Halit Ziya Uşaklıgil - Aşk-ı Memnu Maun sandalla müsademeyi andıran bu tesadüflere artık o kadar alışmış idiler ki, bugün Kalenderden dönerken gene onun âdeta çarparcasına yakından sıyırıp geçişini fark etmemiş gölündüler. Beyaz sandalın şık, zarif süvarilerinde küçük bir telâş eseri, bir ufak haşyet sayhası bile uyandıramıyarak geçen maun sandala — her iki tarafı görebilmek üzere biraz yan oturan — Peyker başını bile çevirmedi, arkasını sahile vererek Anadolu kıyısı**na dumanlarını serpen bir vapura dalmış gözlerile Bihter'in beyaz örtüsünün içinde vekar ve endişe dolu çehresi tamamile kayıtsız kaldı; yalnız, valideleri, sarıya boyanmış saçlarının altında gözlerinin mânasına derin bir mübhemlik veren geniş bir sürme çenberile çevrilmiş gözlerini çevirdi, ucunda gizli teşekkür mânası titreyen bir serzeniş bakışile mahun sandala büsbütün yabancı kalmadı. Aralarında mesafe biraz uzanır uzanmaz, bu üç kadının kayıtsız vekarına birden halel geldi, en evvel valide — kırk beş senenin henüz izalesine muvaffak olmadığı bir şebap vehmile mesirelerde etrafa dağılan tebessümleri kendi lehine isnad etmek i'tiyadını takip ederek — dedi ki : — Bu adnan bey de!... Artık âdet oldu, mutlaka her çıkışta tesadüf edeceğiz; bugün Kalenderde yokdu, değil mi Bihter?... Validesinin şikâyet şekli altında gizli bir memnuniyeti kâfi derecede saklıyamıyan sözlerini Bihter cevapsız bıraktı. Peyker validesine doğrudan doğruya cevap vermeyerek: — Bugün çocukları da yanında değil... dedi, ne güzel çocuklar, değil mi anne? Hele oğlan! Yumuk yumuk gözlerile bir bakışı var ki... Bihter, eğilmiyerek, dudaklarının ucile sordu : Validelerini tanır mıydınız, anne Kız annesine çekmiş olmalı... Firdevs hanım Bihter'in sualini anlamamışçasma donuk gözlerle bir saniye baktı, sonra başım çevirerek artık gözden kaybolan sandalı araştırdı; tekrar Bihter'e bakarak ve bu defa kendi zihninde cereyan eden efkâr silsilesini takip ederek : — Ne tuhaf oir bakışı var! dedi. İsrar eden bir bakış! Ne zaman gözlerim tesadüf etse... Firdevs hanım ikmal etmeden evvel biraz tavakkuf etti. Gali ba «bana» diyecekti, fakat kızlarına karşı bu kadarcık bir lisan ihtiyatına tamamiyle sönmesi kabil olamıyan bir annelik vekarı lüzum gördü, ve : «Buraya bakarken görüyorum...» dedi. Validelerinin bu küçük lisan ihtiyatı ikisinin de dikkat nazarından kaçamadı. Peykerle Bihter manalıca bakışarak gülümsediler, hattâ Peyker bu gülümsemenin ifadesini açıklamaktan çekinmiye-rek: — Evet, gözlerini Bihter'den ayırmıyor, dedi. Bu cümlenin tesirini görmek için validelerine baktılar, o, cevap vermemek için uzaklara baktı. Firdevs Hanım Melih bey takımının hususî şöhretinden en ziyade hissesi olan bir çehredir ki, işte otuz senedenberi — on beş yaşından kırk beş yaşına kadar — bütün mesirelerin en mâruf hayat temasilinden biridir. İstanbul'un seyranları takviminden ismi si-linemiyen, hattâ silinemiyecek görünen, hayatından her sene geçtikçe gençliğe daha ziyade asılan bu kadın, beyazlığını saklamak için sarıya boyadığı saçlarile, taravetinin izmihâlini örtmek için düzgünlere sıvadığı simasile kendisini o kadar aldatmış, henüz tazeliği vehminin içine öyle bir fikir delâletile nefsini tevdi etmiş idi ki, Peyker'le Bihter'in yaşlarını — birinin yirmi beş, ötekinin yirmi iki senesini — unutarak onları bütün bu tebessümlerden, bu takib-lerden hisse alamıyacak kadar çocuk zannederdi. Bu, iki kızla valide arasında ebedî bir cenk ve istihza zemini idi ki, tamamen vuzuh ve serahat kesb edememekle beraber hemen her gün tekerrür eder; Peyker'in manalı bir kelimesi, Bihter'in insafsız bir tebessümü güya bu iki genç vücudun gençlik muzafferiyetini hâlâ genç kalmak isteyen bu validenin harap ve fersude kırk beş senesine çarpardı. O, böyle hâin bir kelime, merhametsiz bir tebessüm, kulaklarına müthiş bir istihza ıslığı ile kırk beş yaşım bağırırken dudaklarında acı bir irtisam ile dalgın dalgın Peyker'le Bihter'e bakar, sonra ufak bir titreyişle gözlerini bu hakikatden ayırarak tekrar şebap vehminin, iğfal hazzına avdet ederdi. Şimdi, dört aydan beri müzic bir fikir beynini tırmalıyordu. Peyker biraz sonra onu büyük valide edecekti. Buna vukuf hâsıl ettikten sonra büyük validelik bir kâbus ağırlığile onu bunaltmağa başladı. Kendi kendisine güya bu fikri silkip atmak istiyerek: «Mümkün değil!» derdi. Büyük valide... Melihjjbey takımının içinde kadınlar hattâ zor valide olurken büyük valide olmak onun için bir zül, bir ayıp hükmünde idi. Şimdiden buna bir çâre düşünüyor, saçlarının beyazlarile çehresinin harabisine bir tamir tedbiri bulduktan sonra büyük valideliğe de bir şey icad etmek istiyordu, öyle bir şey ki ona şebap vehminin mestli-ğinde gizlenebilmek için imkân bıraksın: Çocuk annesine abla, ona da anne, diyecekti. Melih bey takımının içinde böyle garip bir istisna teşkil etmek zilletini tali onun için mi alıkoymuş idi? Bu vak'a hayatını telvis edecek bir leke kadar onu korkutuyor ve artık Peyker'e onu büyük valide edecek olan bu mahlûka, açıkça husumet ediyordu. Peyker'in son cümlesinden sonra sandalda hep sükût ettiler. Adnan bey artık unutulmuş göründü. Melih bey takımı... Bu takımın İstanbul hayatında mertebesinin tâyini metin bir kaideye müstenid olamaz. Tamamiyle kibar âlemine mensubiyet iddia edecek kadar sağlam bir asalet sahibi ol-mıyan bu ailenin yarım asır evveline kadar mevcudiyeti meşkûk ve mübhemdir, aile efradı içinde kibar hayat sicilinde tanınmış isimler bırakanlara uzaktan yakından — biraz karışık olmakla beraber — tesadüf etmek nesiller şecereleri müteveggilerine belki mümkün olur. Asıl takımın hususî hayat tarihi işte bu aileye namını terk eden Melih Beyden ibtida eder. «Melih bey takımı» unvanı ailenin bütün ruhî tarihini rumuz ve şümulile telhis ve icmal eder bir ifade vüs'-atine maliktir. Melih Bey kimdir? Bu suale sarih bir cevap vermek külfetine lüzum görülmemiştir. Melih bey vefatından sonra devam edebilecek hiç bir hâtıra bırakmamıştır: Yalnız Anadolu kıyısında bir yalı ile bu yalıdan İstanbu-lun hemen her tarafına yayılarak bugün «Melih bey takımı» ünva-nile bir temayüz noktasında birleşen kadınlar... Melih beyin yalısı yarım asrm inkılâp silsilesinden geçmiştir. Bugün kimbilir kimindir? Fakat ne zaman önünden geçilse Boğazi-çinin hususî hayatına vâkıf olanların kalblerinde gizli bir parmak uzanarak orasını gösterir ve mübhem fakat zengin mânalar vererek: — Melih beyin yalısı! der... Bir vakitler yalının pencerelerinden taşan tarab ahengi hâlâ rıhtımın taşlarını yalayan suların zemzemelerinde muhtefi, geceleri Boğazın suları bir zamanlar buradan topladıkları neşve şaşaasının hâlâ iltimaı bakıyesile furuzan zan olunur, onun için yalının o hayat devresini bilmiyenler bile yalnız onun mânasını his ederek buradan geçerken bir âlemin meçhul bir sergüzeştine ait zevkleri duyarlar ve kendi kendilerine: — Evet, Melih beyin yalısı!... derler. Bu yalı şehrin tarihinde mümtaz bir nevi çiçek yetiştiren bir camekân hükmüne hizmet etmiş ve İstanbul'un kibar hayatına bu mümtaz mahsulden numuneler serpmiştir. Bunlar yarım