesinin bir sonucudur. Bu nedenle kişinin be- denine ait ilgileri ve ona yönelik istekleri filozoflarımız tarafından hakir görül- müştür.18 Burada ifade ettiklerimiz, büyük oranda Yeni Platonculuğun İslâm felsefesindeki etkisini de göstermektedir. Zira Yeni Platonculukta da nefis üs- tün görülmekte; beden ve onun ilgileri ise, nefsi gitmek istediği yerden alıko- yan bir şey olarak ifade edilmektedir.19 Burada nefsin mutluluğunu sağlayan en önemli husus, iki filozofumuz için de yetkinliğin elde edilmesiyle yakından il- gilidir. Yetkinlik, aklî olana yaklaşmak, maddî olandan uzaklaşmakla mümkün olmaktadır. Bu tespitlerden sonra, filozoflarımızın bedenden ayrılışı sonrası durumuna etkisi bağlamında nefis beden ilişkisi ve nefsin yetkinliği konusun- daki görüşlerine geçebiliriz. 3. Fârâbî’ye Göre Nefsin Bedenden Ayrılışı Sonrası Durumu Fârâbî’nin nefis beden ilişkisi ve bedenden ayrılışı sonrası nâtık nefsin duru- muyla ilgili yorumlarında, nâtık nefsin aklî bir cevher olarak kabul etmesinin belirleyici olduğunu ifade etmiştik. Nâtık nefsin cevher olarak nitelenmesi onun akıl olma yeterliliğinden kaynaklanmaktadır. İnsan, akıl sahibi olmasının gereği olarak, irade ve ihtiyar sahibidir. Bu nedenle de yaptığı eylemlerden so- rumludur. Nefsin iradî olarak yaptığı bu eylemlerinden sorumlu olması, ortaya çıkan fiillerinin karşılığını almasını gerektirir. Burada bizi ilgilendiren husus, nâtık nefsin bedenle ilişkisi kesildikten sonra durumunun ne olacağı konusu- dur. Zira akıl yolu ile tercihlerde bulunan insan için hesap ve ceza kavramları ortaya çıkmaktadır. Cevher olarak ifade edilen nefsin bedeninden ayrılışı son- rası durumu, Fârâbî tarafından nefsin yetkinliğini elde etmesi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Fârâbî, insan nefsinin kendi özünü idrak edebileceğini savunur. Zira nâtık nefis için bahsedilen akletmenin kendisi esasında bir soyutlamayla başlamak- tadır.20 Fârâbî’ye göre, insan, nazarî ve amelî olmak üzere, iki kuvveti olan nefis 17 Fârâbî, Medinetü’l-Fâzıla, ss. 135, 137; Uyunu’l-Mesâil, s. 17; İbn Sînâ, Nefs/Kitâbu’ş-Şifâ, s. 224. 18 Fârâbî, Medinetü’l-Fâzıla, s. 135; İbn Sînâ, Necât, s. 223; Metafizik II/Kitâbu’ş-Şifâ, çev.: Ekrem Demirli, Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 177. 19 Bk. Plotinus, Enneadlar-Seçmeler, çev.: Zeki Özcan, Asa Kitabevi, Bursa 1996, ss. 145, 146, 147; Mehmet Bayraktar, İslâm Felsefesine Giriş, TDV Yay., Ankara 1999, s. 53. 20 Fârâbî, Ta’likât, s. 12. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Meâd Meselesi | 131 vasıtasıyla, ilim ve sanatları elde etmekte, fillerinde ve ahlakında ise güzel ve çirkin kavramlarını elde etmektedir.21 Burada “akıl” kavramının nâtık nefis kavramına ilave bir şey olarak kullanıldığını görüyoruz. Zira Uyûnü’l-Mesâil adlı eserinde aklın maddeden soyutlanmış olduğu için beden öldükten sonra da varlığını sürdüreceğini ifade etmektedir.22 Fârâbî, nefsin yetkinliğini elde etmesini, “mutluluğun kazanılması” olarak ifade eder. Filozofumuz, mutluluğun elde edilmesini ise insan nefsinin kendi varlığını maddeye ihtiyaç duymayacak bir yetkinliğe ulaştırması olarak ifade eder.23 Bunun en ileri noktası ise “es-saâdetü’l-kusvâ” yani “nihâî mutlu- luk”tur. Fârâbî’ye göre bu mutluluk türü, “bir şey için değil de bizzat kendisi için tercih edilen mutluluk”tur.24 Nefis-beden ilişkisini, nefsin yetkinliğine vurgu yaparak açıklama şekli, İslâm felsefesinde nefisle ilgili yorumlamalardaki ana eğilimi gösterir. Bu sade- ce Fârâbî ile sınırlı bir durum değildir. Bu anlayış, İslâm’daki nefis anlayışıyla da desteklenerek Platoncu ve Yeni Platoncu etki taşıyan felsefî ekollerde kendi- sini göstermektedir. Fârâbî’nin nefis ile ilgili açıklamalarında nefsin yetkinliğini elde etmesinin büyük bir önemi vardır. Buna karşın Fârâbî’nin açıklamalarında birtakım nefislerin yetkinliğini el- de edemediğini görmekteyiz. Filozofumuz, aklî olana yönelimi yeterli düzeyde olmayan birtakım nefislerin hastalanabileceğini bu nedenle de hastalanan bu nefislerin yetkinliğini elde edemeyeceğini ifade eder. Fârâbî, natık nefsin hasta- lığını tarif ederken insanın bedeniyle ilgili hastalığını örnek verir. Zira insan bedeni hastalandığında tatlı olanı acı, acı olanı da tatlı olarak algılayabilmekte- dir. Aynı şekilde nefsimiz de hastalandığında, kötü fiilleri iyi, iyi fiilleri de kötü zannetmektedir.25 Fârâbî’ye göre insanın kendi yetkinliğini elde etmesi, nâtık nefsini olası hastalıklardan koruyarak kendi yetilerini idrak etmesine bağlıdır. Bu nedenle filozof, yetkinliğini elde eden nefislerin bedenlerinden ayrıldıkları zaman, ken- dilerinden önce oraya ulaşmış nitelik, nicelik ve tür bakımından denk olanlarla birlikte mutlulukları elde ettiklerini ifade etmiştir. Nefsinin yetkinliğini elde etmesi noktasında gerekli çabayı göstermeyenlerin “cahil şehir” halkı olarak 21 Fârâbî, Siyâsâtü’l-Medenîyye, tahk.: Ali Mülhim, Daru Mektebeti’l Hilâl, ts., s. 24; Fususu’l- Medenî, s. 30; İbn Sînâ, “Hudûd”, s. 56. 22 Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, s. 17. 23 Fârâbî, Medînetü’l-Fâzılâ, ss. 51, 105. 24 Fârâbî, Fususu’l-Medenî, s. 39. 25 Aynı eser, s. 45. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 132 | Yrd. Doç. Dr. Aygün AKYOL nitelendirilmesi ise bu şehir halkının ruhen eksik ve maddeyle kaim olmaları sebebiyledir.26 Filozofumuz, el-Medînetü’l-Fâzıla adlı eserinde bu konuda çok açık ifadelere yer vermiş, bu nefisleri, “vahşi hayvanlar ve yılanlar gibi yok olan varlıklar” şeklinde tanımlamıştır.27 Burada nefsin bir cevher olduğunu ifade eden Fârâbî, bir taraftan da bu cevherin bir şekilde bozulabileceğini ifade etmektedir. Oysa nefis, insan bedeni gibi oluş ve bozuluşa uğramamalıdır. Zira oluş ve bozuluş bileşik varlıklar için geçerli olan bir şeydir. Esasında buradaki örnek, nefsin durumunu açıklama noktasında sıkıntılı görünüyor. Burada basit olan bir varlığa ait durumu açık- lamak için bileşik bir varlığın durumu örnek olarak verilmiştir. Konuya daha dikkatli bakıldığında, cahil şehir halkı da natık nefis olma istidadına sahip ol- makla birlikte, yetkinliğini elde edememesi nedeniyle hayvani nefs seviyesinde kaldığı görülecektir. Buradaki problem, varlık olarak nâtık nefis seviyesinde bir cevher olma istidadını kendisinde barındıran cahil şehir halkının nefislerinin daha sonra maddeyle kaim kabul edilmesidir.28 Fârâbî’nin yetkinliğini elde edemeyen nefislerin durumları hakkındaki bu ifadeleri de tartışmaya açıktır. Tıpkı İslâm felsefesinde çok az yer bulan, Fârâbî’nin de şiddetle karşı çıktığı, “tenasüh” düşüncesi kadar tartışılır mahi- yettedir. Zira tenasühte ifade edildiği üzere yetkinliğini elde edemeyen nefis, kendisine uygun bir başka bedene geçerek hem cezasını çekmekte, hem de yet- kinliğini elde etmek için mücadelesine devam etmektedir. Fârâbî’nin ifade etti- ği anlayışa göre yetkinliğini elde edemeyen cahil şehre mensup nefisleri, yok- luktan başka bir şey beklememektedir. Burada “yokluk” en büyük ceza olarak açıklanabilir, ancak İslâm’daki anlamıyla “mead” tartışılır hale gelmektedir.29 Fârâbî’ye göre, bedenlerinden ayrıldıktan sonra nefislerin ferdiyetlerini yi- tirip yitirmedikleri konusunda da bir takım tartışmalar olmuş, filozofun bede- 26 Bk. Fârâbî, Medinetü’l-Fâzılâ, ss. 137, 138, 139, 142, 143. 27 Bu konuda bk. Fârâbî, el-Medinetü’l-Fâzıla, s. 143; Richard Walzer, age, ss. 280, 281; M. S. Ay- dın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, ss. 34, 35. 28 Fârâbî’nin natık nefsin maddeden mücerred olması nedeniyle bedenden ayrılışı sonrası varlı- ğını devam ettirdiği, bozulmasının da söz konusu olmadığı ve onun tek bir cevher olduğuna dair ifadeleri için bk. Fârâbî, Uyunu’l-Mesâil, s. 17. 29 Fârâbî, el-Medînetü’l-Fâzıla, s. 143; metnin çeviri ve yorumları için bk. İdeal Devlet/el-Medinetü’l- Fazıla, çev.: Ahmet Arslan, Vadi Yay, Ankara 1997, ss. 114, 118; el-Medinetü’l-Fazıla, çev.: Nafiz Danişmen, MEB. Yay., Ankara 2001, s. 98. Richard Walzer, “Açıklama ve Yorumlar”, çev.: Ahmet Arslan, el-Medinetü’l-Fazıla/İdeal Devlet, Vadi Yay., Ankara 1997, ss. 291, 292; M. S. Aydın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, ss. 31, 36. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 Fârâbî ve İbn Sînâ’ya Göre Meâd Meselesi | 133 ninden ayrılan yetkinliğini elde eden nefislerin tek bir nefiste birleştiğini (itti- sal) savunduğu iddia edilmiştir.30 Ancak bu konudaki ifadelere daha yakından bakacak olursak, mutluluğu elde etmiş nefislerin bireysel varlıklarını koruduk- larını görürüz. Fârâbî, bu dünyada yetkinliğini elde eden nefislerin ferdiyetle- rini kaybetmeyeceklerini, bunların tek bir nefis gibi olmalarının, onların hepsi- nin kendi yetkinliklerini elde etmelerinin neticesi olduğunu savunur. Ancak saadete ulaşamayan cahil şehre ait nefislerin ise, varlıklarını koruyamadıklarını görüyoruz. Ancak şunu da belirtmemizde fayda var. Bir takım nâtık nefislerin yok olması düşünülebiliyorsa, nefislerin varlıklarını korumama noktasında bir kapı açılmış bulunuyor. Fârâbî’nin ifadelerine göre, saadete ulaşan nefislerin bireysel varlıklarını koruyarak bir birliktelik oluşturmaktadır, ancak cahil şehre ait nefisler ise, cevher olma niteliklerine aykırı bir şekilde yok olmaktadırlar.31 Burada Fârâbî’nin nâtık nefis ya da insan nefsi dediğimiz nefis türü için cevher niteliğini “akıl” olmaya dayandırdığını, yani bir takım soyut çıkarımlar yapan bilfiil akıl haline dönüşmüş olan nefislerin Fârâbî tarafından cevher ola- rak kabul edildiğini görüyoruz. Diğer nefislerin, yani “akıl” olma seviyesine erişememiş nefislerin ise, sonunun yokluk olarak ifade edildiğini, bitki ve hay- van nefisleri gibi değerlendirildiğini görüyoruz. Ancak akıl melekesine sahip olan insanın yaptığı eylemlerden sorumlu olması ve bunun sonuçlarına kat- lanması daha makuldür. Fârâbî’nin nefsin ölümsüzlüğünü bizzat nefsin kendisinden kaynaklanan bir durum olarak görmediğini, sonradan elde edilen bir durum olarak ifade et- tiğini görüyoruz. Fârâbî tarafından ortaya konulan bu tutum oldukça iddialıdır. O’nun bu konudaki görüşleri, İslâm filozoflarından İbn Tufeyl (ö.581/1185) ta- rafından da Hayy bin Yakzan adlı eserinde eleştirilmiştir. İbn Tufeyl, Fârâbî’nin nefsin bedenden ayrılışı sonrası bir kısım nefislerin yok olmaması meselesinde kafa karışıklığı içinde olduğunu, nefis konusunda, yetkinliğini elde eden, azaba uğrayan ve yok olan şeklindeki tasnifinin çelişkili olduğunu savunur.32 30 Bu konudaki tartışmalar için bk. Mehmet S. Aydın, agm, ss. 26, 33; Farabi’de bedenden ayrılı- şı sonrası nefsin durumuyla ilgili yapılan açıklamalar bağlamında bireysel nefse ya da tümel nefse yapılan vurgular zaman zaman iki farklı yorumun da kullanıldığı durumlar ortaya çı- karmıştır. Bu konuda Bk. Hasan Özalp, age, ss. 85-119. 31 Fârâbî, el-Medînetü’l-Fâzıla, s. 137; Mehmet Aydın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, ss. 30, 31, 33; Şaban Haklı, Müteahhirin Döneminde Felsefe-Kelam İlişkisi: Fahreddîn er-Râzî Örneği, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, s. 199. 32 Bu konudaki değerlendirmeler için bk. İbn Tufeyl, Hay bin Yakzan, Osmanlıca çev.: Babanzade Reşit, haz.: N. Ahmet Özalp, İnsan Yay., İstanbul 1985, s. 38; Sami S. Hawi, “İbn Tüfeyl’in Fârâbî’nin Bazı Görüşlerini Eleştirisi”, çev.: Atilla Arkan, Sakarya Üniversitesi İlahi- Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18 134 | Yrd. Doç. Dr. Aygün AKYOL 4. İbn Sînâ’ya Göre Nefsin Bedenden Ayrılışı Sonrası Durumu İbn Sînâ’nın insana ait nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumuyla ilgili fikirleri de bir takım itirazlara sebep olmuştur. Ancak İbn Sînâ, meseleyle ilgili fikirleri- ni ortaya koyarken ihtiyatlı ifadeler kullanmaya özen göstermiştir. Düşünürü- müz, bizim bu konudaki bilgilerimizin bir kısmının dinden aktarılanlar yoluyla bilinebileceğini, bir kısmının ise, akıl ve burhanî kıyas yoluyla bilinebileceğini ifade etmektedir. Bu konuda dinin getirdiklerinin kanıtlanmasının ancak dinin ve peygamberin haberini doğrulamakla mümkün olacağını belirtir.33 Buradan da anlaşılacağı üzere, İbn Sînâ, kendisinin ifade ettiği görüşlerin konunun akıl ve burhanî kıyasa dayalı olarak açıklanabilecek bölümünü kapsadığını savu- nur.34 İbn Sînâ bir Meşşâî düşünür olarak Fârâbî’nin aksine, bedenin bozuluşuy- la, insana ait tüm nefislerin bozulmayacağını savunur. Varlığı noktasında be- denine muhtaç olmayan nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumunda en etkin unsur ise, sahip olduğu beden ile ilişkisidir. Zira nefsin bedenden ayrıldıktan sonraki durumunu nefsin maddi âlemde bedeniyle kurduğu ilişki belirlemek- tedir. Nâtık nefsi bir cevher olarak ifade eden İbn Sînâ’ya göre nefsi meşgul eden bedendir. Bedenin nefse verdiği bu meşguliyet, nefsin kendi durumunu anlamasını engeller. Ancak bedene duyduğu ilginin neticesinde yetkinliğin el- de edilememesinden kaynaklanan üzüntü gölgelenir. Bu, nefsin bedene mey- letmesinden kaynaklanır. Nefis, bedene ne kadar bitişikse yetkinliğinden de o kadar uzak kabul edilir, nefis bedenden ne kadar uzak ise bu durumda yetkin- liğine bir o kadar yakın kabul edilir.35 İbn Sînâ’ya göre nefsin yetkinliğini elde etme noktasında bedenine ait ilgi- lerinden kurtulmasının yolu ise kişinin aklî yetilerini eksiksiz kullanmasıyla alakalıdır. Zira filozofumuz, kişinin düşünme gücünü kullandıkça basiretinin artacağını ve bunun da kişinin nefsinin mutluluğa olan istidadını arttıracağını yat Fakültesi Dergisi, 2002, sayı: 5, ss. 149, 150; Mehmet Aydın, “Fârâbî’nin Ruhun Ölümsüz- lüğüne Dair Görüşü ile İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, ss. 30, 31. 33 İbn Sînâ, Metafizik II/Kitâbu’ş-Şifâ, s. 169. 34 İbn Sînâ’nın burada ifade etmiş olduğu, bedenin dirilişiyle ilgili olarak din tarafından ifade edilenlerin ancak peygamberin haberini doğrulamakla olacağına dair ifadeler, bedensel dirili- şi inkâr olarak yorumlanan bir takım ifadeleriyle birlikte değerlendirilmiş ve filozofumuz bir takım eleştirilere maruz kalmıştır. Bu konuda bk. Mehmet Aydın, “İbn Sînâ’nın Mutluluk (es- Sa’ade) Anlayışı”, İslâm Felsefesi Yazıları-Makaleler II, Ufuk Kitapları, İstanbul 2000, ss. 57, 58; Ali Durusoy, İbn Sînâ Felsefesinde İnsan ve Âlemdeki Yeri, s. 198. 35 İbn Sînâ, Necât, s. 223; Metafizik II/Kitâbu’ş-Şifâ, s. 177. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 9, sayı: 18

Description:
Nefsin bedenden ayrılışı sonrası durumu İslâm felsefesi ve kelamında “meâd” 31-41; Hasan Özalp, Farabi ve İbn Sina Düşüncesinde Mead, Basıl-.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.