Doğan Cüceloğlu _ Yetişkin Çocuklar DOĞAN CÜCELOĞLU Aile Ortamı ve Çocuk Yetiştirme Üzerine Yakup Beyle Söyleşiler Yetişkin Çocuklar BASIM Remzi Kitabeyi YETİŞKİN ÇOCUKLAR DOĞAN CÜCELOĞLU, istanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun olduktan sonra ABD'de Illinois Üniversitesi'nde Bilişsel Psikoloji (algılama, düşünme, iletişim) alanında doktorasını yapmıştır. Daha sonra Türkiye'de Hacettepe ve Boğaziçi üniversitelerinde görev yapan Cüceloğlu, Fulbright bursuyla bir yıl süreyle Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak çalışmalarda bulunmuştur. 1980-1996 yılları arasında ABD'de Fullerton şehrindeki Kaliforniya Eyalet Üniversitesi'nde görev yapan Cüceloğlu'nun, kırkı aşkın Türkçe ve ingilizce bilimsel makalesi yayınlanmıştır. 1996 yılından bu yana Türkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, anababalara ve işadamlarına yönelik seminerlere, konferanslara ve atölye çalışmalarına ağırlık vermiştir. 1990'dan bu yana kitaplarını Türkçe olarak yayınlamaya özen gösteren Cüceloğlu, Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen kitaplar yazmaktadır. YAZARIN TÜM KİTAPLARI insan ve Davranışı • Yeniden İnsan insana içimizdeki Çocuk • iyi Düşün, Doğru Karar Ver Yetişkin Çocuklar • İçimizdeki Biz Savaşçı • iletişim Donanımları Doğan Cüceloğlu Yetişkin Çocuklar Aile Ortamı ve Çocuk Yetiştirme Üzerine Yakup Bey'le Söyleşiler 22. Basım Remzi Kitabevi yetişkin çocuklar / Doğan Cüceloğlu Türkçe Yayın Hakları © Remzi Kitabevi, 2001 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Kapak: Ömer Erduran ISBN 975-14-0841-5 birinci-on dokuzuncu basım: Sistem Yayıncılık, 1994-2001 yirminci basım: Remzi Kitabevi, Nisan, 2002 yirmi ikinci basım: Kasım, 2002 Remzi Kitabevi AŞ., Selvili Mescit Sok. 3, Cağaloğlu 34440, istanbul. Tel (212) 513 9424-25. 513 9474-75. Faks (212) 522 9055 web: http://www.remzi.com.tr e-posta: [email protected] Remzi Kitabevi A.Ş. tesislerinde basılmıştır. Bu kitabı, son otuz yıl içinde yakından tanıma olanağı bulduğum; tanıdıkça sevgi, saygı ve hayranlık duygularımın arttığı; gülüşüyle içindeki çocuğun, saflığını ve yaşama sevincini; değer ve ilkeleriyle içindeki anababanın bilgeliğini ve faziletini yansıtan, dostu olmaktan gurur duyduğum, Ahmet Dervişoğlu'na sunuyorum. İçindekiler Teşekkür ve Sunuş................................................................9 1 Bir Daha Gitmeyeceksin Onlara........................................11 2 Recep Enişte.........................................................................19 3 Hatice Teyzem.....................................................................26 4 İki Tür ilişki..........................................................................32 5 İç Çocuk - îç Anababa .......................................................49 6 Ayla'nın Gözyaşları.............................................................62 7 Aile Sistemi...........................................................................67 8 Aile Sisteminin Gereksinimleri.........................................78 9 Beş Temel Özgürlük............................................................96 10 Leman'ın Evliliği...............................................................106 11 Utanca Boğan Aile.............................................................118 12 Savaşçı Tutumu.................................................................132 13 Leman Nusret'f Anlatıyor................................................147 14 Gelişmiş Olgun İnsan........................................................157 15 Leman'ın Yanıtları.............................................................172 16 Safiye Hanım'm Düzeni...................................................191 17 Yakup Bey Dinliyor...........................................................206 18 Yakup Bey - Hatice Teyzem............................................211 19 Hatice Teyzemin Evinde..................................................217 20 Bağlaşık Kişilik...................................................................233 Sözlük..................................................................................253 Kaynaklar............................................................................261 Teşekkür ve Sunuş Yetişkin Çocuklar, bildiğimiz, fakat üzerinde düşünme gereğini pek duymadığımız bir öyküyü anlatıyor. Bu öykünün kahramanlarını tanıdıkça umarım çocukluğunuzu, ailenizi, çevrenizdeki insanları, en önemlisi kendinizi daha iyi anlayacaksınız. Yetişkin Çocuklar öyküsünün daha iyi anlatılmasında bana yardımcı olan Ergun Akleman, Mehmet Sülfi Âşık, Ertan Funda, Okan Külköylüoğlu, Üstün Öngel, Funda Soydemir, Şermin Yenice, Erdoğan Yenice ve Hülya Yetişken'e; Kitabın gözden geçirilmiş bu yeni baskısında en çok emeği geçen, hem içerik hem de üslup yönünden önemli katkılarda bulunan asistanım Sabiha Kocabıçak'a; Remzi Kitabevi'nden kapak düzenini oluşturan Ömer Erdu-ran'a ve emeği geçen diğer kitabevi personeline; Teşekkürlerimi sunuyorum. 1 Bir Daha Gitmeyeceksin Onlara Hatice teyzem yedi yaşındaki oğlu Erol'u döverken, "Ben sana onlara bir daha gitmeyeceksin demedim mi, ha?! Seni piç kurusu, seni. Senin kemiklerini kırayım da gör, hayvanın dölü. Gel buraya! Kaçma diyorum, gel buraya eşşşekk!" diye bağırıyordu. Sanki benim orada olduğumu unutmuştu. Erol annesine yakalanmamak için oturma odasındaki yemek masasının etrafında koşuyor, bir yandan, "Anne oraya gitmedim; biraz bahçede oynadık, biraz da matematik çalıştık. Annesi pencereden bakıyordu," diyor, bir yandan da ağlıyordu. Hatice teyzem elindeki, tencereyi karıştırmak için kullandığı büyük tahta kaşığı çocuğa fırlattı. Kaşık Erol'un omzuna çarptı, yere düştü. Çocuğun ayağı kaşığa takıldı, o da düştü. Annesi üzerine çullandı, eliyle kafasına, yüzüne, omzuna vurmaya başladı. Erol, "Anam off, yeter, vurma, çok acıyor," diyor, bir yandan da ağlıyordu. Hatice teyzem çocuğu iyice dövdükten sonra, "Git, defol odana, gözüm görmesin seni, it!" diyerek bir tekme attı. Erol hüngür hüngür ağlayarak odasına yöneldi. Hatice teyzem benim odada olduğumun sanki o zaman farkına varmıştı. Bana izah etmek zorunluluğunu hissetmiş olmalı ki, "Safiye Hanım kendi çocuğunun Erol'dan akıllı olduğunu sanıyor. Halbuki hiç de akıllı değil. Çetin ile çalışmamasını 12 YETİŞKİN ÇOCUKLAR kaç kere tembihledim. Gidip onların evinde ödevlerini yapıyor. Çetin benim oğlandan öğreniyor, sonra Safiye Hanım yararlanan Erol'muş gibi konu komşuya anlatıyor. Herkes Erol'u akılsız sanacak. Kaç kere söyledim onlara gitme diye, beni hiç hesaba almıyor. Ama Safiye Hanım ne söylerse oğlu Çetin onu yapar. Erol beni hiç hesaba almaz. Gidip kafasını gözünü yarasım geliyor. Eşşek. Bu yaşta sözümü dinlemiyor. Onun kemiklerini kıra-cam. Babası gelsin, bir de ona dövdürecem. Anlasın bakalım benim sözümü dinlememek nasılmış!" dedi. Son üç aydır Hatice teyzemlerin evinde kalıyorum. Annem Hatice teyzemle konuşmuş, "Dört odalı daireniz var, bir odasında Timur kalsın. Hem masraflarınızın birazını karşılayacak katkıda bulunur, hem de Ayla ile Erol'a ağabeylik yapar. Sen kocanla konuş, bir itirazı olmazsa Timur'a telefon et, sizde kalmaya başlasın," demiş. Hatice teyzem hem ablasının sözünü kıramadığından, hem de benim vereceğim bir miktar paranın doğrudan kendi cebine gideceğini bildiği için bu işe gönüllü. Kocası Recep enişte beni sever. Ayrıca çocuklara ağabeylik yapmama önem veren biri. O nedenle bir itirazı olmamış. O günden beri onların yanında kalıyorum. Safiye Hanım, Hatice teyzemin alt kattaki komşusu. Safiye Hanım'ın kocası Hikmet BeyTe, teyzemin kocası Recep enişte arasında herhangi bir sorun olmadığı halde, tanıştıkları ilk günden beri Hatice teyzem Safiye Hanım'ı sevememiş. Bu husumet kendini açıkça ortaya koyan bir duygu değil; yüz yüze geldikleri zaman birbirlerine hal hatır sorarlar; ne var ki, içten içe devam eder. Erol'u böyle bir nedenle bu kadar insafsızca dövmesi benim içimi burkmuştu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Erol'un yerine kendimi koyduğum zaman içimde kaynamaya başlayan duygunun öfke mi, yoksa hüzün mü olduğunu anlayamıyordum. Aslında bu, tanık olduğum ilk olumsuz olay değildi. Teyzemlerin ailesinde sık sık kavga oluyor. On altı yaşındaki kızları Ayla ile yedi yaşındaki Erol sürekli azarlanıyor, sık sık tokatlanıyor ve BİR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 13 hakaret görüyor. Çoğu kere odama çekiliyor, kendimi derslere vermeye çalışıyorum; ama ailenin iletişim tarzı beni olumsuz etkiliyor. Derslerimi çalışamaz oldum, sürekli bu konuyu düşünüyorum. Yakup Bey'le bu durumu konuşmak istedim. Telefon ettim; "Sah günü buluşalım," dedi. Yakup Bey'le görüşeceğime memnundum. Heyecanla salı gününü bekledim. Yetişkin Çocuklar "Uzun süre görüşemedik, herhalde yoğun bir çalışma devresine girdin," diyerek Yakup Bey beni karşıladı. Kendisine, arhk yurtta değil, Fatih'teki teyzemlerin yanında kaldığımı söyledim. "Teyzen iyi yemek pişiriyor mu?" diye şaka yollu biraz kilo aldığımı ima etti. Gerçekten de teyzemin pişirdiği yemekleri seviyordum. Eğer zamanı varsa kendisiyle biraz konuşmak istediğimi söyledim. "Ne o, NesrinTe yine çayevine mi gittiniz?" (*} diye gülerek yüzüme baktı. Sözlerini, durumu ciddi bir havaya sokmadan, yumuşak tutmak için söylediğini ikimiz de biliyorduk. Ciddi, ilgili, anlayan birinin gözleriyle bakıyordu. Her zamanki gibi Beyazıt Camii'nin yanındaki çayevine gittik. Çaycı bizi tanıdı. Biraz sonra ıhlamurlarımız önümüze konmuştu. "Sizi düşündüren bir konu var," diyerek ilk konuşan Yakup Bey oldu. "Evet," dedim; "Teyzemlerin evinde hem rahatım, hem de rahatsız." "Biraz açman gerekecek; anlamadım," diyerek yüzüme baktı. "Teyzem annemin küçüğü," diyerek söze başladım ve devam ettim; "Hem teyzem, hem de kocası Recep enişte beni se- (>) İyi Düşün Doğru Karar Ver kitabında, Yakup Bey ile Timur Bey arasında yer alan konuşmalara atıfta bulunulmaktadır. 14 YETİŞKİN ÇOCUKLAR ver. Kendi odam var. Çalışma masam var. Artık ev yemeği yi-yebiliyorum. Bu yönlerden rahattım. Ama evlerinde sürekli bir gerginlik, didişme, huzursuzluk var. iki çocukları var. Ayla on altı, Erol yedi yaşında. Çocuklar sürekli azarlanıyor, dövülüyor, hırpalanıyor. Ayrıca teyzemle kocası da mutlu değil; sürekli didişme ve sürtüşme halindeler. Bu durum beni üzüyor. Sadece üzülmüyorum, sanırım içimde bir kızgınlık da var." Yakup Bey beni dikkatle dinliyordu. "Hüzün ve kızgınlık duygularının yanı sıra suçluluk duygusu da var mı?" diye sordu. "Evet, sanırım suçluluk duygusu da var. Bana iyi davranıyorlar, evlerinde kalıyorum, yemeklerini yiyorum. Minnet duymam gerekirken kızgınlık duyuyorum. Kızdığım için kendimi suçlu hissediyorum ve kafam karışıyor." Yakup Bey, "Sizin durumunuzda olsam benim de kafam karışırdı," dedi ve teyzemin adını sordu. "Hatice," diye yanıt verdim. "Hatice Hanım'in ve kocası Recep Bey'in çocuklarını yetiştirme tarzı sizin hiç âşinâ olmadığınız, daha önce görmediğiniz, bilmediğiniz bir şey mi?" diye bana bir soru yöneltti. "Aslında değil," dedim ve, "Galiba bu durumun beni bu kadar derinden etkileyişinin nedeni de o olacak. Büyürken gördüğüm muameleleri teyzem ve kocası aynen çocuklarına yapıyorlar. Ayla ve Erol'un yerine kendimi koymamak elimde değil," diye devam ettim. Yakup Bey, "Hüzün, kızgınlık ve suçluluk duygunuz yalnız onların çocuklarına yaptıklarından değil, büyürken size yapılanlardan da kaynaklanıyor olabilir," diye benim söylediklerimi onayladı. "Sanırım öyle. Kafam karmakarışık. Kendimi derslere veremiyorum; bu beni daha da gerginleştiriyor," diyerek hissettiklerimi paylaştım. "Sizin durumunuzda olsam, ben de aynı şeyleri hisseder, aynı gerginliğin içine girerdim," dedi. BİR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 15 Yakup Bey'in beni anlayışla karşılaması hoşuma gitmişti, paylaşmaya devam ettim. "Onlara yardımcı olmak istiyorum. Durup dururken kendilerine bir cehennem yaratıyorlar; oysa mutlu olmak için hiçbir şeyleri eksik değil." "Teyzenizle kocasına pek yardımcı olabileceğinizi sanmıyorum. Onlar iki yetişkin çocuk," diyerek söylediklerimi yanıtladı. Bu kavramı ilk defa duyuyordum; biraz şaşkınlıkla, "Yetişkin Çocuk mu?" diye sordum. "Bunda hayrete düşülecek bir durum yok," diyerek açıklamaya başladı. "Toplumun büyük çoğunluğu yetişkin çocuk. Teyzeniz ve enişteniz için bir şeyler yapmak zor. Belki Ayla'ya ve Erol'a daha çok yardımcı olabilirsiniz. Onlara yardımcı olabilmeniz için önce 'yetişkin çocuk kimdir? yetişkin çocuklar nasıl ve hangi ortamda büyür?' gibi soruların cevabını bilmeniz gerekiyor," diyerek yüzüme baktı. "Gerçekten yetişkin çocuk kime denir?" diye sordum. "Bedenen büyüdüğü halde, duygu ve heyecanları bakımından gelişip olgunlaşmayan insanlara denir," diyerek soruma yanıt verdi. Daha sonra, "Hatice Hanım ve Recep Bey anladığım kadarıyla kırk yaşlarındalar; ama, beş altı yaşlarındaki çocukların duygusal gelişim düzeyindeler," gözlemini yaptı. "Niçin gelişemiyorlar?" diye sordum. Yakup Bey gülümseyerek, "Çünkü onları yetiştirenler de gelişmemişlerdi," dedi ve devam etti: "Anababası ve ilişkide bulunduğu yakın çevresi yetişkin çocuklarla çevrili küçüklerin kendileri de ister istemez yetişkin çocuk olarak yetişirler. Bu kısır döngü kuşaklar boyu sürer gider." Aklıma takılan soruyu sormanın sırası diyerek sordum: "Birinin yetişkin çocuk olduğunu nasıl anlarız?" Hüzünlü bir mizah ifadesiyle, "Duygusal olgunluğunu tamamlayamamış kişinin içinde, kendinin de tam anlayamadığı doldurulamayacak bir boşluk vardır," dedi. Bir süre sustuktan sonra, "Bu boşluk, mutsuzluk olarak kişinin yaşamına yansır. Kişi mutsuzdur. Bu mutsuzluğun kaynağını ise dışarıda bir 'nes- 16 YETİŞKİN ÇOCUKLAR ne'de, 'olay'da ya da 'kişi'de bulur," diyerek açıklamasını bitirdi. Bu noktada Yakup Bey'e, Erol'un annesi tarafından dövülüşünü ve daha sonra teyzemin bana yaptığı açıklamayı anlattım. Yakup Bey, "Hatice Hanım mutsuz bir kadın. Anlattığınızdan anlaşılıyor ki, teyzenizin mutsuzluğunun kaynağı Safiye Hanım ve konu komşunun çocuğunu 'akılsız' göreceği korkusu," yorumunu yaptı. "Peki, Safiye Hanım'la ilişkisi düzelse, bu mutsuzluk ortadan kalkar mı?" diye aklımdan geçen soruyu yönelttim. "Hayır," dedi ve, "mutsuzluk ortadan kalkmaz. Daha önce söylediğim gibi yetişkin çocuk mutsuzdur ve mutsuzluğunun kaynağını dışarıda bir 'nesne'de, 'olay'da ya da 'kişi'de bulur," diyerek sözüne devam etti. Bir örnek vererek konuyu daha da açtı: "Mutsuz olan kişi, 'bir arabam olsa', 'Avrupa gezisine çıkabilsem', 'Safiye Hanım Erol'un ne kadar akıllı olduğunu kabul etse', 'ne kadar mutlu olurum,' diyebilir. "Fakat olanaklar ve koşullar el verip arabayı -nesne- alınca, Avrupa gezisine -olay- gidince ya da Safiye Hanım -kişi- Erol'u akıllı bir çocuk olarak görünce mutluluğu uzun sürmez. Bu defa mutsuzluğunun nedeni olarak başka nesneler, olaylar veya kişiler bulur." Yakup Bey gülümseyerek devam etti; "Bu anlamda yetişkin çocukların içinde doldurulamayacak bir boşluk vardır. Mutsuzluklarının gerçek nedenini hiçbir zaman anlayamadan, sürekli bir daldan diğerine atlayarak ömürlerini geçirirler." Bir süre durdu, durgunlaştı ve, "Tabii mutsuz olan sadece kendileri değildir. Eşlerini ve çocuklarını da mutsuz yapmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar," dedi. Yakup Bey'i dinledikten sonra daha da hüzünlendim. Gözümün önünde oynayan bir trajedi vardı. Hatice teyzem ve Recep enişte sadece birbirlerini mutsuz etmekle kalmıyorlar, iki zaval- BlR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 17 lı çocuğun mutsuz bir yaşam geçirmesi için gereken kötü temelleri de atıyorlardı. Erol ve Ayla da yetişkin çocuk olarak büyüyecekler ve kendileri gibi birer yetişkin çocukla evlenerek, yine kendileri gibi yetişkin çocuklar yetiştireceklerdi. Yakup Bey'e sordum: "Ne yapmamı tavsiye edersiniz?" "Ne yapacağınıza kendiniz karar vermelisiniz," "Şöyle sorayım: Siz benim yerimde olsaydınız, ne yapardınız?" Gözümün içine bakarak, "Başıma gelenlerin, içinde bulunduğum durumların benim en iyi öğretmenim olduğunu düşünürdüm," dedi. Bir süre sustuktan sonra,"Yaşamımın temel amacının öğrenmek, bilinçlenmek olduğuna inandığım için, başıma gelenlere bir öğrenme fırsatı olarak bakardım," diyerek cümlesini tamamladı. "Bu şekilde herhalde ilk öğreneceğim şey onların gözüyle olayları görmek, yani onları anlamak olurdu. Onları anlarken herhalde ben de kendimi de daha iyi anlamaya başlardım," dedim. "Zaten öğreniminizin temelini bu anlayış oluşturacak," dedi. Sonra üzerine basa basa, "Onları tanıma ve anlama süreci içindeyken kendi duygu, düşünce ve davranışlarınızı daha iyi anlayacaksınız. Bu önemsenecek bir kazançtır," dedi. "Ama, ben yine de ilk adımı nasıl atacağımı bilemiyorum," dedim. "Yani teyzemi ya da Recep eniştemi tanımak için nasıl bir adım atacağımı bilmiyorum." diyerek sözümü bitirdim. Yakup Bey, "Size bu konuda yardımcı olabilirim," dedi. Beraber kitabevine gittik. Dükkânın arka taraflarındaki bir raftan bir dosya aldı. Dosyayı bana verirken, "Bunu dikkatle okuyun. İçinde uygulamanız için sorular var. Uygun gördüğünüz soruları Recep eniştenize ve Hatice teyzenize sorun. Konuşmak istediğiniz zaman gelin, bulgularınızı beraber gözden geçiririz," dedi. Yakup Bey'in yanındanyeni bir maceraya atılacak kişinin he- YÇ2 18 YETİŞKİN ÇOCUKLAR yecanı içinde ayrıldım. Hatice teyzemi, Recep eniştemi, Ayla'yı ve Erol'u yargılamadan gözlemleyecek, onlarla konuşarak iç dünyalarını anlamaya çalışacaktım. Ayrıca kendi iç dünyamı keşfetme fırsatını bulduğumu düşündüm. Böylece bu hüzün ve kızgınlıktan kurtulabileceğimi umuyordum. Recep Enişte Yakup Bey'in verdiği malzemeler içinde kişinin kendini daha iyi tanıyabilmesi için bazı sorular vardı. Bu soruları gözden geçirdim. Hatice teyzeme ve Recep enişteme sorabileceğim soruları iki ayrı liste halinde yazdım. Recep enişte üniversite üçten ayrılmış, askerlikten sonra bugün orta boy bir market olarak adlandırılabilecek bir dükkân açmış, kendini ve ailesini rahatlıkla geçindirebilecek geliri olan bir insan. Teyzemle görücü usulüyle evlenmiş. îkisi de aynı kasabadan oldukları için aileler birbirlerini tanıyorlarmış. Bir akşam yemekten sonra, Recep enişte gazetesini okurken onunla konuşmaya başladım. Kendisine, okumakta olduğum psikoloji bölümünde verilen bir ödevi tamamlamak için hem Hatice teyzemle, hem de kendisiyle konuşmam gerektiğini söyledim. Gerçekte böyle bir ödevi üniversite değil, Yakup Bey vermişti. Ama bu soruları eğitim sürecimin bir parçası olarak gördüğüm için yalan söylediğim gibi bir duygu içinde değildim. "Ne konuşacaksın?" diye sordu. Benim sorduğum bazı sorulara, onun içinden geldiği gibi, "Evet" ya da "Hayır" biçiminde yanıt vermesini istediğimi söyledim. "Sor bakalım!" dedi. Başkasının yanında sorulacak türden sorular olmadığını, eğer sakıncası yoksa, benim odamda konuşmamızı istedim. "Surda rahat rahat oturuyoruz, rahatımızı bozacaksın," diye söylenerek kalktı, beraber benim odaya geçtik. O benim yatağımın üstüne 20 YETİŞKİN ÇOCUKLAR oturdu, ben çalışma masamdaki sandalyeye oturdum. Daha önceden hazırladığım soruları sormaya başladım. "Yeni bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman bir gerginlik duyar ve kaygılanır mısınız?" soruma Recep enişte, "Tabii biraz kaygılanırım; sen kaygılanmaz mısın?" yanıtını verdi. Aslında verdiği yanıtta bir de soru vardı. "Beni işin içine katmayalım," dedim ve niçin kaygılandığını sordum. Recep enişte, "Yeni bir şey yaptığıma göre, o alanda pek tecrübem yok demektir, işi beceremezsem millet bana güler, alay eder. Başkasının kendisine gülmesini, alay etmesini kim ister?" diye yanıt verdi. Söylediğini doğru anladığımdan emin olmak için, "Başkasının gözünde başarısız olmak, alay edilmek korkusu gerginliğinizin ve kaygınızın kaynağını oluşturuyor; doğru anlamış mıyım?" diye anladığımı ifade ettim. "insan başka neden korkar ki?" diye söze başladı ve devam etti; "Kimse bilmese, görmeyecek olsa, istediğin kadar dene, hata yap, başarısız ol. Kim bilecek?" Doğru anlamışım, diye düşündüm ve ikinci soruma geçtim. "Kendinizi sürekli başkalarını memnun etmeye çalışan biri olarak görür müsünüz?" "Adamına bağlı," dedi. "Eğer karşımdaki güçlü ve bana kötülük edebilecek biri ise, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek babından, güler yüz gösteririm. Ama, mevkisi, gücü olmayan zıpırın tekine de güler yüz gösterecek halimiz yok herhalde. O beni memnun etmeye çalışsın. Aksi halde dalarım herifi!" "Nasıl dalarsınız?" "Yani basarım fırçayı, azarlarım, insan yerini bilmeli." Anladıklarımı açıklığa kavuşturmak için, "Yani başkasına güler yüz göstermeniz ya da göstermemeniz, o insanın sizden güçlü ya da güçsüz olmasına bağlı," diyerek kendimce bir özetleme yaptım. Recep enişte, "Evet," diyerek devam etti; "Ne demişler, 'Bü- RECEP ENİŞTE 21 yük balık, küçük balığı yutar!'" Kendinden büyük balık gördün mü kaç; küçük balık gördün mü, üzerine atla. Akıllı adam böyle yapar!" "Şimdi üçüncü sorumu soruyorum: Kendinizi isyankâr biri olarak görür müsünüz? Yani biriyle bir çatışma içine girince kendinizi 'yaşıyor' hisseder ve canlanır mısınız?" "Erkek adam pısırık olmaz. Ben pısırık değilim. Kendime yan baktırmam. Belki dikkat etmişsindir, ister Hatice teyzen, ister çocuklar olsun, bana dikleneni tepelerim," dedi ve bir süre sustuktan sonra gözümün içine bakarak, hafif bir gülümsemeyle, "Bu da senin kulağına küpe olsun," ile sözünü tamamladı. Ben de gülümseyerek, "Anlıyorum enişte," dedim. Recep enişte, başka sorum olup olmadığını sordu. "Evet, var," dedikten sonra "Devam edebilir miyim?" diye sordum. "Et, et! Hoşuma gitmeye başladı." "Kalbinizin en gizli köşesinde, kendinizde bir eksiklik, bir tuhaflık olduğunu hisseder misiniz? Kendinizin acayip biri olduğunuzu düşünür müsünüz?" Recep enişte, "Oğlum, Allah değiliz ya! Tabii ki her insanın eksiği olacak. Ne soruyorsun sen yani?" diye bu soruyla ilgili sıkıntısını dile getirdi. "Kendinizde bir eksiklik hisseder misiniz?" diye tekrar sordum. Cevabı şöyle oldu: "Yok hissetmem. Kendinde eksiklik hisseden insanları da sevmem. Sen kendinde eksiklik hisseder misin?" "Recep enişte, beni işe karıştırmayacaktık, biliyorsun," dedim. Güldü; 'sen bana gıcıklık yaparsan, ben de sana gıcıklık yaparım,' diyen bir yüz ifadesi vardı. "Şimdi başka bir soruya geçiyorum," dedim. Dinlemeye hazırdı; "Değerli, değersiz her şeyi biriktirir misiniz? Eski şeyleri atmakta zorluk çeker misiniz?" "Ne demişler, 'Sakla samanı gelir zamanı.' Ben kolay kolay 22 YETİŞKİN ÇOCUKLAR bir şey atmam. Allah'tan o konuda Hatice teyzenle birbirimize benzeriz; o da kolay kolay atmaz. Çocuklara da öğretmeye çalışıyoruz; ama onlar çok tutumsuz. Önlerine geleni atıyorlar." "Bir başka soru enişte: Kendinizi katı ve mükemmelliyetçi olarak görür müsünüz?" "Yapılan işin mükemmel olması gerekir," diye Recep enişte söze başladı ve kendisi için önemli bir konuda konuştuğumu anlamamı istercesine devam etti: "Bu konuda müsamaha yok. Benim çocuklara öğretmek istediğim bu. Bir türlü anlamıyorlar. Başkasının çocuğu sınıfta pekiyi aldığı halde benim çocuğum ondan düşük alırsa pataklarım. Hiç affetmem." "Çocuğunuz, Ayla ya da Erol, elinden geldiği kadar çok çalıştığı halde pekiyi alamazsa, yine de döver misiniz?" "Daha çok çalışsınlar. Neleri eksik? Çalışsınlar. Sınıfta onlardan yüksek not alan olmayacak!" "Yeni bir soru: Yaşamdan ne istediğinizi biliyor musunuz? Yani gönlünüzden geçen hayalleriniz var mı?" Bu soruya hemen yanıt vermedi; bir süre sessiz kaldı, düşündü, daha sonra yanıt verdi. "Herkes nasıl mutlu oluyorsa ben de öyle mutlu olurum. Allah'a şükür bir marketimiz var, geçimimizi temin ediyor. Bir apartman dairemiz var. Dünya güzeli olmasa da yüzüne bakılacak bir karım var. Şu çocukları adam edemiyorum. Onlar adam gibi hareket etseler. Hayalle, meyalle geçirecek zaman yok." Bunları söylerken Recep enişte sadece benim soruma yanıt vermiyordu; aynı zamanda benim nasıl olmam gerektiği, nasıl düşünmem gerektiği konusunda da bana ders veriyordu. Yüzündeki ifade, 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla' ifadesiydi. "Recep enişte, bu soru biraz farklı, affına sığınarak soruyorum," dedim ve biraz sıkılarak, "Kadına kıza laf atmaktan hoşlanır mısınız?" diye sordum. Recep enişte güldü. Etrafta hiç kimse olmadığı ve beni de 'erkek milletinden biri' olarak gördüğü için yanıtlamakta sakınca RECEP ENÎŞTE 23 görmedi, "içimden geçiyor, ama bu yaşta, bu ortamda uygun değil. Bizimki serbest iş. Markete gelen kadına sulanacak olsam müşteri kaybederim. Adımız çıkar. Bunları teyzene söyleme ha!" "Tabii ki söylemem; güvenle konuşabilirsiniz! Size şunu da sorayım: Porno magazinlere bakmaktan hoşlanır mısınız?" "Erkek için normaldir. Ama, porno magazini nereden bulayım, nerede bakayım? Daha da önemlisi nerede saklayayım? Mümkün değil. Bazen arkadaşların elinde görünce şöyle bir göz atıyorum." "Recep enişte şimdi daha farklı bir soru soruyorum: İnsanlara güvenir misiniz?" "Kendim de dahil, hiç kimseye güvenmem. Ne demişler, 'babama güvendim, o da anamı s...'" "Bu konudaki kanaatinizi öğrendim: Çok net. Kimseye güvenmemek gerektiğini söylüyorsunuz. Şimdi başka bir konuya geçiyorum: "Ne zamandan beri sigara içiyorsunuz?" "Lise üçte başladım; işte yirmi beş yıldır, bu mereti hâlâ içerim. Bırakmaya gücüm yok." "Yani gücünüz olsa bırakmayı isterdiniz?" "Tabii canım, isterdim. Ama, bırakamıyorum." "Peki, bir başka soru: Yalnız kalmaktan hoşlanır mısınız?" "Timur," dedi ve biraz ters bir ifadeyle, "Yalnız kalmaktan kim hoşlanır?" diye devam etti. "Yalnızlık Allah'a mahsustur. Yalnız kalmaktan nefret ederim ve yalnız kalmamak için elimden gelen her şeyi yaparım." "Peki, bir başka soru daha: Genellikle başkalarının sizden beklediklerini mi yaparsınız?" Gülümseyerek, "Karşımdakinin kim olduğuna bağlı. Mevkisi olan, hatırı sayılır, saydığım birinin beklediklerini yapmaya çalışırım. Karşımdaki benden daha aşağı mevkide, hatırı sayılan biri değilse, onun benden ne beklediği umurumda bile olmaz," diye konuştu. "Recep enişte şimdiki sorum şu: Başkalarını dinlerken, onların ne söylediğine mi, yoksa ne kastettiğine mi bakarsınız?" 24 YETİŞKİN ÇOCUKLAR "Ne kastettiğine bakarım. 'Arif olan anlar,' demişler. Biz de kendimize göre ariflik yaparız." "Peki, anne ve babanızı kendinize yakın hisseder misiniz?" "Nereden buluyorsun bu soruları Timur; bitmeyecek mi?" "Recep enişte az kaldı. Evet, sorum anne ve babanızı kendinize yakın hissedip hissetmemenizle ilgili." "Kendilerine saygım vardır. Allah razı olsun, bizi büyüttüler. Babamdan hâlâ korkarım ve onun yanında bacak bacak üstüne atamam. Annemden çok dayak yedim ama ondan korkmam. Yaşlanıp elden ayaktan düşerlerse, üzerimize düşen görevi yaparız. Gerçi Hatice teyzen benim annemi babamı sevmez, ama o istese de istemese de ben anama, babama baktırırım." "Şimdi duygularla ilgili bir soru soracağım: Sevgi ve acıma duygularını birbirinden kolaylıkla ayırt edebilir misiniz?" "insan acıdığı insana da yardım eder, sevdiği insana da. Ben Hatice teyzenle nişanlandım. Nişanlandıktan bir süre sonra ne mal olduğunu anladım. Nişanı bozacaktım. Ama, küçük kasaba. Kızın istikbali kararır. Acıdım. Evlendim. Evlendiğime göre demek seviyorum." Bu cevabı duyunca hayret ettim; acıma ve sevgi duygularının bir yetişkinde hâlâ birbirinden ayrışmadığını gözlüyordum. Ama, benim görevim tartışmak değil, soru sormak ve sorulan soruların cevabını kaydetmekti. Ondan sonraki sorumu sordum: "Buna benzer bir soruyu daha önce sormuştum; ama bu biraz farklı, yine sorayım. Hata yapanı -kendiniz de olsanız- küçük görür ve ona onur kırıcı sözler söyler misiniz?" "Aynen bildin," diye yanıtladı Recep enişte. "Birisi hata yapınca hiç gözünün yaşına bakmam. Ya tokadı patlatırım ya da küfrederim. Kendim hata yapınca çok bozulurum; içim içimi yer." "Recep enişte son sorumu soruyorum: Grup içinde olduğunuz zaman, gruptakilerin çoğunluğu yönünde fikirlerinizi değiştirir misiniz?" "Grupta kimlerin olduğuna bakarım. Mevki sahibi, hali hatırı sayılır insanlar varsa onların dediklerine dikkat ederim. Ama, RECEP ENİŞTE 25 bir sürü çakal bir araya gelmişse, onların dediğinin tam tersini yaparım. Dedim ya herkes haddini bilmeli." Recep enişteye teşekkür ettim. "Ne yapacaksın bunları?" diye sordu, "insanların kişilik yapılarını anlamaya çalışıyorum," diye yanıt verdim. "Peki benim kişiliğim nasılmış, şimdi öğrendin mi?" diye merakını dile getirdi. Henüz onun kişilik yapısını bilmediğimi, verdiği yanıtlar üzerinde düşünerek incelemem gerektiğini söyledim. Ayrıca bu konuda bilgi ve deneyimi zengin olan Yakup Bey adında birinin de bana yardımcı olacağını belirttim. "Yahu senin işin uzunmuş." dedikten sonra, "Şimdi tamam mı, işimiz bitti mi?" diye sordu. Kendisine teşekkür ettim. O odadan çıktıktan sonra aldığım notları temize çekmeye başladım. ilk fırsatta Recep eniştenin yanıtlarını Yakup Bey'e gösterdim. Yakup Bey, "Bunlar, üzerinde konuşmaya değer, önemli veriler, ama, önce Hatice teyzenle konuş. Ondan elde ettiğin verileri de getir. Beraber gözden geçirelim," dedi. Hatice Teyzem Hatice teyzeme de Recep enişteye sorduğum türden sorular sormak istedim. Hem heyecanlı, hem de tedirgin bir hali vardı. Recep eniştenin sorularıma yanıt verdiğini bildiği için, kendisinin de sorularıma yanıt vermesinde bir sakınca olmadığını hissediyordu. Ancak, "Sorularına doğru yanıt verebilecek miyim?" diye kaygıya kapılıyordu. Ayrıca, bir yandan günlük yaşamın tekdüzeliğine bu tür bir etkileşimin bir çeşni getireceğini düşünüyor, bir yandan da kendini meraklı bir bekleyiş içinde buluyordu. Bir gün çocuklar okuldayken konuşmaya başladık ve ilk sorumu sordum: "Yeni bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman gerginleşip kaygılanır mısınız?" Yanıtını bildiği bir soru duymanın iç rahatlığı içinde konuşmaya başladı: "Ben kendi başıma yeni bir şey yapmam. Öğrendiğim ne ise onu yaparım. Aşağıdaki komşum Safiye Hanım, yemek pişirirken herkesin yaptığı gibi yapmaz, her yemek pişirişinde kendine göre bir şeyler katar, yeni tarifeler uydurur. Ben öyle değilim; annemden nasıl öğrenmişsem, yemeği öyle yaparım. Kendi başıma bir şey yapma durumunda kalsam, herhalde çok kaygılanır, tedirgin olurdum." "Hatice teyze ikinci sorum şu: Kendinizi sürekli başkalarını memnun etmeye çalışan biri olarak görür müsünüz? Yani kendi isteğinizden ziyade başkalarının isteği sizce daha mı önemli?" Mahcup bir gülümsemeyle yanıt verdi: "Galiba öyleyim ben. HATİCE TEYZEM 27 Ama kimseye de yaranamam. Ne Recep eniştene yaranırım, ne de çocuklara. Hep onları memnun etmeye çalışırım. Geçen gün gördün işte. Kaç kere söyledim Safiye Hanımlara gitmeyeceksin, Çetin'le oynamayacaksın diye, ama beni dinleyen kim! Bizim Erol yine gitmiş, Çetin'le oynamış. Safiye Hanım çok bencil bir kadın; ne kocasına, ne de çocuğuna aldırır. Çoğu kere doğru dürüst yemek pişirmez, ilgilenmez. Ama kocası ona tapar. Çocuk da onun dediğinden çıkmaz." Hatice teyzem sorularıma yanıt vermekten zevk almaya başlamıştı, hemen üçüncü sorumu sordum; "Kalbinizin en gizli köşesinde, kendinizde bir eksiklik, bir tuhaflık olduğunu hisseder misiniz? Kendinizi acayip biri olarak görür müsünüz?" Bu sorudan pek hoşlanmamış bir yüz ifadesiyle, "Ne bileyim, bilmiyorum. Pek kendimi dinlemesini sevmem," diye yanıtladı. "Şimdi başka bir soruya geçiyorum. Değerli, değersiz her şeyi biriktirir misiniz? Eski şeyleri atmakta zorluk çeker misiniz?" Bu soru da onun ilgisini çekmişti. Yeni keşfettiği bir şeyi paylaşmanın heyecanı içinde konuştu; "Evet, biriktiririm. Neden bilmiyorum, hiçbir şeyi atamam. Safiye Hanım ise hiçbir şey saklamaz. Eline fırsat geçse kocasını da çocuğunu da atacak sanki. Ben, on beş yaşında giydiğim gömleği dahi atamıyorum. Ayla'ya giydirmeye çalıştım, ama zamane kızı. Rengi uymuyor-muş. Giymiyor. Her şeyi biriktiririm, atamam." "Hatice teyze gayet iyi gidiyoruz. Şimdi soracağım soru da şu: Kendi haklarınızı korumak için konuştuğunuzda içinizde bir suçluluk hisseder misiniz? 'Keşke kendimin değil, karşımdaki-nin istediğini yapsaydım!' duygusuna kapılır mısınız?" "Kendi istediğim bir şeyde diretirsem sonradan pişmanlık duyarım. Nedamet hissi beni rahat bırakmaz. Esasında öbürünün dediğini yaptığım zaman da içim rahat olmaz. Ne yapayım, bilemiyorum. Kendi istediğimi yapsam, başkalarının gönlünü kırdım diye suçluluk duyarım. Onların istediğini yapsam, 'Hep onların dediği oluyor, ben de artık ayak paspası oldum,' duygusuna kapılır, yine rahatsız olurum. Ben niye böyleyim?" I 28 YETİŞKİN ÇOCUKLAR "Yanıtını bilmiyorum. Eğer öğrenirsem, size söyleyeyim mi?" "Söyle tabii yeğenim, neden söylemeyeceksin? Sen üniversitede okuyorsun. Öğrenince bana da söyle." "Peki, söylerim Teyze. Bir başka soru: Kendinize özgü bir düşünceniz ya da görüşünüz olmadığını düşünür müsünüz?" "Ben neyim ki, kendime mahsus düşüncem ya da görüşüm olsun. Dediğim gibi beni kimse hesaba almıyor zaten. Recep'e tek bir söz söyleyemem. 'Karı kısmının lafını dinlemem, ben!' der çıkar işin içinden. Bak, küçücük oğlan bile benim sözümü dinlemiyor." "Ne dediğinizi anlıyorum Teyze. Şimdi sorum şu: Sürekli yetersizlik duygusuna kapılır ve kendinizi eleştirir misiniz?" "Timur'cuğum ben kadınım, erkek değilim ki. Kadın tabii yetersiz. Başında bir erkek olması lazım. Allah beni kadın yaratmış, eksik etek. Neyimi eleştireyim? Kaderim bu benim." "Evet, anlıyorum. Yani bu soruyu sormak bile abes demek istiyorsunuz. Peki başka bir soru sorayım: Kendinizi katı ve mükemmeliyetçi olarak görür müsünüz?" "Yani yapılan işin iyi olmasını ister miyim, diye soruyorsun değil mi?" "Evet." "Yapılan işin hatasız olması gerekir. Çocuklar bu yönden hiç bana çekmemiş. Annem bana nakış öğretirken ben hata yapınca saçımdan çeker yerde sürüklerdi. Ben Ayla'ya tokat bile atmıyorum. Ondan oluyor belki. Ayla'nın doğru dürüst bir iş yaptığını henüz görmedim. Elinden doğru dürüst bir iş çıkmaz." "Dersleri de öyle mi?" "Dersleri de pek iyi değil. Gerçi babaları ders konusunu takip ediyor. Recep onları korkutuyor. Onun korkusundan çalışıyorlar." "Recep enişte çocuklar sınıfta en iyi notu almazlarsa onları dövdüğünü söyledi, doğru mu?" "Evet, döver. Üç aydır bizde kalıyorsun, sen de gördün. Babalarının korkusu olmasa onlar ders çalışmazlar." HATİCE TEYZEM 29 "Yeni bir soru: Yaşamdan ne istediğinizi biliyor musunuz? Yani gönlünüzden geçen hayalleriniz var mı?" "Genç kızken vardı. Ama artık hayal meyal kalmadı. Alan aldı, satan sattı. Kavga dövüş, yaşıyoruz; sırtımız pek, midemize ekmek giriyor. Allah başımızdan eksik etmesin, çocukların başında babaları var. Allah'tan başka ne isteyeyim? Halime şükretmem gerek." "Şimdi size bir şey söyleyeceğim. İfade şu: 'Kim olduğumu pek bilmiyorum. Temel yaşam ilkelerimin ne olduğunu ve hayatımın hangi yönde gelişmesi gerektiğini kestiremiyorum.' Bu ifadenin sizin düşüncenizi ve duygunuzu ifade edip etmediğini bana söyler misiniz?" "Ben kim olduğumu biliyorum. Kocamın karısı, çocuklarımın anasıyım. Temel yaşam ilkeleri ne demek? Onu pek kes-tiremedim. Hayatım hangi yönde gelişecek, onu da bilemem. Kaderimiz ne ise o olacak, insan alnına yazılanı yaşar. Onu değiştirmek elimizde değil." "İnsanlara güvenir misiniz?" "Güvenilecek olanı da var, güvenilmeyecek olanı da. Ama Allah kimseye muhtaç etmesin. Elden ayaktan düşsem, Recep de bir tekme vurur, çocuklar da. Hiçbirine güvenmem." "Recep eniştenin sigara içmesi sizi rahatsız etmiyor mu?" "Ediyor, ediyor ama, elimden ne gelir? Adamın evi. Bazen, 'Çocukların odasında içme, zift gibi sigara dumanı içinde uyuyorlar,' dediğimde, 'Kapa çeneni,' diyor. Ne diyeyim? Elimden ne gelir?" İçimde bir sızıyla Hatice teyzemi dinledim. "Elimden ne gelir?" dediği zaman yüzünde hüzün, korku, çaresizlik, mutsuzluk, boşvermişlik, öfke karışımı bir duygu belirdi. Kadın olmanın çilesi, ezilmişlik, hepsi bu yüz ifadesinde kendini buluyordu. İçimden geçenleri bir tarafa bırakıp soru sormaya devam ettim: "Yalnız kalmaktan hoşlanır mısınız?" "Çocuklar okula gidince sakinlik hoşuma gidiyor. Ama bi- 30 YETİŞKİN ÇOCUKLAR raz sonra sıkılmaya başlıyorum. Sıkılınca komşuya giderim. Evvelden Safiye Hanım'a giderdim, ama şimdi ona gitmiyorum. Yeni arkadaşlar edindim." "Genellikle başkalarının sizden beklediklerini mi yaparsınız?" Hatice teyzem hiç tereddüt etmeden yanıt verdi; "Evet, buna benzer bir soruyu biraz önce sormuştun galiba. Kendi istediğimi yapsam da mutlu değilim, başkasının istediğini yapsam da." "Başkalarıyla çatışmaya girmemek için elinizden geleni yapar mısınız?" "Evet. Mesela, Safiye Hanım'm hal ve hareketlerinden hiç hoşlanmıyorum. Fakat bunu bir türlü yüzüne söyleyemedim." "Başkalarını dinlerken, onların ne söylediğine mi, yoksa ne kastettiğine mi bakarsınız?" "Tabii sözlerin arkasındaki kaste bakmak lazım. Safiye Hanım'a bir şey söylemedim, ama kendisinin iyi bir komşu olmadığını ima ettim. Pek imadan anlayacak bir insan değil, ama benim için böyle konuşmak uygun düşerdi." "Herhangi bir grup içinde konuşulan bir şeyi anlamadığınız zaman, açıklığa kavuşturmak için soru sorar mısınız?" "Recep'in bulunduğu bir toplantı ise, ağzımı açmam. Ayıp olur. Kendi samimi arkadaşlarım arasında isem, sorarım. Duruma bağlı. Yabancılar arasında pek soru sormam. Utangacımdır." "Kendinizi anne ve babanıza yakın hisseder misiniz?" "İnsan anasını, babasını sevmez mi? Pek yakın hissetmem ama, saygım vardır anneme, babama. Allah razı olsun, beni büyüttüler. Annemden çok dayak yedim ama ondan korkmam. Babam pek dövmezdi ama, ondan hepimiz korkardık. Recep benim annemi babamı sık görmemi istemiyor. Onun için sık görüşemiyoruz. Zaten biz İstanbul'dayız, onlar kasabada. Mesafe çok. İstesek de pek görüşemeyiz." "Hatice teyze, şimdi duygularla ilgili bir soru soracağım: Sevgi ve acıma duygularını birbirinden kolaylıkla ayırt edebilir misiniz?" HATİCE TEYZEM 31 "İnsan sevdiğine acır, acıdığını sever. Ben ikisini pek ayırt edemem. Sen ayırt eder misin?" "Ben ayırt ederim, ama beni işin içine katmayalım. Şimdi başka bir soruya geçiyorum. Bu soru hataya karşı sizin takındığınız tavrı öğrenmek için soruluyor. Hata yapanı -kendiniz de olsanız- küçük görür ve ona onur kırıcı sözler söyler misiniz?" "Hata yapınca annem beni çok döverdi. Herhalde bir bildiği vardı. Benim de hataya tahammülüm yok. Çocuklar hata yapınca ya kendim döverim ya da babalarına dövdürürüm. Dikkat etmesini öğrensinler." Yine içim acıdı. Bu ülkenin çocukları, bu ülkenin kadınları ve hatta bu ülkenin erkekleri için ağlamak istiyordum; hem de hüngür hüngür. Soru sormaya devam ettim. "Grup içinde olduğunuz zaman, gruptakilerin çoğunluğu yönünde fikirlerinizi değiştirir misiniz?" "Arkadaşlarımın düşüncesi yönünde fikrimi değiştiririm. Onların dediği yönde oyumu kullanırım." Hatice teyzeme teşekkür ettim. "Nasıl buldun beni?" diye sordu. "İnsanların kişilik yapılarını araştırıyorum," diye yanıtladım. Onun yanıtlarını incelemem gerektiğini söyledim, "inceledikten sonra bana da anlat!" dedi. Kendisine anlatacağıma söz verdim. Yeniden teşekkür ettim. O odadan çıktıktan sonra aldığım notları temize çekmeye başladım. İki Tür ilişki Ertesi hafta Yakup Bey'le buluştum. Yine Beyazıt Camisi'nin yanındaki çayevine gittik. Ihlamurlarımızı yudumlarken yazdıklarımı dikkatle okudu. "Sizin sorularınıza samimiyetle yanıt verdiklerini sanıyorum," dedi ve devam etti: "Recep Bey'in ve Hatice Hanım'ın yanıtlarını beraberce gözden geçirip değerlendirebiliriz. Ne var ki, bu değerlendirmeyi neye göre yapacağımız konusunda bir öngörüye sahip olmamız gerek. Benim önerim, onların yanıtlarını kendileriyle ve başkalarıyla ilişkileri yönünden incelemek." Boş bir kâğıt üzerine iki şekil çizdi. Şekilde kişinin benlik sınırlan büyük bir daire ile gösteriliyordu. Kişinin özü, yani kişinin kendi gözünde kim olduğu, özbenliği büyük dairenin içinde ufak bir daire olarak gösterilmişti. Dış dünya, toplum, başkalarının kişiden beklentileri bir birim olarak ego sınırlarının ötesinde çizilmişti. Kişinin bilinci ego sınırları içinde yer alıyordu. Yakup Bey, "Görüyorsunuz, buraya iki şekil çizdim," diyerek açıklamasına başladı. "Dikkat ederseniz, birinci şekilde kişinin kendi özüyle olan ilişkisi daha baskın, daha birinci planda, daha önemli. Dış dünya ile ilişkisinin bilincinde ama, bu ilişki ilki kadar baskın değil. Bu şema gelişmiş özgün insanı temsil ediyor. Gelişmiş özgün insandan ne kastettiğimi anlıyorsunuz, değil mi?" Yakup Bey'in, İyi Düşün Doğru Karar Ver adıyla yayınladığım İKİ TUR İLİŞKİ 33 o sı Şekil 4.1: Gelişmiş insanın kendi özüyle olan ilişkisi, dış dünya, toplum ve başkalarının beklentileriyle olan ilişkisinden daha baskındır. Şekil 4.2: Kalıplanmış insanın dış dünya, toplum ve başkalarının beklentileri ile olan ilişkisi, kendi özüyle olan ilişkisinden daha baskındır. kitapta yer alan buluşmalarımıza ve bu buluşmalardaki konuşmalara atıfta bulunduğunu biliyordum. "Daha önceki buluşmalarımızda tanımlamıştınız," dedim, "kendi özdeğerlerini düşünce ve davranışına yansıtan insan." "Evet, doğru," dedi ve şekli açıklamaya devam etti. "İkinci şekilde ise kişi, dış dünyaya, topluma, başkalarının beklentilerine daha çok önem vermektedir. Kişi kendi özüyle zayıf bir ilişki içindedir. Bu da kalıplanmış insanın ilişkisi. "Şimdi Recep Bey'in ve Hatice Hanım'ın sizin sorularınıza verdikleri yanıtları, bu şekillerle açıkladığım ilişki türlerine göre gözden geçirelim." "İlk soruyu her ikisine de sormuşsunuz: Yeni bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman bir gerginlik ve kaygı yaşar mısınız?" YÇ3 34 YETİŞKİN ÇOCUKLAR Yakup Bey bana baktı ve, "Bu soru sizce neyi araştırıyor?" diye sordu. "Kişinin yeni şeylerden korkup korkmadığını, değil mi?" Yakup Bey 'evet' anlamında belli belirsiz bir baş hareketi yaptı ve daha çok açıklık getirmek için konuştu; "Soru, kişinin dış dünyasının baskın olup olmadığını araştırıyor. Recep Bey'in cevabına bak, ne diyor: 'Yeni bir şey yaptığıma göre o alanda pek tecrübem yok demektir. îşi beceretnezsem millet bana güler, alay eder. Başkasının kendisine gülmesini, alay etmesini kim ister? Kimse bilmese, görmeyecek olsa, istediğin kadar dene, başarısız ol. Kim bilecek?' "Aynı soruya teyzenizin verdiği yanıt daha da ilginç. O, yeni bir şey yapma durumunu dahi yaratmak istemiyor: 'Ben kendi başıma yeni bir şey yapmak istemem. Öğrendiğim ne ise onu yaparım... Kendi başıma bir şey yapma durumunda kalsam herhalde çok kaygılanır, gergin olurum.' "Demek oluyor ki, başkalarının ne diyeceği, onların yeni bir şeyi deneme heyecanından daha önemli. Yeni bir şey deneyecekleri zaman ilk akla gelen başarısızlık ve başkalarının alay etmesi korkusu oluyor." Yakup Bey'in söylediğini açık seçik anlayabiliyordum. Bir süre sustu, ıhlamurundan bir yudum aldı, yüzüme baktı, söylediğini anladığımdan emin olarak konuşmasına devam etti. "ikinci soru, Kendinizi sürekli başkalarını memnun etmeye çalışan biri olarak görür müsünüz? idi. "Recep Bey, yine dış dünyaya önem verdiğini belirten bir yanıt veriyor; ne var ki, dış dünyadaki insanları temelde iki grup içinde görüyor: Kendisinden güçlü ve güçsüz olanlar. Ne diyor: 'Eğer karşımdaki güçlü ve bana kötülük edebilecek biri ise, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek babından, güler yüz gösteririm.' Bu güler yüzün tabii o insanın değeriyle hiçbir ilişkisi yo^ Kendi özüyle de bir ilgisi yok. Tamamiyle adam kullanma tavrı içinde gösterilen bir güleryüz.
Description: