Ekonomik Büyüme Ve Kalkınmada Ekonomik Özgürlüklerin Rolü Ve Önemi, Ahmet Beşkaya & Asuman Koç Giriş Berlin Duvarı’yla birlikte yıkılan sosyalizm düşüncesi ve eski Sovyetler Birliği-Doğu Bloku ülkelerindeki uygulamalarının başarısızlığı, liberalizmi ve piyasa ekonomisini geniş ve yaygın bir konsensüsle yükselen değerler olarak ortaya çıkarmıştır . (1) Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak çoğu ülke, piyasa ekonomisinin işlediği, liberal ekonomi politikalarının izlendiği ve ekonomik özgürlüklerin genişletildiği bir süreç içine girmiştir. Bu bağlamda, ticaret engellerinin azaltılması, faiz ve döviz kontrolleri de dahil fiyat kontrollerinin kaldırılması, devlet şirketlerinin özelleştirilmesi gibi politikalar ön plana çıkmıştır . Ekonomik özgürlüklerin genişletilmesi düşüncesine dayanan, liberalizm eksenli bu değişiklik ve gelişmelerin ekonomik büyümeyi ve refahı artırdığı yönünde teorik ve ampirik çalışmaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu durum, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme-kalkınma arasındaki ilişkinin önemini daha da artırmaktadır. Gelişmiş ülkeler için istikrarlı bir büyümenin, gelişmekte olanlar için ise kalkınmanın sağlanmasında ekonomik özgürlüklerin gerekli olduğu savunulmaktadır. Bu yaklaşıma göre, ekonomik özgürlüklerin genişletilmesi, başka bir ifadeyle, piyasa ekonomisi kurallarının işler hale getirilmesi hem öncelikli bir amaç, hem de büyüme ve kalkınmanın temel aracıdır. Bu çalışmanın temel amacı, ekonomik özgürlükler ve büyüme-kalkınma arasındaki ilişkiyi incelemek ve ekonomik özgürlükler açısından Türkiye’nin bulunduğu yeri tartışmaktır. Bu giriş bölümünü takiben, ikinci bölümde, ülkelerarasındaki ekonomik büyüme farklılıklarının nedenlerine ilişkin literatürde var olan 3 temel yaklaşım ele alınacak ve ekonomik özgürlüklerin bu üç yaklaşım içindeki yeri tartışılacaktır. Üçüncü bölüm ekonomik özgürlük kavramına açıklık getirmeyi amaçlamaktadır. Ekonomik özgürlüğü ölçme çabaları ve bunlara ilişkin sorunlar dördüncü bölümün konusudur. Beşinci bölümde ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme ve kalkınmayı nasıl etkilediği mevcut teorik ve ampirik çalışmalar çerçevesinde tartışılacaktır. Altıncı bölümde, ekonomik özgürlüklerle temel ekonomik ve sosyal göstergeler arasındaki ilişki grafikler yardımıyla incelenecektir. Türkiye’nin ekonomik özgürlükler konusunda bulunduğu yer yedinci bölümde ele alınacagariktır. Sekizinci bölüm, politika önerileri sunmaktadır. Son bölüm, sonuç bölümüdür. 2. Ülkelerarası Ekonomik Performans Farklılıklarının Nedenleri Literatürde, ekonomik büyüme-kalkınma farklılıklarını açıklamaya yönelik 3 farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlar (i) üretim fonksiyonu yaklaşımı, (ii) coğrafya ve lokasyon yaklaşımı, ve son olarak (iii) kurumsalcı yaklaşımdır. Aşağıda bu yaklaşımlar kısaca incelenecektir. 2.1. Üretim Fonksiyonu Yaklaşımı Solow (1956)’un neoklasik teorisine dayanan bu yaklaşıma göre büyüme, üretim faktörlerinin ve teknolojinin bir fonksiyonudur. Üretim faktörleri (emek ve sermaye) arzı arttıkça üretim de artacaktır. Ayrıca teknolojik ilerlemeler üretim fonksiyonunu değiştireceği için aynı miktar girdi kullanılarak daha fazla çıktı elde etmek mümkün olabilecektir. Bu yaklaşım, büyüme için beşeri ve fiziki sermayenin artırılmasına ve Ar-Ge harcamaları yoluyla teknoloji yaratılmasına vurgu yapar. Başka bir ifadeyle, yüksek büyüme-kalkınma için daha fazla üretim faktörü ve bu üretim faktörlerinin daha üretken kullanılması için teknoloji gerekmektedir. 2.2. Coğrafya ve Lokasyon Yaklaşımı Coğrafya ve lokasyon yaklaşımı, coğrafik faktörlerin ve lokasyonun ülkelerarası gelişmişlik farklarını açıklamadaki rolüne vurgu yapar. (Bkz: Diamond, 1997 Gallup vd., 1998 Sachs, 2001 ve 2003). Bu yaklaşıma göre, (i) iklim koşulları, (ii) deniz limanlarına erişim ve (iii) Londra, New York ve Tokyo gibi dünyanın ticaret merkezlerine yakınlık ekonomik büyümenin temel belirleyicilerindendir. [Gwartney vd., (2004: 206) Gwartney and Lawson (2004: 28)] . Sıcak tropikal iklim, yaşamsal tehlike yaratan hastalıklara yol açtığı ve çalışanların çalışma enerjilerini ve güçlerini zayıflattığı için verimliliğini düşürmekte, bu yüzden yatırımlar ve ekonomik faaliyetler için cazip bir ortam yaratmamaktadır. Öte yandan, dünya ticaret merkezlerine yakınlık ve deniz limanlarına erişim kolaylığı, işlem maliyetlerini azalttığı ve dünya ile ticareti kolaylaştırdığı için ekonomik faaliyetler için uygun bir ortam yaratmakta ve yatırımları çekmektedir. Ancak, üretim faktörlerinin bolluğu ile sonuçlanacak “doğal kaynaklar zenginliği”nin, kalifiye iş gücü, sermaye ve teknolojinin, büyümenin – gerekli olsa bile – yeterli koşulu olduğunu söylemek zordur. Öyle olsaydı, doğal kaynak (petrol) zengini Nijerya gelişmiş bir ülke olmalı Berlin Duvarı yıkılmadan önce Doğu Almanya’nın kalifiye işgücü, Batı Almanya ile aralarında var olan gelişmişlik farkının ortaya çıkmasına engel olmalı teknoloji yeterli olsaydı, bugün Sovyetler Birliği hala var olmalıydı. (Hanke and Walters 1997: 118) Aynı şekilde, coğrafya ve lokasyon büyümenin temel belirleyicisi olsalardı, Meksika ve Küba arasında gelişmişlik farkı olmamalı; Güney Kore, Kuzey Kore’ye göre daha kalkınmış bir ülke olmamalıydı. Bu yüzden, emek, sermaye, teknoloji ve coğrafik etkenler dışında büyüme ve kalkınmayı etkileyen, ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarını açıklayan başka faktörler olması gerekir. Bu bağlamda, kurumsalcı yaklaşım bu konuda farklı açılımlar getirmektedir. 3.3. Kurumsalcı yaklaşım Temelleri Hayek (1945 ve 1960)’e kadar uzanan kurumsalcı yaklaşım, kaynakların ve kaynak verimliliğinin kurumsal yapı ve bu kurumlar tarafından uygulanan politikalar tarafından belirlendiği düşüncesine dayanır. Kurumsal yapının gerçek karakteristiği üzerinde tartışmalar olsa da piyasa ekonomisinin işlemesi, mülkiyet haklarının korunması, mübadele özgürlüğünün ve rekabetin önündeki engellerin kaldırılması, ve “minimal devlet” gibi prensipleri öne çıkaran, ekonomik özgürlükleri garanti altına alan liberal anlayışa dayalı bir yapıdan söz edilir.(3) Açıktır ki bu, A.Smith’in istikrarlı bir büyüme için ön-şart olarak gördüğü “ekonomik özgürlükler”in yeniden keşfidir. Bu yüzden, ekonomik özgürlükleri büyümenin anahtarı olarak gören bu düşünce kurumsalcı yaklaşım alanına girmektedir. Yukarıda ortaya konan bu 3 alternatif yaklaşım bir arada değerlendirildiğinde, bunları birbiriyle çelişen değil, fakat birbirlerini tamamlayan teoriler olarak görmek daha doğru olacaktır. Örneğin, kurumsal yapı ve coğrafik konum sermaye birikimi, teknoloji ve emeğin verimliliğini etkileyerek “üretim fonksiyonu”nu değiştirebilir ve bu yolla büyüme ve kalkınmayı hızlandırabilir. Ancak bu 3 yaklaşım, politika uygulamaları açısından farklı sonuçlar doğurmaktadırlar. Üretim fonksiyonu yaklaşımı sermaye ve emeğin hem miktarlarının hem de verimliliklerinin artırılmasına yönelik politikalara öncelik verirken; coğrafya ve lokasyona vurgu yapan yaklaşım, iklim kaynaklı hastalıkların kontrol altına alınmasına yönelik politikalara ve lokasyondan kaynaklanan maliyet dezavantajlarını ortadan kaldıracak ve verimliliği artıracak teknolojinin rolüne dikkat çekmektedir. Kurumsalcı yaklaşım ise, uygun kurumsal yapının piyasa aktörlerinin fiziki ve beşeri sermayeye yatırım yapmalarını teşvik edeceği ve üretim metodunu iyileştirecek yeniliklere (innovation) imkan vereceği için ekonomik, hukuki ve politik kurumların iyileştirilmesine yönelik politikalara vurgu yapmaktadır. (Gwartney vd., 2004: 207) 3. Ekonomik Özgürlük Nedir? Ekonomik özgürlük kavramının tek ve işlevsel bir tanımı olmamakla birlikte literatürde değişik tanımlamalar yapılmıştır. Örneğin, ekonomik özgürlükler basit olarak, “insanlar var olduğunda var olan ve kişinin güç kullanmadan, hile yapmadan ve çalmadan edindiği mülkünü diğer bireylerin saldırısından koruması” şeklinde tanımlanabilir (Gwartney vd., 1992:153). Başka bir tanımlama ile “ekonomik özgürlük, bireylerin serbestçe iktisadi faaliyetlerde bulunabilmelerini ve bu faaliyetler sonucunda elde ettikleri değerleri dışarıdan bir müdahale olmaksızın özgürce kullanabilmelerini ifade etmektedir” (Aktan, 1997: 30). Beach and Miles (2005:58) ise ekonomik özgürlük kavramını “Özgürlüğün kendisinin korunması amacına yönelik olarak bireyler için gerekli sınırların ötesinde, devletin mal ve hizmetlerin üretimi, dağıtımı ve tüketimi üzerinde hiç bir zorlama ve kısıtlamasının olmaması” olarak tanımlamaktadır. Tanımı konusunda tam bir anlaşma sağlanmamış olmakla birlikte, ekonomik özgürlüklerin temel unsurlarının, ülke sınırlarının içinde ve dışında gönüllü mübadele, bireyler arası mübadelede devlet kontrolünün olmaması, rekabet özgürlüğü, bireysel tercih ve mülkiyet haklarının korunması olduğu söylenebilir (Gwartney and Lawson, 2005: 5; Hanke and Walters, 1997: 118). Bu açıdan bakıldığında ekonomik özgürlükler, kurumsal yapının kalitesi ve piyasa ekonomisi kurallarının işleme derecesi ile ilişkilidir. Ekonomik aktörleri (tüketici, firma, girişimci, sermayedar vd.) harekete geçiren, onların karar ve tercihlerini şekillendiren faktörler büyük ölçüde kurumsal yapı içinde belirlenmektedir. Bu yüzden kurumsal yapının kalitesi (etkin olup olmadığı), mikro anlamda bu aktörlerin yarattığı değeri, makro anlamda ise ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı etkilemektedir. Ekonomik özgürlükleri garanti altına alan bir kurumsal yapı, başka bir ifadeyle liberal piyasa ekonomisi, büyümeyi artırıcı ve kalkınmayı hızlandırıcı bir ortam yaratmaktadır. Bu noktada, ekonomik özgürlüklerin diğer özgürlüklerden farkına değinmek yerinde olacaktır. Ekonomik özgürlük kavramı, politik ve sivil özgürlüklerden farklıdır. Eğer serbest ve adil bir seçim sistemi, politik alanda anlamlı bir rekabet ve bireylerin (vatandaşların) politik sürece eşit katılımı sağlanabilmişse politik özgürlüğün varlığından söz edilebilir. Sivil özgürlükler ise düşünce ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, hukuksuz aramalara karşı korunma, örgütlenme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü gibi özgürlükleri içerir (Hanke and Walters, 1997:118). Ekonomik, politik ve sivil özgürlükler normal olarak birbirini tamamlayan ve bir arada düşünülen kavramlardır. Bununla birlikte, ekonomik açıdan özgür olan bir ülke, demokrasi ve temel insan hakları bağlamında politik ve sivil özgürlükler açısından kötü bir performans sergileyebilir. Kuşkusuz, bunun aksi de mümkündür. Bu yüzden politik ve sivil özgürlüklerin ekonomik büyüme ve kalkınmaya etkileri ayrı olarak ele alınmalıdır. Ancak, politik ve sivil özgürlüklerin büyüme- kalkınmaya olan katkılarına ilişkin tartışmalar bu çalışmanın amacını ve boyutlarını aşacağından burada tartışılmayacaktır. Piyasa ekonomisi kurallarının işlemesini sağlayan kurumsal yapıdan beslenen ekonomik özgürlüklerin, hangi yollarla büyüme ve kalkınmayı etkilediği beşinci bölümde ele alınacaktır. Ancak “ekonomik özgürlük” kavramına açıklık getireceğinden, öncelikle ekonomik özgürlüklerin nasıl ölçüldüğüne değinmek yerinde olacaktır. 4. Ekonomik Özgürlük Nasıl Ölçülür? “Ekonomik Özgürlük”ün sayılabilir (quantitative) bir büyüklük olmaması, yani, nicel değil, nitel bir kavram olması onun ölçülmesinde belli ölçüde öznellik (subjectivity) ve net olmama (imprecision) durumunu kaçınılmaz yapmaktadır. Bu durum özellikle bireyler üzerinden yapılan anketlere dayanan ekonomik özgürlük “algılama endeksleri”nde daha belirgin olmaktadır. Örnek kitle ne kadar sağlıklı seçilirse seçilsin, algılama endeksi oluşturulurken değerlendirmeye alınan faktörler ve bunların ağırlıklarına bağlı olarak sapmalar ortaya çıkabilmektedir (Hanke and Walters, 1997: 120). Bu yüzden, ekonomik özgürlükleri ölçme çabalarının çoğu onu rakamsal büyüklük olarak ifade etmek yerine, var olan ekonomik özgürlüğe göre sıralamayı tercih etmektedir. Başka bir ifadeyle, ekonomik özgürlük kardinal değil, ordinal büyüklüktür (Hanke and Walters, 1997: 120). Bu açıdan bakıldığında, ekonomik özgürlükler sıralamasında 8.7 puanla birinci sırada yer alan Hong Kong ile 2.8 puanla sonuncu sırada yer alan Myanmar için “Hong Kong, ekonomik olarak Myanmar’dan daha özgürdür” demek mümkün olsa da, “Hong Kong, Myanmar’dan 3 kat daha özgürdür” demek yanlış olacaktır. Günümüzde ekonomik özgürlüklerin ölçülmesinde ve değerlendirilmesinde değişik endeksler kullanılmaktadır. Scully and Slotje (1991) ve Hanke and Walters (1997) bu endeksleri incelemiş ve aralarında istatiksel olarak yüksek korelasyon olduğunu göstermişlerdir. Bu yüzden, bu endekslerin birbirinden çok farklı olmadıklarını ve ekonomik özgürlüklerin temelindeki kurumlar hakkında bir uzlaşı içinde olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu endeksler arasında en yaygın olarak kullanılanı Fraser Enstitüsü’nün (Vancouver, Canada) yayınladığı Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi (Economic Freedom of the World – EFW Index)’dir. Bu çalışmada da, göreli olarak daha uzun dönemi (1970 – 2003) ve daha çok ülkeyi kapsaması ve özellikle sayısal (quantitative) ölçümlere dayanması nedeniyle Fraser Enstitüsü’nün EFW endeksi kullanılacaktır. EFW endeksi 5 ana alana göre oluşturulmaktadır: 1) Kamu Kesiminin Büyüklüğü: Kamu Harcamaları, Vergiler, ve Kamu Girişimleri 2) Hukuki Yapı ve Mülkiyet Haklarının Güvence Altına Alınması 3) Güçlü Paraya Erişim 4) Uluslar arası Ticaret Özgürlüğü 5) Kredi ve İşgücü Piyasalarına ve İşletmelere Yönelik Regülasyonlar Endeks, bu 5 alanın altında farklı 21 kategoriye bağlı olarak 38 alt-bileşene (kritere) göre hesaplanmaktadır. Her bir alt-bileşen, 0’dan 10’a kadar puanlar almaktadır. Puan değerinin yükselmesi, ekonomik özgürlüğün arttığı anlamına gelmektedir.(4) Ekonomik özgürlüğü ölçen bu kriterler Tablo 4.1’de gösterilmiştir. Tablo 4. 1: Ekonomik Özgürlük Kriterleri 1. Kamu Kesiminin Büyüklüğü: Kamu Harcamaları, Vergiler, ve Kamu Girişimleri A. Toplam tüketimin yüzdesi olarak genel kamu tüketim harcamaları B. GSYİH’nın yüzdesi olarak transferler ve sübvansiyonlar C. Toplam yatırımların yüzdesi olarak kamu girişimleri ve yatırımları D. En üst marjinal vergi oranı ve uygulandığı gelir düzeyi i. En üst marjinal gelir vergisi oranı ve uygulandığı gelir düzeyi ii. En üst marjinal gelir ve ücret vergisi oranı ve uygulandığı gelir ve ücret düzeyi 2. Hukuki Yapı ve Mülkiyet Haklarının Güvence Altına Alınması A. Yargı Bağımsızlığı: Yargı bağımsızdır ve mahkemelik olan taraflar veya hükümet tarafından her hangi bir müdahaleye maruz değildir. B. Tarafsız Mahkemeler: Özel girişim’in hükümet eylemleri ve regülasyonlarının yasallığı ile mücadele edebilmesi için güvenilir bir hukuki yapı vardır. C. Fikri mülkiyet haklarının korunması D. Hukukun egemenliğine (rule of law) ve siyasal sürece askeri müdahaleler E. Hukuk sisteminin güvenilirliği (integrity) 3. Güçlü Paraya Erişim A. Son beş yılın para arzındaki ortalama yıllık büyümenin, son on yılın reel GSYİH’nın ortalama yıllık büyümesinden farkı (çıkartılması) B. Son beş yılda enflasyondaki standart değişiklikler (Standard inflation variability) C. Son yılın enflasyon oranı D. Yurt içinde ve yurt dışında döviz cinsi banka hesabına sahip olma özgürlüğü 4. Uluslar arası Ticaret Özgürlüğü A. Uluslar arası ticaret üzerindeki vergiler i. İhracat ve ithalat toplamının yüzdesi olarak dış ticaretten alınan vergilerinden elde edilen gelir ii. Ortalama tarife oranı iii. Tarife oranlarındaki standart sapma B. Düzenleyici ticaret engelleri i. Gizli ithalat engelleri: Yazılı (published) tarife ve kota dışında ticaret engeli yoktur. ii. İthalat yapmanın maliyeti: İthalat tarifelerinin lisans ücretlerinin, banka ücretlerinin ve bürokrasiden kaynaklanan gecikmeler için gerekli zamanın ithalat maliyetleri üzerindeki toplam etkisi C. Beklenen hacmine göre, ticaret sektörünün gerçekleşen hacmi D. Resmi döviz kuru ile karaborsa (black-market) döviz kuru arasındaki fark E. Uluslararası sermaye piyasasına yönelik kontroller i. Vatandaşların yabancı sermaye piyasalarına ve yabancıların yerli sermaye piyasalarına girişleri ii. Yabancılarla sermaye piyasasında mübadele yapabilme özgürlüğünün önündeki kısıtlamalar 5. Kredi ve İşgücü Piyasalarına ve İşletmelere Yönelik Regülasyonlar A. Kredi piyasalarına yönelik regülasyonlar i. Bankaların mülkiyeti: Özel bankalarda tutulan mevduatların yüzdesi ii. Rekabet: Yerli bankalar, yabancı bankalarla rekabet içindedir. iii. Kredilerin genişliği: Özel sektöre verilen kredilerin yüzdesi iv. Negatif reel faiz oranlarına yol açan faiz kontrollerinden ve regülasyonlardan kaçınma v. Faz oranı kontrolleri: Banka mevduatları ve/veya ödünçleri üzerindeki faiz oranı kontrolleri piyasa tarafından özgürce belirlenir. B. İşgücü piyasasına yönelik regülasyonlar i. Asgari ücretin etkisi: Yasalarla belirlenen asgari ücret çok düşük olduğu ya da uygulanmadığı için ücretler üzerinde küçük etkiye sahiptir. ii. İşe alma ve işten çıkarma uygulamaları: Firmaların işe alma ve işten çıkarma uygulamaları özel sözleşmelerle belirlenir. iii. Ücretleri toplu sözleşme ile tespit edilen işgücünün oranı iv. İşsizlik ödemeleri (unemployment benefits): Çalışma arzusunu koruyan işsizlik ödemeleri sistemi v. Askeri personel ihtiyacının karşılanmasında zorunlu askerliğin uygulanması C. İşletmelere yönelik regülasyonlar i. Fiyat kontrolleri: İşletmelerin kendi fiyatlarını belirleme özgürlüğünün boyutla ii. Yönetimle ilgili şartlar ve yeni işletmeler: Yönetimle ilgili prosedürler yeni bir iş kurmanın önündeki önemli engellerdir. iii. Devlet bürokrasisiyle harcanan zaman: Üst düzey yönetim, önemli bir zamanı devlet bürokrasisiyle uğraşmaya harcar. iv. Yeni bir iş başlatma: Yeni bir iş başlatma genellikle kolaydır. v. Yolsuz ödemeler (irregular payments): İthalat ve ihracat izinleri, iş lisansları, döviz kontrolleri, vergi matrahı, polis koruması veya borç başvuruları ile ilgili yolsuz, ilave ödemeler çok nadirdir. Kaynak: Gwartney and Lawson (2005), “Chapter-1: Economic Freedom of the World, 2003”, pp.9-10. 5. Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Performans İlişkisi Bu bölümde, EFW endeksinin oluşturulmasında kullanılan beş ana kategori ekseninde, ekonomik özgürlüklerin bir ülkenin ekonomik performansını nasıl etkilediği teorik tartışmalar ve ampirik bulgular ışığında tartışılacaktır. 5.1. Kamu Kesiminin Büyüklüğü Bir ülkenin ekonomik olarak özgür olması, o ekonomide devlet müdahalesinin bulunmaması anlamına gelmemektedir. Liberal bir toplumda, bireysel özgürlükleri koruyan minimal devlet mutlaka vardır. Ekonomik özgürlükler açısından önemli olan ekonomide devletin büyüklüğüdür (Carlsson and Lundstrom, 2001:2). Ekonomik özgürlük kriterlerinden kamu kesiminin büyüklüğü kriteri, kaynakların –etkin– dağılımı sürecinde piyasa ve bu piyasada şekillenen “bireysel tercih”in yerini siyasi sürecin hangi ölçüde aldığını ölçmeyi amaçlamaktadır. Kamu harcamalarının ekonomideki büyüklüğü özel kesim harcamalarına göre arttıkça, devletin özel sektöre göre ekonomideki kontrolü genişleyeceğinden piyasa aktörlerinin bireysel tercihi, devletin piyasa dışı karar-alma mekanizmaları ile ikame edilir. Bunun anlamı, bireylerin ekonomik özgürlüklerinin kısıtlanmasıdır. Endeksin bu bölümündeki ilk iki alt-kriter bu konuyla ilgilidir. Toplam tüketimin yüzdesi olarak kamu tüketim harcamaları, kamu sektörünün büyüklüğünün bir göstergesi olarak düşünüldüğünde bu oranın artması “özel tercih”in yerini “siyasi tercih”in alması anlamına gelecektir. Bunun gibi, GSYİH’nin yüzdesi olarak transfer harcamaları ve sübvansiyonlar da kamunun büyüklüğünün bir göstergesidir. Bu oranın artması devletin, vatandaşlarının bir bölümünü vergilendirerek diğer bir bölümüne transfer harcamaları ve sübvansiyonlar yoluyla kaynak aktarması demektir. Bu ise vergilendirilen vatandaşların kazandıklarını kendilerine saklayabilme özgürlüklerinin kısıtlandığı anlamına gelmektedir. (Erdal, 2004: 3). Bu iki kritere göre kamu harcamalarının ve transfer harcamalarının geniş olduğu ülkeler, ekonomik özgürlüğün değerlendirilmesi açısından düşük değerlemeye tabi tutulurlar. Birçok ampirik çalışma da kamu harcamalarının büyüklüğünün büyümeyi engellediğini göstermektedir (Bkz: Barro, 1991; Knack and Keefer, 1995; Gwartney vd., 1998; Barro, 1999). Diğer yandan kamu büyüklüğünün önemli etkisinin olmadığını ortaya koyan çalışmalar da mevcuttur (Bkz: Ayal and Karras, 1998; Nelson and Singh, 1998). Kneller vd. (1999) ’nin bulgularına göre; sağlık ve eğitim harcamaları gibi verimli harcamalar büyümeyi artırırken, sosyal güvenlik ve refah harcamaları gibi üretken olmayan harcamalar büyüme üzerinde herhangi bir etkiye neden olmamaktadır. Üçüncü alt-kriter, mal ve hizmetlerin üretiminde özel sektör girişimlerinin hangi ölçüde kullanıldığını ölçmeyi hedeflemektedir. Kamu girişimleri, özel girişimlere göre genellikle devlet tarafından korundukları için kârlılık, risk alma vb. gibi özel girişimlerin uyduğu piyasa kuralları ve gereklerine göre değil de piyasa dışı karar alma mekanizmalarıyla yönetilirler. Bu yüzden toplam yatırımların yüzdesi olarak kamu girişimleri ve yatırımları arttıkça piyasa güçleri ve mekanizmalarının ekonomideki rolü azalacağından ekonomik özgürlükler azalacaktır. Kamu yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı dikkate alınarak ekonomik özgürlük ölçüldüğünde, Sala-i-Martin (1997) ve Ayal and Karras (1998) tarafından yapılan çalışmalarda kamu yatırım payı ile büyüme arasında negatif bir ilişki bulunmuştur. Ancak Sala-i-Martin bu ilişkiyi istikrarsız bir ilişki şeklinde yorumlamıştır. Baro (1991) ve Torstensson (1994) tarafından yapılan çalışmalarda ise kamu yatırımları ile büyüme arasında önemli olmayan bir ilişki bulunmuştur. Son alt-kriter, en üst marjinal vergi oranı ve uygulandığı gelir düzeyi, yine kamu kesiminin büyüklüğü ile ilgilidir. Göreli olarak düşük gelir grubuna uygulanan yüksek marjinal vergi oranı bireylerin emekleriyle kazandıklarını diledikleri gibi kullanma hak ve özgürlüklerini kısıtladığı için ekonomik özgürlüklerin azalması anlamına gelmektedir. Kamunun ekonomideki rolünün az olması ve daha az vergilendirmeye gitmesi özel kesimin ekonomideki payının arttığı anlamına gelmektedir. GSYİH’da özel kesimin payı ne kadar büyük olursa, bireyler kazançlarını diledikleri gibi kullanabileceklerinden özgürlük de o derece artmış demektir. GSYİH’nın yüzdesi olarak toplam vergi gelirleri, bireylerin kazançlarından kamunun aldığı payı gösterir ve bu pay büyüdükçe devletin ekonomideki payı yükselir. Benzer şekilde bütçe açıklarını kapatmak amaçlı olarak hükümetlerin kamu sektöründen borçlanmaları ve kaynakları etkin olmayan şekilde kullanmaları da kamunun büyüklüğünü artırıcı ve özgürlüğü azaltıcı bir durum oluşturur. Bu nedenle devletin daha az kısıtlayıcı davranarak özel sektöre öncelik vermesi ekonomik özgürlüğün artışı anlamına gelecektir (Erdal, 2004:4). Bütün bu kriterler bir arada düşünüldüğünde, düşük kamu harcamalarına sahip, özel girişimin kamu girişimlerine göre daha fazla olduğu ve düşük marjinal vergi oranlarının uygulandığı ülkeler ekonomik özgürlükler açısından iyi konumda olmaktadır. 5.2. Hukuki Yapı ve Mülkiyet Haklarının Güvence Altına Alınması Bireylerin yasal olarak edindikleri mülkiyetlerinin güvence altında olması, hem sivil toplumun, hem de ekonomik özgürlüklerin temel unsurlarından biridir. Hukuki yapının ve mülkiyet haklarının güvence altına alınması ekonomik özgürlüğün yasal kısmını tamamlamaktadır. Ekonomik özgürlüklerle uyumlu bir hukuk sisteminin ana öğeleri: (i) hukukun egemenliği (rule of law), (ii) mülkiyet haklarının korunması, (iii) adaletin bağımsızlığı ve (iv) tarafsız mahkemelerdir (Gwartney and Lawson, 2005: 7). Böyle bir yasal sistemin varlığı çalışmayı ve üretken ekonomik faaliyetlerde bulunmayı teşvik edeceğinden büyüme ve refahı artırıcı etki yaratacaktır. Çünkü ekonomik özgürlüklerle uyumlu bir hukuki yapı mülkiyet haklarını ve sözleşme özgürlüğünü güvence altına alarak piyasa-mübadele sisteminin sağlıklı ve tam işlemesini, ve bu yolla ekonomik aktörlerin kazançlarının güvence altına alınmasını sağlayacaktır. Öte yandan, özel mülkiyetin ve sözleşme özgürlüğünün güvence altına alınması kaynakların etkin dağılımını sağlayacağından büyümeyi artıracaktır. Çünkü varlıklar (assets) en yüksek kâr beklentisine sahip olan mülkiyet sahiplerine aktarılacaktır. Bu yüzden mülkiyet ve sözleşme haklarının korunması kaynakların etkin dağılımını sağlayan piyasa çözümünün ön şartı olmaktadır (Lundström, 2003: 9). Ancak kamunun regülasyon yapma yeteneğini azaltma olasılığı olduğu durumlarda, özel mülkiyet haklarının her zaman verimliliği ya da refahı artıracağını söylemek mümkün olmayabilir. Çünkü mülkiyet haklarının korunması, bu hakka sahip ekonomik birimler için monopol gücü kazanma anlamına gelmektedir. Örneğin, bir alanda yatırım ve yeniliklerin ölçeğini kontrol edebilen bir girişimci, sadece o alana yönelik yatırımlarda bulunacaktır. Halbuki sosyal anlamda etkinlik sağlanabilmesi için diğer girişimcilerin de aynı alana yönelmeleri ya da bu alandaki yenilikleri kullanmaları gerekir. Bu yüzden bu yöndeki girişimlerin sübvansiyonlarla ve regülasyonlarla desteklenmesi gündeme gelecektir. Ancak mülkiyet hakları yüzünden regülasyon gücünün zayıflaması nedeniyle bu şekilde yapılan bir girişime kamu regülasyonuyla bir destek verilemezse etkinlikte ya da verimlilikte bir artış söz konusu olmayabilir (Lundstrom, 2003:9). Bütün bunlarla birlikte, hukuki yapının ve mülkiyet haklarının güvence altına alınması diğer bütün ekonomik özgürlük kategorileri için tamamlayıcı unsur niteliğinde olduğundan bu fonksiyonun mümkün olduğunca geniş bir alana yayılması gerekmektedir. Mülkiyet haklarının güvence altında olduğu ülkeler ekonomik özgürlüğün ölçümünde yüksek değerlemeye tabi olurlar. Bu konuda ekonomik özgürlük ile mülkiyet haklarının korunması ve hukuki yapı arasında pozitif ve önemli ilişkiler bulan birçok ampirik çalışma mevcuttur. Bu çalışmalar, bulunan ilişkinin güçlü bir ilişki olduğunu da ortaya koymaktadırlar. Örneğin, Heckelman (2000) tarafından yapılan çalışmada ekonomik özgürlük ile mülkiyet hakları arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. Mülkiyet haklarına yönelik regülasyonlar yapılması ve mülkiyet haklarının güvence altına alınması ekonomik açıdan özgürlüğün yükselmesine dolayısıyla ekonomik büyümede bir artışa yol açmaktadır. Barro (1994), Torstensson (1994), Goldsmith (1997), Knack and Keefer (1995) ve Gwartney vd. (1998) tarafından yapılan ampirik çalışmalar da bu ilişkiyi doğrular bulgular sunmuştur. 5.3. Güçlü Paraya Erişim Paranın değişim sürecinde merkezi bir rol oynaması nedeniyle parasal kurumların, mübadele özgürlüğü ve mülkiyet haklarının korunması üzerinde önemli etkisi vardır. Güçlü paraya erişim fonksiyonu bütün insanların güçlü (istikrarlı) paraya ulaşmasını ifade eder. Beklenmedik fiyat değişimleri ve parasal istikrarsızlıklar refah dağılımının değişmesine ve bozulmasına yol açabilir. Bu yüzden istikrarlı bir parasal düzenin ekonomik özgürlükle birleştirilmesi gerekmektedir. Yüksek enflasyon oranı satın alma gücünü eriteceğinden kişisel gelirin ve refahın azalmasına neden olmaktadır. Aynı şekilde, para arzının, büyüme oranından daha fazla artması da enflasyona yol açarak insanların sahip oldukları parasal varlıklarının erimesine neden olmaktadır. Bütün bunlar insanların servetlerini koruyabilme özgürlüklerini kısıtlamaktadır. Ayrıca, enflasyonda meydana gelen değişimlerin güçlü paraya erişim sürecindeki etkisiyle ilgili olarak Briault (1995), beklenmeyen enflasyonun etkisinden söz etmektedir. Buna göre fiyat gelişmelerinde yaşanan güvensizlik ve fiyat istikrarsızlığı riski artırdığından ve uzun dönemli yatırımları engellediğinden, varlıklar üzerinde yeniden dağılım etkisine yol açacaktır. Bu yeniden dağılım etkisi, yatırım yapma özgürlüğünün kısıtlanması bir yana, kaynakları verimli alanlardan rant getiren alanlara doğru kaydırarak ekonomide etkinsizliğe neden olacaktır. Bu yüzden EFW endeksinde yer alan son beş yılın para arzındaki ortalama yıllık büyümenin son on yılın reel GSYİH’nin ortalama yıllık büyümesinden farkı, son beş yılda enflasyondaki standart değişiklikler ve son yılın enflasyon oranı kriterleri ekonomik özgürlüğün ölçülmesinde kullanılmaktadır. Yurt içinde ve yurt dışında döviz cinsi banka hesabına sahip olma özgürlüğü, ise ekonomik özgürlüğü artırıcı bir kriterdir. Yabancı paranın düşük riski beraberinde getirmesi enflasyonu düşürdüğü için, döviz cinsi banka hesabına sahip olma güçlü paraya erişimi artırmaktadır (Lundstrom, 2003:10). Daha istikrarlı para politikasına sahip ülkeler, özgürlüğün ölçümünde daha yüksek bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadırlar. EFW endeksinde yer alan ve fiyat istikrarını ölçmeyi hedefleyen ilk üç kriter ile büyüme arasında bazı çalışmalara göre pozitif ilişki (örneğin, Ayal and Karras, 1998), bazılarına göre ise negatif ilişki vardır (örneğin, Gwartney vd., 1998). Ancak, Levine and Renelt (1992) ve Sala-i-Martin (1997) tarafından yapılan çalışmalarda herhangi bir güçlü ilişki bulunamamıştır. Yurt içinde ve yurt dışında döviz cinsi banka hesabına sahip olma özgürlüğü kriteri de, ülkelerin döviz kurları arasındaki farklılıkların ve döviz cinsi banka hesabı üzerindeki kısıtlamaların düşük olması halinde ekonomik özgürlüğü artırıcı etki yaratabilmektedir. Bu ise yerli ve yabancı yatırımlar için rahat bir ortam hazırlayarak büyüme üzerinde olumlu etki yaratabilmektedir. Örneğin, Ayal and Karras (1998), döviz cinsi banka hesabına sahip olma özgürlüğü ile yatırım büyüme arasında pozitif bir ilişki bulmuştur. 5.4. Uluslararası Ticaret Özgürlüğü Bir ülke ekonomisinin gerçekten ekonomik olarak özgür olabilmesi için sadece ulusal ticarette özgür olması değil aynı zamanda uluslararası ticarette de özgür olması beklenir. Ancak birçok ülkede yabancıların yatırım yapabilmeleri için devletten izin almaları gerekmektedir. Döviz bağımlılığını önlemek ve yerel endüstrileri korumak gibi nedenlerden dolayı sermaye hareketleri sıkı kontrollere tabi tutulmaktadır. Ancak sermaye hareketleri ile ilgili her regülasyon, ekonomik özgürlükle çelişmektedir. Ayrıca yolsuzluk ve rüşvet gibi bazı sonuçlara da yol açmaktadır (Erdal, 2004:4). Ticaretin serbestleşmesi, öncelikle etkinliği artırıcı rol oynar. Serbest ticaret ortamında ticaretin tarafları rekabet avantajlarına göre hareket ederek, gerçekleştirdikleri üretim sonucu kazanç elde edeceklerdir. Koruma dolayısıyla uluslararası ticaretin yüksek maliyetleri gerektirmesi, bir ülkede ekonomik olarak daha az özgür doğrudan yabancı sermayeye ve kısıtlanmış ticaret politikalarına yol açar. Örneğin Heckelman (2000), sermaye akışı ile ekonomik özgürlük arasında pozitif bir ilişki bulmuştur. Ticaret engellerinin azaltılması ve ticaretin serbestleştirilmesi ülkelerin karşılıklı olarak kazanç sağlamalarına ve kaynaklarını daha verimli olacak şekilde etkin dağıtmalarına neden olur. Ayrıca, serbest ticaret yabancı yatırımcılarla etkileşime yol açacağından, yabancı teknolojilerin yaygınlaşması ve yerel firmaların verimliliğinin artması sonucunu yaratarak firmaların uluslararası rekabet gücünü artıracaktır. Bunların yanı sıra yurt dışından firma çekmek amacı ile ülkede bazı kurumsal değişimlerin yapılmasına da izin verilmesi gerekecektir. Bütün bunlar gerçekleştirildiğinde ülkede kaynak etkinliği sağlanmış olacaktır (Lundstrom, 2003: 12). Ticaret özgürlüğünü ölçmede çeşitli kriterler kullanılmaktadır. Uluslararası ticaret özgürlüğünü ölçmede kullanılan bir kriter olarak uluslararası ticaret üzerinden alınan vergiler arttıkça ticaret özgürlüğü azalmaktadır. İthalatın daha çok vergilendirilmesi ve üzerinden daha fazla tarife alınması ticaretin daha fazla sınırlandırıldığı anlamına gelir. Bu anlamda toplam ithalat içinde ithalat tarifelerinin oranı ve ekonominin dışa açıklığı (ihracat ve ithalatın GSYİH’deki payı) özgür ticarete müdahalenin derecesini gösterir. Benzer şekilde düzenleyici ticaret engelleri arttıkça uluslararası ticaret özgürlüğü azalmaktadır. Herhangi bir engelin ihracat ya da ithalat üzerinden kaldırılması uluslararası düzeyde mal ve hizmetlerin değişimini kolaylaştıracak ve daha açık bir ekonomi yaratacaktır. (Erdal, 2004:5). Beklenen hacmine göre ticaret sektörünün gerçekleşen hacmi, ve resmi döviz kuru ile karaborsa döviz kuru arasındaki fark de diğer ticaret özgürlüğünün ölçüm kriterleridir. Döviz kuruna müdahale arttıkça resmi ve karaborsa döviz kuru arasındaki fark artacağından; dış ticarete müdahale arttıkça beklenen ve gerçekleşen dış ticaret rakamları arasındaki fark büyüyeceğinden bu kriterler dövize ve dış ticarete müdahalenin boyutlarını ölçmektedir. Uluslararası sermaye piyasasına yönelik kontroller kriteri ise sermayenin uluslar arası dolaşımının önündeki engellerin ekonomik özgürlükleri nasıl etkilediğini ölçmeyi hedeflemektedir. Bir ülkenin ticareti üzerindeki kısıtlamalar ne kadar az ise, o ülke özgürlük ölçümünde o derece yüksek değerlemeye tabi tutulur. Ayal and Karras (1998) ticaret kısıtlamaları ile büyüme arasında önemli bir ilişki bulamamışlar ancak büyüme ile ticaretin büyüklüğü arasında negatif ve güçlü ilişki bulmuşlardır. Sala-i- Martin (1997) ise ticaret özgürlüğü ile büyüme arasında pozitif ve güçlü bir ilişki bulmuştur. Diğer yandan Heckelman (2000) yaptığı çalışmada ticaret politikaları ile büyüme arasında bir ilişki bulamamıştır. 5.5. Kredi ve İşgücü Piyasalarına ve İşletmelere Yönelik Regülasyonlar Bu kategori, piyasaya giriş engelleri ile ilgili regülasyonlara bağlı olarak ekonomik özgürlüğün derecesini ölçer. Piyasaya serbest giriş ilkesi, rekabetçi bir piyasa ve kaynakların etkin dağılımına ulaşma açısından çok önemli ve gereklidir. Piyasaya yönelik regülasyonların yüksek maliyetleri gerektirmesi, firmaların bu piyasaya girmesini engelleyen önemli bir durumdur. Kredi piyasası, işgücü piyasası ve işletmelerde yapılan regülasyonlar ne kadar az ise o ülkede ekonomik özgürlüğün o derece yüksek olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Kredi piyasalarına yönelik regülasyonların azalması ile yaşam standardının yükseleceği, çünkü işletmelerin ve bireylerin çalışma imkanlarının engellenmeyeceği düşünülmektedir. Böylece yasaklayıcı standartlar ve bürokrasi ile artan ekonomik israfın da engellenmesi beklenmektedir. Kredi piyasasının rekabetçi bir yapıda olması borç alan ve verenler arasındaki bilgi maliyeti ve para
Description: