ebook img

DÜrr-ül Mearif - Rauf Ahmed Muceddidi PDF

154 Pages·2016·0.53 MB·German
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview DÜrr-ül Mearif - Rauf Ahmed Muceddidi

DÜRR-ÜL ME’ÂR‹F Raûf Ahmed Müceddidî 1998 ‹STANBUL – 2 – ÖNSÖZ Allahü teâlâya hamd olsun. Resûlüne “sallallahü teâlâ aleyhi ve sel- lem” salât ve selâm olsun. O yüce Peygamberin temiz ehl-i beytine ve âdil ve sâd›k Eshâb›n›n “r›dvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” herbirine, hayr- l› düâlar olsun. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Ümme- tim aras›nda fesâd yay›ld›¤› zemân sünnetime yap›flana yüz flehîd se- vâb› vard›r). Bir hadîs-i flerîfde de buyurdular ki, (Allahü teâlân›n çok sevdi¤i kimse, dînini ö¤renen ve baflkalar›na ö¤retendir. Dîninizi islâm âlimlerinin a¤›zlar›ndan ö¤reniniz!). Dört mezhebden herhangi birisinin âlimlerine (Ehl-i sünnet âlimi)denir. Bu âlimler, ilm, amel ve ih- lâs sâhibidirler. Ehl-i sünnet âlimlerinin reîsi imâm-› a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir “rad›yallahü anh”. Ehl-i sünnet âlimleri, Eshâb-› ki- râmdan ö¤rendiklerini yazm›fllar, Eshâb-› kirâm da bunlara Resûlullah- dan “sallallahü aleyhi ve sellem” iflitdiklerini söylemifllerdir. Dünyâda râhat ve huzûr içinde yaflamak ve âh›retde de sonsuz se’âdete kavuflmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdi¤i gibi îmân etmek ve yaflamak lâz›m- d›r. Bunun için de onlar›n sohbetini aramal›, sohbetlerine kavuflamaz ise, mutlaka kitâblar›n› okumal›d›r. Resûlullah›n “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, dîni teblîg, Kur’ân-› kerîmin ma’nevî ahkâm›n› kalblere yerlefldirmek ve dînin hükmlerini yap- d›rmak vazîfelerini, (Hulefâ-i Râflidîn)tam olarak yapm›fl idi. Sonra bu üç vazîfeyi bir kifli yapamaz oldu. Bu üç vazîfe baflka baflka üç s›n›fa ayr›ld›. Îmân› ve fürû’ ahkâm› bildirmek vazîfesi, din imâmlar›na, ya’nî müctehid- lere verildi. Îmân› bildirenlere (Mütekellimîn), f›kh› bildirenlere (Fukahâ)de- nildi. ‹kinci vazîfe, Ehl-i beytin oniki imâm›na ve tesavvuf büyüklerine ve- rildi. Üçüncü vazîfe, meliklere, sultânlara verildi. Birinci s›n›f›n k›smlar›na (Mezheb), ikincinin k›smlar›na (Tarîkat), üçüncüsüne de (Kanûn)denildi. Mezhebler i’tikâd ve amel mezhebleri olarak ikiye ayr›l›r. ‹’tikâd mezheb- leri yetmiflüçe ayr›lm›fl olup, bir mezheb do¤rudur. O da (Ehl-i Sünnet vel cemâ’at)mezhebidir. Ehl-i sünnetin i’tikâdda iki imâm› olup, Ebû Mansûr Mâ-tûrîdî ve Ebûl Hasen Efl’arîdir “rahmetullahi aleyhim.” Ehl-i sünnetin amelde mezhebleri, Hanefî, Mâlikî, fiâfi’î, Hanbelî mezhebleri olarak dör- de ayr›lm›fld›r. Kur’ân-› kerîmin ma’nevî ahkâm›n› kalblere yerlefldirmek vazîfesi- nin, oniki imâma ve tesavvuf büyüklerine verildi¤ini bildirmifldik. Tesav- vuf büyükleri, Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bugüne kadar, ba¤l› oldu¤u mürflidinin kalbinden yay›lan feyzleri alm›fllar, ken- – 3 – dilerine ba¤lananlar›n kalblerine yaym›fllard›r. Bu tesavvuf yollar›n›n çeflidli ismler almas›, bunlar›n baflka olduklar›n› göstermez. Ayn› Velî- nin talebeleri, birbirini tan›mak ve üstâdlar› ile ö¤ünmek için, bulunduk- lar› yola üstâdlar›n›n ismini vermifllerdir. Tesavvuf yollar›, (Zikr-i hafî)ve (Zikr-i cehrî), ya’nî sessiz ve yüksek sesle zikr yapan yollar olarak iki- ye ayr›l›r. Birincisi, Ebû Bekr-i S›ddîkdan “rad›yallahü anh”, ikincisi, Alîyyül mürtedâdan “rad›yallahü anh” gelen yoldur. Bütün tesavvuf yol- lar› imâm-› Ca’fer-i Sâd›kda “rad›yallahü anh” birleflir. Bu yollar içinde, Ebû Bekr-i S›ddîkdan “rad›yallahü anh” bafllay›p, günümüze kadar ge- len “Silsile-i aliyye” büyüklerinin yolu, en k›ymetli yoldur. Bu silsilenin bir çok büyü¤ü di¤er tesavvuf yollar› ile de talebe yetifldirmifl ve birço- ¤u, Nakflîbendiyye, Çefltiyye, Kübreverdiyye, Sühreverdiyye yollar›ndan icâzet alm›fllard›r. [Bir mü’min, kendi zemân›nda bulunan bir Velîyi ta- n›y›p, çok sever ve sohbetinde bulunarak, kendini sevdirirse, Resûlul- lah›n mubârek kalbinden Velînin kalbine gelmifl olan nûrlar, bunun kal- bine de akarak kalbi temizlenir. Nûrlar ve feyzler, ibâdetleri ve takvâs› çok olanlara gelmekdedir. Harâmlar, feyzin gelmesine mâni’ olmakda- d›r.] Silsile-i aliyyenin büyüklerinden Abdüllah-i Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, 1158 [m. 1744] senesinde Hindistan›n Pencâb flehrinde tevellüd etdi. 1180 [m. 1765] senesinde Mazher-i Cân-› Cânân hazretlerinin soh- betine kavufldu. Çok kerâmetleri görüldü. En büyük kerâmeti, gelen sâ- d›k kimselerin kalblerine bir teveccüh ederek feyz ve bereketle doldurur- du. Binlerce âfl›k›, bir bak›flda cezbelere ve vâridât-› ilâhiyyeye kavufldu- rurdu. 1240 [m. 1824] senesinde Delhîde vefât eyledi. fiâhcihân câmi’i ya- k›n›ndaki, kendi Dergâh›nda, çok san’atla yap›lm›fl mermer d›vâr içinde, üstâd›n›n yan›nda ve onun garb taraf›nda medfûndur. Çeflidli memleket- lere göndermifl oldu¤u mektûblar›ndan yüzyirmibefl adedi, talebelerinden Raûf Ahmed Müceddidî taraf›ndan toplanarak (Mekâtib-i flerîfe)ismi ve- rilmifldir. 1334 de Madrasda, 1371 de Lâhorda, 1396 [m. 1976]da ‹stan- bulda bas›lm›fld›r. fiâh Raûf Ahmed 1231 senesinde, bir sene içinde mürflidinden [Abdüllah-i Dehlevîden] iflitdiklerini de bir kitâb hâlinde toplam›fl, buna (Dürr-ül me’ârif) ad›n› vermifldir. 1394 [m. 1974] de ve sonraki senelerde ‹stanbulda müte’addid bask›lar› yap›lm›fld›r. Raûf Ah- med Müceddidî, ‹mâm-› Rabbânî hazretlerinin küçük o¤lu Muhammed Yahyâ soyundan olup, 1253 [m. 1837] de hacca giderken, Yemende flehîd oldu. Behûpal flehrinde irflâd› ile meflhûr idi. Allahü teâlâ hepimizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdi¤i do¤ru yol- da bulundursun! O büyüklerin rûhlar›ndan feyz alarak sonsuz kurtulufla kavuflmam›z› nasîb eylesin! Âmîn. – 4 – DÜRR-ÜL ME’ÂR‹F Bismillâhirrahmânirrahîm Fesâhat ve belâgat sâhibleri sözlerine, Allahü teâlâya hamd ve senâ ile bafllayarak, sözlerini zînetlendirmifllerdir. Bafllang›c› olmayan Allahü teâlâ, ihsân cevherinin yüzüne, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” feyz- li lisân›n›n suyundan renk ve cilâ vermifl ve yine nihâyeti olmayan Allahü teâlâ, irfân cevherinin yana¤›na, büyük velîlerin cevher saçan dilinin ta- râvetinden [tâzeli¤inden] bir tâzelik ve ›fl›k bahfletmifldir. Beyt: Enbiyâya ihsân cevherini verirsin, Evliyâya irfân cevherini verirsin. Allahü teâlân›n esmâ ve s›fatlar›n›n künhünü [ismlerinin ve s›fatlar›n›n asl›n›] az›c›k idrâkde akll›lar›n akl› flaflk›n kalm›fld›r. En büyük âlimler bi- le Onun zât›n›n en küçük mertebesini anlamakda hayrân olmufllard›r. fii’r: Yücelerden yücedir, yükseklerden yüksekdir, Yükseklik kelimesi bile oraya s›¤maz. Makâm›n›, Enbiyâ bile idrâk edemez, Künhünü Resûller de hakk›yla anlayamaz. Sübhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, velâ hav- le velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm. Enbiyân›n serverine, muttakîlerin rehberine, say›s›z ve en temiz salât ve selâm olsun. O, risâlet zirvesinin hümâs›, Rabbi cemîl ve celîlin yak›n- l›k Kaf›n›n ankas›, Allah yolunun k›lavuzu, Rabbi cemîlin halîli, ilklerin il- ki, rehberler rehberi, ilâhî nûrlar›n bafllang›c›, olgunluk yükseliflinin sonu, ilâhî yükseklikler timsâli, nihâyetsiz âlemlerin özü, bütün Enbiyân›n üm- metlerinin flefâ’atcisi, bütün hastal›klar›n ve dertlerin flifâs›, dünyâ ve âhi- retin efendisi, din ve dünyân›n hocas›, Enbiyân›n reîsi, Evliyân›n önderi, hesâb gününün flefâ’atcisi, Allahü teâlân›n mahbûbu, asfiyân›n övüncü, Ahmed-i Müctebâ Muhammed Mustafâd›r “sallallahü aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî salevâtullahil melikil a’lâ”. Neseben ve tarîkaten müceddidî olan bu fakîr fiâh Raûf Ahmed derim ki: (Saîd, baflkas›ndan nasîhat, ibret aland›r) ve yine (Saîd, annesinin karn›nda iken saîd oland›r) hadîs-i flerîflerinin nûrlar›, nûr saçan aln›n- da parl›yan, kardeflim, dayana¤›m, flerî’at ve tarîkat s›rlar›n›n kâflifi, ha- kîkat ve ma’rifet nûrlar›n›n vâk›f›, Hâf›z-› Kur’ân fiâh Ebû Sa’îd, Hazret-i pîr-i destgîr, devrân›n kutbu, zemân›n kayyûmu, vilâyet semâs›n›n güne- fli, hidâyet gö¤ünün ay›, takvâ burcunun kandili, seçilmifllik hazînesinin – 5 – cevheri, irflâd semâs›n›n günefli, imdât ufkunun parl›yan ay›, safâ mec- lisinin kandili, r›zâ meclisinin ç›ra¤›, ilâhî s›rlar›n aynas›, s›n›rs›z nûrlara ve sübhânî feyzlere kavuflan, Rahmânî bereketlerin kayna¤›, müceddidiyye târikat›n›n yücelticisi, kemâlât-› Ahmediyyenin mazhar›, flerî’at ve îmân yolunun sâliki, tarîkat ve ihsân yolunun üsûllerini koyan, dostluk s›rlar›- n›n kâflifi, muhabbet ve mahbûbiyyet nûrlar›n›n vâk›f›, onüçüncü asr›n mü- ceddidi, Hayr-ül Beflerin flerî’atinin teflvikcisi, Abdüllah-i Dehlevî “kad- desenallahü teâlâ bi esrârihim ve envârihim” hazretlerinin kudsî sohbet meclislerinde, cevher saçan dilleriyle buyurduklar›n› ve parlak inciler gi- bi olan ma’rifet bilgilerini, nasîhatlar›n› cezbe ve sülûk ile alâkal› parlak cevherler gibi olan bilgilere dâir beyânlar›n› yazmam için, herfleyden mahrûm olan bu fakîre izn verdi. Kasîde: ‹hsân, rahmet denizi, cömerdlikler ummân›, Kâinât›n imâm›, iki dünyâ sultân›. ‹ki cihân›n fiâh›, ma’rifet müjdecisi, Yolunu kaybedenin o yol göstericisi. ‹lâhî s›rr› bilen, Hak yolunun mürflidi, ‹mâm-› ümmet odur, cûdun serdâr› idi. Kalb derdinin devâs›, her hastal›¤a flifâ, Vahdet delîli, dinde burhân-i ilm-ü zekâ. Hak yolunun yolcusu, dîn-i nebî kefîli, Reîs-i ins enîs-i melek Rabbin celîsi. Güzellik yüzü safâs›, mahbûbiyyet kemâli, Zât›n tek sevgilisi, âfl›k ona ahâli. Vilâyetin günefli, yükselifl kemâl ay›, Halk›n intizâm›nda onundur kutub pay›. ‹llet-i kalbe tabîb, kuflu kudsî ba¤çenin, Günâhdan temizlikde misli peygamberlerin. Hak kap›s› fakîri, ins-ü melek emîri, Hakk›n mücerred feyzi ve sulehân›n pîri. Muhabbet feyzi sunan, sükünü müfltaklar›n, ‹zzet ve yücelikle dostudur kibriyân›n. Allah›n s›r kitâb› ve s›rlar sahîfesi, Âlemlerin kerîmi, Ekremin sevgilisi. Velîyullah ve vâk›f gizli aç›k her s›rra, Vefâ aslan› surûr aynas›, sâhib her nûra. ‹ki cihân hadîsi, zemîn, zemân rehberi, Safâ gökü hümâs›, Cennet ba¤çesi eri. – 6 – Kelîm gibi muhabbet kilimine bürünen, Kelîmidir, Mevlân›n Tûra tecellî eden. Zemîn zemân›n flâh› hazret-i Gulâm Alî, Her hastal›¤a flifâ, hesâb gününde fiâfi’. fiâh Ebû Saîd hazretlerinin itâ’ati gerekdiren iflâreti ile, yüksek pîrimiz, dayana¤›m›z Abdüllâh-i Dehlevî hazretlerinin feyzli sohbetlerini, arfla benzeyen dergâh›n›n hizmetçilerinin en afla¤›s› olan bu fakîr kul, buna lâ- y›k olmamakla berâber, yazd›m. Muvaffâkiyet ve yard›m Allahü teâlâdan- d›r. Ondan yard›m isteriz. Yüksek pîrimizin sözlerini flu tarzla yazaca¤›m. Önce günün târihîni kayd edip, sonra bu fakîrin, pîrimiz Abdüllâh-› Dehlevî hazretlerinin cev- her saçan dilinden buyrulanlar›n› bizzat iflitdi¤im gibi yazaca¤›m. Mübâ- rek ismleri yerine Hazret-i îflân diye yazaca¤›m. Bu kitâb› yazmakdan maksâd›m, sevâba kavuflmakdan baflka birfley de¤ildir. Allahü teâlâdan ümmîdim, (Ameller niyyetlere göredir) ha- dîs-i flerîfinin müjdesinden nasîbdâr olmakd›r. Muvaffâkiyetim Allahü teâlân›n yard›m›ylad›r. O bana kâfîdir. O ne iyi vekîldir. Hicrî 1231 senesi, 12 Rebî’ül âhir, Sal› günü. Bu zevall› kul, hazret-i Îflân›n feyzli sohbetlerinde idim. O s›rada feyz- ler hazînesi huzûrlar›nda “fakîr” sözü geçdi. ‹nci saçan dilleriyle buyur- dular ki, fakîr kelimesindeki (fa) harfi, fakîrlik, yoksulluk çekmek ve tevek- kül etmekden ibâretdir. (Kaf) harfi, kanâat etmek, aramay› b›rakmakd›r. (Ya) harfi, ihsân sâhibi olan Allahü teâlây› yâd etmek, anmak ve iki cihâ- n› unutmay› ifâde eder. (Ra) harfi ise, riyâzet çekmekden ve mücâhede yapmakdan ibâretdir. Bunlar›n hepsini yapan, fakîrli¤in ma’nâs›yla zînet- lenmifl olup, fadl›n fa’s›na, kurbun [yak›nl›¤›n] kaf’›na, yârî [dostlu¤un] yâ’s›- na, rahmet ve rü’yetin ra’s›na kavuflmufl olur. E¤er insan, hakîkî fakîrlik ile zînetlenmez ise, fakîrdeki (fa) fadîhat, rüsvâ olmak, (kaf), kahr, gale- be, (ya) ye’s, ümmîdsizlik, (ra) rüsvâl›k olur. Bunlardan Allahü teâlâya s›- ¤›n›r›z. O gün huzûrlar›nda Simâ’dan da söz edildi. Buyurdular ki: Simâ’ eh- li, Allahü teâlâya yönelen ve Ondan baflka herfleyden yüz çevirenlerdir. ‹flitdiklerini Hakdan bilirler. Gayrilik nazarlar›ndan kalkm›fld›r. Buyurdular ki: Nizâmeddîn-i Evliyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”; “Ah keflke ben simâ’ esnâs›nda ölseydim” demifldir. Yine buyurdu ki, Ni- zâmeddîn-i Evliyâ ömrünün sonuna kadar bunun hasretini çekmifl ve flöy- le buyurmufldur: Feridüddîn-i Genc-i fieker hazretleri, bir gün son dere- ce lütf ve teveccühle bana: “Ne diliyorsan bizden iste” buyurdu. Ben is- tikâmet taleb etdim. Simâ’ esnâs›nda ölmeyi istemedim. Yaz›k ki, f›rsat elden gitdi. Yine buyurdular ki, vecd ve tevâcüd aras›nda fark vard›r. ‹h- tiyârî olmayan raks etmeye vecd, ihtiyârî olana tevâcüd denir. Yine bu- – 7 – yurdular ki, tevâcüd do¤ru niyyet ile olunca sôfiyye aras›nda câizdir. Ni- tekim, Nizâmüddîn-i Evliyân›n “rahmetullahi aleyh” meclîsinde, simâ’ vard›. Fekat çalg›, kad›n ve o¤lan yokdu. Elleri birbirine vurmak da yok- du. Böyle simâ’ flerî’atde de câizdir. Böyle oldu¤u (Fevâid-ül Füâd) ve (Siyer-ül Evliyâ) ismli kitâblarda yaz›l›d›r. Yine buyurdular ki, hakîkate er- mifllerin kutbu Hâce Bahtiyâr Uflî Kâkî “kaddesenallahü bi s›rr›hil akdes”, Simâ’ esnâs›nda flu beyti terennüm ederek, bu fânî dünyâdan ebedî âleme göçmüfllerdir. Beyt: Teslîmiyyet hançerinin öldürdüklerinin, Her zemân gaybdan ayr› bir cân› vard›r. Allah, Allah, Ahmed Câmi’ hazretleri ne güzel buyurmufllar: (Vuslât ka- dehinden içiriyor ve varl›k tuza¤›ndan kurtar›yor.) O gün insan›n câmi’›yyetinden de bahsedildi. Buyurdular ki: ‹mâm-› Mu- hammed Gazâlî “rahmetullâhi aleyh” flöyle buyurmufldur: ‹nsan›n bütün mahlûkât› câmi’, ya’nî kendinde toplam›fl olmas› flöyle îzâh edilir: Kâinat- da ne varsa, hepsi yaln›z insanda vard›r. ‹nsan›n bafl› göklere, düflünce- leri meleklere, kemikleri da¤lara, kan› denizlere, dayan›kl› sa¤lam damar- lar› a¤açlara, iki gözü parlayan günefle ve aya benzer. Di¤er uzvlar› da kâ- inatdaki baflka fleylerin bir nümûnesidir. Lâkin biz de deriz ki; ‹nsan›n bütün mümkinât›, varl›klar› câmi’ olma- s›n›n, kendinde toplamas›n›n ma’nâs› fludur: Bütün âlem, Allahü teâlân›n ism ve s›fatlar›n›n zuhûru, görüntüsüdür. ‹nsan Zât-› teâlân›n mazhar›d›r ve Zât-› teâlâ da bütün s›fatlar› câmi’dir. Yine buyurdular ki; ‹nsan›n kalbi cihân› gösteren bir ayna gibidir. Lâ- kin ârif, bütün âlem benim kalbimdedir; hattâ Hak celle ve a’lâ da ben- de tecellî etmekdedir diye görür. Evliyâ-y› kirâm›n ço¤u bu hâlde vahdet- i vücûda kâil olmufllard›r. Enel-hak, Sübhânî mâ azame flânî, Leyse fî cüb- betî sivallah, sözlerini söylemifllerdir. Mevlânâ Câmî flöyle demifldir: fii’r: Cihân› gösteren o ayna biziz, Cemâl-i kibriyân›n nûru biziz. Baflka mevcûd yok, var olan biziz, Bakd›¤›n herfleyde gördü¤ün biziz. Deryâda gördü¤ün her damla tek tek, Bilesin ki, damla de¤il, o biziz. Evliyân›n büyüklerinden ma’rifetler sâhibi Abdurrahmân Câmî “kuddi- se sirruh” hazretleri de flu fli’rleriyle bu makâma iflâret buyurmufldur. – 8 – fii’r: Yarat›klar yoklu¤un darl›¤›ndan ç›kmad›. Vâcîb k›dem evinden taflra ad›m atmad›. ‹nsanlar›n gördü¤ü bu sûret levhâs›nda, Bu çok güzel nak›fllar nedir anlafl›lmad›. Gizli bade ve gizli kadeh ortaya ç›kd›, Kadeh bade badeyse kadeh hâlini ald›. Sonumuz ve önümüz Câmî vahdetdir yeter, Bize kesret içinde bir mevhûm olmak kald›. Evliyây› kirâmdan bir k›sm› vahdet-i flühûda kâil olmufllard›r. Bunlar: Âlemin ayna gibi bir yer oldu¤unu, hakîkî ma’flukun cemâlinin nûrlar›n›n günefl gibi orada parlad›¤›n› söylerler. Beyt: Senin yüzünün aksi kadeh aynas›na düfldü, Ârif mey’in gülmesinden ham ümîdlere düfldü. Fâide: Müellîf der ki; Âletsiz, çalg›s›z olan sese simâ’ denir. Âlet ile, çal- g› ile birlikde olan insan sesine g›nâ denir. G›nân›n harâm oldu¤unu bü- tün âlimler sözbirli¤i ile bildirmifllerdir. ‹srâ sûresinin altm›fldördüncü âyetinde, g›nâ›n harâm edildi¤i aç›kd›r. Çünki müfessirler, âyet-i kerîme- deki savtdan murâd›n g›nâ oldu¤unu yazm›fllard›r. Lokmân sûresi alt›n- c› âyeti kerîmesi de g›nân›n harâm oldu¤unu bildirmekdedir. G›nân›n harâm oldu¤unu gösteren hadîs-i flerîfler de çokdur. Hadîs-i flerîfde (‹lk nevhâ ve tegannî eden fleytând›r) ve (Suyun yeflertdi¤i gibi, g›nâ da kalbde nifâk› büyütür) buyruldu. Âlimler simâ’›n harâm olmas›nda ihti- lâf etdi. G›nân›n harâm oldu¤unda ihtilâf yokdur. Kad›n ve o¤lan sesi g›- nâya dâhildir. Kad›n ve o¤lan sesi ve çalg› bulunmayan simâ’, gönül eh- line zevk, flevk, vecd ve kendinden geçme, ›zd›râb, envâr, esrâr ve terak- kiler hâs›l eder. Bu ancak tesavvûf ehlinin bildirdikleri flartlarla câizdir. Bu flartlar bulunmazsa câiz olmaz. 13 Rebî-ul âhir, Çarflamba günü: Feyzli huzûrlar›nda bulunuyordum. O s›rada anber saçan dilleriyle Kâfirûn sûresinin tefsîrini yapd›lar. Söz nasîh ve mensûha gelmifldi. Müflrikler, Allahü teâlân›n takdîrinde tereddüd bulundu¤unu, bu sebeb- le emrlerinde de¤ifliklik meydâna geldi¤ini söylediklerinden –böyle söz- lerden Allahü teâlâya s›¤›n›r›z– bahs edip, buyurdu ki: Hak sübhânehû ve teâlâ Hakîm-i mutlakd›r, eflsiz tabîbdir. ‹nsanlar hasta gibidir. Peygam- berler “aleyhimüsselâm” ise eczâc› gibidirler. ‹lâhî kitâblar da reçete gi- bidir. O hâlde tabîb, her zemân hâle ve mîzâca göre reçete yazar. Çün- ki, tabîbin maksâd› hastay› s›hhatine kavufldurmakd›r. ‹flte, Allahü teâlâ insanl›¤›n hidâyeti için, her asra uygun reçeteyi ulül’azm Peygamberler- – 9 – le göndermifldir. Nihâyet, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm› re- sûl olarak insanl›¤a gönderince, Ona her zemân›n ihtiyâc›na ve îcâb›na göre ahkâm indirmifldir. Sonra, ‹mâm-› Rabbânî müceddid-i elf-i sânî “rad›yallahü anh” hazret- lerinden bahsederek buyurdular ki: Hazret-i Müceddidi anlatmaya nas›l güç yeter. Onun mübârek vücûdu bin senenin evliyâs›na bedeldir. Yine buyurdular ki: Hazret-i Hâce-i Hâcegân pîri pîrân Fânî fillah Hâ- ce Bâkî Billâh “rad›yallahü anh”, fieyh Ahmed öyle bir günefldir ki, bizim gibi binlerce y›ld›z, onun gölgesi ya’nî ›fl›¤› alt›nda, kaybolmufldur, bu- yurdu. Onun ma’rifetleri, Enbiyây› kirâm›n “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüs- salâtü vesselâm” anlayabilece¤i bilgilerdir. Yine buyurdular ki: fieyh Abdülhâk-› Dehlevî “rahmetullahi aleyh” kendi risâlesinde flöyle yaz- m›fld›r: “Hazret-i Müceddid hakk›nda düflünüyordum. Ans›z›n kalbime Mû- sâ aleyhisselâm hakk›ndaki flübheyi gidermek için inen âyet-i kerîme gel- di.” Sonra buyurdular ki: Bu sözden anlafl›l›yor ki, imâm-› Rabbânî haz- retlerini sevip, kabûl edenler, Mûsâ aleyhisselâm›n meflrebindedirler. ‹n- kâr edenler de, Firavnun meflrebindedirler. Bundan Allahü teâlâya s›¤›- n›r›z. fieyh Abdülhâk-› Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, Muhammed Bâkî Bil- lâh hazretlerinin halîfesi Hâce Hüsâmeddîn Ahmede gönderdikleri mek- tûbda, imâm-› Rabbânî hazretlerine i’tirâzdan vazgeçdi¤ini flöyle yazd›: “Allahü teâlâ meyân fleyh Ahmede selâmetler ihsân etsin. Bu fakîrin kal- bi flimdi ona karfl› de¤ifldi, çok hâlis oldu. Onun hakk›nda gönlümde be- fleriyyet perdeleri kalmad›. Böyle büyüklerle kötü olmamak içime do¤du. Bu befleriyyet perdeleri sözünden anlafl›l›yor ki, onun i’tirâzlar›, befleriy- yet ve nefsâniyyet sebebi ile idi, hakîkî de¤ildi. Bu söz Abdülhâk-› Deh- levînin i’tirâzlar›n›n hepsinin cevâb›d›r. O esnâda hazreteynin, ya’nî rah- metler hazînesi hâce Muhammed Saîd ve Urvet-ül vüskâ Hâce Muham- med Ma’sûm “rad›yallahü anhümâ” hazretlerinin fazîletlerinden bahse- derek buyurdular ki: Hazret-i Hâce Bâkî Billah “nevverallahü merkade- hu”, “fieyh Ahmedin çocuklar› birer p›rlantad›r,” buyurmufllard›r. Sözle- rine devâmla, bu iki yüksek o¤ullar› Müceddid-i elf-i sânî “kaddesenal- lahü teâlâ bi s›rr›hissâmî” hazretlerinin makâmlar›n›n nihâyetine vâs›l ol- mufllard›r, buyurdu. Sonra, hazret-i Kâdî Senâullahi Pânî Pûtînin “rahme- tullahi aleyh”: “Hazret-i Hâce Muhammed Ma’sûm “rad›yallahü anh” müceddidlikde babas›na ortakd›r,” diye yazd›¤› arz edildi. Bunun üzerin- de hazret-i Îflân flöyle buyurdular: Müceddidlikde ortakl›k kesin olarak söy- lenemez. Ancak flunu da söyliyelim ki, hazret-i Müceddid-i elf-i sânî “rad›yallahü anh” [çok k›ymetli o¤lu] Muhammed Ma’sûm “rad›yallahü anh” hakk›nda buyurmufllard›r ki, “seninle bizim durumumuz, (flerh-i Vikâye) sâhibi ile dedesi aras›ndaki hâle benzer. fiöyle ki, onun dedesi (Vikâye)yi yazd›kca, o da yaz›lanlar› ö¤renip ezberlerdi. Bunun gibi, ba- na ne keflf olunduysa, sen de bu ma’rifetleri elde etdin.” – 10 –

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.