Beytulhikme An International Journal of Philosophy ISSN: 1303-8303 Volume 5 Issue 2 December 2015 Research ArticleDoi: 10.18491/bijop.62643 ___________________________________________________________ Ben Felsefesi yahut Hak Felsefesi ___________________________________________________________ The Philosophy of Self or Truth MEHMET KASIM ÖZGEN y h Cumhuriyet University p o s o l i Received: 14.06.15Accepted: 26.12.15 h P Abstract: What is meant by the „I‟ is the philosophy that places the f o „I‟ in the center and has a reflectional view on the „I‟. This article l a deals with the differences between the philosophy of the „I‟ in the n r West and the philosophy of the „Truth‟ in the East. The subjects u o of the „I‟ and the „Truth‟ support each other. The „I‟ and the J „Truth‟ may sometimes replace each other. The person who ap- l a proaches to the „I‟ will also approaches to the „Truth‟ or vice versa. n o In the modern point of view, modern „I‟ is not innate. It is some- i t thing man made, a result of human intention and decision and a n something invented. Individuals brought up with this kind of view r e point are never a real „I‟ and can never be because human beings in t n modern communities places themselves in the centre of attention I according to how they consider themselves important. However, n A the method pioneered by Fichte focused on the action rather than e the thought. He placed the action and existence before the m k thought. In addition to this, in the mystic philosophy, he always i h tried to warn the humanity to be careful about distinguishing the l u „Real I‟ from all the other „I‟s. The philosophy of “I am the Truth” t y is both a philosophy of the „I‟ and the „Truth‟. The dissolution „I‟ is e B equal to permanency of the „Truth‟. The permanency of the „I‟ is the hidden „Truth‟. Keywords: Philosopy of self, philosophy of truth, Mansur al-Hallaj, I am the Truth, Fichte. ___________________________________________________________ Yıldız Karagöz Yeke, Doç. Dr. Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Eğitimi Birimi 58140, Sivas, TR[email protected] 190 Mehmet Kasım Özgen Giriş Ben felsefesi kavramı ile kastedilen, Beni merkeze alan ve ben üze- rinde refleksiyonel düşünen felsefi görüşlerdir. Batı felsefesinde özellikle Kant, Fichte, Schelling‟in refleksiyonel yöntemle Ben kavramı ile ilgili yaptıkları temellendirmeler, Ben felsefesi çerçevesinde değerlendirilmiş- tir. Bu makalede, bir taraftan Fichte‟nin Beni ve Batıdaki mistisizmin y h Tanrı-Ben ilişkisi, öte taraftan Doğudaki Hak/ Gerçek Ben felsefesi üze- p o rine inceleme yapmak amaçlanmıştır. Hallac-ı Mansur‟un Hak felsefesi bir s o açıdan Hak diğer açıdan da bir Ben felsefesidir. Doğuda Tasavvuf felsefe- l i sinde Benin gerçek bir Ben olabilmesi için zihne dayalı sahte Benin yok h P edilmesi, içerdeki gerçek Benin keşif edilmesi ya da Benin yerine Hakkın f geçmesi gibi fikirler işlenmektedir. Bu makale, bir tür Batının Ben felsefe- o l si ile Doğunun Hak felsefesi arasındaki benzerlik ve farklılıklar üzerinde a n hem Fichte felsefesi hem de tasavvuf felsefesi açısından tartışma yürüt- r u meyi amaçlamaktadır. Bu nedenle Fichte üzerindeki incelememiz daha o J fazla ağırlıklı olacaktır. l a Ben ve iyi ya da başka ifadeyle benlik ve iyilik veya ahlak temaları ay- n o rılmaz biçimde birbirine bağlıdırlar. Taylor, Batı ahlak felsefesinin Ben i t açısından “nasıl olmanın daha iyi olacağından ziyade, nasıl davranmanın a n daha doğru olacağını, iyi yaşamanın özünü tanımlamaktan ziyade, zorunlu- r e luğun içeriğini tanımlamaya yoğunlaşma eğiliminde” olduğunu uzun uza- t n dıya vurgular. (Taylor, 1989:3) Taylor, kabukta yoğunlaşmış bu felsefenin, I Benin özünden olan sevgimizin ya da sadakatimizin amacı olarak iyilik n A anlayışına uygun bir kavramsal yapıdan ve ciddi bir Ben görüşünden yok- e sun olduğundan şiddetle yakınır. Aynı zamanda Taylor güçlü bir irade m yoğunlaşmasına sahip olmayan ve tatmin edici de gözükmeyen kötü bir k i hayata sahip bir Ben felsefesinden de şikâyetçi olmaktadır. (Taylor, h l 1989:4-5) Taylor içe doğru yol aldıkça göklere, kutsallığa, gerçek Bene u t daha fazla yaklaştığını vurgular. Ancak insanlık ufkunda böyle bir yolculuk y e henüz gözükmemektedir. Benlik ve iyi olmak kavramlarının birbirinden B ayrılmış olması modern dünyanın Ben görüşüyle ilgili en önemli çıkmazla- rından biridir. Çünkü Ben olmanın, fiili olarak iyi olmaktan koparılıp sadece kurallara, söyleme veya teorik düşünce ve çevreye uyum ve uygun- luk olarak anlaşılması, Ben felsefesinin doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden biridir. B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 191 Ben Felsefesi yahut Hak Felsefesi Charles Guignon On Being Auethentic adlı önemli kitabında Ben olmak kavramına ilişkin “kendi kendine yetme”yi amaç edinen ve “otantik olmak” idealini merkeze alan bir tanımlama yapmaya çalışır. Guignon‟a göre, “Ben kimim?” sorusu ve hayatın ne olduğu veya ne olması gerektiğini anlama kaygısı felsefenin temel ilgisi olmalıdır. Söz konusu ilgisini otan- tiklik fikri üzerinde geliştirmek konusunda Taylor‟un onun üzerinde etki- y si büyük olmuştur. Otantiklik, Benin kendi olması, Benin iyiyi gözetmesi h p veya iyiliğin önünü açmaya yönelmesi, Benin bütünlüğünü ve kendi için- o deki kutsallığı görebilmesidir. Kısacası, otantiklik, Benin gerçekte hep s o “bana, bana, bana” diyen kültürde büyümüş egodan çok farklı olduğunun l i h keşif edilmesidir. İlerde değineceğimiz gibi, aslında Benin keşfinin içer- P deki Tanrının keşfinden ve kendini Tanrının ellerine teslim etmekten ya f o da olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi eylemekten ve “kurgusal l benden” kurtulup gerçek “otantik ben” olmaktan başka bir şey değildir. a n (Guignon, 2004: VIII-4) r u o Otantiklik idealinin temelinde her bireyin içinde yer alan, hakikatte J Ben olmayan her şeyden ayrı olan derin bir “Gerçek Ben” vardır. Bu haki- l a ki içsel Ben, kişiyi eşsiz bir birey yapan duygular, kabiliyetler ve yaratıcı n o hünerler kümesini ihtiva eder. Otantik olmak yaşamın yüce amacıdır. i t Otantiklik idealinin iki unsuru vardır ve bu da bize iki ödev yükler. İlki, a n otantiklik bizden içe bakış, refleksiyonla ve teemmül veya tefekkürle r e başarılacak bir görev olan içimizdeki gerçek Benle temasa geçmemizi t n ister. İkincisi ise bize içsel özellikler bütünü olan biricik eylemlerimizle I dış dünyada kendimizi olduğu gibi ifade edebilme doğrultusunda dürüst- n A lük ve samimi olmak ödevini yükler. Otantik olmakta bizden istenen e şeyin özü yalnızca Gerçek Benimizi dışa vurmak suretiyle otantik insan m k olarak kendini gerçekleştirmek ve içteki potansiyelimizi en iyi biçimde i h değerlendirmeyi başarmaktan ibarettir. (Guignon, 2004:6) l u Aziz Augustinus‟un İtiraflar adlı kitabı içsel ben konusuna çokça t y vurgu yapan, „dışa doğru gitme, kendi içine dön‟ mesajını vurgulayan, ha- e B kikatin içteki Bende ikamet ettiğine dikkat çeken ve insana içsel beni keşif konusunda refleksiyonel düşünmeyi öğütleyen, kısacası daha fazla içeriye yolculuğun önünü açan “ilk modern eser”dir. (Guignon, 2004:14) Eylem zihni arındırmak içindir, gerçekliği algılama için değildir. Hakika- tin bilinmesi değil yaşanması zihni arındırır. Thomas Aquinas‟ın dile ge- Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 192 Mehmet Kasım Özgen tirdiği gibi, her şeyin ereği, o şeyin ilk failinin ya da hareket ettiricisinin arzuladığı şeydir ve evrenin ilk hareket ettiricisi de ilk akıldır. Evrenin ereği aklın iyiliği olmalıdır. Bu da hakikattir. Dolayısıyla hakikat tüm bir evrenin ereği olmalıdır ve düşünce gereği olan eylem, bilgeliğin uğraşması gereken bir şey olmalıdır. Eten elbise giymiş ilahi bilgelik dünyaya hakikat getirdiğini ilan eder. Aristo ilk felsefeyi hakikatin bilgisi, yani gerçeğe y h göre yaşam olarak tanımlar. Tüm hakikatin kaynağı olan Hakikat kastedi- p lir burada. Bu nedenle, bir şeyin hakikati tüm hakikatin ilkesidir. (Huxley, o s 2012:490) Hakikat burada Benin eylemidir. o l i Bir konunun gerçekliğini bilmek için öncelikle onun varlık ya da Ben h P boyutunun kavranması, sonra Varlığın/Benin özünün ne olduğunun, Benin f eylemlerinin ne olduğunun incelenmesi, en sonunda da Varlığın/Benin o nitelik ve özelliklerinin kavranması yöntemini tercih etmek klasik bir l a gelenektir. İşte Gazali‟de olduğu gibi Fichte de tüm Ben felsefesini, kendi n r düşünce sistemini Ben/ Varlık üzerinde inşa etmiştir. Çünkü Gazali de, u o Descartes de ve Fichte de Benden yola çıkmıştır. Buna neden olarak hep- J l si, Benin kendi varlığından şüphe etmesinin sonuç olarak mümkün olma- a n dığı hususundaki ortak noktayı ileri sürmüşlerdir. Gazali Ben felsefesinin o i temel amacı olarak Tanrıyı bilmeye ve ona göre yaşamaya işaret etmişler. t a Ancak Tanrıyı bilmek için temel koşulun da kendini bilmek olduğunu n r önemle ifade etmiştir. (Gazali, 1980: 14) Çünkü ona göre Beni bilmeden e t Tanrıyı bilmek imkânsızdır. n I Gazali‟ye göre Tanrıyı bilmenin anahtarı kesin olarak Beni bilmek ya n da kendilik bilgisidir. Çünkü insana Kendilikten daha yakın başka bir Ben A yoktur. Buna Fichte‟nin Mutlak Ben dediği ve bazen bununla içteki mut- e m lak beni bazen de Aşkın Beni kast ettiği anlam da dahildir. Tanrı Beninin k i yakınlığı ya da keşfi de yine Ben bilincine bağlıdır. Bu nedenle Ben felse- h l fesinde öncelikli olan Bendir, Kendiliktir. Gazali “kendini bilmeyen Tan- u t rıyı nasıl bilir?” (Gazali, 1980: 15) diye sorar. Gazali bu kendilik bilgisiyle y e ilgili olarak öncelikle Benin özü, nitelikleri, yaşam amacı, yaşam amacı B olan iyi eylemlere nasıl sahip olunacağı, mutluluk ve mutsuzluk bilgisinin nasıl kazanılacağı, ahlaklı olmak için egonun/nefsin tüm özelliklerini iyi bilmek ve onlardan kurtulmak gerektiği gibi konu ve ilkeler üzerinde uzunca durur. Gazali Benin “batın” ve “zahir”den meydana geldiğini, kalp kavramının Benin Batınını içerdiğini ve Benin özünü meydana getirdiğini B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 193 Ben Felsefesi yahut Hak Felsefesi ifade etmektedir. Cili için de Gerçek Varlığa göre kalp yüze tutulan bir aynadır. Yani, kalbin gerçek varlığı aslında Hakkın bir görüntüsüdür. Evren her an kesintisiz değişmektedir. Evrende gerçekleşen bu değişme- nin görüntüsü kalbe yansır ve kalp de onunla birlikte değişir. Bu değişime aks (aksi, karşıt, tersi) ya da kalp denir. Bu durumu en iyi anlatan aynadır. Çünkü aynanın görüntüsü terstir. Yani, aynada aksi çıkar. (Cili, 2011:84) y Bu nedenle Ben bilgisi bir anlamda kalp bilgisine indirgenmektedir. h p 1. Zihin, Akıl ve Kalp o s o Zihin, akıl ve kalp, Benin yolculuğunun makamlarıdır. Gazali‟ye göre, l i Kalbi tanımak Beni tanımak anlamına gelir. Böylece Gazali kalbin fiziki h P olmayan varlığı hakkında uzun uzadıya deliller getirmekle meşgul olur. f Özetle, Gazali kalbin kesin varlığından yola çıkarak insanın kendi varlı- o l ğından asla şüphesinin olamayacağı görüşündedir. İnsan varlığının fiziki a n yapısıyla bir Ben olmadığı gerçektir. Çünkü ölülerin de fiziki bir yapısı r u vardır. Ancak ölülerin asla bir kalbi yoktur. İşte Beni Ben yapan da bu o J kalbin varlığıdır. Kalpten amaç da daha içteki ruh/can ve akıldır. Gazali l benin varlığı için ikinci delilini ise daha önce İbni Sina‟nın da sözünü a n ettiği, boşlukta asılı duran ve hiçbir duyumsal algısı olmayan bir insanın o i Ben bilincine sahip olabileceği ve dolayısıyla bedensiz ben bilincinin t a mümkün olduğu deliline dayanmaktadır. (İbn Sina, 1983: 78) Bu nedenle n r kalbin veya Ben bilincinin Ben olmayan bir nesneye ihtiyacı yoktur. Öte e t yandan, Ben Bilincinin kâmil bir şekilde gelişmesi için tedrici bir biçimde n I ve sürekli olarak bir “nesne olmak” ya da nesnelere sahip olmak hırsından n kurtulması gerekir. Nitekim bu konuda Farabi de gerçek Ben bilincinin A mutluluğu kazanabilmesi için nesneye sahip olmak bilincinden tamamen e m uzaklaşması gerektiğini söyler. (Farabi, 1990: 12) Diğer yandan, Batıda k i Benin nesne olmadan nasıl bileceği sorunu Kant‟ı da oldukça meşgul et- h l miş ve Fichte Kant‟ın bu konudaki görüşlerinin eksiklerine işaret edip u t kendi Ben felsefesini bu sorunları çözmeye adayarak geliştirmiştir. y e Bu problemin çözümü, Kant‟ın son dönemlerinde yapmaya çalıştığı B ve Fichte‟nin de geliştirdiği zihin ve akıl ayırımın yapılmasına bağlıdır. Büyük rasyonalist filozoflardan Descartes, Spinoza ve Leibniz‟in Ben felsefesinin ilk temellerini atarken tartıştıkları temel noktalardan biri de, zihin ve akıl arasındaki ayırımlar etrafında dönen tartışmalardır. Bu tar- Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 194 Mehmet Kasım Özgen tışmalar özellikle Yeniçağın ben felsefesi tartışmalarını da oldukça etkiler. Söz konusu bu büyük rasyonalist düşünürler zihin ile akıl ya da düşünme gücü ile tahayyül gücü arasında keskin bir ayırım yaparlar. Onlar düşünme gücünün Beni doğruya yönlendiren tek doğru güç olduğunu, tahayyül ve duyusal güçlerin ise Beni fikir karmaşasına ya da kafa karışıklığına götür- düğünü kesin ve katı bir biçimde sürekli savundular. Kendi Benlik felsefe- y h lerini de bu temel üzerine inşa etmeye çalıştılar. Bir başka deyişle, onlar p için düşünme gücü kesinlik, dakiklik ve açıklık anlamına geliyordu. Yine o s onlar duyumlarla beslenen tahayyül gücünün insanın doğuştan getirdiği o l açık seçik bilgiyi de gölgelediğinden dolayı zihni duyumsal yetilerden i h ibaret bulanık bir takım görüler olarak değerlendirip ikinci plana attılar. P Böylece Benin bütünlüğüne dair ilk kırılma, farkında olmayarak bu düşü- f o nürler tarafından başlatılmış oldu. l a Tüm rasyonalist filozoflar Ben sistemlerini, duyusal algıya dayalı zi- n r hinsel bilgiden ziyade a priori bilgi üzerinden inşa ettiler ve duyumsal u o bilgiyi vehim/doxa olarak nitelendirip önemsemediler. Örneğin, Descartes J l aklın yapısını Matematiksel modeli esas alarak incelemiş ve Beni kesin bir a n ilkeye göre temellendirmek istemiştir. Descartes “düşünüyorum öyleyse o i varımı felsefenin ilk ilkesi olarak kabul ettim.” der. (Descartes,1980: 35) t a Ancak hemen belirtmek gerekir ki Descartes “iyi düşünceli olmak yet- n r mez, asıl iş düşünceyi iyi kullanmaktır.” (Descartes,1980: 4) derken akli e t bilginin tek başına işe yaramayacağına, bu salt akli bilgiyi kullanan ve yüzü n I nesnelere dönük olan zihin gücüne ve bu gücü kullanacak olan Bene de n dikkat çekmekle yetinir. Ancak akıl ve zihin ayırımını belirgin olarak A yapmaz ve söz konusu bu Ben üzerinde durmaz. e m Descartes zihnin bize bilgiyi, biri apaçık bilgileri doğrudan veren en- k i telektüel sezgi gücü ve diğeri sezgi gücünden bilgiler türetmek, akıl yü- h l rütmek, eş deyişle dedüksiyon/tümdengelim yoluyla sağladığını düşünür. u t Tümdengelim yöntemi daha sonra da rasyonalist düşünürlerde önemini y e koruyacaktır. Spinoza ise Benden yola çıkmaz. O, Benin karşıtı olan Doğa B felsefesinden hareket ettiği için daha ileri giderek düşünme gücünü bile tek tözün varlığının bir ana niteliği ve yansıması olarak kabul eder. Spino- za‟ya göre varlık ve düşünme tek tözün ana nitelikleridirler. Dolayısıyla Spinoza‟ya göre düşünme aslında Tanrısal bir idedir. Zihindeki ide ise sadece bir kavrayıştır. (Cevizci, 2014:700). Daha sonra Fichte kavrayış- B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 195 Ben Felsefesi yahut Hak Felsefesi tan ibaret kabul edilen bu idenin karşısına Benin kendini vazettiği eyle- mini koyacaktır. Leibniz “her Ben kendi bölmesinde küçük bir ilah gibidir” der. (Le- ibniz, 2011:61) Ona göre, söz konusu bu Benler kendi aralarında doğuştan gelen ideler ve sevgi ile iletişim kurarlar. Ancak burada ona göre asıl önemli olan, Benin Tanrı ile iletişimidir. Ben bu iletişimi ancak ilahi aşk y yoluyla yapabilir. Leibniz‟e göre, Beni Tanrıyla bir tür muhabbete girmeye h p muktedir kılan şey işte bu ilahi sevgidir. Ancak Ben ve Tanrı arasındaki o s bu ilişki mucit ile makine gibi değil de, padişah ile tebaası, hatta baba ile o l çocuk arasındaki gibi bir ilişkidir. Buradan şu sonuç çıkar: “Tüm Benler i h topyekûn Tanrı Devletini, yani en yetkin padişahın egemenliğindeki olası P en yetkin devleti oluştururlar.” (Leibniz, 2011:61) Bu nedenle “ister insan f o ister cin olsun kendisine lütuf edilmiş ebedi hakikatler ve akıl sayesinde l a Tanrıyla muhabbette giren her Ben, Tanrı Devleti‟nin, yani tüm padişah- n r ların en yücesi ve en iyisi tarafından kurtuluşa yöneltilen en yetkin Devle- u o tin mensubudur.” (Leibniz, 2011:77) Ben söz konusu bu manevi devletin J mensubu olduğu sürece gerçek Ben olur. l a Leibniz‟e göre, Ben için en yetkin, en mutlu, dolayısı ile tözlerin en n o sevgilisi Tanrı olduğundan dolayı saf aşk ile sevilen bu varlığın huzurundan i t a ve mutluluğundan haz almak bir lütuftur. Huzurda olmayı başarabilmek n en önemli koşuldur. Bundan dolayı Ben tüm benliğiyle Tanrıya yöneldi- r e ğinde bu aşk bize hayatta muktedir olacağımız en yüksek hazzı vermekte- t n dir. (Leibniz, 2011:78) Leibniz‟ e göre “ ilahi aşk ancak Bene en yüksek I n dinginliği verebilir.” (Leibniz, 2011:79) Leibniz‟e göre, Ben “ruh/can akıl A mertebesine eriştiğinde artık daha ulvi bir şey olur ve buna Ben denir.” e (Leibniz, 2011:69) Leibniz şöyle der: “Akıllı ruh veya Bene gelince onda m k monatlarda, yani basit ruhlarda olandan daha fazlası vardır. Ben, sadece i h mahlûkat âleminin bir aynası değil, aynı zamanda ulûhiyetin bir suretidir. l u Ben, sadece Tanrının eserlerinin algısına sahip olmakla kalmaz, daha kü- t y çük boyutta da olsa onlara benzer şeyler yaratma yeteneğine sahiptir.” e B (Leibniz, 2011:77) Bu aşamaya gelen Ben, Hak/Tanrısal Bendir. Öte yandan Berkeley zihni, farkındalık bilincine bağlıyordu. Farkın- dalık demek, var olmak demekti. Bilinç aslında ona göre Hak bilincidir. Berkeley bu noktayı biraz daha açmak ister ve der ki “Düşünmeyen kala- balıklar Tanrıyı göremediklerini öne sürerler.” (Berkeley, 1996:122) Oysa Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 196 Mehmet Kasım Özgen ki algı alanımıza girmeyen bir Benin özünü görmesek bile tikel bir insanı görürüz. Aynı biçimde Tanrıyı da görürüz. Tikel bir insan benini gösteren şey belli bir sonlu, sınırlı ideler topluluğudur. Oysa bakışımızı çevirdiğimiz her yerde hep Tanrısallığın apaçık sonsuz belirtilerini algılarız. Her şey Tanrı erkinin göstergesidir ve onun etkisidir. Öyleyse Tanrı ya da Benle- rin yanı başında, Benimizde bizi sürekli etkileyen, içinde yaşadığımız, y h devindiğimiz, varlığımızı bulduğumuz Büyük Bir Benin [Hak] var oldu- p ğundan daha apaçık bir şey olamaz. (Berkeley, 1996:129) o s o Fichte kendi Ben felsefesini temellendirirken bu görüşleri derinleşti- l i recektir. Fichte için nedeni bilmek önemlidir. Çünkü o, nedenin kendi- h P sinde de en az sonuç kadar gerçeklik bilgisi olduğuna inanmaktadır. Ben, f en temel nedendir. Bu nedenle, o inceleme alanını salt doğa üzerinde o yoğunlaştırmanın eksik bir yöntem olacağı kanısındadır. Daha sonra l a Fichte‟yi onaylar biçimde Heidegger, Yunanlıların doğa bilimleri olarak n r Fizikten anladıkları şeyin bugün bizim anladığımız anlamda bir fizik ol- u o madığına dikkat çekerek bu konunun iyi anlaşılmasının günümüzde ben J l felsefesini doğru anlamak açısından önemli olduğunu vurgular. Heideg- a n ger‟e göre, Yunanlılar Fizik derken görünen doğanın arkasındaki görün- o i meyen asıl doğanın, bir ağacın görünen gelişiminin arkasındaki görünme- t a yen ama tam etkili olan büyüme fenomeninin anlaşılması olarak anlıyor- n r lardı. (Heidegger, 2014:22) Dolayısıyla Beni anlamak için sadece görünen e t duyulur dünyayı değil düşünülür dünyayı da dikkate almak ya da metafi- n I ziksel zorunluluğa olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. n Duyulur dünyaya ait algılama öncelikle duyum aracığıyla zihinde baş- A lar, zihinde oluşan tasavvurlar ve kavramlardan sonra Descartes‟in “ Dü- e m şünen Ben”i devreye girer. Ben, burada düşünmeye bilinç katan temel k i güçtür. Ancak Descartes için düşünme bilincin ya da Benin kendisidir. h l Buna karşın İslam Felsefesi ve Kelamının erken dönemlerinde bile bilmek u t kavramında esas olan “ nefs/ben” veya “rasyonel nefs”tir ve rasyonel y e nefs/ben her zaman bilgiden önce zaten orada var olan ve idrak eden bir B varlığa, yani Bene gönderme yapar. Düşünme, önceden orada olan gizemli Benin sadece bir fonksiyonudur. Kant bu noktayı titizlikle değerlendirmiş ve salt aklın, zihin tarafından bilinmeleri mümkün olmayan “kendinde şey” lerin (ding an sich) varlık ve içerikleri hakkında nasıl bilgi sahibi ol- duğunu sorgulamıştır. Kant sonuç olarak zihin numenler dünyasını düşü- B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 197 Ben Felsefesi yahut Hak Felsefesi nebilmek için asla yetkin değildir düşüncesine varmıştır. Söz konusu bu yetkinliğe ancak akıl sahip olabilir. O halde, zihin ve akıl arasında büyük bir fark olmalıdır. Akıl duyular üstü, aşkın, ezeli ve Mutlak Varlıkla bağlantılıdır. Zihin ise duyusal ve empirik dünyayla bağlantılıdır. Kant‟tan sonra Fichte akıl ve zihin kavramları üzerinde çokça fikir yürütmüştür. Fichte özdeşlik/ben y felsefesinde doğaüstü varlıkların bilgisinin kaynağı ve garantisinin her h p zaman akıl olduğu kanısındadır. Özdeşlik felsefesi, birliğin bir türü olan o s zihinle beden, ruhla madde, özne ile nesne, bilen ile bilinen arasında bir o l ayırım olmadığını, bunların sadece Mutlak Benden farklılaşma olduğunu, i h Birliğin Çokluğa dönüştüğünü ve çokluğun aslında birlik olduğunu dile P getirmektedir. Örneğin Farabi, İbn Sina, Spinoza, Fichte ve Schelling f o gibi filozoflar da metafizik sistemlerini, tin ve doğanın birliği, tin ve do- l a ğanın özünün aynı olduğu üzerinde kurarlar. Bunlara göre, Ben ve Ben n r Olmayanın en yüksek ilkesi Mutlak Varlık veya İlk Nedendir. Aslında u o ideal ile gerçek, bir bakıma özdeştir. Her şeyin nihai hedefi ve temeli J Mutlaktır. Her şey mutlaktan gelir ve ona doğru gider. Benin konumu işte l a bu gelip gitmeler arasında şekillenir. n o Descartes‟in yönteminde ise düşünme varlık/ben açısından değil, dü- i t a şünme açısından öncelik kazanmış ve bu durum modern ben felsefesinin n anlamını derinden şekillendirmiştir. Descartes yöntemi düşünce öncelikli r e bir yöntemdir. Bir başka deyişle, düşünme Descartes için kavramları bir- t n birine bağlamaktan başka bir şey değildir. Paul Ricoeur bunu özne felsefe- I n si olarak isimlendirir ve Descartes‟i Başkası Olarak Kendisi kitabında A eleştirir. Ricoeur „Ben düşünüyorum öyleyse varım‟ yerine öznenin dola- e yımsız koyuluşunu ve kendi üzerinde refleksif düşünme tekniğinin önceli- m k ğini çokça vurgular. (Rıcoeur, 2010: 2) Oysa ki var olmanın oluş tarzı ve i h biçimi üzerinde durmadan sağlıklı bir sonuç almak mümkün gözükmüyor. l u Descartes‟ten sonra varlıktan yola çıkan ontoloji dikkatleri üzerine çek- t y meyi başardı. „İhmal edilen varlık nedir?‟ sorusu önem kazanmaya başladı e B ve varlıkların nitelik sorunları arka plana atılmaya başlandı. Böylece „Benin özü nedir?‟ sorusu yeniden önem kazanmaya başladı. (Ricoeur, 2010:6) Aslında değerli bir Beni inşa etmek için özün ne olduğunu bulmak için yola çıkan Kant da kendini pratik aklın ya da ahlak yasasının içinde buldu. Aşkın olan Benin yolunu açabilmek için duyular dünyasını aşmak Be y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5 198 Mehmet Kasım Özgen zorunda kaldı.( Kant, 1980: 36) Duyulur dünyanın karşısında insanın onu- runu özgürlük ve otonomluktan başka hiçbir şey kurtaramazdı. Çünkü özgürlük insana pratik akıldan gelir, yani ancak pratik yasaya uyarsan özgür olabilirsin. Bu paradoks da ancak insanın otonomisi ile çözülür. Otonomi, iradenin kendi kendine iyi niyetine dayalı olarak, yine kendisi için hakka/gerçeğe dayalı evrensel bir yasa ortaya koymasıdır. y h 2. Ben ve Hak p o s Fichte, Kant‟ın bu düşüncelerini tam bir ben felsefesine dönüştür- o l meyi başardı. Fichte ilkin gerçeklik/var olmak kategorisinden yola çıkarak i h özdeşlik ilkesini buldu ve bu ilke ile Benim diyen, kendisini tez olarak P ortaya koyan bir Benden yola çıktı. Başka bir deyişle, Fichte Benin kendi- f o ni ortaya koyabilen bir tez olduğunu söyledi. Tezin karşısına ise Ben ol- l a mayanı, yani antitezi koydu ve bunu çelişmezlik ilkesi ile destekledi. n r Olumsuzlama kategorisinden yola çıkarak ben diyebilmek için Sen diyebi- u o leceğimiz bir karşıt tezin olması gerektiği zorunluluğunu kanıtladı. Son J olarak, olumsuzlama kategorisinin beraberinde getirdiği sınırlama katego- l a risi ile de tez ve antitezin bir birleşimi olan yeni bir durum olarak sentezi n o çıkardı. Fichte için sentez, Mutlak Benin ifadesinden başka şey değildir. i t a Fichte‟ye göre Benin ilk işlevi kendini bilmesidir, bir başka deyişle n kendi olandan kendi olmayanı ayırabilmesidir. Ayırt etmek, seçebilmek, r e farkında olmak burada oldukça önemlidir. Tez olan Ben, tez olduğundan t n dolayı özne ve bilendir ve bu nedenle nesne olan “Ben Olmayanı” bilir. I n Ben olan dışındaki her şey aynı zamanda bir sınırlamadır. Ben olmak, bir A eylemde bulunmaktır. Nihai amaç Ben ile Ben Olmayanın sentezine, yani e Mutlak Bene ulaşmaktır. Bu nedenle, Fichte‟ye göre Benin mahiyeti dai- m k ma eylem halinde olmaktır. Çünkü Ben, Ben Olmayanla karşılaştığında i h derin bir çelişkiyle de aynı zamanda karşılaşmış olur. Felsefi düşünmek de l u söz konusu bu çelişkinin çözümü üzerinde çaba göstermekle ile başlar. t y e Fichte‟ye göre, insanın asıl özü eylemdir, bir başka deyişle, ahlak ya B da pratik akıldır. İnsanı doğanın determinizm pençesinden ancak pratik akıl kurtarır ve insana mutluluk yolunu açar. Determinizm insan onuruna aykırı bir şeydir. İyi ve kötü kavramları da düşünsel değil eylemsel kav- ramlardır. İyi, kendini inşa etmek ve yeniden doğuşla mümkündür. Kötü ise aslında atalet ve aylaklıktır. Fichte‟nin Ben felsefesi özgürlük felsefesi- B e y t u l h i k m e 5 ( 2 ) 2 0 1 5
Description: