ebook img

AVRUPA BİRLİĞİ KARAR ALMA MEKANİZMALARINDA KIBRIS SORUNU ve SÜRECİN SONU PDF

25 Pages·2017·0.52 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview AVRUPA BİRLİĞİ KARAR ALMA MEKANİZMALARINDA KIBRIS SORUNU ve SÜRECİN SONU

KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 AVRUPA BİRLİĞİ KARAR ALMA MEKANİZMALARINDA KIBRIS SORUNU ve SÜRECİN SONU ANNAN BELGESİ (1990-2004) * Emine HATİP Arş. Gör., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [email protected] Öz Kıbrıs Sorunu’na Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde çözüm arandığı bir dönemde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 4 Temmuz 1990 tarihinde Avrupa Topluluğu (AT)’na üyelik başvurusunda bulunarak 2004’te tam üyelikle sonuçlanacak olan süreci başlatmıştır. Soğuk Savaş’ın sona erdiği “Yeni Dünya Düzeni” içinde kendine yer arayan Avrupa Birliği (AB) Ortadoğu’nun yanı başında ve Asya Pazarı’nın “Batı Kapısı” üzerinde bulunan Kıbrıs’ı da unutmamıştır. Bu çerçevede Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, GKRY’nin tam üyelik başvurusunu normal süreç içerisinde değerlendirmiş ve 30 Haziran 1993’te Kıbrıs’ın üyelik için ehil olduğu KUSAD  yönündeki olumlu görüşünü (avis) açıklamıştır. GKRY’nin AB’ye başvurusuna ilişkin olarak Kıbrıs Türk tarafı ve Rum tarafı, görüşlerini kanıtlayabilmek için, uluslararası hukuk alanında uzmanlaşmış kişilerden görüş alma yoluna KARAMANOĞLU MEHMETBEY  gitmişlerdir. ÜNİVERSİTESİ   Avrupa Komisyonu’nun her yıl AB’ye katılım sürecinde olan aday ülkelerin üyeliğe hazırlık sürecinde kaydettiği ilerlemeyi değerlendiren “İlerleme Raporlarında” ve Birliğe SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMA  gelişmesini sağlamak için genel politikalarla ilgili tüm yararlı kararların alındığı “Zirvelerde” Kıbrıs Sorunu’na oldukça geniş yer verilmiştir. DERGİSİ  12-13 Aralık 2002’de yapılan Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin Kıbrıs paragraflarını şekillendiren en önemli gelişme, Ocak 2002’de başlayan görüşme turlarının sonunda BM Genel JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES  Sekreteri Annan’ın, 11 Kasım 2002 tarihinde Kıbrıs Türk ve Rum tarafına sonradan kendi adı ile AND RESEARCH  anılacak olan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” adlı belgeyi sunması olmuştur. Bu çalışmada Kıbrıs Sorunu’nun AB karar alma mekanizmalarında nasıl şekillendirildiği ve sürecin sonu olan Annan Belgesi incelenecektir. Özellikle I. Annan Planı ayrıntılarıyla 2018  incelenecek ve bu çerçevede söz konusu planın Kıbrıs sorununu çözmekten neden uzak olduğu kanıtlanmaya çalışılacaktır.   Anahtar Kelimeler: Kıbrıs Sorunu, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği İlerleme Raporları ve Zirveler, Annan Belgesi   THE CYPRUS CONFLICT IN THE DECISION-MAKING MAKALE BİLGİLERİ  MECHANISM OF THE EUROPEAN UNION AND THE ANNAN PLAN Geliş Tarihi: 15.10.2018  AS THE FINAL STAGE OF THE PROCESS (1990-2004) Kabul Tarihi: 26.12.2018    Abstract In a period when a solution was seeked for the Cyprus Problem within the United Nation ARTICLE INFO  (UN), the ROC made a membership application to the European Commission (EC) and started the Submission Date: 15.10.2018  process which would result in a full membership in 2004. The European Union (EU) which was looking for a place in the post Cold War “New World Order” had not forgotten Cyprus which was Admission Date: 26.12.2018  just beside the Middle East and situated on the Asian Market’s “West Gate”. In this context, the   EU Minister’s Council assessed ROC’s full membership application normal process and announced its positive avis regarding Cyprus’ eligibility for full membership on 30 June 1993.   Regarding ROC’s application to the EU, in order to prove their point of views, the Cyprus Turks and Greeks utilized the way of taking opinions from International Law specialists.   The Cyprus Problem was given very wide coverage in the “Progress Reports” published annually by the European Commission for the assessment of the membership process of candidate Doi:  countries and in the “Summits” where all beneficial decisions were taken regarding the general policies to ensure the Union’s development.   The most important development that shaped the Cyprus paragraphs of the Final Declaration of the Copenhagen Summit held on 12-13 December 2002, was the submission of the   “Comprehensive Settlement Plan of the Cyprus Question” named document by UN Secretary General Annan – which would later be remembered by his name – to Cyprus Turkish and Greeks on 11 November 2002 after the accession negotiations which had started in January 2002. e‐ISSN:  In this study it will focus on how the Cyprus problem shaped in EU decision-making mechanisms and the Annan Document which is the end of this process. Also in this study, The First Annan Plan will be examined thoroughly and effort be proved why the mentioned plan was unsuccessful to solve the Cyprus Problem. Keywords: Cyprus Problem, United Nations, European Union Progress Reports and Summits, European Union, Annan Document. * Bu çalışma T.C. Atılım Üniversitesi, Avrupa Birliği Anabilim Dalı’nda 2014 yılında yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir. Çalışma yüksek lisans tezinden üretilmiştir. Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 1. Giriş 16. yüzyılda Akdeniz’de hakim konumda olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ülkesi dışında kalmış tek ada Kıbrıs’tı. (Gürel, 11) Adanın fethedilmesi hem ticari ulaşım yollarının1 hem de savunmanın2 güvence altına alınması anlamına geliyordu. Bu açıdan Kıbrıs’a egemen olmak Osmanlı İmparatorluğu açısından bir zorunluluk halini almıştı. Osmanlılar adayı fetih yoluyla 1572 yılında topraklarına katmıştır (Gazioğlu, 29). 1572 yılından itibaren başlayan Osmanlı iskân politikası 1689’da tamamlanmıştır.(METU) .1703 yılında Kıbrıs Kaptan-ı Derya uhdesine bırakılarak Akdeniz adaları eyaletine ilhak edilmiştir. Zamanla oluşan otorite boşluğu nedeniyle ada doğrudan vezir-i azama “has” olarak verilmiştir. 1745 yılında Kıbrıs’ın yönetim şeklinde bir değişiklik daha yapılarak ada bağımsız bir eyalet haline getirilmiştir. (Yedikıta, 2013:29) Yunanistan’ın 1821 yılında bağımsız bir devlet olmak için başlattığı isyanın etkileri Kıbrıs’ta da görülmüştür. Bu dönemde Ortadoğu bölgesindeki doğal kaynakları ve Süveyş Kanalı’nın kontrolünü ele geçirmek için Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurma çabası içine giren İngiltere, Fransa ve Rusya Yunanistan’ın Kıbrıs’taki ayrılıkçı hareketlerini desteklemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflama döneminde, adada kurulan düzen de sarsılmaya başlamıştır. 1789 Fransız İhtilali sonucu ortaya çıkan ulus devlet akımı ve milliyetçilik birçok milliyeti olduğu gibi Kıbrıs Rumlarını da etkilemiştir. 1877 yılı başlarında Osmanlı İmparatorluğu hem Doğu hem de Batı cephelerinde yenilgiler almıştır (Gazioğlu, 29). Rusya bu durumdan güç alarak geleneksel güneye inme siyaseti çerçevesinde 1877 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmiştir (Uçarol, 1978: 19-21). “93 Harbi” de denilen Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştır. Rusya bu antlaşmayla Ege Denizi’ne çıkıyor, Deli Petro zamanından beri izlediği “Sıcak Deniz” politikasını önemli ölçüde gerçekleştirmiş oluyordu. Ayastefanos Antlaşması ile Rusya’nın “Şark Sorunu”nu3 kendi isteği doğrultusunda halletmeye kalkışması Avrupa kuvvetler dengesini bozuyordu. Bu durum karşısında İngiltere’nin öncülüğünde diğer Avrupa Devletleri Ayastefanos Antlaşmasının “Şark Sorunu” ile ilgili kısımlarını yeniden gözden geçirmek ve düzenlemeler yapmak için, Berlin’de devletlerarası bir kongrenin toplanmasını sağlamışlardır. Bu kongre aslında Kıbrıs’ın İngiltere’ye devrini (Alasya, 1988: 125). hazırlamıştır. Sömürge imparatorluğunun yollarını emniyete almak isteyen İngiltere için Kıbrıs adası önemli bir konumda bulunmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf olduğu bu dönemde İngiltere Rusya gibi güçlü bir devlet yerine Osmanlı gibi zayıf bir devleti tercih etmiştir. İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğunun Almanya’nın yanında savaşa girmesini bahane ederek 5 Kasım 1914 tarihinde yayınladığı Krallık Konseyi Emirnamesi ile Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. İngiliz idaresinin başlamasıyla adadaki iki toplum arasındaki görüş ayrılıkları da derinleşmeye başlamıştır (Kurşun, 1-2). İngiltere Kıbrıs yönetiminde yaptığı köklü değişikliklerle Türk toplumunu Rumların karşısında zayıf duruma düşürmüştür.4 İngiltere’nin bu uygulamaları nedeniyle Türkler yoğun bir şekilde adadan göç etmeye başlamışlardır.                                                              1 Bilindiği gibi Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı alarak Doğu Akdeniz’i ele geçirmiştir. Kıbrıs, İstanbul-Mısır yolunun güvenliğini tehlikeye düşüren bir konumdaydı. 2 Venediklilerin Osmanlılara vergi vereceklerini söylemelerine rağmen Kıbrıs’taki korsanlar hem Türk gemilerine hem de ada civarından geçen ticaret gemilerine saldırıp yağmalıyorlardı. Bölge ticaretinin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun güneyindeki karasularının güvenlik altına alınması gerekiyordu. 3 İlk defa 1815’te Viyana Kongresi’nde kullanılan “Şark Sorunu” terimi, genel olarak, 19. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması, aynı yüzyılın ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, yirminci yüzyılda da imparatorluğun tüm topraklarının paylaşılması anlamında kullanılmıştır. (“Şark Sorunu”, tarihiolaylar. Web.) 4 İngiltere adanın yönetimini devraldıktan sonra başlangıçta 1878 anlaşmasının ruhuna uygun hareket etmiş ve adanın merkezden yönetilmesi için İngiliz Dışişleri Bakanlığında bir “Kıbrıs Bölümü” kurulmuştur. Daha sonra   75 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 Türkiye 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki hâkimiyetini kabul etmiştir.5 1950 yılında asıl adı Michael Mouskos olan Makarios’un Başpiskopos seçilmesinden ve 1952’de Yunanistan’da Papagos hükümetinin göreve gelmesinden sonra Kıbrıs sorunu bir bağımsızlık mücadelesine dönüşmüştür. Kilise Kıbrıs halkının Yunanistan’la birleşmek istediğini dünya kamuoyuna duyurmak için 15 Ocak 1950 tarihinde bir plebisit düzenlemiştir. Plebisite göre Kıbrıs Rumlarının %95’inin Enosis’e6 evet demesi sonucunda ulusların kendi kaderini tayin hakkının Kıbrıs halkına uygulanması isteği ile BM sekretaryasına sunulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kıbrıslı Rumların Enosis isteklerini daha canlı bir şekilde dile getirmeleri karşısında Türkiye Kıbrıs sorunu diye bir sorunun olmadığını, İngiltere’nin adayı bir başka devlete terk etmeyeceğini söylemiştir.7 Türkiye NATO ve Batı İttifakına dayanan dış politikası çerçevesinde Kıbrıs konusunda alçak profil sergilemiştir. Yunanistan 16 Ağustos 1954’te dönemin anlayışına uygun bir terim olan “Self Determinasyon” talebiyle konuyu BM gündemine taşımıştır.8 Böylece Kıbrıs sorunu dünya kamuoyunun gündemine girerek uluslararası bir sorun haline gelmiştir günümüzde de aynı niteliğini korumaktadır. Uzun tartışmalar sonucunda BM Genel Kurulu şimdilik Kıbrıs sorununa ilişkin bir karar almayı uygun bulmadığını açıklayarak Yunanistan’ın başvurusunu gündemine almayı reddetmiştir. Kıbrıs sorununu, uluslararasılaştırma çerçevesinde BM’nin gündemine aldırmayı başaramayan Yunanistan ve GKRY terörizmi etkili bir şekilde kullanmak ve İngiliz yönetimini zorlamak için “Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği” anlamına gelen EOKA terör örgütü aracılığıyla silahlı eylemleri başlatmıştır (İkizer, 60). Adada iki toplum arasında şiddetin artması üzerine İngiltere 29 Ağustos 1955’te Londra Konferansının toplanmasını sağlamıştır. Konferansta taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamadığı gibi derin görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. İngiltere 1958 yılından itibaren Kıbrıs sorununun çözümü için arka arkaya plan tasarıları ortaya atsa da söz konusu tasarılar çözüm getirmek bir yana adadaki durumu daha da çıkmaza sokmuştur. Adadaki durumun gerginleşmesi NATO’nun Doğu Akdeniz’deki sağ kanadının durumunu sarsmıştı. Böylece bir yandan ABD’nin, diğer yandan da NATO’nun baskıları ile Türkiye ve Yunanistan                                                              bu bölüm kaldırılarak adanın idaresi tıpkı diğer sömürgeler gibi, Sömürgeler Bakanlığı uhdesine verilmiştir. İngiltere adanın yönetimini devraldıktan sonra adanın nüfus dengesi üzerinde etkili olacak uygulamalar başlatmıştır. Öncelikle adanın idari kadrolarındaki Türkleri görevden alıp yerine İngilizleri, Rumları ve Ermenileri yerleştirmiştir. Böylece Türkler idare eden konumundan idare edilen bir azınlık konumuna gelmişlerdir. (Aksoy Kıbrıs Sorununun Yunanistan ve Türkiye Dengesinde Çözüm Sürecine AB’nin Etkisi ve Sürecin Sonu Annan Belgesi 9). 5 Lozan Antlaşması’nın 20, 21 ve 30 maddeleri Kıbrıs’la ilgilidir ve 20. maddesi şöyledir: “Türkiye Hükümeti, Kıbrıs’ın Britanya (İngiltere) hükümeti tarafından 5 Kasım 1914’te beyan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder. (Türk Tarih Kurumu, Web.23 Mayıs 2016) 6 Rauf Denktaş “Enosis”i şöyle tanımlamaktadır: “Enosis” sadece Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için güdülen bir siyasete verilen isim değildir. Sözlük anlamı ‘Birleşme, ilhak’ olan bu kelimenin altında her Türk’ün yakından bilmesi gereken korkunç bir siyaset yatmaktadır. ‘Enosis’, tam anlamı ile, Mora yarımadasına kurulan küçük Yunanistan’ın yavaşça genişleyerek Büyük İskender’in imparatorluğunu kurmak siyasetini ortaya koyan bir tabirdir.” (Denktaş Yeniden 12’ye 5 Kala 60). 7 1945-1952 yılları arasında Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili böyle bir politika izlemesinin ardında kendi varlığını tehdit eden tehlikelere karşı güvenliğini sağlama kaygısı bulunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin varlığını tehdit eden başlıca etken ise, Sovyetler Birliği’nin toprak talepleriyle Boğazlar’ın ortak savunulması yönündeki isteğiydi. (Tuncer Kıbrıs Sarmalı: Nasıl Bir Çözüm?... 47). 8 Yunanistan bu müracaatını yaparken BM Beyannamesindeki halkların eşitliği ve kendi kaderlerini kendileri tayin etme prensibinin uygulanmasının ve 1950 yılında Kıbrıs’ta yapılan plebisitin sonuçları ve Kıbrıs’ın Yunanistan’ın kültürel etki alanında olduğu gerekçeleri gösteriliyordu. (Bağcı Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar 105).   76 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 arasında ikili görüşmelere gidilerek Londra ve Zürih9 Anlaşmaları (Erim, 89) 19 Şubat 1959’da imzalanarak bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında ilk aşama tamamlanmıştır (Gibbons, 28). Londra Antlaşmalarının imzalanmasıyla Kıbrıs sorunu belirli bir çerçeveye oturtulmuştu. Türkiye Kıbrıs’ta oluşturulan düzenden10 memnundu. Sui Generis olan Zürih ve Londra Andlaşmaları hem Türkiye’nin Ada’daki çıkarlarını hem de Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin haklarını güvence altına almıştır. Adada oluşturulan bu düzen ancak 3 yıl yaşayabilmiştir. Makarios 1960 anayasasının devletin işleyişini felce uğrattığı gerekçesiyle anayasanın 13 maddesinde değişiklik istemiştir. Bu isteğini ise adada terörü etkili kılarak yerine getirmek istemiştir. Adada katliamların devam etmesi üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 4 Mart 1964’te aldığı bir kararla Kıbrıs’a Barış Gücü göndermiştir (Alasya, 1988: 66-67). 15 Ocak 1965’te İngiltere’nin düzenlediği Londra Konferansı’ndan bir sonuç çıkmaması üzerine BMGK 4 Mart 1964’te ABD’nin de olumlu karşıladığı 186 sayılı kararı almıştır. BMGK söz konusu kararıyla, Kıbrıs’ın yasal hükümeti olarak Kıbrıs Rum Yönetimini tanımıştır. Diğer devletler de bu karar çerçevesinde, yasal hükümet olarak Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımıştır. Kıbrıslı Rumlar adada bulunan BM Barış Gücünü hiçe sayarak Kıbrıs Türk Halkına yönelik saldırılarda bulunmaya devam etmişlerdir. Bu dönem 1967 bunalımı olarak adlandırılmıştır. 1967 bunalımından sonra Türkiye, ABD ve Sovyetler’in desteğiyle avantajlı duruma geçen Kıbrıslı Türkler, 1964’ten beri sürdürdükleri ayrı yaşama durumlarını hukuksal bir çerçeveye oturtarak 28 Aralık 1967 günü “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi” (KGTY)’ni kurmuşlardır. KGTY’nin Başkanı Fazıl Küçük, Yardımcısı da Rauf Denktaş olmuştur. Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de Albaylar Cuntası ABD’nin de desteğini alarak yönetime el koymuştur. Cunta yönetimi Enosis’in barışçıl yollardan gerçekleştirileceğine vurgu yapmıştır. Türkiye Cunta’nın hedefinin Enosis’i gerçekleştirmek olduğunu anlamıştır. Grivas önderliğindeki EOKA 15 Kasım 1967’de Türklerin yaşadığı Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırılar düzenlemişlerdir. 15 Temmuz 1974’te Makarios’a karşı bir darbe düzenlenmiştir. Darbeyi yapan kuvvetler doğrudan Yunanistan’a bağlı askeri güçlerdir. Yapılan darbe Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve ülke bütünlüğünü tehlikeye düşürmüştür.                                                              9 BM Genel Kurulu 1958 yılı Aralık ayında tarafların barışçıl ve demokratik bir çözüme ulaşmaları için Birleşmiş Milletler Beyannamesi çerçevesinde tüm çabaları göstermesi gerektiği yönünde bir fikir ortaya atmıştır. (Bağcı 124). BM’nin bu girişimiyle dönemin Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları Zorlu ve Averoff 5-11 Şubat 1959 tarihleri arasında Zürih’te bir araya gelerek Kıbrıs anlaşmazlığı üzerinde görüşmelere başlamışlar ve 11 Şubat 1959 tarihinde yayımlanan ortak bildiride tarafların sorunun çözümüne ilişkin bir plan üzerinde anlaşmaya vardıklarını açıklamışlardır. Tarafların hazırladıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve devlet yapısına ilişkin belgeler, 19 Şubat’ta İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Başbakanları, Kıbrıs Rum halkı adına Başpiskopos Makarios ve Kıbrıs Türk halkı adına da Dr. Fazıl Küçük tarafından imzalanmıştır. (Fırat 1960-71 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu 58) Tarafların yayınladığı ortak bildiride sorunun çözümüne ilişkin bir plan üzerinde anlaşmaya vardıkları açıklanmıştır. Taraflar, üç önemli belgeye imza atmışlardır. Bunlar; a) Oluşturulması kararlaştırılan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal çerçevesini oluşturan, 27 madde ve 1 ekten oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısına İlişkin Antlaşma b) İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin taraf olduğu bir “Garanti Antlaşması” taslağı c) İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin taraf olduğu bir “İttifak Antlaşması” Zürih’te kabul edilen bu belgeler, daha sonraki aşamalarda yapılan Londra ve Lefkoşa Anlaşmaları ile son şekillerini almışlardır. (Uçarol, Siyasi Tarih (1789- 2010) 960-961). 10 Söz konusu düzene göre; adada her iki toplum kendilerini ilgilendiren işleri Toplum Meclisleri, ortak işleri de başkanlık sistemine dayanan yürütme organı aracılığıyla yürüteceklerdi. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacak ve üçü Türk yedisi Rum 10 kişiden oluşan bir bakanlar kurulu olacaktı. Adanın savunulması ise 3 garantör devlet ve Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından, Askeri İttifak Antlaşması çerçevesinde kurulacak ortak bir kuvvetle sağlanacaktı. En önemlisi ada başka bir devletle birleşmeyecekti. Kıbrıs Adası, 16 Ağustos 1960’ta bağımsız bir Cumhuriyet olmuştur.(Fırat 59-62).   77 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 Türkiye uluslararası kamuoyundan da gerekli desteği alarak 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’a asker çıkarmıştır. Türkiye’nin adaya asker çıkarması üzerine BM Güvenlik Konseyi 20 Temmuz 1974’te 353 sayılı kararını açıklamıştır (Önalp, 124-126). Söz konusu karara göre taraflar acilen ateşkes yapmalı ve uluslararası antlaşmaların izin verdiği dışındaki bütün yabancı askeri personel adadan geri çekilmelidir. BM’nin aldığı bu karar Türkiye’nin lehine olmamıştır çünkü Türk birlikleri henüz stratejik bir nokta ele geçirememişlerdi. Ateşkesi kabul etmek Kıbrıslı Türklere karşı yapılan Rum saldırılarını artıracaktı (Oberling, 135-136). Ateşkes üzerine Cenevre Bildirisi imzalanarak 30 Temmuz’da yayımlanmıştır. Bu bildiriyle Türkiye Kıbrıs’a yapmış olduğu askeri müdahalenin yasal olduğunu dünya kamuoyuna kanıtlamış, Ada’da iki toplumun varlığını ve Kıbrıs Türk toplumunun özerk olduğunu kabul ettirmişti (Tuncer, 90- 91). Yunanistan 353 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı’nın garanti eden devletlere yüklemiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmemiş ve bizzat imzalamış olduğu Cenevre Andlaşması’na aykırı hareket etmiştir. Türkiye Kıbrıs Devleti’nin varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün bir daha hiçbir şekilde tehdit edilmeyeceği ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin korunacağı bir hukuk düzeninin kurulmasını tek başına sağlamak zorunda kalmıştır. Türkiye hükümeti, 14 Ağustos 1974 tarihinde yayınladığı bildiriyle II. Barış Harekâtının nedenlerini bu şekilde açıklamıştır (Alasya, 113- 114). Türkiye II. Kıbrıs Barış Harekâtıyla adanın yaklaşık üçte birini meydana getiren Magosa- Lefkoşe Lefke hattının kuzeyini kontrol altına almış ve KKTC’nin güvenliğine ve ekonomik ihtiyaçlarına yanıt veren bugünkü sınırlarını çizmiştir. Türkiye BM’nin ateşkes çağrısına olumlu yanıt vermiş ve 16 Ağustos 1974 günü İkinci Barış Harekâtı’na son vermiştir (Uçarol, 2013:981-982). İkinci Barış Harekâtı sonunda Kıbrıs’ta etnik olarak iki ayrı bölge kurulmuştur. 1960 Antlaşmaları’nın Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından ihlal edildiği günden beri, Kıbrıs Türk tarafı siyasi anlamda yalnızlaşmıştı. Bu durumdan kurtulmak için 13 Şubat 1975’te kendi bölgesinde Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD)’ni kurmuştur. Rauf Denktaş devlet başkanı olmuştur. KTFD’nin amacı “iki bölgeli coğrafi esasa dayalı federasyon bünyesi içinde Kıbrıs Rum toplumu ile birleşme” olarak gösterilmiştir (Toprak, 369). BMGK Denktaş’ın iki kesimli bir federasyon kurulması gerektiğini dile getirmesini kınamış ve 12 Mart 1975 tarihli 367 sayılı kararı almıştır. Bu karar çerçevesinde iki toplumu en kısa sürede BM Genel Sekreteri gözetiminde görüşmelere çağırmıştır. BMGK’nın 367 sayılı kararı çerçevesinde taraflar 28 Nisan 1975’ten 21 Şubat 1976’ya kadar BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın gözetiminde görüşmüşlerdir (Bozkurt ve Demirel, 109). Bu görüşmelerden çıkan tek olumlu sonuç Nüfus Mübadelesi olmuştur. Nüfus mübadelesiyle iki toplumlu, iki kesimli federal bir yapı oluşturulmuş ve Kıbrıslı Türkler korkudan (Oberling, 156) kurtulmuşlardır. Kıbrıs Türk Toplumu, kendisine 1960 anayasasıyla verilen self-determinasyon hakkını kullanarak 15 Kasım 1983’te, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Artık Kıbrıs sorunu iki toplum arasında değil iki devlet arasında çözümlenmesi gereken bir sorun haline gelmiştir. Rum-Yunan ikilisi BM Güvenlik Konseyi’ne müracaat etmişlerdir. BMGK 18 Kasım 1983 tarihli 541 sayılı kararı almıştır. Bu kararda KKTC’nin yasal bir varlık olmadığı kabul edilmiş (Tuncer, 105) bu çerçevede, tüm devletlere “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dışında hiçbir Kıbrıs Devleti’ni tanımamaları” çağrısında bulunmuştur.11 1984 yılından 1993 yılına kadar Kıbrıs sorununa BM himayesinde çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Taraflar arasında bir uzlaşma zemini bulmaya yönelik çabaların devam ettiği bu dönemde, 26-27 Haziran 1992 tarihlerinde Lizbon’da gerçekleştirilen Avrupa Topluluğu Devlet ve Hükümet                                                              11 Oysa ki Güvenlik Konseyi’nin aldığı bu karar kendi yasalarına ters düşmektedir. Çünkü BM İnsan Hakları Belgesinde: “Siyasi statülerini serbestçe belirleyebildikleri ve ekonomik sosyal ve kültürel gelişmeleri özgürce takip ettikleri takdirde bütün halklar Self Determinasyon hakkına sahiptirler” denilmektedir (Alasya, 134).   78 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 Başkanları Zirvesinde GKRY’nin tam üyelik başvurusunun işleme konulacağının bildirilmesiyle, AT Kıbrıs konusunda nasıl bir tavır sergileyeceğinin ilk sinyalini vermiştir. 2. GKRY-Avrupa Birliği İlişkileri ve GKRY’nin Üyeliğinin Uluslararası Hukuka Aykırılığı Türk ve Rum toplumu arasında ortaklaşa kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AET ile ilişkilerinin başlangıcı İngiltere ile kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkilere dayanmaktadır (Özcan, 88). Kıbrıs Cumhuriyeti 20 Ocak 1960 tarihinde iki toplum ve anavatanların onayı ile İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth)’na üye olmuştur (Duran, 120). Kıbrıs Cumhuriyeti ve İngiltere arasında imzalanan “Tercihli Ticaret Anlaşması” ile Kıbrıs ekonomisi İngiltere’ye bağımlı hale gelmiştir (Sezer, 6). Günümüzde Rum yönetimi ile AB yetkilileri yukarıda bahsedilen anlaşmayı örnek göstererek “geçmişte benzer anlaşmalara tepki göstermediniz. Rum tarafı tüm Kıbrıs adına AB’ne tam üye olabilir. Geçmişte örnekleri vardır.” (Sabahattin, 5-9). Yönündeki yaklaşımı, her türlü hukuki ve siyasi dayanaktan yoksundur. a) GKRY’nin Avrupa Topluluğu’na Tam Üyelik Başvurusunun Nedenleri İngiltere’nin 1 Ağustos 1961 tarihinde AT’ye tam üyelik için başvuruda bulunması üzerine, Kıbrıs Cumhuriyeti önemli bir ihraç pazarını kaybetmenin endişesi içerisine girmiştir (İlkova, Bolat ve Ceylan, 54) Bunun üzerine Türk ve Rum toplumlarının ortaklaşa aldıkları karar sonucunda Kıbrıs ile AT arasında “Ortaklık Anlaşması” imzalanması kararlaştırılmıştır. 1963 olaylarının çıkması üzerine Türk toplumu hükümetten ve Temsilciler Meclisi’nden dışlanmıştır. Böylece Türk tarafı AT ile yapılan ortaklık müzakerelerine katılamamıştır (KKTC Başbakanlık Avrupa Birliği Koordinasyon Merkezi). Türk tarafının dışlanmasına ve Kıbrıs Hükümeti’nin fiilen ortadan kalkmasına rağmen (Ergör 56) ortaklık müzakereleri bir tarafta Avrupa Topluluğu Bakanlar Konseyi diğer tarafta sadece Rumların yer aldığı sözde Kıbrıs Hükümeti arasında 19 Aralık 1972 tarihinde imzalanmış ve 1 Ocak 1973’de yürürlüğe girmiştir (İlkova, Nazan ve Bolat, 54). Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Klerides AB’ye müracaatlarının nedeninin ekonomik değil, siyasi olduğunu12 açıklamıştır. O’na göre Kıbrıs AB’ye üye olursa Garanti Antlaşmaları da geçersiz kalacaktır. Böylece “Elenizm” zafere ulaşacaktır.(Kızıltan ve Takım 299-300). Türkiye, Yunanistan’ın 15 Temmuz 1959 tarihli başvurusundan 15 gün sonra, 31 Temmuz 1959’da AET üyeliği için resmi başvurusunu (Karluk, 531) yapmıştır. Yunanistan-AET ortaklık görüşmeleri 10 Eylül 1959’da, Türkiye-AET Ortaklık görüşmeleri ise 28 Eylül 1959’da başlamıştır. Türkiye ile 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ortaklık Anlaşması 1 Aralık 1964’te, Yunanistan’la 9                                                              12 Rum Yönetiminin AB’ye üye olmak istemesindeki amaçlar şöyle sıralanabilir: ‐ 90’lı yılların başından itibaren SSCB’nin dağılmasıyla meydana gelen yeni dünya düzeninde önemli bir güce sahip olan AB’nin dışında kalmamak. (Özarslan Uluslararası Hukuk Açısından Kıbrıs Sorunu ve Avrupa Birliğinin Yaklaşımı, 115). ‐ Türkiye’yi, AB üyesi bir ülke toprağını “işgal” eden ülke durumuna düşürerek, AB ile karşı karşıya getirmek. ‐ AB’ne tam üye olarak, Yunanistan’la birlikte Türkiye’ye karşı iki oya sahip olmak ve AB’ni kendi hedefleri çerçevesinde daha fazla etkileme imkânı elde etmek. ‐ İki kesimlilik ilkesini ortadan kaldırarak, 1974 öncesine dönüşü sağlamak. ‐ Batı Trakya örneğinde olduğu gibi Türk halkını “Kıbrıs devletinin içinde bir azınlık” statüsüne düşürmek ve eşitlik ilkesini yok etmek. ‐ AB’den alacağı yardımlarla ekonomisini daha da güçlendirerek, ambargoların da desteğiyle KKTC ekonomisini baskı altına almak ve Güney’i bir cazibe merkezi haline getirerek Kuzey’i çökertmek. ‐ Garanti ve İttifak Andlaşmalarını fiilen geçersiz hale getirerek, Lozan’da Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan ve 1960 Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da yansıtılan dengeleri Yunanistan lehine bozmak, Türk halkını korumasız bırakmak. ‐ Yunanistan’la dolaylı “Enosisi” gerçekleştirerek 1791 yılında çizilen “Megali İdea (Büyük Ülkü)” haritasını gerçekleştirmek. (Soyalp “Kıbrıs ve Avrupa Birliği İlişkileri II”).   79 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 Temmuz 1961’de imzalanan AET-Yunanistan Ortaklık Anlaşması ise 1 Kasım 1962’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye ve Yunanistan’ın da AET’ye başvurmaları ve kabul edilmeleri ile geçen bu dönemde Kıbrıs konusu Türkiye-AET ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamamıştır (Oran, 831-833). İngiltere’nin AET’ye başvurusu Fransa’da De Gaulle’ün vetosu nedeniyle 1970’e ertelenince Kıbrıs’ın ortaklık anlaşması da 1972’ye kadar (Kaya, 41) bekletilmiştir. 19 Aralık 1972 tarihinde Kıbrıs ile Topluluk arasında, Roma Antlaşması’nın 238. Maddesi uyarınca “Ortaklık Antlaşması” imzalanmıştır.13 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren bu anlaşma çerçevesinde Kıbrıs ile AB arasında ticareti engelleyen gümrük vergileri ve kotalar aşamalı olarak kaldırılacak ve iki aşamada Gümrük Birliği kurulacaktır. Kıbrıs-AET Anlaşması sadece gümrük birliğini amaçlamaktaydı.14 Rauf Denktaş, Kıbrıs Anayasasının 50. Maddesini15 öne sürerek AET ile yapılan Ortaklık Antlaşmasını hukuk dışı ilan etmiştir. Siyasi açıdan ise AET ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olmadığını, fakat Türk Yönetiminin hiçbir aşamasına karıştırılmadığı bir andlaşmanın meşruluğu ve hukukiliğinin kabul edilemeyeceğini öne (Mor, 987) sürmüştür. AET Mali ve Teknik İşbirliği çerçevesinde çeşitli hibe ve krediler aracılığıyla GKRY’yi ekonomik yönden güçlendirmiştir. Yunanistan’ın girişimleriyle Birlik ve Kıbrıs arasında Gümrük Birliği kurulması yönünde çalışmalar başlatılmış böylece 19 Ekim 1987 tarihinde Kıbrıs ile AT arasında Gümrük Birliği Antlaşması imzalanarak 1 Ocak 1988 tarihinden itibaren uygulamaya konulmuştur.(Özersay 49-64). b)1990 Yılına Kadar AB’nin Kıbrıs Sorununa Yaklaşımı Kıbrıs konusu Türkiye’nin AT ile olan ilişkisini 1974’e kadar doğrudan etkilemiş değildir. Avrupa İngiltere ve ABD’nin etkisi altında adadaki her iki topluma da eşit mesafede yaklaşmıştır. AT Türkiye’nin almış olduğu 1974 askeri müdahale kararı sonucunda bir açıklama yapmış ve Kıbrıs’taki gelişmelerin Doğu Akdeniz’deki hassas dengeleri etkilediği, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü zedeleyen her türlü müdahaleye karşı olunduğu vurgulanmıştır. AET ülkelerine göre Türkiye’nin yapmış olduğu harekât Yunanistan’ı 7 yıllık faşist rejimden kurtarmış olan yeni Yunan demokrasisine indirilmiş büyük bir darbe olmuştur.(Önalp, 150). 1974 sonrası yayınlanan bildirilerde Kıbrıs’taki iki toplum arasında görüşmeler yoluyla kalıcı ve adil bir çözüm bulunması isteği dile getirilmiştir (Fırat, 2000: 252). Yunanistan 1975 yılında tam üyelik için AT’ye başvurduğunda AT Başkanlığı, Ankara’ya Yunanistan’ın başvurusunun Türkiye’nin sahip olduğu hakları etkilemeyeceği güvencesini vermiştir.(Demirtaş 213). Ancak AT Yunanistan’ın Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulunması üzerine eşit orandaki yaklaşımını değiştirmiştir. 29 Ocak 1976’da Yunanistan’ın tam üyeliğine AT Komisyonu görüşünde şöyle denilmiştir: “Şimdiye değin Topluluğun Yunanistan ve Türkiye ile ilişkilerindeki denge ifadesini her iki ülkenin –farklı takvimlerde de olsa- son hedef olarak tam üyelik olanağına sahip ortaklık statülerindeki özdeşlikte bulmaktaydı” “Gelecekte Topluluktaki Yunan üyeliği ise, bu dengeye kaçınılmaz bir biçimde yeni bir unsur getirecektir.” (Fırat, 2000: 252). Günümüzde Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin önünde bir engel haline gelerek, Türk-Yunan ilişkilerinin bir parçası olmaktan çıkmasında, 1970’li yılların sonlarına doğru Yunanistan’ın AET’ye tam üye olmak üzere harekete geçmesi ve 1981 yılında AB’ye tam üye olmasının                                                              13 Söz konusu maddeye göre, Topluluk bir üçüncü devletle, bir devletler birliği ile, ya da bir uluslararası kuruluşla,karşılıklı haklar ve yükümlülükler, toplu davranışlar ve yöntemlerle niteliği belirlenen bir ortaklık kuran anlaşmalar yapabilir.”(İlkova ve Bolat, 54). 14 Kıbrıs AET Ortaklık Anlaşması’nın içeriği için bkz. Renksizbulut “AT-Kıbrıs Ortaklık İlişkileri (2)” 22-24 15 Söz konusu maddeye göre; Temsilciler Meclisinin, herhangi bir konu veya bunların bir kısmını cumhurbaşkanı ve yardımcısının birlikte veya tek başlarına veto edebileceklerini düzenlemektedir. Aynı maddenin, 1. Bendine göre, “Yunanistan Krallığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikisinin birden katıldığı milletlerarası teşekküller ve ittifak antlaşmalarına Cumhuriyetin katılması müstesna olmak üzere, dışişleri” bu konular arasında yer almaktadır. (Fırat AB-Kıbrıs İlişkileri ve Türkiye’nin Politikaları, 247).   80 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 büyük bir rolü vardır. Yunanistan böylece Birlik karar alma mekanizmalarına dahil olmuş ve GKRY’nin sponsoru gibi davranmaya başlamıştır. Türkiye 1987’de AT’ye tam üye olmak üzere müracaat ettiğinde Birlik Karar alma mekanizmasının kendisi için ne kadar önemli bir hale geldiğini görmüştür.(Mor 999) Türkiye’nin tam üyelik başvurusunda bulunması üzerine hazırlanan 18 Aralık 1989 tarihli AT Komisyonu görüşünde “Türkiye’nin Topluluğa katılmasının siyasal verileri Türkiye ve Topluluk üyesi bir devlet arasındaki uyuşmazlık ile Avrupa Konseyi’nin geçenlerde derin kaygılarını belirttiği Kıbrıs’taki durumun yarattığı olumsuz etkilere değinilmedikçe eksik kalacaktır.” (Fırat, 2000: 252) ifadesi yer almıştır. Topluluk bu görüşüyle artık Kıbrıs konusunda bir taraf belirlendiğini gösteriyordu. c) GKRY’nin AB’ne Tam Üyelik Başvurusu ve Sonrasındaki Gelişmeler Kıbrıs Sorununa BM bünyesinde çözüm arandığı bir dönemde GKRY, 4 Temmuz 1990 tarihinde AT’ye tam üyelik başvurusunda bulunarak 2004’te tam üyelikle sonuçlanacak olan süreci başlatmıştır. Aslında hem Kıbrıs’taki tarihi, sosyolojik ve siyasi gerçeklik, hem de 1959/60 Zürih, Londra ve Lefkoşa Andlaşmalarının kurduğu hukuki statü Rumlara tek başlarına Kıbrıs’ı temsil etme yetkisi tanımamaktadır. Buna rağmen söz konusu müracaat AB tarafından kabul edilip işleme konmuştur (Mor, 1008). Zaten AT, GKRY’nin başvurusu öncesinde Haziran 1990’da Dublin Zirvesi’nde yayınladığı bir bildiri ile ilk kez bir Konsey kararında “Kıbrıs meselesi, Türkiye-AB ilişkilerini etkiler” diyerek soruna taraf olmuştu (Erdoğan, 105). Dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 12 Temmuz 1990’da GKRY’nin tam üyelik başvurusuna karşı çıkmalarının siyasal ve hukuksal nedenlerini sıralayan bir muhtıra16 hazırlayarak AB Konseyi Dönem Başkanı De Michelis’e göndermiştir. Söz konusu muhtırada Denktaş, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adayı temsil etme yetkisinin bulunmadığını, başvurunun 649 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararına aykırı olduğunu, Konsey’in başvuru karşısında hiçbir işlem yapmamasının en doğru davranış olacağı, eğer Komisyon’dan görüş istenecekse konunun özüne ilişkin değil, başvurunun yasal olup olmadığına dair görüş istenmesi gerektiğini belirterek, kendilerinin AB üyeliğine ilke olarak karşı çıkmadıklarını, ancak Kıbrıs’ta üyeliğin toplumlararası görüşmelerin siyasal bir çözümden sonra söz konusu olabileceğini bildirmiştir. Dönemin BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar da aynı yönde görüş bildirmiştir. Perez de Cuellar “sorunun çözümü zordu, şimdi çok daha zor ve karmaşık hale geldi” (Manisalı, 155) demiştir. d) Kıbrıs’ın AB Açısından Taşıdığı Önem 1990’lı yılların başından itibaren SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Doğu Bloku AB açısından, askeri ve ideolojik bir tehdit olmaktan çıkmıştır. Bu durum ise dünya pazarlarını bölünmüşlükten kurtarmıştır. Artık Batı Bloku içinde ABD, AB ve Japonya arasında daha şiddetli bir rekabet yaşanacaktı. Bu rekabetin en önemli boyutunu ise Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Süveyş Kanalı’nın kontrolünü sağlayan eşsiz stratejik konumu ile Kıbrıs oluşturmaktadır. Topluluk 1993 yılında Maatricht Antlaşması’yla17 derinleşme sürecini başlatmış Avrupa Birliği adını alarak Avrupa Birleşik Devletleri’nin temelleri atılmıştır. Bu çerçevede 1 Ocak 1993’te kişilerin, malların, sermayenin ve hizmetin serbest dolaşım özgürlüğünü sağlayacak olan “Avrupa Tek Pazarı” uygulaması yürürlüğe girmiştir. Avrupa böyle bir yapılanmaya giderken Ortadoğu’nun yanı başında ve Asya Pazarı’nın “Batı Kapısı” üzerinde bulunan Kıbrıs’ı da unutmamıştır. Büyük oranda sanayileşmiş olan AB, ihtiyaç duyduğu petrolün %80’e yakın bir kısmını Ortadoğu’dan temin etmekte ve bu petrolün                                                              16 Muhtıranın tam metni için bkz. (Ertekün The Status of Two Peoples in Cyprus, 39-49). 17 “1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması Avrupa bütünleşmesi sürecine önemli katkı sağlayan bir belgedir. Bu antlaşma egemenlik yetkilerinin kullanımı konusunda üye ülke karar organlarına ciddi kısıtlamalar getirmiştir. Bu antlaşma her şeyden önce örgüte verilen “Avrupa Birliği” adının isim babasıdır. “Birlikte karar alma süreci”, Avrupa vatandaşlığı, sosyal politika, kültür, eğitim, halk sağlığı gibi konularda yeni politikaların uygulamaya konulması ve özellikle “sütun” sisteminin getirilmesi son derece önemli yeniliklerdir (Günuğur Avrupa Birliği, 25-27).   81 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 neredeyse tamamı Avrupa’ya Akdeniz üzerinden gelmektedir (Kılıçbeyli, 29). Dünya düzeninde büyük bir güç merkezi olarak yer almak isteyen AB’nin, Akdeniz’de bir deniz hakimiyeti kurma amacına yönelik politika izlemesi, büyüme ve genişleme stratejisinin bir gereğidir. AB’nin bu hedefini gerçekleştirebilmesi, ancak bu denizlerde başta 50 uçak gemisine bedel bir stratejik öneme sahip olan (Keser) Kıbrıs olmak üzere, Cebel-i Tarık Boğazı, Malta ve Girit gibi adaların kontrolünü ele geçirebilmesinden geçmektedir. AB yeni dönem hedefleri ve stratejileri çerçevesinde hayati önem taşıyan Kıbrıs’ı her ne pahasına olursa olsun Birlik sınırları içine dahil etmeyi ve bölgedeki stratejik denge unsurlarında güç kazanmayı hedefliyordu. e) AB’nin Kıbrıs’ın Üyeliği Hakkındaki Görüşü BM’nin ve Türk tarafının tüm tepkilerine rağmen AB Bakanlar Konseyi, GKRY’nin başvurusunu 17 Eylül 1990’da görüş almak üzere Komisyon’a göndererek normal süreç içerisinde değerlendirme kararı almıştır. Başvuruyu inceleyen Komisyon 30 Haziran 1993’te Kıbrıs’ın üyelik için ehil olduğu yönündeki (Gürses, 68) olumlu görüşünü (avis) açıklamıştır. AB Komisyonu’na göre, Kıbrıs’ın coğrafi konumu; 2000 yıldan beri Avrupa kültürünün ve uygarlığının bir parçası olmasını sağlayan derin tarihi bağları; Kıbrıs halkı tarafından paylaşılan değerlerdeki ve Kıbrıs halkının kültürel, siyasi, ekonomik ve sosyal hayatına yansıyan Avrupalılık; AB ile olan her türlü ilişkisinin değeri; Kıbrıs’a Avrupa kimlik ve karakterini sunar ve AB’ye olan bağlılığını kanıtlar (Avrupa Toplulukları Bülteni). AB Komisyonu bu görüşünü dile getirdikten sonra, Kıbrıs Rum tarafının üyeliğinin, her iki toplumu daha güvenli ve daha refah bir hale getireceğini, her iki toplumu birbirine daha da yakınlaştıracağına inanmaktadır demiştir. Komisyon tam üyeliğin, adada dengesizlikleri gidererek bir çözüme ulaşılmasını kolaylaştıracağını belirtmiştir (Efegil, 630, Özgöker, 582). AB BM Genel Sekreteri’nin girişimlerinin desteklenmesi gerektiğini, toplumlararası görüşmeler başlamazsa, yeniden bir değerlendirme yapılarak Ocak 1995’te Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliği sorununun tekrar ele alınacağını ifade etmiştir. Aslında bu ifadeden Komisyon’un Kıbrıs’ın tam üyeliğine yeşil ışık yaktığı anlaşılmaktadır. Böylece AB Kıbrıs sorununa bakış açısının ilk resmi belgesini açıklamıştır (Özarslan, 119). Komisyon’un bu kararından sonra AB Konseyi 19-20 Temmuz 1993 tarihli, Kıbrıs ve Malta’nın başvurusuna ilişkin kararında AB’nin genişlemesinin bir sonraki aşamasının, Kıbrıs ve Malta’yı da kapsayacağı ifade edilmiştir. Konsey 6 Mart 1995 tarihli kararında “Kıbrıs” olarak kabul ettikleri Rum tarafıyla katılım müzakerelerinin, 1996 yılında yapılacak olan konferansın sonuçlanmasından itibaren altı ay sonra başlanacağını belirtmiştir. Kararda; gerçekleşecek olan üyeliğin, Türk toplumunun ekonomik gelişmesine de yardımcı olacağı belirtilmiştir. Söz konusu kararın, Türkiye ve AB arasındaki ilişkilere zarar vermeyeceğini Rum tarafının yaptığı üyelik başvurusunun ayrı bir prosedüre sahip olduğu da ifade edilmiştir (Bozkurt ve Demirel, 208-213). 3. GKRY’nin AB’ye Başvurusuna İlişkin Olarak Tarafların Tezleri a) Kıbrıs Türk Tarafının Tezleri Kıbrıs Rum tarafının AB’ye müracaatı üzerine, KKTC ve Türkiye, yapılan müracaatın 1959/60 Antlaşmalarına aykırı olduğunu ve bu durumun hukuka uygun olmadığını ileri sürmüşlerdir. Türk tarafı görüşlerini kanıtlayabilmek için, uluslararası hukuk alanında uzmanlar olan Prof. Dr. Maurice Mendelson’dan ve Prof.Dr. Christian Heinze’den 1997 yılı Haziran ayında mütalaa istemiştir. Rum tarafı ve Yunanistan ise yine hepsi uluslararası hukukçu olan Prof. Dr. James Crawford, Prof. Dr. Gerhard Hafner ve Prof. Dr. Allain Pellet’ten mütalaa istemiştir. Söz konusu mütalaalar BM’ye de sunulmuş ve BM belgesi olarak yayımlanmıştır.   82 Emine HATİP KUSAD - Cilt:1, Sayı:1, (2018): 74-98 Prof. Dr. Mendelson’un raporu18 Türk tarafının görüşlerini yansıtmaktadır. Mendelson görüşlerini kanıtlayabilmek için 1960 Garanti Antlaşması ve yazım sürecini, 1960 Kıbrıs Anayasası ve 1960 Kuruluş Antlaşması ile birlikte değerlendirmiştir.19 Kıbrıs Rum tarafının AB’ye üyeliğinin, Rum tarafının iradesinin adanın tamamında geçerli olmaması sebebiyle, önemli fiili ve hukuki engeller çıkaracağına değinen Mendelson, sonuç olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti ve üç garantör devletin 1959-1960 Antlaşmalarındaki beyanlarının yalnızca siyasi bir karekter taşımadığını; bu beyanların, resmi antlaşmalarda yer almış hukuki vaatler olduğunu; hukukta bilinen en ciddi vaat olan garantinin de bu antlaşmalarda yer aldığını; bu antlaşmalardan fayda sağlayan taraflara, aynı zamanda bu antlaşmalarla yükümlülükler de getirildiğini ve bu yükümlülüklerin de yerine getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu nedenle Mendelson, söz konusu antlaşmalar ve ilgili belgeler yorumlandığında; Kıbrıs Rum tarafının, Türkiye’nin üye olmadığı AB’ye katılmak için müracaat etmeye veya katılmaya hakkı olmadığı sonucuna varmıştır. Ayrıca, garantör devletler olan Yunanistan ve İngiltere’nin, bu katılımı engellemekle yükümlü olduğunu da ifade etmiştir (Özarslan, 132-133). Heinze de Mendelson’la paralel görüşler ileri sürmüş ve Rum tarafının Kıbrıs hükümeti adıyla AB’ye tam üye olamayacağını hukuki gerekçelerle açıklamıştır. Bu durumu engelleyen hususlar içinde AB sözleşmesi, Londra ve Zürih Anlaşmaları ve 1960 tarihli Garanti Antlaşmalarını göstermiştir. Heinze, raporunda 1963 yılından günümüze adada yaşayan iki toplumun kendilerine ait demokratik yöntemlerle seçilmiş iki ayrı yönetimlerinin olduğunu, GKRY’nin adanın tamamına hiçbir zaman egemen olmadığını ileri sürmüştür. Heinze garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin bu üyeliğin gerçekleştirilmesini kolaylaştıracak hareketlerden kaçınması gerektiğini ileri sürmüştür (Tansel, 64). b) Kıbrıs Rum Tarafının Tezleri Kıbrıs Rum tarafının görüşlerini yansıtan Crawford, Hafner ve Pellet tarafından hazırlanan ortak mütalaada,20 söz konusu hukukçular öncelikle, Kıbrıs Rum tarafının statüsünü değerlendirmişlerdir. “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak isimlendirdikleri Kıbrıs Rum tarafının, AB’nin bütün üyeleri tarafından bağımsız bir devlet olarak tanındığını; Rum hükümetinin Cumhuriyet’in hükümeti ve Ada’daki devleti temsil etmeye yetkili olarak kabul edildiğini belirtmişlerdir. KKTC’nin sadece Türkiye tarafından                                                              18 Mendelson’un raporu için bkz. (Mendelson Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne Girişi Neden Hukuka Aykırı Olacaktır?) 19 Mendelson Garanti Antlaşmasının birinci maddesinin ikinci fıkrasına değinerek, bu maddenin Kıbrıs’ın bölünmesini veya başka bir devlet ile birleşmesini doğrudan veya dolaylı olarak yasakladığını bu nedenle Kıbrıs’ın Türkiye’nin üye olmadığı bir Birliğe katılmasının 1960 Antlaşmalarına aykırı olacağını ortaya koymuştur. (Ergör, s.63). Mendelson’un Rum tarafının başvurusunun yasal olmadığına dair gösterdiği bir başka yasal belge ise Garanti Antlaşmasının 2. Maddesi ile garantör ülkelere getirilen yükümlülüktür. Söz konusu maddede üç garantör ülke “kendilerini ilgilendirdiği ölçüde, doğrudan veya dolaylı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir devlet ile birleşmesini… amaçlayan her türlü faaliyeti yasaklamayı” ifadesi yer almaktadır. Mendelson’un mütalaasında, Kıbrıs Anayasasının 170. Maddesi yer almıştır. Bu maddeye göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere “en fazla müsadeye mazhar ülke” “en çok gözetilen ulus” olarak belirlenmişti. Mendelson’a göre AB’ye üyelik halinde, Rum tarafı ile Yunanistan arasında “ekonomik enosis” benzeri bir gelişme olması ve AB üyesi olmayan Türkiye’ye göre, Yunanistan ve İngiltere’yi Türkiye karşısında daha avantajlı konuma getireceğini belirtmiştir. (Özarslan, s.129). 20 Crawford, Hafner ve Pellet hazırladıkları ortak mütalaada Garanti Antlaşması’nın 1. Ve 2. Maddelerinin içeriğine değinmişlerdir. Bu maddelerde, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne getirilen yasaklama, sürekli ve mutlak bir nitelik taşır ve kısmen veya tamamen olmak üzere herhangi bir devleti kapsar. Ancak bu yasaklama, Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadıkları kuruluşlara üye olmayı kapsamaz. Üç hukukçu hazırladıkları ortak mütalaada, Garanti Antlaşması’nın birinci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “devlet” terimi üzerinde durmuşlardır. Bu terimin, Garanti Antlaşması’nda tekil olarak ifade edildiğini, tekil kullanıldığı için de yasağın siyasi veya ekonomik karakterli uluslarüstü bir devletler gurubunu kapsamadığını iddia ederek getirilen yasaklamanın, tek bir devletle sınırlı olduğunu belirtmişlerdir. Mendelson ise bu görüşün aksine, “herhangi bir devlet” ve “hiçbir devlet” ifadelerinin çoğul anlamda devletleri de içerdiğini ileri sürmektedir.   83

Description:
KIBRIS SORUNU ve SÜRECİN SONU ANNAN BELGESİ 12-13 Aralık 2002'de yapılan Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirisi'nin Kıbrıs paragraflarını.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.