ebook img

Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes PDF

720 Pages·2014·2.56 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Doğmamış Kristof - Carlos Fuentes

C a r l o s F u e n t e s Doğmamış Kristof Çeviren: Aslı Biçen Prolog Yaratılıyorum Beden kendi temsilimizin sürekli olarak yeniden doğan parçasıdır. Henri Bergson “Meksika, hüzünlü insanlarla mutlu çocukların ülkesi”, dedi babam, Angel (24 yaşında), tam benim yaratıldığım anda. Az önce, annem, Angeles (otuzunda yok), iç geçirerek, “Okyanus, tanrıların beşiği,” demişti. “Ama yakında mutluluğa zaman kalmayacak, genci yaşlısı hepimiz üzüleceğiz,” dedi babam gözlüklerini çıkararak; menekşe rengi, altın çerçeveli John Lennon gözlükleri. “Madem öyle neden çocuk istiyorsun?” dedi annem tekrar iç geçirerek: “Çünkü çok yakında mutluluk zamanı geçecek.” “Ne zaman gelmişti ki?” “Sen demedin mi? Meksika’da işler kötü gidiyor.” “Cümleye de gel. Meksika zaten işler kötü gitsin diye yapılmış.” Annem ısrarla tekrarladı: “Madem öyle neden çocuk istiyorsun?” “Çünkü ben mutluyum,” diye kükredi babam. “Ben mutluyum!” diye haykırdı avazı çıktığı kadar, yüzünü Pasifik Okyanusu’na dönerek. “En mahrem, en gerici mutluluğun pençesindeyim!” Okyanus, tanrıların beşiği! Annem, yirmilerde Meksika Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan Don José Vasconcelos’un yayımladığı Platon’un Diyaloglar baskısıyla yüzünü kapattı. Yeşil kapağın üzerinde üniversitenin siyah mührü ve bakır yaldızla yazılmış IRKIM DİLLENDİRECEK TANRIYI düsturu vardı. Ama babam, bir oğlan (ben, sıfır yaşında) peydahlamak istediğini söyledi, tam burada, tatile geldikleri Acapulco’da, “tanrıların beşiği okyanusun önünde mi?” alıntısını yaptı Homerika Vespiçi. Bunun üzerine babam anadan üryan bir halde kumsalda emeklemeye başladı, bacaklarının arasına sürünen sıcak kuma rağmen seksin bacaklar arasında değil; annemin ince, çıplak, masum gövdesini çevreleyen hindistancevizi korusunda olduğunu söyleyerek, yüzü Platon cildiyle kapatılmış olan anneme doğru süründü, beni yarattıkları gün Akapolka’nın yakıcı, sarhoş güneşi altında annem ve babam çırılçıplak. Gracias, gracias, anne baba. “Oğlanın adını ne koyacağız?” Annem cevap vermiyor; sadece kitabı yüzünden kaldırıp babama alayla, kınamayla, hatta küçümsemeyle –söylemeye gerek yok tutkuyla– bakıyor; ama ona iğrenç erkek şoven domuz demeye zahmet etmiyor. Ya kız olursa? Yine de meseleyi kapatmayı tercih ediyor; babam işlerin yolunda gitmediğinin farkında, zamanın o noktasında ve o vaziyette böyle bir şeye tahammülü yok, bu yüzden de sorunun çözümünü meme uçlarını ufak ufak ısırmakta buluyor, sanki vişneli sakızmışlar gibi, yemek üstüne, sevişme altına jöleli şeker, diye latife yapıyor babam, bense prostat kesesinde hâlâ beklemedeyim, masum ve kehanetsever vaziyette uykulu kromozomatik ve spermatik küçük kardeşlerimle birlikteyim. “Bir adları olmasa bile bazı şeyler varlıklarını sürdürüyor,” diyor annem, meleklerin cinsiyetleri konusundaki o eski tartışmayı açmamaya özen göstererek. “Tabii ki öyle, ama şu anda o ağdalı şerbetindeki armudun tadına bakmak istiyorum.” “Varolmak için ille de bir adımızın olması gerekmiyor değil mi?” “Şu anda sadece o tatlı şeyini istiyorum.” “Ben de onu diyordum. Ona bazen Hydra diyorsun, bazen başka şeyler.” “Bi de incir.” “Bir de incir” -annem gülüyor- “Homero Dayın olsa böyle derdi.” “Homero Dayımız,” diye şaka yollu düzeltiyor babam. “Ay!” İstenmeyen bir aile bağından mı yakınıyor yoksa o yoğun hazzın kısır kumda yok olup gitmesini istemediği için mi bağırıyor kendisi de bilmiyor, ama karnı üzerinde yaylanırken gayet iyi bildiği bir şey var; iyi de kötü de vahşi hazlar sadece, bu yüzden de seyrek de olsa patlak verdiklerinde birbirlerine benziyor ve birbirlerini yok ediyorlar. Gerisi: vakit öldürmek, sonra da nalları dikmek. “İyi, iyi, bağır dur bakalım, istersen morukla dalga geç,” dedi Angeles, annem, “ama burada, Kafkapulco’da tatildeyiz, tanrılar beşiği okyanusun kıyısında, onun evinde misafiriz.” “Nah onun evi,” diyor babam Angel öfkeyle. “Tarlalarını çaldığı köylülere ait bu ev, para babalarının da, ninesinin de ağzına...” “O senin de ninen,” diyor annem, “çünkü şenle ben ‘deniz’e deniz diyoruz, ama kim bilir gerçek adı ne, kim bilir onu karıştırmak ve kendi kendilerine, ‘Thalassa. Thalassa. Biz denizden geliyoruz,’ demek istediklerinde ne diyorlardı tanrılar.” Çok yaşa anne: o çok-kanallı zihnin için teşekkürler; bir kanalda Platon’u açıklıyorsun, ötekinde babamı okşuyorsun, üçüncü kanaldaysa bebeğin neden ille de kız değil oğlan olması gerektiğini düşünüyorsun. Sonra da Thalassa, Thalassa diyorsun, ne güzel isim, Hektor’un oğlu Astyanax’ın adı gibi, ne güzel isim (Angeles annem, Angeles karım, gazap saçan denize bakıyor); Agamemnon’un adı ne güzeldi, direnişi takdire şayan (ya benim direnişime ne olacak, diye inliyor babam Angel, şu Faulknervari kırmızıbiberim nasıl direniyor bir görsen, sadece ayakta kalmakla yetinmiyor, dayanıyor, direniyor, mukavemet gösteriyor.) Bütün kahramanların isimleri çok güzel, diye mırıldanıyor annem, vaskenselosun yayımladığı şık baskılı cildi okuyarak, birinci kanal sayesinde ikinci kanalda oynamanın yinelenemez hazzını ertelemeye çalışıyor; kimliklerinin kökenini Eros’la paylaşan kahramanlar. Bebeğin ismini ne koyacağız? Bugün, 6 Ocak 1992'de ne yapacağız, Epifani’nin ve Devrimin İlk Tarım Yasasının yıldönümü, yani dayımız. Avukat Don Homero Fagoaga’nın hileyle halktan çaldığı kadim toprakların üzerinde dünyaya düşsün diye, seneye 12 Ekim’de Amerika’nın Keşfi Yarışmasını kazansın diye ne yapacağız? Annemin o çok-kanallı zihninin devreleri ve sistemlerinden hangisine yerleşecektim ismen? Düşünürken titriyorum. Baba tarafı genlerim korkunç mesajlar gönderiyor: Sóstenes Rocha, Genevevo de la O., Caraciollo Parra Pérez, Guadalupe Victoria, Pánfilo Natera, Natalicio González, Marmaduke Grove, Assis de Chateaubriand, Archibald Leach, Montgomery Ward Swopes, Mark Funderbuck ve annem soruyu yineliyor: “Peki neden bir oğul istiyorsun?” “Çünkü mutluyum,” diye feryat ediyor babam. Meksika Üniversitesi’nin rektörü olan Don José Vasconcelos tarafından 1921'de yayımlanmış olan yeşil kitabı bir kenara atıyor annem, oysa onun o hacimli Platonik sayfalan neler neler görmüş baylar bayanlar. La Bombilla ve Huitzilac’daki cinayetleri, 1968'de Tlateloco Plaza’da öğrencilerin toplu halde katledilmesini, mevki sahibi cesetler ve adi cesetleri, anıt-mezarlı ölüler ve toplu mezarlı ölüleri, mermer ayaklar üzerine yerleştirilmiş ölüler ve üzerinde duracak bir ayağı olmadan öldürülenleri: Çocuğun ismini ne koyacağız? Ne halt etmeye ille de oğlan olacak? Çünkü yarışma kuralları öyle: İLGİLİLERİN DİKKATİNE: 12 Ekim gecesi saat tam on ikiyi çaldığında doğacak olan ve soyadı (her ne olursa olsun adı Kristof konacaktır) Meşhur Denizciye en çok benzeyen erkek çocuk, ULUSUN KUTLU EVLADI ilan edilecektir. Eğitimini Devlet üstlenecek ve on sekiz yaşına geldiğinde ona CUMHURİYETİN ANAHTARLARI sunulacaktır, bunu müteakip yirmi yaşında ULUSUN NAİBİ sıfatını kazanacak, seçimler, veraset ve elemelerde sınırsız güç sahibi olacaktır. Bu sebeple, YURTTAŞLAR, eğer soyadınız Colonia, Colombia, Columbario, Colombo, Colombiano ya da Columbus ise; hatta Colon, Colomba veya Palomo, Palomares, Palomar, Santospirito ise; hatta -neden olmasın?- Genovese ise (kim bilir? yukarıda sayılanların hiçbiri kazanamazsa belki de ÖDÜL SİZİN OLUR), kulak kesilin: MEKSİKA MAÇOLARI, KARINIZI HAMİLE BIRAKIN; HEMEN ŞİMDİ! YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ BOL YİYİN TAHİN PEKMEZ ŞİMDİ BUNUN TAM ZAMANI DOKUZ AY BİR DAHA ELE GEÇMEZ Evet baylar bayanlar, buyrun üremeye! Zevkiniz göreviniz, göreviniz de özgürlüğünüzdür! Meksika’da hepimiz özgürüz, özgür olmak istemeyenler ise cezalandırılacaklardır! Yargıçlarınıza sonuna kadar güvenebilirsiniz: Sizi hiç hayal kırıklığına uğrattık mı? Annem de, en azından bilincine ayrılmış kanalda, direnmiyor artık, ya kız olursa demiyor artık, o zaman adını ne koyarız demiyor. Öğle vakti kumsalda sevişmek çok hoş sevgilim, dedi, hele hele senin söylediklerinden sonra; artık korunmana gerek yok Angeles, sana tam burada denizin kıyısında bir çocuk vermek istiyorum, kanım kaynamaya başladı, geçen yıldan beri ilk defa koltuk altlarımı ve payitahtımdaki deliklerden fışkıran kılları tıraş ettim bu Acapulkesk akkorda, güneşte, güneş değil sevgilim, aç ağzımdaki vişne reçelin, acıbiberli ve minicik fasulyeli Tampikli şehrazatın, uzun parmağımla kazıyorum, oran, koran, kıçın canım, cânım kıçın, burada Kafkapulko kumsalında hoyrat kamçımla dövdüğüm Cani Sade’ın, ama burası özel bir kumsal sevgilim, bazen özel mülkiyetin de faydalan vardır, öyle değil mi Prudhon? Pardon? Susss, sevgilim bırak o cani kaçkını, cânım kıçını düşüneyim, bırak opec-bir gecenin ateşli takviminde yaşayayım, Şehrasade’ım, terlediğin renklerde yüzeyim, renkli sularında, dalgalar dağlarına yosunlar yaslıyor, Arap kısrağım, ilahe Angelesim, kuytu kadehinden şarabını içiyorum, kuyu kadehinin yankısını duyuyorum, kumlu kadehine burnumu gömüyorum. Ah o Meksikalı kıçın Angelesim, tatlı ayva rengi, çürük mango, taze kızıl levrek kokulu, tarihi kıçın Angeles, hummalı, Romalı, İspanyol istimli, Türgüzeli, Kastilli, Magripli, Az-tekli, Kordobayıl kalçalar, Arap yastığı, at üstünde, deve üstünde, ikiz yanaklar - adın ne? Bebeğe ne isim koyacağız? Platon kitabının Platonik bölümünde ne yazıyor? Ne o, nutkun mu tutuldu sevgilim? Babam cesaretini toplayıp ona baktı. Annemin başının üzerinde parlak bir hale vardı, yani (anneme göre) hissetmesi gereken şeyleri söylediğinde ya da söylemesi gereken şeyleri hissettiğinde ya da duyması gereken şeyleri dinlediğinde olduğundan çok daha parlak bir hale; ama salaklar, dangalaklar, hödükler, aynasızların yıpratması sonucu solgunlaşıyordu, hüzünleniyordu: Bu pırıl pırıl günde halesi iyice parıldayan annem, dirsekleri kuma gömülü yakınıyor, sorularını içinden sürgün ediyordu: “Yarışma olsun olmasın, ya kız olursa?” “Ya ikiz olursa?” Babam annemin dirseklerine bakıyor ve onları neredeyse bacaklarının arasındaki o kapandan bile daha fazla arzuluyor: kuma gömülü, gelin gibi, ihtiraslı, heyecan verici dirsekler. Palmiye yapraklarından ibaret tavanın kuru kokusu: kuru bir serinlik. Hindistancevizi, mango ve Tabasco sosunda tarak. Deniz Pasifik. Baktıkça deniz daha fazla yanıyor gibi görünüyor. Thalassa, Thalassa.

Description:
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında roman sanatına kendi damgasını vurmuş sayılı yazarlardan biri olan Fuentes'in, onu "önemli" yazar olmaktan "büyük" yazar olmaya çıkardığı söylenen iki başyapıtından biri olan "Doğmamış Kristof"u sunuyoruz sizlere.Roman 1992'de "ters-ütopi
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.