DOI: 10.7816/idil-06-30-05 idil, 2017, Cilt 6, Sayı 30, Volume 6, Issue 30 SANAT VE TASARIM ETİĞİ Duygu DİNÇELİ 1 ÖZ Sanat, çağlar boyu insanlar arası iletişimde önemli bir görev üstlenmiştir. Kimi zaman gerçeklik duygusunun yansıması olmuş, kimi zaman da ideal olanı sunmayı hedeflemiştir. Bunu gerçekleştirirken de estetik değerlerden olabildiğince yararlanmıştır. Fakat bu değerler, çağa ve toplumlara göre değişim göstermiş, tarihsel olgular ve değişen yaşam biçimleri toplumun algısını ve sanatçının sanata olan bakış açısını değiştirmiştir. Toplumların sahip olduğu değerlere göre de sanatın nasıl alımlanacağı önemli bir konu olmuştur. Etik değerler, sanatın algılanmasında önemli olmuş, sanat disiplininde uyulması gereken kuralların bütünü oluşturmuştur. Bütün disiplinlerde yer alan bu değerler, toplumda hazır bulunan normlarla yetinmeyerek bu normları tartışan felsefi bir süreç olmuştur. Günümüzde bu sürecin bazı sanatçılar tarafından farklı anlaşıldığını görmekteyiz. Çünkü sanat, sanatçıya birçok anlatım biçiminden bir tanesini seçmek için belirli bir özgürlük alanı sunmuştur. Bu durumda sanatçının nasıl davranması ve ne kadar özgür olması gerektiği de önemli bir konu olmuştur. Bu bakımdan; sanatın anlamının ve sanatçının sahip olması gereken evrensel etik değerlerin ne kadar önemli olduğu bilinmelidir. Bu doğrultuda yapılan araştırmada, etik kavramının günümüzde nasıl algılandığı ve toplumların sanata olan bakışı bazı intihal örnekleriyle incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Etik, Sanat, Sanatçı, Estetik, İntihal, İletişim Dinçeli, Duygu. "Sanat ve Tasarım Etiği". idil 6.30 (2017): 585-617. Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. 1 Öğr.Gör., İstanbul Arel Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Basım ve Yayın Teknolojileri, duygudinceli(at)arel.edu.tr 585 www.idildergisi.com Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. ART AND DESIGN ETHICS ABSTRACT Art has had an important task in terms of communication down the ages. Sometimes it has been a reflection of reality, and sometimes its aim has been to submit the ideal. While doing these, it takes advantages of aesthetics values. However, these values has changed a lot according to the era and society while historical facts and lifestyles has changed the sense of society and artist’s point of view in art. According to the values society has, how the is sensed has been an important issue. Ethic values has been important in sensing the art, art has created all of the rules to obey in discipline. These values that are in all the disciplines do not make themselves content with the norms that is already in society, on the contrary, they has become a philosophical process that has been discussing these norms. We see that these processes are misunderstood by most artists, because art offer artists an area of freedom to make a choice between multiple phraseologies. In the present case, how the artists must behave or how far they must be free have been an important issue. In this regard, how important are art or universal ethic values that an artist must have, needs to be known. In a study about it, how ethic values and art are seen by people is examined with details. Keywords:. Ethic, Art, Artist, Aesthetics, Plagiarism, Communication www.idildergisi.com 586 DOI: 10.7816/idil-06-30-05 idil, 2017, Cilt 6, Sayı 30, Volume 6, Issue 30 GİRİŞ Sanat, insanlık tarihinin her evresinde var olmuş, duyguların ve düşüncelerin estetik bir biçimde sunulmasında önemli bir konuma sahip olmuştur. Bu konuma sahip olurken de yaşadığı toplumun kültürel yapısına bağlı kalarak, maddi ve manevi değerleri bir sonraki nesillere aktarmada önemli bir görev üstlenmiştir. Bu görev sanatçılara belli bir duyarlılık kazandırmıştır. Çünkü sanatçı toplumun bir parçası, toplumla hareket eden bir bütündür. Toplumun kültürel değerlerine bağlı kalarak onların gelişimine katkı sağlamaya çalışan kişidir. O zaman sanat ve toplum birlikte şekillenmekte, birbirinden ayrı düşünülmemektedir. Sanatçı da sahip olduğu kültürel yapı içerisinde kendi özgürlük alanını belirlemektedir. Özgürlük duygu ve düşüncelerin ifade şeklidir. Sanat da duyguların estetik bir biçimde dışavurumudur. Dışavurum bazen kitleleri bilgilendirirken bazen de bu değerleri yok edebilir. Bu durumda sanatçının seçimleri ve toplumla kuracağı iletişim önemlidir. Yaptığı bazı davranışlar kitleleri yanlış etkileyebilir, ahlaksal olanı sorgulayan etik değerleri hiçe sayabilir. Makale de sanatçının seçimlerinde ne kadar özgür olması gerektiğini sorgularken ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan öncelikle sanat, sanat eseri ve sanat tasarımı gibi tanımların incelenmesi etik değerler konusunda yol gösterici olacaktır. Sanat Sanat kelimesinin günümüzdeki anlamının ne olduğunu irdelediğinde, farklı yorumlar mevcuttur. Bu yorumlar tarihsel süreçte çağlara, toplumlara göre farklılıklar göstermiş, yaşanan her olayla beraber kültürel yapının da eklenmesiyle, sanatın kapsamı ve içeriği her geçen gün genişlemiştir. Bu bakımdan sanatı ve sanatçıyı yorumlamak, içinde farklı görüş ve düşünce biçimlerini barındıran bir süreç olmuştur. Bu da insanların bilgi birikimine ve yaşanan toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş, insanı etkileyen her şey sanatı da etkilemiştir. Tolstoy sanat hakkında, “özünde sanatçı denen kişinin, belirli göstergeler aracılığıyla, yaşamış olduğu duyguları bilinçli olarak başkalarına aktarmasıdır. Başkaları da bu duygulardan etkilenir ve bunları yaşantılar” demiştir (Büyükdüvenci, 2006: 48). Sanat insanın kendini ifade etme yollarından biri olarak var olmuş, bu varoluşta çeşitli durumları ve olayları belirli bir amaç doğrultusunda güzellik anlayışı gözeterek, estetik bir yapıda buluşturmuştur. Müzik dinleyen, roman okuyan ya da bir tabloyu seyreden kişi, kendi hayal dünyasına dalarak o eserde kendinden bir şeyler bulabilmektedir. Bu durumda kişinin sanatsal tercihi, kişiliğini yansıtmakta ve estetik yönünü de ortaya çıkarmaktadır. Sanat insanın var olduğu her yerde var olmuş, bu da maddi, sosyal ve hedonik ihtiyaçlar dışında yaratma dürtüsünün neden olduğu özel bir durumun sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Ulusoy, 2005: 9). Yaratma dürtüsünden doğan yaratıcılık, daha önce kurulmamış bir düşünce şemasının içerisinde yeni deneyimler, yeni fikirler, yeni 587 www.idildergisi.com Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. yaşamlar çıkarabilme yetisi olarak var olmuştur. Daha önce yapılmayanın estetik heyecanla ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu yüzden “yaratıcı olan, daima beklenilmeyendir.” denmiştir (Turani, 2014: 13). Marks; sanattaki bu yaratıcı eylemi insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşaması olarak görmüştür (Yolcu, 2015:26). Dürer de, “sanat doğanın içindedir. Sanatçı bunu oradan çıkarabilendir.” diyerek sanat ve doğanın etkileşimini vurgularken (Soygur, 2016) Klee, sanatçının doğanın tabanında insan olduğunu ve bu durumda doğanın parçası olduğu için, o da doğadır, demiştir (Klee, 2006: 37). Voltaire, bu duruma biraz daha farklı yaklaşarak, “Sanatların gizi doğanın eksiğini kapatmaktır.” diyerek insanın kendi doğasını kendisinin oluşturduğunu söylemiştir. Böylelikle sanat bir bakıma dünyayı düzene sokmak içindir (Samsun, 2008: 1). Doğa, insanlık ve sanat olmadan da vardı. Doğada varlığını sürdüren insan, yaşamını devam ettirebilmek için tarih boyunca doğaya çeşitli anlamlar yüklemiştir. Bu da zaman içerisinde insanoğlunun akıl gücünün gelişimiyle artmıştır. Sanat, doğanın güzelliğini açıklamaya çalışmış fakat bu güzelliği yorumlayan, değerlendiren yine insan olmuştur. Bacon, “Sanat doğayla ekli insandır.” tümcesiyle bu yorumu desteklemiştir. Sanatçı doğadaki güzelliklerden beğendiğini seçip almakta özgürdür fakat bu güzelliklere kendinden katacak herhangi bir bilgi birimi, bireysel duygusu olmadığı takdirde ürettiği eser sanatsal niteliğe sahip olamamaktadır (Öztürk, 2016). Sanat felsefesi de bütün bu konuları inceleyen bir dal olarak, sanat hakkında farklı yaklaşımlarda bulunmuştur. Sanat disiplinleri, güzel sanatların bütün alanlarına yöneliktir. Sanatsal yaratım, zanaat gibi herhangi bir maddesel gereksinimin sonucu değildir. Sanat duyguları belirsizlikten kurtaran bir tavırdır. Eskiçağlarda sanat ve zanaat özdeş kullanılırken, “güzel sanatlar” kavramının ortaya çıkmasıyla bu sadece hoşlanılan ve herhangi bir çıkar gözetmeyen nesnelerle, sadece yarar sağlayan nesneler birbirinden ayrılmaya başlamıştır (Bozkurt, 1995: 18). Maddi fayda gözeten sanatlardan ayrılması için güzel sanat kavramı ortayı çıkmıştır. Bu bakımdan sanatı tek bir alanda düşünmek doğru olmamaktadır. Plastik, işitsel ve ritmik olmak üzere güzel sanatlar da kendi içerisinde üç bölüme ayrılmaktadır. Plastik sanatlarda maddeye biçim verirken, ritmik sanatlar harekete biçim veren sanatlar olarak var olmuştur. İşitsel sanatlarda sese ve söze biçim verme özelliğiyle önemli olmuştur. Sanatın güzel sanat olabilmesi için, sanatçının toplum ve olaylar üzerindeki bilgi, duygu ve düşüncesinin yüksek olması gerekir. Güzel sanatlar, organize olmamış tecrübi bilgilerden önemli olanları soyutlayarak onları algılamamız için ortam yaratır (Ulusoy, 2005: 10). Geçmişte sanat üretim koşulları, lonca ve hamilik ilişkileri, üreticinin uyması gereken kurallara bağlıyken, güzel sanatlar tanımıyla birlikte tanımın anlamı derinleşmiş, hayal gücünün daha ön plana gelmesiyle soyut bir yapı kazanmıştır. Böylece sanatın nasıl alımlanacağı önemli bir konu olmuştur. www.idildergisi.com 588 DOI: 10.7816/idil-06-30-05 idil, 2017, Cilt 6, Sayı 30, Volume 6, Issue 30 Sanat Eseri Tolstoy,“İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı” der (Sigura, 2016). Sanatçı ifade ihtiyacının sonucu ortaya bir eser koymakta, bu eseri ortaya koyarken de yaşadığı toplumun sosyal koşullarına bağlı kalarak kendi kişiliğini ve görüşünü yansıtmaktadır. Bu bakımdan sanat ve toplum iç içe geçen bir olgu, aynı zamanda ustalık isteyen entelektüel bir süreci temsil etmektedir. Sanat yapıtı da bize yeni bir mesaj veren, ahlaka dayalı uzun bir olgunlaşma süreci olmaktadır (Tolstoy, 1992: 138). Sanatçının eseri yaratmasıyla, izleyicinin bu eseri alımlaması, geçmişten beri üzerinde düşünülen, felsefi açıdan da birçok düşünceyi barındıran bir süreç olmuştur. Bu süreci tarih içerisinde farklı filozoflar farklı görüşlerle desteklemiş, sanat hakkındaki bu görüşler de sanat felsefesinin konusu olmuştur. Sanat felsefesi, sanatın nasıl bir etkinlik olduğunu sorgulamış, sanat eserinin nasıl oluşması gerektiğine dair çeşitli yaklaşımlarda bulunmuştur. Bu yaklaşımlarla sanatı taklit olarak, yaratma olarak, oyun olarak farklı görüşlerde incelenmiştir. Taklit olarak sanatta, sanatçının dünyaya ayna tutması, insan ve doğa yaşamında gördüklerini taklit ederek sunmasıyla sanat olabileceği görüşü desteklenmiştir. Platon, gerçek dünyayı idealar dünyası olarak görmüş, sanatçının idealar dünyasını yansıttığı ölçüde mükemmele ulaşabileceğini söylemiştir. Bu tanıma göre, fizik ötesi alemdeki idea, bu dünyadaki onun yansıması olurken, sanatçının eserinde üçüncü dereceden bir yansıma olmaktadır. Aristoteles için de bu sanat, doğada tamamlanmamış halde kalan etkinlikleri tamamlamaya çalışan bir süreçtir. Bu süreci sanatkarın gördüğü her şeyi taklit etmesiyle değil de gördüklerini yansıtmanın sanatkarın seçimlerinin içinde gizli olduğunu söylemiştir. Böylece sanat ve sanatkar, ancak hayatın anlamı hakkında bilgi vererek gerçekliğe ulaşabilecektir. Yaratma olarak sanatta da, sanat eserinin tekrar edilemez, özgün olmasının ancak yaratıcı hayal gücüyle gerçekleşecebileceği ve böylece mükemmele ulaşabileceği söylenmiştir. Çünkü doğada mükemmel yoktur. Sanatçı da mükemmele hayal gücüyle ulaşabilmeli, yaratıcı yanını kullanarak doğadan aldıklarını birleştirerek yeni bir anlatıma dönüştürmelidir. Bu görüşe göre de sanat eserinde özgünlük önemli olmuştur. Oyun olarak sanatta da, oyunun insanları gündelik hayatın kaygılardan kurtarması ve aynı zamanda özgürlük vermesi sanatla bir tutulmuştur. Schiller, “İnsan oynadığı sürece tam bir insandır” (Atan, 2016) diyerek, sanatçının madde ve biçimle oynarken sanat eseri ortaya koyduğu görüşünü desteklemiştir. Bütün bu görüşlere göre genel bir değerlendirme yaptığımızda, bir eserin sanat niteliği taşıması için, öncelikle bir yaratıcıya daha sonra da bu yaratıcı gücü sunabilecek bir dünya görüşü ve özgün bir bakışa hakim olması gerekir. Bu da 589 www.idildergisi.com Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. yaratıcılığın hakim olduğu farklı alanların, sanatsal nitelikteki yaratıcılıkla eşdeğer olup olmadığı sorusunu oluşturmaktadır. Örneğin; bilimde de yaratıcı güç hakimdir fakat sanatla farklı özelliklere sahiptir. Çünkü bilim yaratıcılığı kullanım amacına uygun olup olmadığına göre değerlendirir. İşlevselliğe önem verir, çözüm odaklıdır. Sanattaki yaratıcılık ise daha farklıdır. Sanatçı işlevselliği bilimdeki kadar düşünmeden, olayları anlamaya ve daha farklı şekilde göstermeye çalışır. Güzellik ve beğenilme kaygısı daha ön plandadır. Bir sanatçı ben yaratıcıyım ve benim eserim sanat eseridir diyemez ve dememelidir. Çünkü bir eserin sanat eseri sayılabilmesi, alıcının esere yüklediği anlamla değişmektedir. Bu anlam yüklemesi bazen çok kısa sürede gerçekleşmekte, bazen de çok uzun yıllar alabilmektedir (Ezici, 2005: 123). Bir dağ manzarası, bir göl ya da bir şelale de güzeldir fakat sanat eseri sayılamaz. Bir masa, bir tabak da estetik hayranlık uyandırmadıkça sanat eseri niteliği taşıyamaz. Eser insan eliyle oluşturulsa bile, estetik değeri ve güzelliği olmadığı müddetçe sanatsal niteliği de olamayacaktır (Kuzucular, 2016). Bu durumda estetik, sanatkarın zihnindeki zevki, inceliği, ayrıntıyı başkalarının zihnine yansıtabilme becerisi olarak adlandırılabilir. O zaman sanatçı hayalindeki estetik tavrı karşı tarafa düşündüğü şekliyle ulaştırabildiği zaman, yaptığı eser de sanat eseri niteliğine sahip olacaktır. 18. yüzyıl düşünürlerinden Baumgarten, bilgiyi duyusal ve akılsal bilgi olmak üzere iki şekilde sınıflandırmaktadır. Duyusal bilgi karmaşık olurken, akılsal bilgi açık bir biçimde tasavvur edilmektedir. Bu durumda bilginin hem açık hem karışık olduğu durumları duyumsamak, estetiğin ve aynı zamanda da sanatın konusu olmaktadır (Bedrettin, 2008: 21). Estetik sözcüğünün Aisthanesthai (duymak, algılamak), aisthesisi (duygu, duyum) gibi sözcüklerden de gelmesi duygu ve duyumun estetik içerisinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir (Doğan, 1998: 15). Güzellik de, duyusal bilgi içerisinde yer alan estetiğin ana konusudur. Bir eserin sanat eseri olabilmesi için güzel ve aynı zamanda orjinal olması gerektiğini dile getirmiştik. O zaman güzel olan nedir? Sanat eserini güzel yapan nedir? gibi soruları sormamız da yanlış olmayacaktır. Güzel, duyularla algılanan mükemmelliktir. Bu kavram kendi içerisinde doğruluk, iyilik, faydalı, hoş ve yüce kavramlarıyla eşdeğer tutulmaktadır. Burada güzellikle bir tutulan iyi kavramı, ahlaksal bir değer taşımakta ve bir amaca bağlı olmamaktadır. Güzellikteyse herhangi bir amaç yoktur. Çünkü bir sanat eserini nitelerken ilk olarak o eserin iyi olup olmadığını değil de, güzel olup olmadığını sorgularız. Bu bakımdan güzel olan şey, hiçbir yasaya bağlı olmamaktadır. İrlandalı filozof Hutcheson, sanatın amacının güzellik olduğunu belirtir ve ondaki güzelliği algılamanın da içimizdeki etik içgüdünün yönlendirmesiyle gerçekleşebileceğini söyler. Bu içgüdü estetiğe de aykırı olabilir, iyi olana da... Farklı bir bakış açısıyla Suhltser, ancak iyi olanın güzel olabileceğini ve bunun da ahlak duygusunun eğitimiyle gerçekleşebileceğini söyler. Sanat da bu amaca bağlı olmalı, güzellik de bütün bu duyguların uyarılması ve eğitilmesini sağlamalıdır. Mendelsohn’a göre de sanatın amacı ahlaksal güzelliktir (Tolstoy, 1992). Yine güzellik ve doğruluk www.idildergisi.com 590 DOI: 10.7816/idil-06-30-05 idil, 2017, Cilt 6, Sayı 30, Volume 6, Issue 30 kavramlarını bazı filozoflar eşit görürken, bazıları da farklı olarak nitelemektedir. Kant’a göre ikisi de ayrı kavramlardır. Doğruluk, mantık yargısı olurken, güzellik bir beğeni yargısıdır ve hayal gücümüze dayanmaktadır (Yıldırım, 2016). Güzellik kavramıyla beraber bir eseri beğenme sürecimizi de belirleyen hoşlanma ve hoşlanmama duygularımızdır. Bu duygular öznedeki haz alma, hoşlanma duygusu ile belirlenmiş olur. Beğeni yargısı estetik yargıyı belirleyen tüm çıkarımlardan uzak olarak, hiçbir karşılık beklemeden duyulan salt haz olarak vardır (Delice, 2004). Güzelliği sadece tanımlarla değil de antik çağdan beri geçirdiği değişimlerle incelediğimizde, evrensel olan güzellik algısını ve onunla bağlantılı olarak estetik kavramı hakkında daha fazla bilgiye sahip olabiliriz. Aristo, Poetika adlı eserinde güzelliği büyüklük ve düzende görmüş, onun asla tanımlanamayacağını iddia etmiştir. Ona göre güzelliği belirleyen insanın kendisi ve olanaklarıdır. Aristoteles’in güzellik anlayışından yola çıkarak Rönesans, Klasisizm ve Aydınlanma yüzyılında da aynı görüşlerin hakim olması tesadüf değildir (Doğan, 2014: 8). Örneğin, 15. yüzyıl Rönesans dönemi sanat eserlerine de baktığımızda belirli bir düzenin hakim olduğu, perspektifin keşfedildiği ve uygulandığı görülmektedir. O dönem güzele ulaşmanın temeli bilgiydi ve bu nedenle perspektif hem doğru olması, hem de göze hoş görünmesinden dolayı sıklıkla kullanılmaktaydı. Ayrıca Rönesans birey bilincinin ve bilgi çağının gelişmesi bakımından da önemli bir dönem olmuştu. 1550’lerde Rönesans’ın bu klasik anlayışına tepki olarak ortaya çıkan Maniyeralist akım da klasik güzelliği reddetmekteydi. Bu akımın güzellik anlayışı çeşitli figürlerin fantastik olarak kurgulanmasında gizliydi. Barok döneminin güzellik anlayışında ise; melankoli duygusu öne çıkarken, ressamlar artık neyin resmedildiğini değil de, nasıl resmedildiğine önem vermişlerdi. Bu dönemki çalışmalarda bilgi ağının artışıyla maneviyat ve içsel olanın sorgulanması ön plana çıkmıştır. Barok dönemde başlayan içsel boşluk, Romantizm döneminde daha üst seviyeye ulaşmış, yapılan eserlerde güzellik yerine ifade ön plana çıkmıştır. 19.yüzyılın ikinci yarısında beliren Modern kavramı ve 20.yüzyılın ikinci yarısında da ortaya çıkan sanat akımlarının etkisiyle birlikte sanat eserlerinde alışılagelmiş düzen bozulmaya başlamıştır. Dışavurumcu sanatçılar, savaşı da konu alarak ortamın vermiş olduğu çirkinlikleri eserlerinde yansıtmıştır. Savaşın izleri sanatçıları hiçbir şeyin sürekli olamayacağı düşüncesine itmiştir. Bu nedenle sanattaki estetik anlayışta bir takım değişimler meydana gelmiştir. Bu dönem sanat eserleri dünyayı farklı yorumlatmayı amaç edinerek, günlük yaşamın nesnelerinden zevk almayı öğretmeye çalışmıştır. Örneğin; bu dönem Dadaistler, estetik olmayan mantıkdışı olan herşeyi sanat eseri olarak tanımlayabilirlerdi (Farthing, 2012: 410). Duchamp’ın eserlerinde bu tavrı görmek mümkündür. O sanat eserinin faydacı olmadığını öne sürerek, amacının içinde saklı olduğu görüşünü savunmuştur. Pisuvar gibi hazır nesneyi sanat nesnesi olarak sunduğunda estetik yargılar tekrar sorgulanmaya başlamıştır. Ya da bu duruma 1960’lı yıllarda Fluxus sanatçılarının hazır nesneleri kullanarak geleneksel formları yok etmeye çalışmaları da 591 www.idildergisi.com Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. örnek gösterilebilir. Onlar da sıradan nesneleri eserlerinde kullanarak sanatın toplumsal bir dönüşümü sağlama da araç olarak kullanabileceği fikrini öne sürmüşlerdir. Böylece klasik güzellik anlayışı değişmeye başlamış, nesneler üzerinde düşünme daha ön plana çıkmaya başlamıştır (Doğan, 2014: 40). Bilim, ahlak, felsefe gibi yapılar değiştikçe de sanat ve ona bağlı olarak da sanat eseri de değişime uğramıştır. Değişime uğrayan toplumlar, kendi düşünce biçimlerini yansıtabilmek adına farklı estetik değerler oluşturmuştur. Bunları tarihsel süreçte de görmemiz mümkündür. Kagan, her çağın dünyayı kendi ideallerine bağlayarak yansıttığını ve bunun sonucu da estetik değerlerin ve güzelin de tarih içinde değişime uğradığını dile getirmiştir. Günümüzdeki bir sanat eserinde de eski estetik değerlerin hakim olmadığını görmek mümkündür. “Bir eserin estetik değerinin olması onun insanda estetik yaşantı uyandırması demektir. Estetik değer eserde bağımsız olarak vardır ancak bu değer insan yaşantısıyla ilişkiye geçerek gerçekleşir, bu gerçekleşme insanların eseri okuması yoluyla estetik yaşantı oluşturarak olur” (Kagan, 1993: 133). diyerek ilişkili olduğumuz nesnelere güzel, iyi gibi değerler yüklediğimizi ve anlamlarının da aslında bizim o nesnelerle olan ilişkimizde ve yüklediğimiz ifadelerde gizli olduğunu işaret etmektedir. Sanat Tasarımı Yaşadığımız dünyada günlük ihtiyaçların karşılanmasından, insan yaşam kalitesinin belirlenmesine kadar hayatımızın büyük bir bölümüne nüfus eden tasarım olgusu, doğada örneğini bulunmayan yönleriyle çevremizi biçimlendirme ve gereksinimlerimizi karşılamak adına insana özgü bir yetenek olmuştur. Çünkü dünyayı biçimlendirme yeteneğimiz o kadar gelişmiştir ki yerkürenin çok azı ilk haliyle kalabilmiştir. Bu yetenek insanın varoluş özünde bulunup çeşitli yollarla kendini göstermiştir. Yaklaşık bir milyon yıl öncesine uzanan bir süreci kapsamaktadır. Eski kültürler yeteneklerini desteklemek ve çoğaltmak adına doğal nesneleri birer araç olarak kullanmışlardır. Örneğin; su içerken elimizi kap şeklinde kullanabiliriz fakat bunu karşılayacak aynı şekle sahip olan derin bir kabuk da aynı görevi daha iyi bir biçimde karşılayacaktır. O zaman yeni ürettiğimiz araç su sızıntısına sebep olmayacağı için daha etkili ve hayatımızı kolaylaştırıcı bir rol üstlenecektir. Bu aşama bize tasarımın sorunların çözümüne getirilen yöntemlerin biçim ve işlevler arasındaki bağlantının kurulmasıyla gerçekleşeceğini göstermektedir (Heskett, 2002:15-16-20). Peki bu özelliği geçmişten beri bize katan nedir? Tasarlama sürecinde yaptığımız seçimleri neye göre belirlemekteyiz? Öncelikle tasarımın seçimlerimizin bir sonucu olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Seçmek ise niyet, yarar ve amaç gibi çeşitli özellikleri içerisinde barındırmaktadır. Bu demektir ki tasarımcı ilk baştaki fikriyle eseri uygulamaya koyduğu anki fikri aynı değildir. Artık fikrin içerisine uygulama ve uygulamanın sunduğu yarar da devreye girmiştir. www.idildergisi.com 592 DOI: 10.7816/idil-06-30-05 idil, 2017, Cilt 6, Sayı 30, Volume 6, Issue 30 Yaratıcılık, bu süreç içerisinde bizi bütün olasılıklar içerisinden sonuca götüren insana özgü bir özellik olmaktadır. Bu özellik öğrenme, bilgi edinme gibi temellere dayanıp, sınırsız olanaklar sunmakta, tasarımcı da bütün bilgi birikimi ve toplumun ihtiyaçlarına göre yenilikler getiren ve sunan kişi olarak var olmaktadır. Tasarım da yenilikler sunan tasarımcının kurgu, işlev ve estetik gibi kavramlar arasında bağ kurmasıyla ortaya çıkmaktadır. İnsanlar kullandığı nesneleri çağın estetik değerleri ile yeniden düzenlenmektedir. Tasarım bilimde kuramlar, felsefede düşünce sistemleri, sanatta sanat eserleri, grafik tasarımda grafik tasarım ürünleri olarak somutlaşmaktadır. Bu durumda her sanat yapıtı aynı zamanda tasarımdır. Çünkü gerçekliği aşarak estetik bir kaygı taşımaktadır (Tunalı, 2009: 18). Fakat estetik kaygı taşıyan her eser de sanatçının eylemleri sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü tasarım süreci bir kurgudur. Sonuca ulaşmak için de planlama ve biçimlendirme gibi belli süreçleri kullanmaktadır. Bu süreçler zamana ve teknolojiye göre farklılıklar göstermekte, bütün bu işlemler de sanatsal ve aynı zamanda bilimsel yöntemlerin birlikte kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Bu da sanatçının eylemlerinde ihmal etmemesi gereken bazı kuralların olduğunu göstermektedir. Sanatçı denilen kişi tasarım yaparken etik bir kişiliğe ve bunun sonucu olarak da ürettiği eserde etik eylemlerde bulunmalıdır. Bu da bir sanat eserinin tasarımında gerçekleşen her eylemin değerlendirilmesinden başlayarak, sanat yapıtının insanlara yeni birşeyler katıp katmaması ya da insan değerlerini koruyup kollamaması gibi çeşitli özelliklerle belirlenmektedir. Çünkü etik neyin yapılması gerektiğini ve hangi davranışların yaşama anlam kazandırdığını belirleyen bir kavramdır. Sanatçı da insan olarak insanlık adına ne yapmalıyım ya da neler yapıyorum gibi soruları sorduktan sonra bitirdiği eser gelecek zamanda da varlığını sürdürebilecektir. Çünkü insana bağlı değerler gelecekte de yeni yorum üreten kişilerin varlığıyla anlamlılığını ve değerini sürdürecektir (Yılmaz, 1999: 166-172). Bu bakımdan etik kavramını incelememiz önemlidir. Etik Kavramı Hayatımızda önemli bir yeri olan, duygu ve düşüncelerin dışavurumunda etkili olan sanat ve tasarım olgusunun doğru yorumlanabilmesi adına etik kavramının anlamının sorgulanması önemlidir. Etik; toplumsal ölçekte gerçekleşen davranış, eylem ve bütün bunların biçimlendirilmesinde etkili olan düşünme süreçleriyle ilgili, çok anlamlı ve günümüzde anlamı konusunda karışıklıkların mevcut olduğu bir kavramdır. Bu kavram, sözcük anlamı olarak Yunanca’da karakter anlamında kullanılan ‘ethos’ sözcüğünden türeyerek ideal ve soyut olanı vurgulamış, bunun sonucu ahlaki kural ve değerlerin incelenmesiyle de ethos’tan türeyerek ‘ethics’ 593 www.idildergisi.com Dinçeli, Duygu. (2017). Sanat ve Tasarım Etiği. idil, 6 (30), s.585-617. kavramını ortaya çıkarmıştır (Büte, 2011: 172). Doğru ve yanlışı birbirinden ayırmak adına ahlak kavramının doğasını sorgulamasıyla, “toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları” anlamında kullanılan ahlak kavramıyla da bir tutulmuştur (Ahlak, 2016). Bu sebeple karışıklığa neden olmuş, kişi davranışlarına temel olan ahlak ilkelerinin bir biçimi olmasıyla beraber, felsefi bir süreci de niteleyerek soyut bir anlam ifade etmiştir. Toplumsal ve bireysel ilişkilerin temelini oluşturan kuralların ve değerlerin doğru ya da yanlış olup olmadığını ahlaksal açıdan araştırmasıyla da önemli olmuştur. Ahlak, toplum yaşamı içerisinde hazır bulunan norm ve kuralların bütünü olarak, toplum yaşamındaki düzeni sağlamak amacıyla benimsenen ilkeler olmuştur. Bu açıdan bakıldığında yerel, tarihsel ve olgusal bir şeydir. Etik ise, yerel ahlaktan beslenerek, hazır bulduğu normlarla yetinmeyerek bu normları tartışarak sorgulayan evrensel bir duruştur. Ahlaki problemleri sorgulayarak ona özgü ilkeleri genel bir bakış açısıyla temellendirir (Cevizci, 2015: 18-19). Ahlakın yerel olmasındaki en önemli etken, kültürel, sosyal ve ekonomik yapının toplumdan topluma göstermiş olduğu farklılıklardır. Bu farklılıklardan yola çıkarak etikte ilkeler söz konusuyken, ahlakta davranışlar önemlidir. Ahlak iyi ve kötünün ne olduğunu sorgulayan toplumsal bir davranış biçimidir. Hukuk da bu yüzden ahlakla benzerlik göstermektedir. Çünkü ahlaki değerin olmadığı bir hukuk biçimi düşünülemez. Fakat ikisi arasındaki fark, hukukun yazılı olması, ahlakın ise yazılı olmayan ve toplum tarafından kabul edilmiş kurallar olmasıdır. Etik, ahlak üzerine derinlemesine düşünen felsefe biçimidir. Toplumsal yapı içerisinde konulan herhangi bir kural zaman içerisinde kabul görüyorsa, bu kural toplumun sosyal davranış biçimini oluşturur. Bu kural toplumun özlediği bir davranış biçimi, bir yaşam tarzını da olabilir. Bu durumda toplum etik niteliğine ulaşmaya başlamaktadır. Etik niteliğe ulaşmak için de nelerin doğru, nelerin yanlış olduğunu ayırt etmede kullanılan belirli kuralların olması gerekir. Her meslek grubunda yer alan bu kurallar, hem ahlaksal, hem de hukuksal açıdan birbirine bağlantılıdır. Örneğin; bilim alanında yapılan bir araştırmada toplanan her veri doğru ve güvenilir olmalıdır. Yapılan araştırma okuyan kişileri yanıltmamalı, verilerin toplanmasından yayınlanmasına kadar geçen süreçte araştırmacı çeşitli kurallara uymak zorundadır. Kendine ait olmayan buluntular hakkında kaynak gösterebilmelidir. Kaynak gösterilmeden, atıfta bulunmadan yapılan her alıntı dürüst olmayacak ve etik ilkeleri hiçe sayacaktır. Bu sebeple hukuk kurallarının olması neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlemede önemlidir. Türkiye Bilimler Akademisi’nde etik ihlaller ile ilgili yayınladığı raporda bazı etik ilkeleri kısaca açıklamıştır. Uydurmak, çarpıtmak, aşırmak (intihal), bilimsel yanıltma, saptırma, gizlilik ihlali, katkı veren kurum belirtmeme gibi başlıklarla belirtmiştir. (Saldamlı, 2016: 87-88). Günümüzde de sanat ve tasarım alanında intihal örnekleriyle çok sık karşılaşmaktayız. Buna en güzel örnek bir görselin izinsiz bir şekilde kullanılması ya da bir fikrin izin alınmadan birebir aynısının yapılması örnek gösterilebilir. www.idildergisi.com 594
Description: