Durkheim Sosyolojisinde Ahlâkî Kontrol Sorunu Cevat ÖZYURT, Yard. Doç Dr. Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Atıf- Özyurt, C. (2007). Durkheim sosyolojisinde ahlâkî kontrol sorunu. Değerler Eğitimi Dergisi, 5 (13), 95-121. © Değerler Eğitimi Merkezi Özet- Bu çalışma, sosyolojiyi toplumsal bütünleşme bilimi olarak gören Emile Durkheim’ın ahlâk anlayışı üzerinedir. Çalışmanın ilk yarısında Durkheim sosyolojisinde şu sorulara cevap aranmaktadır: Ahlâkın top- lumsal işlevi nedir? Geleneksel toplumlar ile modern toplumlar arasında ahlâkî farklılıklar nelerdir? Modern toplumlarda yükselen yeni değerler ne- lerdir? Ahlâkın modern toplumlarda bütünleşme sağlamadaki başarısızlık nedenleri nelerdir? Çalışmanın ikinci yarısında Durkheim’ın modern top- lumların ahlâk sorunlarına yönelik çözüm önerileri ve meslek ahlâkı üze- rine görüşleri değerlendirilmektedir. Yeni bir ahlâkî otorite olarak meslek örgütlerinin siyasal ve duygusal yaşam açısından önemine değindikten sonra, Durkheim’ın vatandaşlık ahlâkı ile insanlık ahlâkını uzlaştırma ça- baları değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler- Ahlâk Sosyolojisi, Geleneksel Toplum, Modern Top- lum, Korporatizm, Ahlâk Eğitimi, Toplumsal Bütünleşme. Giriş Durkheim’ın tüm sosyolojik çalışmalarının merkezinde modern toplum- ların ahlâk sorunu yer alır. Ona göre toplumsal sorun, temelde ahlâkî bir sorundur ve modern toplumların bunalımı, ahlâkî bir bunalımdır (Aron, 1994: 409). O, bu sorun karşısında, tarafsız kalmamıştır. Değişen toplum- sal koşullarda hangi ahlâkî ilkelerin önemli olduğunu tespit etmek, bu ilkeleri yerleştirmenin yollarını bulmak, siyasetçilere ve vatandaşlara bu ilkeleri benimsetmeye çalışmak Durkheim sosyolojisinin temel ilgisi olmuştur. Bu nedenle, Emirbayer (2003: 19) onu hem “ahlâkçı” hem de “bilim adamı” olarak anmayı yerinde bulur, Swingewood (1998: 139) ise, Cevat ÖZYURT onun “sosyolojiyi bir ahlâk bilimi olarak gören anlayışı”na dikkat çeker. Kuşatıcı bir ifade kullanacak olursak, bilimsellik ile uygulayıcılığın, ol- guculuk ile kısmî bir idealizmin iç içe geçtiği ahlâk sosyolojisi onun tüm sosyolojik çalışmalarının çekirdeğini oluşturmuştur. Durkheim, çağdaş ekonomik yaşamın içinde bulunduğu “hukuksal ve ahlâkî kuralsızlıktan” rahatsızlık duyarak (Durkheim, 2006a: 21), maddi ilerlemenin (uygarlığın), zorunlu olarak, insanın mutluluğuna ve ahlâkî ge- lişimine katkıda bulunamayacağını hatırlatmıştır (Durkheim, 2006a: 387). Bu hatırlatmaları yaparken, ideolojik bir karamsarlığa sürüklenmemiş, olumsuzlukların modern yapı içinde düzeltilebileceğine dair inancını ko- rumuştur (LaCapra, 1985: 185). Sosyolojiye ilgi duyma nedenlerinden biri, sosyolojide toplumun ahlâksal olarak yeniden inşasının kaynağını görmüş olmasıdır. Onun çalışmalarında “toplum” ve “ahlâkî kontrol” eşanlamlı hale gelmiştir (Marske, 1987: 2). Durkheim sosyolojisi, “toplumsal olguların özleri [yapısı] gereği ahlâkî [normatif] olgular oldukları” (Giddens, 2003: 127) varsayımı üzerine ku- rulmuştur. Durkheim’a göre, insanlar arasında uzlaşma, karşılıklı özveri, dayanışma ve bağlılık duygusu gibi ahlâkî nitelikler olmadan toplum var olamaz. Toplumun hangi ahlâkî ilkeler etrafında bütünleşeceği ise koşul- lar tarafından belirlenir. Koşullar değişince toplumun ahlâkî öncelikleri değişebilir. Gerek inanç ortaklığına, gerekse işbirliğine dayalı olsun, “her toplum, ahlâkî bir birliktir” (Durkheim, 2006a: 269). Yapısı gereği ahlâkî bir olgu olan toplum, oluştuğu andan itibaren ahlâkî bir otoriteye dönü- şür ve bireylerin toplumsal davranışları üzerinde normatif denetim ku- rar. Durkheim sosyolojisinde toplumsal olgular, ahlâkî olgulardır varsayımı, toplumsal davranışlar dışsal zorlamaların ürünüdür varsayımı ile desteklen- miştir. Toplum, ödüllendirme ve cezalandırma gibi yöntemler kullanarak bireylerin ahlâkî değerleri içselleştirmelerini; olmadı, bu değerlere –en azından- biçimsel olarak uyum sağlamalarını hedefler. İçselleştirilmiş olan ahlâkî değerlerin işlevsizleştiği veya ahlâkî denetim sağlayan toplumsal mekanizmaların güç kaybettiği büyük dönüşüm an- larında toplumsal sorunlarda artış görülür. Sorunlardaki artış, toplumun yeni bir ahlâkî yapılanmaya yönelimini gerekli kılar. Durkheim, toplumsal değişimin (modernleşme ve uygarlaşmanın) tersine çevrilemeyeceğini düşündüğünden, hem belli bir meslek çevresinde bu- lunan insanlar için bağlayıcı olan meslek ahlâkını hem de toplumun tüm fertlerinin uyması gereken genel ahlâkı iyileştirecek ilkeleri bularak, top- 96 Durkheim Sosyolojisinde Ahlâkî Kontrol Sorunu lumsal yapıdaki olumsuzlukları gidermeyi amaçlamıştır. Bu amaç, onun sosyolojisinin derin bir felsefi içerik taşıdığını gösterir. Böylece yöntem olarak felsefeden ayırmaya çalıştığı bilimi, pratik amaçlarla, felsefeyle iç içe geçirmiş; sosyolojisini “pozitif temelli bir felsefe”yle tamamlamaya çalışmıştır. Bu onu, toplumları ve toplumsal kurumları titizlikle incele- mekten hiçbir zaman alıkoymamış (Davy, 2006: 36; Cladis, 2003: 2), sadece -toplumsal sorunların çözümüne getirdiği önerilerde- sınırlarını katı bi- çimde çizdiği pozitivist metodolojinin dışına çıkarmıştır. Yaşadığı toplu- ma ve insanlığa karşı duyduğu ahlâkî sorumluluk, zaman zaman ahlâkî olguları pozitif bilim yöntemiyle inceleme çabasına üstün gelmiştir. Durkheim, ilk kitabı olan Toplumsal İşbölümü’nün önsözünde, çalışmasını [1893] “ahlâkî olguların pozitif bilim yöntemleriyle incelenmesi yolunda bir çaba” olarak takdim eder. Amacının, bilimselleştirilmiş yeni bir ahlâk ortaya koymak değil, ahlâkı olgusal olarak inceleme olduğunu belirterek, diğer çalışmaları ile gelişimini sağladığı, Türkiye’de de izleyicileri bulu- nan taraftar toplumcu ahlâk sosyolojisinin temellerini atar1. Bilim adam- larının ve sosyologların, ahlâkı değer yargılarından bağımsız bir biçimde ele almalarını önerir (Durkheim, 2006a: 55). Olguların nesnel biçimde sap- tanması gerektiğini, ancak ahlâkî durum saptandıktan sonra, mevcut du- rumun iyileştirilmesine yönelik önerilerde bulunmanın bilim adamlığıyla çelişmeyeceğini düşünür. Onun ahlâk incelemelerinin amacı, toplumun sağlıklı ve patolojik durumlarını tespit etmektir. Nasıl insan organizması üzerinde çalışan tıp doktoru sağlıksız bir durumu teşhis ettikten sonra tedaviye başlıyorsa, sosyal bilimci de bilimsel yollarla toplumsal organiz- mada tespit ettiği patolojik durumları sağlığa kavuşturmaya çalışmalıdır. Bu ikinci boyut olmazsa, Durkheim (2006a: 56)’a göre, hiçbir bilimsel ça- lışma en küçük bir çabaya bile değmez. Tereddütsüz şu yargıya ulaşır: “Her şeyden önce yalnız bilimin yetkiyle saptayabileceği bir ahlâk sağlı- ğı vardır”. Durkheim’ın burada idealist bir çizgiye yaklaştığı görülür. Bu ahlâk sağlığına hiçbir yerde tam olarak ulaşılamaz, ancak ona ulaşmaya çalışmak başlı başına bir ideal olmalıdır. Ahlâk sağlığı, toplumsal öğelerin birbiriyle uyumlu çalışmasının bir sonucudur. Bu da güçlü bir ahlâkî oto- ritenin varlığını gerektirmektedir. Bu otoritenin zayıflaması ya da işlev- sizleşmesi toplumu anarşi ve parçalanmaya sürükler (Durkheim, 2006a: 57). Durkheim ahlâkî otoritenin akıl yoluyla kurulabileceğini ve toplumu 1 Durkheim’ın toplumcu ahlâk sosyolojisinin Türkiye’deki temsilcileri ve Türkiye’de ahlâk sosyolojisinin oluşumu için bkz. (Kılıç, 2007) 97 Cevat ÖZYURT sağlığa ulaştıracak ahlâkî ilkelerin bireyler (felsefeci, bilim adamı, işletme- ci veya siyasetçi) tarafından önerilebileceğini düşündüğü ölçüde rasyona- list bir sosyolog olmaktadır (Swingewood, 1998: 137). Ahlâkî olgulardan hareketle sağlıklı bir toplumsal ahlâkın ilkelerini bulmaya çalıştığında -ki bu çeşitli değerler arasında tercihte bulunmak demektir- Durkheim, ahlâk sosyolojisinden ahlâk felsefesine kayar. Onun ahlâk felsefesine ilgisinin ideolojik bir temeli vardır. Şöyle ki, 1870’lerden itibaren büyük bir toplumsal sarsıntının ardından Fransa’da kurulan III. Cumhuriyet’in meşruiyet gibi önemli bir sorunu olmuştur. Cumhuriyet’le birlikte meşruiyetin kaynağı Tanrı’dan halka geçmiş, va- tandaşlık bilinci devletin en büyük dayanağı haline gelmiştir. Siyasal reji- min Fransızlarca kabul edilir hale gelmesi için, devletin vatandaşlar üze- rinde ahlâkî bir otoritesinin olması gerekmektedir. Monarşilerde ahlâkî otorite kiliseye aitti. Cumhuriyetçiler, monarşiye meşruiyetini sağlamış olan kiliseye güvenemediklerinden, başka bir alana yönelerek felsefe ve ahlâk eğitimine önem verirler (Tiryakiyan, 1990: 206). Toplumların gide- rek dinlerin etkisinden uzaklaşarak aklın etkisi altına girmeye başlaması- nın (Fauconnet, 1923: 540) devlet okullarında, dinsel ahlâk yerine, bilimsel veriler üzerine kurulu akılcı-seküler bir ahlâk eğitimi verilmesi gibi yansı- maları olmuştur. Fransa’da da okul programlarında ahlâk eğitimine geniş yer verildiği görülür (Durkheim, 2002: 3-4; 2007: 365). 1887’den itibaren eğitim reformu içinde etkin bir yer alan Durkheim, çağdaş Fransa’daki ahlâkî ödevleri belirleyecek olan bu seküler ahlâk eğitiminin geliştirilme- sine ve olgunlaştırılmasına büyük önem vermiştir. O ahlâkın sekülerleş- mesinin tarihsel bir süreç olduğunu düşünür. Durkheim, bilimsel çalışmalarıyla, toplumsal karışıklığa son verilmesine ve toplumun ahlâkî açıdan yeniden örgütlenmesine katkı sağlayacağını düşünmüştür. Toplumu bir organizmaya benzeten Durkheim’a göre top- lum, kendine özgü (sui generis) bir düzen ürettiği sürece ona müdahale gereksiz ve yanlıştır; ancak, bu düzen üretilemediği veya yapısal düzen- sizlikler ortaya çıktığı zaman, sosyologların müdahale etmesi gereken bir “sosyal mühendislik” durumu ortaya çıkmış demektir. Onun sosyolojiye ilgisi, mevcut sosyal krizlerin çözümüne katkıda bulun- ma (Davy, 2006: 12-3) veya bir çeşit “toplum mühendisliği” arzusundan kaynaklanır. Ancak bu arzuların sınırsız olduğu düşünülmemelidir. Durk- heim, zaman zaman, sosyoloğun bir siyaset adamı gibi davranmaması ge- rektiği uyarısını yapar. Sosyoloğun görevi belli bir kriz durumundan nasıl 98 Durkheim Sosyolojisinde Ahlâkî Kontrol Sorunu çıkılacağını detaylarıyla anlatmak değil; geçmiş olaylardan hareketle bir açıklama yaparak, sağlıklı toplumun nasıl olacağına ilişkin birtakım genel ilkelere ulaşmaktır (Durkheim, 2006a: 45). Ötesi siyasetçilerin işidir. Durkheim’ın toplum eksenli pozitivist yaklaşımı, onu sosyal sorunlara yaklaşırken muhafazakâr kılar. Ahlâkı, araştırılıp incelenmesi gereken bir olgu olarak gördüğü için, ahlâkî ilkelerin idealist biçimde, salt felsefe yoluyla tespit edilip uygulamaya konulmasını mümkün bulan devrimci yaklaşıma kuşkuyla bakmıştır. Ahlâkı “dünyanın genel düzenine bağlı, gerçekleşmiş olgular düzeni” olarak gördüğünden, ahlâkî kuralların is- teğe bağlı değişimine karşı çıkar. İzlemiş olduğu ahlâk biliminin kendine “bilgece bir tutucu bakış” kazandırmış olmasıyla öğünür. Yapabilecekle- rinin sınırını belirler. Bir ahlâkî olgu, olması gerektiği gibi değilse (yani toplumsal bütünleşmeye katkı sağlamıyorsa) o zaman -sınırlı olmak kay- dıyla- ahlâkî düzene müdahale edilebilir. Burada ahlâkî düzenin değişti- rilmesi değil, ancak onun kimi bölümlerinin düzeltilmesi ve rayına otur- tulması söz konusudur (Durkheim, 2006a: 58-9). Ahlâk Toplumsal ve Tarihseldir Ahlâkı toplum tarafından inşa edilmiş ve sosyal işlevi olan bir kurum olarak gören Durkheim, ahlâkın evrensel kurallarını ulaşmanın mümkün olamayacağını düşünür. Ona göre ahlâk, her bir toplum tipi içinde ortaya çıkan özel sorunları çözmek için geliştirilmiş davranış kuralları demetidir. Ahlâkın ve hakların doğasını tarih ve etnografya belirler (Cladis, 2003: 136). Toplumsal yapı ve toplumsal ilişkilerin değişimiyle ahlâk kuralları da değişir, işlevsizleşir ve yenileri ortaya çıkar. Ahlâk kurallarının “belli bir zamanda şöyle ya da böyle olmasının nedeni, o zamanlar insanların içinde yaşadıkları koşulların onun başka türlü olmasına olanak verme- mesinden dolayıdır” diyen Durkheim’ın (2006a: 56), “kanunlar, olayların özelliğinden doğan zorunlu bağlardır” diyen Mostesquieu (1998: 49) ile aynı düşündüğü görülür. Durkheim’ın doğal hukuka ve buna bağlı olarak evrensel insan hakları kavramına ilgi duymamasının nedeni, sosyal olgulara toplum merkezli bakan ve farklı toplum tiplerinin farklı değer yargıları ile davranış kural- larını ortaya çıkardığını kabul eden pozitivist bir sosyal bilimci olmasıdır. O tarihe metafizik/evrimci kavramlarla yaklaşmaz ve aydınlanma filo- zoflarının ve doğal hukukçuların sahip olduğu “ahlâkî ilerleme” anlayı- şını benimsemez. 99 Cevat ÖZYURT Ona göre, her toplum ahlâklıdır ve öyle olmak zorundadır. Örneğin mo- dern toplumların ahlâkî ilkelerinin Romalılarda bulunmayışı, evrim ba- samaklarındaki farklılıkların değil, her iki toplumun doğasındaki farklı- lıkların göstergesidir (Durkheim, 2006a: 56; 2007: 367). Modern dünyada bazı ahlâk kurallarının evrensel bir nitelik taşıması ise ulus ötesi toplum- sal ilişkilerin ortaya çıkmasının bir göstergesidir. Zira ahlâkî denetimden yoksun düzenli bir sosyal ilişki kurmak mümkün değildir. Evrensel ahlâk, felsefi aydınlanmanın veya bir zihniyet değişiminin sonucu değil, top- lumların genişlemesinin ve toplumlar arası alışverişin yoğunlaşmasının sonucudur. Durkheim, bireyi temel alan ve bireyin aklını yücelten doğal hukuk an- layışını benimsemese de, modern (organik) toplumlarda bireyciliğin güçlendiğini kabul eder. Bireyin güçlenmesi, bireyin toplum karşısında konumlanmasını gerektirmez. Toplumsal yapıdaki değişim bireyin fark- lılaşma ve özgürleşmesini teşvik etmektedir. Ancak bu, genel çerçevesini yine toplumun çizdiği bir özgürleşme ve farklılaşmadır. Modern toplumlarda ahlâk kurallarının birey merkezli kurulması ya da “ahlâkî bireycilik”, ahlâkî buyrukların salt bireysel akıldan çıktığını çağ- rıştırmamalıdır. Durkheim sosyolojisinde birey kendi başına bir anlam ifade etmez. Birey, toplumun bir ürünüdür. Toplum varsa, birey vardır. Birey topluma oranla tali olduğu için, ahlâkî otoritenin kaynağı olamaz. Bu otoritenin kaynağı Tanrı ya da toplumdur (Kösemihal, 1971: 189). Birey ancak aşkın bir otoritenin buyruğuna düzenli olarak uyum sağlayabilir (Ginsberg, 1951: 213). Geleneksel (mekanik dayanışmalı) toplumlarda dinsel inanç toplumsal yaşamın tamamını düzenlediği için, ahlâkî otoritenin kaynağı Tanrı’dır. Modern (organik dayanışmalı) toplumlarda dinsel inançla- rın zayıflamasıyla, ahlâkî otoriteye toplumdan başka kaynaklık yapacak güç kalmamıştır. Durkheim sosyolojisinde modern toplumların ahlâkî kontrol sorununa ge- tirilen çözüm önerilerini değerlendirebilmek için, öncelikle, Durkheim’ın mekanik dayanışmalı ve organik dayanılmalı toplumlarda ahlâkî durum üzerine tespitlerine daha detaylı olarak göz atmak yararlı olacaktır. Mekanik Dayanışmalı Toplumlarda Ahlâk Ve Kolektif Bilinç Durkheim’a göre, ahlâkın ve toplumsal yaşamın iki temeli vardır: kolektif bilinç ve toplumsal işbölümü. Onun sosyolojisinde kolektif bilinç ve toplum- 100 Durkheim Sosyolojisinde Ahlâkî Kontrol Sorunu sal işbölümü olgularından hareketle ideal toplum tipleri kurulur. Bu iki olgu, her toplumda az ya da çok görülebilir. Ancak bu olgulara her bir toplumda eşit ölçülerde rastlanmaz (Durkheim, 2006a: 189). Toplumsal yaşamın belirleyici olgusu, geleneksel toplumlarda kolektif bilinç, modern toplumlarda ise toplumsal işbölümüdür (Durkheim, 2006a: 267). Kolektif bilinç, bireyi toplumsallaştırır ve aynılaştırır. İnsanlarda bireysel niteliklerin gelişimine izin vermez. Kolektif bilinç, baskıcı önlemleriyle in- sanlara korku salarak, aynı inanç ve davranışları onlara dayatır. İnsanların inanç ve davranışlarındaki benzerlik ne kadar yüksek olursa, toplumsal yaşam ve ahlâk o oranda dinsel görünüm alır; ekonomik kurumlar da o oranda komünizme yakınlaşır (Durkheim, 2006a: 267). İşbölümünün ge- lişmediği (mekanik dayanışmanın hâkim olduğu) toplumlarda ahlâkın ve dinin en yüce amacı, toplumsal birliği korumaktır. Ekonomide ise kolektif mülkiyet ve paylaşımcılık ilkesi hâkimdir. Geleneksel toplulukların dinsel niteliği, bu topluluklarda dinin aynı zamanda ahlâka kaynaklık etmesini de sağlamıştır. Bu nedenle, geleneksel toplumlarda ahlâk eğitimi dinsel bir biçim almıştır (Durkheim, 2006a: 35). Mekanik dayanışmalı toplum- larda hukuk cezalandırıcı nitelliktedir. Suç, kolektif bilince karşı işlendiği düşünülür. Bu nedenle, suç eylemine verilen ceza da kolektif bilinci ra- hatlatmaya yönelik olmalıdır. Bu toplumlarda ahlâkî denetim toplumun tamamı tarafından gerçekleştirilir. Küçük topluluklarda yaşanıldığı ve her an tanıdık insanlarla birlikte olunduğu için, ahlâkî denetimden kaçmak mümkün değildir (Durkheim, 2006a: 333). Mekanik dayanışmalı toplumlarda ahlâkî kontrol, kolektif bilinç tarafın- dan sağlanır. Bireyselliğin ve işbölümünün gelişmemiş olması, topluluk- ların küçük ölçekli olması, entelektüel ve ahlâkî tek biçimlilik, farklılaşma- nın önlenmesi, ekonomik etkinliklerin ortaklaşa gerçekleştirilmesi, ortak mülkiyet, toplumsal ilişkilerin basitliği mekanik dayanışmalı toplumların genel nitelikleridir (Durkheim, 2005: 22). Bu toplumlarda kolektif bilinç bireysel bilinci kuşatmıştır. Kolektif bilinç Durkheim’a göre, “bir toplumu oluşturan üyelerin orta- lamasında yaşayan inanç ve duyguların tümü”, diğer bir ifadeyle “top- lumun ruhsal tipi”dir ve bu bilinç “kendine özgü bir yaşamı olan belli bir dizge oluşturur”. Bireylerde ortaya çıkmasına rağmen, kolektif bilinç bireysel bilinçlerden farklı bir şeydir. Kolektif bilinç, toplumun tamamına yayılmıştır; devlet veya din gibi belli bir toplumsal organ tarafından tem- sil edilmez, kuşaktan kuşağa aktarıldığından göreli bir sürekliliği vardır 101 Cevat ÖZYURT ve toplumun her tarafında aynı etkiye sahiptir. Kolektif bilinci inciten her türlü inanç ve eylem, cezalandırılır. Durkheim’a göre, suçu belirleyen ko- lektif bilinçtir. Evrensel/değişmez bir suç ölçütü yoktur. Bir eylem suç olduğu için yasak- lanıp, kınanmaz. Aksine bir eylem kolektif bilinci incittiği için kınanır ve suç kabul edilir. Kolektif bilincin niteliği değişince, toplumun suç saydığı şeyler de değişir. Suç, yalnızca çıkarların zarar görmesinin değil, aşkın bir manevi güç olan topluma saldırının ifadesidir. Bireyin üzerindeki tek manevi güç toplumdur (Durkheim, 2006a: 111). Din ve devlet ise toplumun manevi gü- cünün türevleri; kolektif bilincin simgeleridir. Tanrı da, toplumu temsil eden kolektif bir varlıktır. Dinin ve devletin temel işlevleri ortak inanç, gelenek ve adetlere uyumu sağlamak; diğer bir ifadeyle kolektif bilinci korumaktır. Din ve siyaset kurumuna yönelik suçları ağır biçimde cezalandırılma nede- ni de budur. Kolektif bilincin güçlü olduğu geleneksel toplumlarda, bireye yönelik saldırılar, kamuoyunu kolay kolay harekete geçiremez (Durkheim, 2006a: 114-5; 2006b: 167). Organik Dayanışmalı Toplumlarda Ahlâk ve İşbölümü Durkheim (2006a: 329-326)’a göre, kolektif bilinç insanlara birbirlerine ben- zemeleri yönünde baskı yaparken, toplumsal işbölümü insanları birbirinden farklılaştırarak, bireyselleşmeye zorlar. İşbölümü geliştikçe kolektif bilinç zayıflar ve belirsizleşir. Kolektif bilinç, tarihsel süreç içinde zayıflamakla kalmaz, ayrıca evrim de geçirir. Farklı kültürel kökenlere sahip insanlar, ancak genel nitelikli ilkeler etrafında birleşebilir. Toplumsal ilişkiler daha geniş bir coğrafyaya yayılmaya ve farklı kökenlere sahip insanları birleş- tirmeye başlayınca kolektif bilinç her türlü yerel farklılıkların üzerine çı- karak “soyut” hale gelir. Din ve ahlâk kuralları da evrenselleşmeye başlar. Toplumların büyümesi, dinlerin evrimleşmesine yol açar; bu totemizmden tek tanrılı dinlere doğru bir evrimdir. Belli bir kabilenin kolektif bilincinin sembolü olan totem, geniş toplumlarda insanları manevi olarak kendine bağlama kapasitesine sahip değildir. Bu nedenle tanrılar, maddi yaşamın dışında simgeselleştirilir. İnsanlığın tamamına yönelen bir dinin tanrısı bir klanın ya da bir kentin tanrısından daha soyut olmak zorundadır. Kolektif bilincin soyut/evrensel ilkelere ulaşması, onun giderek rasyonel- leştiğini gösterir. Durkheim bu rasyonelleşmeyi sınırsız olarak düşünmez. Çünkü toplum belli bir kuşağın tasarımı değil, önceki kuşakların bir kalıtı 102 Durkheim Sosyolojisinde Ahlâkî Kontrol Sorunu ve geleneğin bir ürünüdür. Kolektif bilinç çok yavaş oluşur ve çok yavaş değişir. Kolektif bilinç, geçmişten gelen hemen her şeye saygı gösterilme- sini talep eder. Kolektif bilincin etkisi, büyük ölçüde geleneğin etkisinden meydana gelmektedir. İşbölümünün yaygınlaşması, geleneğin kolektif bilinci belirleyici etkisinde zayıflamaya neden olur (Durkheim, 2006a: 338). Kolektif bilinç bireysel bilinçlerden daha yavaş ilerler. Kolektif bilinç ile bireysel bilinçler arasındaki mesafenin açılması ortak tipin belirginli- ğini yitirmesine ve ahlâkî otoritenin zayıflamasına yol açar (Durkheim, 2006a: 209). Böylece, hızlı değişim anlarında toplumsal değer yargıları ve davranış kuralları bireylerin beklentilerini karşılamakta yetersiz kalarak, anomi/kuralsızlık durumu ortaya çıkabilir. Kuralsızlık (anomi), birey ile kolektif bilinç arasındaki “ahlâkî sözleşme”nin zayıflamasını ve sos- yal kurumların düzensizleşmesini ya da normsuzlaşmasının ifade eder (Mawson, 1970: 301). Toplumsal işbölümünün gelişmesiyle yeni bir toplum tipi (organik daya- nışmalı toplum) ortaya çıkar. İşbölümü, bir toplum yasasını olduğu kadar, bir ahlâk yasasını da içerir. İşbölümüne dayalı toplumlarda insan farklı- laşıp, bireyselleşir. Her bir bireyin kendine özgü nitelikleri ve toplumda yerine getirdiği özel bir işlevi vardır. İleri işbölümü, bireylerin belli bir alanda uzmanlaşmasını gerektirmiştir. Uzmanlaşan insan, ihtiyaçlarının karşılanması için başkalarına daha fazla ihtiyaç duyar. Bireyselliğin güç- lenmesi, bireyi toplumdan koparmaz, aksine bireyi topluma daha bağımlı hale getirir. Bireysel farklılıkların gelişmesi ve bireyin belli bir alanda uz- manlaşması sosyo-ekonomik ilerlemeye imkân verdiği için, bireyselleşme olgusu toplum tarafından teşvik edilir. Toplum, kalkınmaya verdiği önem ölçüsünde, bireyciliği teşvik eder. Böylece organik toplumlarda “birey kutsallaşır”. Modern toplumlarda ahlâkın en genel amacının, bireyin çı- karlarını korumaya ve kişi haklarını geliştirmeye yönelik olması bundan- dır. Bireyin kutsallaşması, ahlâkî eylemde tanrının çıkarlarının değil, bire- yin çıkarlarının gözetilmesini gerektirir (Durkheim, 2002: 7). Durkheim’a göre tanrı, toplumun soyutlaşmış hali veya sembolik temsilidir. Bu açıdan, ahlâkî eylemin ölçütünün tanrının çıkarlarından bireyin çıkarlarına doğru evirilişi kolektif bilincin zayıflamasıyla aynı anlama gelir. Tanrı ne kadar güçlü olursa toplumsal ahlâkın da o kadar güçlü olacağını düşünen Durk- heim, modern toplumlarda seküler ritüeller yoluyla ulusal kolektif bilinci ve kutsallığı yeniden inşa etme arayışlarına yönelir (Etzioni, 2000: 47-52). 103 Cevat ÖZYURT Durkheim (2002: 10)’a göre ahlâk, dinden beslensin veya beslenmesin kut- saldır. Geleneksel toplumlarda din ahlâka kaynaklık etmekte idi; bu neden- le ahlâkın kutsallığı oldukça açıktı. Modern toplumlarda din ahlâkî bir refe- rans olmaktan uzaklaşsa da, ahlâk kutsal niteliğini devam ettirir. Ahlâkî de- ğerler, bunlara karşı saygılı olmayanlardan korunmaya devam eder. “Ahlâk alanı da din gibi kutsal bir alandır” (Durkheim, 2007: 370). Seküler ahlâk tanrının değil, toplumun ve bireyin yararlarını gözetir; onların çıkarlarını dokunulmaz kılmakla da “kutsal” bir nitelik kazanır. Durkheim (2007: 371), ahlâkı aklileştirirken, onun “kutsal sıfatı” göz ardı edilirse, bireylere yapılan ahlâkî telkinin başarısız olacağı yönünde uyarıda bulunur. Organik dayanışmalı toplumlarda hukuk cezalandırıcı olmaktan çok tela- fi edicidir. Burada suç, kolektif bilince karşı işlenmiş olmaktan çok, bire- yin haklarına karşı işlenmiştir. Bireysel kayıpların karşılanmasıyla adalet sağlanmış olur. Durkheim’a göre, modern toplumlarda işbölümü, ahlâkî bir kural olarak kabul görür. Toplumsal işbölümü ahlâkî bir “ödev” telak- ki edilir ve bu ödevi yerine getirmeyenler (cezalandırılmasa bile) kınanır. Herkesin belli bir alanda uzmanlaşması beklenir. Burada bireyler kendi vicdanlarından yükselen şu sese kulak vermek zorundadır: “Kendini, belli bir işi yararlı biçimde yapacak duruma getir” (Durkheim, 2006a: 67). Belli bir işte uzmanlaşma, bireyin topluma karşı ödevlerini yerine getirmesi- ni ve dolayısıyla bir doyuma ulaşmasını sağlar. Toplumsal işbölümünün getirdiği ahlâk anlayışı, topluma faydalı olan her işi kutsal kabul eder. Toplum için, her bir meslek eşit derecede kutsaldır. Bu nedenle birey han- gi mesleği icra ederse etsin, topluma hizmet etmenin doyumuna ulaşır. Buradaki toplumcu bakıştan hareketle, Durkheim’ın klasik kast sistemi- ni savunmaya yakınlaştığı düşünülebilir, ancak Durkheim aynı zamanda toplumsal hareketliliği ve fırsat eşitliğini teşvik eden bireyci bir bakışa da sahiptir (Lehmann, 1995: 583). Buradaki çelişki, Durkheim’ın toplumsal tabakalaşma anlayışının liyakat sistemine uygun olduğunun hatırlatılma- sıyla giderilebilir. Durkheim, işbölümünün gelişimini bireyler arasında “dayanışma duy- gusu uyandırma” özelliğine bağlar. İşbölümü nasıl ortaya çıkarsa çıksın “dost toplulukları”nı yaratır (Durkheim, 2006a: 83). İşbölümünde amaç, liberal iktisatçıların savunduğu gibi bireylerin verimliliğini artırmak de- ğil, “onları dayanışma içine sokmaktır”. İşbölümünün ortaya çıkışı ve ge- lişimi yeni toplum tiplerinin ortaya çıkmasını olanaklı kılar. İşbölümünün amacı, kendine özgü bir toplumsal ve ahlâkî düzeni kurmaktır (Durkhe- im, 2006a: 87-9). 104
Description: