DENİZLER ALTINDA 20.000 FERSAH Jules Verne Gün Yayıncılık © Bu kitabın yayın hakkı GÜN YAYINCILIK Limited Şirketi’ne aittir. İzin alınmadan hiçbir Şekilde alıntı yapılamaz, kaynak gösterilemez. Kapak: İmam Cici GÜN YAYINCILIK LİMİTED ŞİRKETİ Binbirdirek Mahallesi Klodfarer Caddesi No:40 Daire:8 Sultanahmet / İSTANBUL Tel: (0212) 518 06 07 e-posta: [email protected] DENİZ CANAVARI 1860’ların başlarında, dünya sularında hiç kimsenin anlam veremediği ve devlet makamlarının açıklayamadığı birtakım olaylar yaşanmaya başlamıştı. Bu olaylar denizciler kadar, Amerika ve bütün Avrupa’yı da etkisi altına almıştı. Denizciler bir süredir balina kadar heybetli, üzerinden ışıklar saçan ve oldukça hızlı hareket edebilen bir varlıkla karşılaşıyordu. Bütün denizciler ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri anlatıyordu. Görülen varlık yaklaşık altmış metre uzunluğunda ve çok uzaktan bile seçilebilecek kadar heybetliydi. İlk olarak 20 Temmuz 1861’de Avustralya kıyılarının beş mil kadar uzağında seyreden bir geminin kaptanı tarafından rapor edilmişti. Kaptan, haritasında olmayan bu karaltıyı henüz keşfedilmemiş bir ada zannetmiş ve yerini işaretlemeye çalışırken gördükleriyle şok olmuştu. Meçhul bir ada sandığı bu varlık, denizin elli metre kadar üzerine yükselen sular fışkırtmaya başlamıştı. Kaptan gördükleri sonrasında telaşa kapılmış, hemen merkezle bağlantı kurup denizin bu derece şiddetli köpük yaratamayacağını bildirmiş ve rotasını değiştirerek hedefinden başka bir limana sığınmıştı. Birleşik Devletler Denizcilik Sekreterliği olayın çok fazla üzerinde durmamış bunun bir yanılsama olabileceğini düşünmüştü. Ancak kısa bir süre sonra 23 Temmuz günü; Cristobal-Colon adlı geminin varlığın ilk görüldüğü yerden sekiz yüz mil uzaklıktan; rapor ettiği durum tamamen aynıydı. Bu durum karşısında devlet makamlarında yüksek sesle konuşulmayan bir dedikodu uğultusu yayılmaya başlamıştı. Bahsedilen varlık bir canavar olabilir miydi? Eğer öyle ise, ya tek başına değildi ya da üç gün içinde sekiz yüz mil ilerleyebilecek kadar hızlıydı. Bu iki durumdan hangisinin daha korkunç olduğuna karar vermek oldukça güç bir şeydi. Devletlerarası görüşmelerden sonra, halkı galeyana getirmemek ve uluslararası karasularının güvenliği konusunda endişe yaratmamak için resmi bir açıklama yapılmadan önce beklenmesi kararı alınmıştı. Her ne kadar resmi açıklamalar olmasa da; bilim adamları ve denizle ilgilenen herkes bu konu ile ilgili bilgi almaya çalışıyor, bu varlığın ne olduğu üzerine tartışıyordu. Bu tarihlerde bazı bilimsel incelemelerle meşgul olmak üzere, Paris Biyoloji Müzesi’nin profesör yardımcısı olarak, Amerika’nın Nebraska eyaletinde bulunuyordum. Bir biyolog olarak ilgimi çeken bütün bu gelişmeler hakkında bütün bilgileri topluyordum. 1862 yılının ilk aylarında unutulmaya başlanan bu olay, yeni raporların bildirilmesiyle tekrar gündeme gelmişti. 5 Mart 1862’da Movarin adlı Kanada bandıralı gemi, okyanusun sakin sularında saatte on üç deniz mili hızla yol alırken haritada gözükmeyen bir kayaya çarpmıştı. Mürettebat sarsıntının olduğu yere gittiğinde, ne bir kaya ne de başka bir engele rastlamıştı. Ancak geminin gövdesinde bir hasar oluşmuştu. Gemi sağlam bir yapıya sahip olduğundan, hasar önemsenmeyerek yola devam edilmişti. Bundan kısa bir süre sonra, 13 Nisan 1862 günü Scotia adlı gemiden benzer bir olay rapor edilmişti. Saatte on beş deniz mili süratle yol alan gemi; akşam saatlerinde kıç tarafından aldığı bir darbe ile sarsılmıştı. Tayfaların olağanüstü çabası sonrasında gemi üç günlük bir gecikmeyle Liverpool limanına varabilmişti. Gemiyi inceleyen mühendisler gözlerine inanamamıştı. Geminin alt güvertesinde, su seviyesinden dört metre aşağıda üçgen şeklinde bir delik açılmıştı. Delik o denli pürüzsüzdü ki kayalar sayesinde oluşması mümkün değildi. Bu son iki olay ortalığı yeniden hareketlendirmiş, deniz canavarı ile ilgili söylentiler çoğalmıştı. Artık o kadar ileri gidilmişti ki, bütün deniz kazaları bu canavara bağlanıyordu. Bunun üzerine Denizcilik Sekreterliği genel bir açıklama yapmış ve denizlerde henüz bilinmeyen bir nedenle olan olayları resmen duyurmuştu. Artık uluslararası deniz yolculukları tehlikeli sayılmaya başlamış, bu sektörde ciddi sorunlar ortaya çıkmıştı. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, deniz canavarını ortadan kaldırmaktan başka bir çare yoktu. Bütün bu olaylar gelişirken, daha çok bilgi almak adına New York’a gitmiştim. Araştırmalarımı yaparken kısa sürede şehirde tanınan biri olmuştum. Bir doğa bilimci olarak söylemlerime çok değer veriliyor, yorumlarım birçok kişinin ilgisini çekiyordu. Ben de Pierre Aronnax olarak olaylar karşısında sessiz kalamazdım. Bütün notlarımı toparlayarak 30 Nisan günü New York Herald gazetesinde yayınlanan bir makale yazdım. Makalemin yarattığı etki büyük olmuş ve bilim çevreleri bu müthiş deniz canavarının yok edilmesi gerekliliği fikrinde birleşmişti. Devlet de bu fikri desteklediği için New York da canavarı yok etmek üzere hummalı bir çalışma başlamıştı. Denize çıkılacak ve canavar kendi ortamında alt edilecekti. Bu önemli görev, Birleşik Devletlerin en güçlü gemisi Abraham Lincoln’a verilmişti. Geminin kaptanlığını deneyimli deniz komutanı Farragut yapacak ve üst düzey yetkililerden istediği kadar cephane alabilecekti. Kısa süre sonra bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Ancak canavar sanki olanları görüp, yakalanacağından haber almışçasına ortadan yok olmuştu. Bu yüzden gemi hazır vaziyette limanda bekledi. Sonunda San Fransisko ile Şangay arasında sefer yapan Tampico gemisinden gelen haber herkesi heyecanlandırdı. Gemi çalışanları, canavarı büyük okyanusun kuzeyinde görmüştü. Bu haber üzerine Abraham Lincoln gemisi yirmi dört saatte çıkış için hazır duruma getirilmişti. Gemi limandan ayrılmadan üç saat önce söyle bir mektup aldım. Sayın Aronnax, Bildiğiniz üzere Abraham Lincoln Gemisi, denizlerimizde huzur bırakmayan büyük canavarı yok etmek üzere yola çıkacaktır. Yola çıkma zamanı gelmiştir. Eğer bu sefere katılarak engin bilgilerinizle Kaptan Farragut ve mürettebatına yardımcı olmak isterseniz, emrinize bir kamara ayrıldığını bilmenizi isteriz. Devletimiz, sizin Fransa’yı temsil etmenizden ve uluslar arası bu sorunun çözümü için yardımlarınızdan çok memnun kalacaktır. Gerekli tüm talimatlar komutan Farragut’a iletilmiştir. Saygılarımla, J.B. Hobson, Birleşik Devletler Denizcilik Sekreteri. J.B. Hobson’dan gelen bu mektubu aldığımda oldukça yorgundum ama bu deniz canavarının peşinden gitmek işimin bir parçasıydı. Çünkü doğayı ilgilendiren, ciddi ve ilginç bir konuydu. Bütün olayları başından sonuna kadar hızlıca düşündüm ve bu yolculuğa çıkma fikrine hemen ikna oldum. Bunun üzerine, on senedir yanımda olan ve bana hala siz diye hitap eden otuz yaşlarındaki sadık yardımcım Conceil’i çağırdım. Böyle bir yolculuğa çıkmak cesaret isteyen bir işti. Yardımcımın bu konuda ne düşüneceğini merak ettiğimi hissettirmeden konuşmaya başladım: “Sevgili Conceil, hemen çantalarımızı hazırla, iki saate kadar uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkıyoruz!” Conceil, bu yolculuğun yönü ya da nedeni ile ilgili hiçbir merak işareti göstermeden sakin bir tavırla cevap verdi. “Efendim nasıl arzu ederse.” Onun bu telaşsız tavrı karşısında elimde olmadan bir miktar sinirlenerek bir konuşma başlattım: “Yalnız acele et, çok fazla vaktimiz yok, iki saate kadar kalkacak olan bir gemiye yetişeceğiz. Çantalara sadece gerekli olan eşyaları koy. Çabuk ol.” “Elbette efendim, peki koleksiyonlarınız ne olacak?” “Onlarla daha sonra ilgileniriz.” “Nasıl yani? Efendim, Archioterium’ları, Cheropotamus’ları, Hydracotherium’ları ve diğer hayvan iskeletlerini feda mı edecek?” “Hayır Conceil, sevgili oğlum, feda etmeyeceğiz. Onları sadece bir süre için otelde muhafazaya aldıracağız.” “Peki efendim, ya Hint domuzunuz?” “Onu da otelde bırakacağız, ne de olsa arka bahçede bakılıyor. Biz gelene kadar bakmaya devam ederler. Ya da tüm eşyalarımızın Fransa’ya gönderilmesini sağlayacağım.” Conceil, biraz kararsız ve olanları anlamaya çalışan bir ifadeyle bir iki saniye bana baktı. Sonra durum hakkında bilgi almak ister bir ses tonuyla tekrar söze girdi. “Galiba efendim Fransa’ya dönmek istemiyorlar?” “Eve döneceğiz çocuğum, ama önce okyanusta biraz dolaşmamız gerekecek.” “Nasıl arzu ederseniz, hemen hazırlıkları yapayım.” “Fransa’ya dönmek için seçtiğim yol uzun ve oldukça meşakkatli. Denizlerde karşılaşılan meçhul canavarın peşine düşecek olan Abraham Lincoln gemisine bineceğiz.” Yolculuğumuzun sebebini söylememe rağmen, yardımcımın hiçbir telaş belirtisi göstermemesi beni şaşırtmıştı. Bu genç adamın içinde olduğumuz durumun şartlarını tam olarak anlaması ve kendimi hiç düşünmeden içine attığım bu macerada benimle gelmek konusunda kendi kararını vermesi için durumu tam olarak izah etmek istedim. “Bu yolculukta neyle karşılaşacağımız belli değil, üstelik belki de bütün okyanusları dolaşmamız gerekecek. Ne pahasına olursa olsun o canavarı bulana kadar yolumuza devam edeceğiz. Eve dönmemiz çok uzun zaman alabilir. Gemimizin çok yetenekli ve gözü pek bir kaptanı var. Yine de, bu yolculuk şerefli olduğu kadar da tehlikeli bir macera. Benimle birlikte gelmek konusundaki kararını sana bırakıyorum.” Conceil, sakinliğinden hiçbir şey kaybetmeden gülümseyerek cevapladı. “Efendim nasıl isterse.” “Çok teşekkürler evlat. Ancak bu konu bugüne kadar yaşadığımız her şeyden farklı. Senden bu güne kadar hiçbir şey gizlemedim. Belki de çıkacağımız bu yolculuğun sonu olmayacak. Bu yüzden kendi hayatını düşünerek cevap vermelisin. “ “Efendim nasıl bir karar almış olursa olsun, onun peşinden gitmek benim için onurdur. Lütfen benim için endişelenmeyin. Ne kadar ciddi bir tehlikede olursak olalım, dünyada sizin yanınızdan daha güvende hissedeceğim bir yer yok. Sizinle gelmeyi yürekten istiyorum.” “Teşekkür ederim oğlum. Ben de senin gibi bir yardımcı ile çalışmaktan her zaman gurur duydum. Karar verdiğimize göre