ebook img

JOHN LOCKE EPİSTEMOLOJİSİNDE BİLGİ VE İMAN İbrahim BOR Bilgi ve iman John Locke'un ... PDF

17 Pages·2012·0.32 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview JOHN LOCKE EPİSTEMOLOJİSİNDE BİLGİ VE İMAN İbrahim BOR Bilgi ve iman John Locke'un ...

JOHN LOCKE EPİSTEMOLOJİSİNDE BİLGİ VE İMAN İbrahim BOR∗ Özet Bu çalışmada bilgi kuramının kurucularından kabul edilen J. Locke’ta söz konusu kuramın başlı- ca öğelerinin açıklanması, bunların gerekçelendirilme yolu ve birbirleriyle epistemolojik ilişkileri açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışmanın kanıtlamaya çalıştığı tezlerin başında, Locke’çu epistemo- lojide “bilgi”nin başlıca niteliğini tecrübe ve/veya aklî çıkarıma dayalı “kesinlik” oluştururken kesin bilginin sınırlarının bittiği yerde “iman”ın epistemik işlevinin devreye girdiği iddiası gel- mektedir. Bu açıdan Locke’çu epistemolojide imanın bilgiyle ilişkisinin negatif epistemoloji de- nebilecek bir yolla temellendirildiği savunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Bilgi, İman, Bilgi Kuramı, John Locke. Faith and Knowledge In Locke’s Epistemelogy Abstract This work explores the primary components of epistemology, its justification and epistemological relations from John Locke’s perspective. John Locke is widely known as one of the founders of the theory knowledge. One of the arguments to be proven in this work is though the main attribute (quality, chracteristic) of knowledge is “certainty” based on experience and/or rational argumentation, the epistemological function of “faith” steps in at the point where the limit of the certain knowledge ends. In this regard, it is asserted that in the Lockean epistemology the relation of faith and knowledge can be established in a way called negative epistemology. Keywords: Knowledge, Faith, Epistemelogy, John Locke. Bilgi ve iman John Locke’un bilgi kuramını bütünleyen iki temel kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların ilişkisi ve sınırları diğer bir deyişle, nereden ayrılıp nerede buluştukları ise Locke’un bilgi kuramının ve İnsan Anlığı Üzerine Deneme başlıklı eserinin gayesini oluşturmaktadır. Locke bu gayeyi şu şekilde ifade eder: “Amacım insan bilgisinin kaynağını, kesinliğini ve genişliğini, bunun yanında da inancın, kanının (opinion) ve onaylamanın temellerini ve derecelerini araştırmak...”1 Bu ifadeler aynı zamanda ∗ Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ([email protected]) 1 John Locke, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1996. s. 59. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 36 | John Locke Epistemolojisinde Bilgi ve İman Locke’tan günümüze bilgi kuramının belirgin tanımlarından birini de ortaya koymaktadır. Locke bu bağlamda Deneme’de insan bilgisinin doğasını, kay- naklarını ve sınırlarını ele almakla bilgi kuramının kurucusu olarak kabul edilmektedir.2 Bilgi kuramının görevlerini ilk kez Deneme’de John Locke’un formülleştirdiğini belirten Alvin Diemer şunları söyler: “İngiliz filozofu John Locke’la birlikte genel anlamda özgül bir bilgi kuramı ve bilgi eleştirisi dö- nemi başlamıştır.”3 Bu çalışmada özetle, bilgi nedir? Bilginin kaynakları nelerdir? Bilginin değeri ve gerçekliği nasıl anlaşılmalıdır? İnanç bilginin bir öğesi midir? Her bilgi inanca dayanmakta mıdır? şeklindeki epistemolojinin bazı temel soru- larının cevaplarını Locke’un bilgi anlayışıyla sınırlı olarak vermeye ve bu cevaplar çerçevesinde bilginin ve imanın Locke epistemelojisinde nerede durdukları ve bu iki temel kavramın birbiriyle ilişkisini ortaya koymaya ça- lışacağız. Bilginin Tanımı ve Kaynağı Locke’a göre bilgi, “iki ide arasındaki bağıntı ve uyuşmanın ya da uyuşma- ma ve karşıtlığın algılanmasıdır.”4 Bu tanımda oluşturucu öğelerden olan “ide”, “uyuşma”/”uyuşmama” ve “algılama” terimlerinin açıklanması ko- nunun anlaşılmasında yol gösterici olacaktır. Locke’un bilgi kuramında en çok kullandığı terim olan “ide”, tüm bilgile- rimizin ana malzemesini oluşturmaktadır. Filozofa göre ide -geniş anlamda- zihnimizin tüm dolaysız nesnelerini kapsar. Düşüncenin tüm nesneleri ide ile ifade edildiğinden, kavram veya türsel bir genelliği de içerebilmektedir. “Aklık”, “devim”, “düşünme”, “sevme” gibi genel kavramların her biri birer idedir.5 O halde bilgimizin malzemesi olan ideleri nasıl elde etmekteyiz? İde anlayışını Descartes’ten ödünç alan Locke, idenin kaynağı noktasında ondan ayrılmaktadır. Locke’a göre, ne idelerimiz ne de düşüncenin hiçbir ilkesi do- ğuştan olabilir.6 Öyle ki doğuştan olmaya en layık ide “Tanrı” idesi olmasına karşın bu ide de doğuştan olamaz. Ahlak ve mantık ilkeleri de bu kurala dâ- hildir. Bununla birlikte Locke bu ilkelerin hiçbirini reddetmediğinden onun doğuştancılığı benimsememesi bir septisizm olarak değerlendirilemez. Bu ilkelerin çabuk öğrenilebilmeleri, evrensel ve zorunlu olmaları da doğuştan 2 Bkz. Fritz Heinemann, “Bilgi Kuramı”, Günümüz Felsefe Disiplinleri (içinde), s. 171. 3 Alvin Deimer, “Bilgi Kuramı”, Günümüz Felsefe Disiplinleri (içinde), s. 158. 4 Locke, Deneme, s. 299. 5 Bkz. Deneme, s. 62, 85, 299. 6 Bkz. Arda Denkel, “Deneycilik”, Düşünceler ve Gerekçeler, (içinde), s. 242. Deneme, s. 79 Hume ise, tabii ve asli olmaları anlamında bütün algılarımızın (benlik sevgisi, cinsel arzu v.b) doğuştan olduğunu belirtir. Önceki algıdan kopya edilmemiş olmaları anlamında bü- tün idelerimiz doğuştan olmasına karşın fikirlerimiz doğuştan değildir. (Bkz. Davit Hume, İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma, s. 31.) Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 İbrahim BOR | 37 olmalarını gerektirmez. Ateş ve güneş tümeldirler ancak doğuştan değildir- ler. Locke’a göre, ruh algılamaya başladığında ideleri de edinmeye başlarız. Dolayısıyla idelerin elde edilmesi duyumla eş zamanlıdır. Çocuklar buna örnektir.7 Bilginin olanaklılığı açısından deneyci olan Locke’a göre idelerimizin tek kaynağı deneydir. Bu da duyum (sensation) veya düşünüm (reflexion) yoluy- ladır. Birincisi, duyuların tikel nesnelerden etkilenmesi ve bu etkilerin açık algılarının (sarı, sıcak, soğuk v.b algılar şeklinde) zihne iletilmesiyle olur. İkincisi, zihnin edindiği birinci ideler üzerinde kendi içinde yaptığı işlem- lerdir. Algılama, düşünme, sevme, bilme, inanma gibi zihnin değişik edim- lerinin örnek olarak verilebileceği bu ideleri nesnelerden edinmeyiz. Kısaca- sı dış nesneler zihne duyulur ideler sağlarken zihin de anlığa kendi işlemle- rinin idelerini sağlar.8 İdelerimiz, ayrıca basit ve karmaşık ideler olarak ikiye ayrılır. Duyum ve/veya düşünümle edinilen basit idelerin ediniminde zihin pasiftir. Öyle ki -olmayan bir tat ve koku örneğinde olduğu gibi- bunlar en geniş bir zihinde bile kurgulanıp var edilemezler. Orada mevcut olanlar da yok edilemezler.9 Burada Locke’un karşılaştığı sorunlardan biri, düşünüm olmadan duyumun tek başına nasıl gerçekleşeceğidir. Örneğin sıcak, soğuk tek başına algılanabilir mi? Bir soyutlama ve karşılaştırma olmadan bunların her birinin tek başına algılanması mümkün olabilir mi? Nitekim soğuğun algılanması, sıcak olmadan ancak bir iç düşünümle söz konusu olabilir.10 Karmaşık idelere gelince, bunlar zihnin ayırt etme, karşılaştırma, soyutlama ve birleştirme yetileriyle kendisinin yaptığı idelerdir. Bu idelerin yapımında zihin basit olanların aksine aktiftir ve bunları basit idelerden yapar. Örneğin zihin, basit ideleri birleştirmekle ordu, evren, adam gibi karmaşık ideleri, yan yana getirmekle, bağıntı idelerini, soyutlama yoluyla da tüm diğer genel ideleri yapar. Bu halde yapı taşları düzeyindeki idelerle bilgi nasıl oluşmaktadır? Bilgi- nin oluşması için algı tek başına yeterli midir? Aklın bilgideki rolü nedir? Filozofa göre, bütün teorik ilimlerin ve (aritmetik dâhil) tüm aklî yürütmele- rimizin malzemesini duyular temin eder. Akli bilginin dayandığı temeller duyu tecrübelerinin sağladığı verilerdir, dolayısıyla akıl duyularla işbirliği içinde çalışır.11 Şüphesiz Locke’un doğuştan bilgileri kabul etmeyip tüm bil- gilerin deney yoluyla elde edilen idelerden oluştuğunu savunması, onu du- yumcu olarak vasıflandırmayı haklı çıkarmaz. Zira filozofa göre, bilgiyi elde etme süreci, duyum, düşünüm ve ilişkilerin kavranarak anlaşılmalarından 7 Deneme, s. 80, 93; Locke, Tabiat Kanunları Üzerine Denemeler, s. 24. 8 Deneme, s. 85-87. 9 Deneme, s. 95. Filozofa göre, “haz ve acı”, “varoluş”, “birlik” vb. idelerimiz hem duyum hem de düşünümle elde edilir. 10 Konuyla ilgili tartışma için bkz. C. R. Morris, Locke, Berkeley and Hume, s. 28. 11 Locke, Tabiat Kanunları, s. 43. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 38 | John Locke Epistemolojisinde Bilgi ve İman oluşmaktadır.12 Bu konuda Hume da Locke’u takip ederek akıl ve idrakimiz- le, deneyin yardımı olmaksızın, gerçek varlık ve olgular hakkında hiçbir zaman bir çıkarsama yapamayacağımızı savunur.13 Bilginin ikinci öğesi olan uyuşma/uyuşmama konusunda Locke dört tür sınıflama yapar: Birinci tür sınıflama özdeşlik veya başkalıktır. Bu, “mavi sarı değildir” örneğinde olduğu gibi bir idenin kendisi olup başkası olmadığını kavramanın zorunlu ilkesini oluşturur. Locke’a göre her ne kadar mantıkçı- lar bunu genel ilkeler haline sokmuşlarsa da bu yetinin ilk uygulaması tikel- lerle başlar. İkincisi, bağıntıdır. İki ide arasındaki bağıntının algılanması zih- nin bu ideler arasında bağıntıları kurmasıyla mümkündür. Eğer bu bağıntı- larımız olmasaydı hiçbir somut bilgimiz olamazdı. Üçüncüsü, birlikte varoluş ya da zorunlu bağıntıdır. Bu uyuşma türü nesnelere ilişkindir. Sarı, ağırlık ve eriyebilirlik nitelikleriyle birlikte altın idesini edinme buna örnek verilebilir. Dördüncü sınıflama grubu, gerçek varoluş’a ilişkindir. Bu da gerçek bir varo- luşun herhangi bir ideyle uyuşmasıdır. Locke buna “Tanrı vardır” önerme- sini örnek verir. Tanrı’nın varlığı zihnimizin oluşturduğu içsel bir ideden ziyade dış gerçekliğe dayalı idelerdendir. Bu durumda bilgi, ancak idelerin söz konusu uyuşmaların herhangi birinin algısıyla gerçekleşmektedir. Algı- lamanın olmadığı yerde bilgi de yoktur. Locke’a göre, (algının) “bulunma- dığı yerde, imgeleyecek, varsayacak, inanacak bir şeyler bulsak da bilgi bu- lamayız.”14 Bilgiyi kesinlik derecesine göre de ayıran Locke bu anlamda üç türlü bilgiden söz eder. Birincisi, sezgisel bilgidir. Akın kara, üçgenin kare ol- maması örneklerinde olduğu gibi, iki ide arasındaki uyuşma/uyuşmamanın aracı ideler olmaksızın, dolaysız olarak kendiliğinden algılanmasıdır. Bu en güvenilir, açık ve kesin olan bilgimizdir. İkincisi, tanıtlamalı bilgidir. Locke’a göre zihin uyuşma/uyuşmamayı her zaman aynı netlikte göremez, onları bir- likte gösterecek şekilde bir araya getiremez. Aradığı uyuşma/uyuşmamayı bu- labilmek için başka idelerin aracılığına başvurur. Bir üçgenin üç açısının iki dik açıya eşit olması gibi aklî çıkarımlar bu tür bilgilerimizi oluşturmaktadır. Locke, aracı idelere kanıt, uyuşmanın algılanmasına da tanıtlama der. Tanıt- lamadan önce kuşkunun olması tanıtlamalı bilgiyi sezgisel bilgiden ayıran temel farklardan biridir. Tanıtlamalı bilgide şüpheler aracı idelerle giderilir. Sezgide ise seçik ideleri bulunacak ölçüde bir algılama olduğundan kuşku bulunmaz. Tanıtlamalı bilgi bu anlamda sezgisel bilgi kadar açık değildir.15 Tanıtlamalı bilginin en açık örneğini matematik oluştururken, ahlak da ma- tematik gibi tanıtlamaya elverişlidir. Locke konuyla ilgili şunları söyler: “Kendimize ilişkin ide bizde açıkça oluştuktan sonra, bunların iyice ince- 12 Bkz. İsmail Çetin, John Locke’ta Tanrı Anlayışı, s. 48, 64. 13 Hume, Araştırma, s. 139. 14 Deneme, s. 299. 15 Deneme, s. 304-305. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 İbrahim BOR | 39 lenmesiyle elde edilecek sonuçların görevlerimizi ve eylem kararlarımızın temellerini ahlaki tanıtlamaya elverişli bilimler arasına sokacak şekilde bize vereceğine inanıyorum.”16 Örneğin, “iyiliğin olmadığı yerde adaletsizlik de olmaz” önermesi, Öklid’in herhangi bir önermesi kadar kesin olarak kabul edilebilir. Buna rağmen, matematiğe nazaran ahlak idelerini tanıtlamaya el- verişsiz gösteren şey, ikincilerin karmaşıklık ve duyusal temsilden yoksun oluşlarıdır. Nitekim matematikte çizgi her zaman ideye uygunken ahlakta sözcük ve imler idelere her zaman uygun olmayabilir. Diğer bir neden de ahlaka ilişkin tanıtlamalı bilgide birçok idenin araya girerek, karmaşıklığı arttırmasıdır. Filozofa göre bu zorlukları gidermenin yolu tanımları doğru yapmakla mümkündür. Sonuç olarak Locke’a göre, insanlar matematikteki gibi yansız olabildikleri takdirde, ahlak alanında da açık seçik doğrulara ulaşabileceklerini iddia edebilirler.17 Kesinlik derecesine göre bilgimizin üçüncü türü duyusal bilgidir. Aslında fi- lozofun algıya ilişkin bu bilme şeklini, bilgi türü olarak benimseme nokta- sında yeterince zorlandığı da anlaşılmaktadır. Onun daha genel yargısı şu- dur: “Sezgi ve tanıtlamaya bağlı olmayan her şey, ne denli güvenle kabul edilmiş olursa olsun, ya inanç ya da kanı olabilir. Fakat en azından genel bağlamda bilgi olamaz.”18 Bununla birlikte Locke, duyusal bilgiye daha özel olarak vurgu yaptığında, bu yaklaşımı aşarak duyu bilgisinin olasılığı aştı- ğını ancak diğer iki bilgi kadar da kesin olmadığını vurgular. Nitekim dış nesnelerin varoluşuna ilişkin bilgimizi bu yolla elde ederiz. Bunlara ek ola- rak Locke’un, idenin algısı ile bilginin algısı arasında yaptığı ayırım da dik- kate alınmalıdır. Nesneden aldığımız ide kesin ve sezgiseldir. İdelerin açık- lığı ile bilginin açıklığı aynı şey değildir. Bilginin açıklığı, algının açık ya da kapalı oluşuyla, dolayısıyla idelerin, uyuşma/uyuşmama durumlarıyla ilgi- lidir.19 Bu noktada idelerin edinmesinde zihin pasifken bunların bilgiye dö- nüşümünde onun aktif olması gerektiği anlaşılmaktadır. Locke, bilgi kuramında duyu bilgisini, farklı tartışmaları beraberinde ge- tirecek bir yolla ele almıştır. Tartışma temelde deneyciliğin karşılaştığı temel sorunla ilgilidir. Bu da dış dünyanın gerçekliği ile böyle bir dünyanın, bil- gi/algı konusu olup olmayacağıdır. Nitekim bu sorun Presokratiklerden, Kant’a ve günümüze kadar felsefenin başat bir sorunu olarak değişik teorile- rin gelişmesini beraberinde getirmiştir. Platoncu idealizm dış gerçekliği göl- ge konumuna düşürürken, Aristocu realizm kuşkuculuğa karşı dış dünya- nın gerçekliğini savunur. Kuşkuculuk ise temelde bir dış dünyanın gerçekli- ğini –hiç olmazsa- ona ilişkin bilginin imkânını yadsımada ısrar eder. De- 16 Age, s. 316. 17 Bkz. Age, s. 317. 18 Age, s. 308. 19 Age, s. 308-309. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 40 | John Locke Epistemolojisinde Bilgi ve İman neyciliğin hedefi de temelde kuşkuculuğun savunduğu dış dünyaya ilişkin deneysel bilginin olanaksızlığı savını dışarıda bırakmak veya en azından sı- nırlamaktır. Bu bağlamda Locke’u -yaptığı bilgi ayırımından hareketle- katı bir de- neyci olarak görmek doğru olmayacaktır. Aksine Locke’u, dış dünyanın ger- çekliği konusunda Descartes’ın bir takipçisi olarak, “tasarımcı/duyumsal re- alist” olarak değerlendirmek daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Bilgi kura- mında Descartes’in büyük oranda etkisinde olan Locke, “algı kuramı ve bu- nun ardındaki varlıkbilimini de hemen hemen olduğu gibi Descartes’tan almıştır.”20 Bu aynı zamanda filozofun deneycilikten ödün verdiği nokta ola- rak da değerlendirilmektedir. Bu durum Locke’un sağduyu adına dış ger- çekliği benimsemesidir.21 Descartes dış dünyanın varlığını Tanrı’nın her şeye gücünün yetmesi ve O’nun aldatıcı olmamasına dayandırırken,22 Locke’un dış dünyanın gerçekliğini temellendirmede belli başlı gerekçeleri şunlardır: a) Locke deneyciliğinin sağduyuya bağımlılığı, sözgelimi filozofa göre ideler dış dünyanın somut nesnelerinin imgelerdir. b) Algı içeriğinin dış dünya ile şaşmaz bir tutarlığa sahip oluşu. Denkel ayrıca bunlara Locke’un, c) kendi döneminde biçimlenmekte olan bilim epistemolojisine temel yapma eğilimi- ni de eklemektedir. Ancak Locke’un kendisini Deneme’nin başında böyle bir görevden uzak görmesi bir tarafa, o bilimsel bilgiden kuşkusunu da açıkça ifade etmektedir: “Duyularımızla nesnelerin küçük parçacıklarına erişmedi- ğimiz için fiziksel nesneler üzerine deneysel felsefe ne kadar ileri giderse git- sin bilimsel bilgiye ulaşacağımızdan kuşku duyarım.”23 Bunun başlıca nede- ni de nesnelerin algılanmayan parçacıklarının birincil nitelikleri üzerine ide- lerimizin olmayışıdır. Bunların ne gibi etkiler ürettiklerini ve nasıl üretildik- lerini bilemeyiz. Dolayısıyla, en iyi tanıdığımızı sandığımız nesneler üzerine idelerimiz kusurlu olmaktadır. Bizde her ne kadar birçok nesnenin açık idesi olsa da bunların upuygun olup olmadığını bilemeyiz. Oysa bu ikinci durum olmadan bilimsel bilgi olmaz. Locke deneyciliğinin anlaşılmasında nesnelerin birincil ve ikincil nitelik- leri ayırımı önemli görünmektedir. Zira bu ayırım, idelerin oluşumunda bil- gimizin sınırlarının belirlenmesinde önemli olduğu gibi deneysel bilgimizin nerede geçerli olduğunun bilinmesinde de önem arz etmektedir. Bu da ko- numuz açısından imanın nereden itibaren başlatılması gerektiğinin belirtil- mesinde açıklayıcı olmaktadır. 20 Daha geniş bir değerlendirme için bkz. Arda Denkel, “Tasarımcı Gerçeklik ve Eleştirisi”, 1986, Düşünceler ve Gerekçeler (içinde), s. 225. 21 Bkz. Morris, Locke, Berkeley and Hume, s. 24. 22 Descartes, Metafizik Düşünceler, s. 236. 23 Deneme, s. 321. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 İbrahim BOR | 41 Locke, bir nesnenin niteliklerini onun ide üretme gücü olarak belirtir. Örneğin kartopunun ak, yuvarlak, soğuk vb. ideleri üretme gücü vardır. Bunlar kartopunun niteliklerini oluştururken, zihnimizde bunların algılarına da “ide” denir.24 Nitelik ayırımına gelince, birincil nitelikler, cisim ne durum- da olursa olsun, ondan ayrılmayan niteliklerdir. Bunlar Descartes’in madde- nin öznitelikleri dediği; girilmezlik, uzam gibi temel niteliklerle örtüşmekte- dir. Descartes balmumunun eritilmesiyle dahi bunların kalıcı olup yok ol- madıklarını belirtirken,25 Locke da aynı konuda, bir buğday tanesini en ufak parçacıklarına ayırdığımızda dahi bu niteliklerin hala var olacağı örneğini verir. İkincil nitelikler ise, cisimlerin kendisinde bulunmayıp, birincil nitelik- ler yoluyla bizde renk, ses, tat v.b duyumlar üreten güçlerdir.26 Cisimlerin temel niteliklerine ilişkin görüşlerinde Locke’la Descartes arasında paralellik bulunmasına rağmen, Descartes’e göre bu nitelikler ancak idrakle kavrana- bilir. Ona göre bütün duyusal özellikleri gittikten sonra onu hala balmumu olarak idrak eden fiil, görme dokunma gibi duyular değil ancak zihinsel gö- rüdür.27 Descartes “cisimleri, onları dokunduğumuz ve gördüğümüz için değil fakat yalnızca düşünce ile kavradığımız için vardırlar” derken, Locke bu niteliklerin algılanabildikleri oranda bilebileceğini belirtir.28 Locke’a göre birincil nitelikler ile onların ideleri benzer iken ikinciler böyle değildir. Bu durumda deneyciliğin temel sorunu olan dış dünyanın bilgisinin olanaklığı konusunda (kuşkuculuğa karşı) Locke, kuşkuyu bilgiye temel yapılmayan- ikincil niteliklerle açıklarken, deneysel bilgiyi de güveni- lir ve nesnel olan birincil niteliklerin algısıyla temellendirmektedir.29 Bu ayı- rım ve Locke’un deneysel bilgiyi birincilerle temellendirmesi, filozofa yapı- lan başlıca eleştirilerin de konusunu oluşturmaktadır. Boyle ve Leibniz, ikin- ciler gibi birinci niteliklerin de öznel olduğu itirazını yaparken bu konuda en temel eleştiri Berkeley’den gelmektedir. Ona göre ideler ikinci niteliklere benzemedikleri gibi birincilere de benzemezler. Diğer bir deyişle nesneler idelerin nedeni değildir, dolayısıyla ideler yine sadece idelere benzerler.30 Berkeley’e göre, tıpkı ikinciler gibi birinci nitelikler de algımıza bağlıdırlar ve algı olmadığı taktirde birinci nitelikler diye bir şey de kalmaz. Algılanan şeyler bizzat fikirler ya da duyumlardır. Duyulur şeyler, bir zihin ya da ruh 24 Age, s. 105. 25 Descartes, Felsefenin İlkeleri, s. 60. Descartes şöyle der: “Cisimli cevherin özünü uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzam oluşturmaktadır”. 26 Deneme, s. 105, 108. 27 Descartes, Metafizik Düşünceler, s. 163. 28 Age, s. 166; Locke, Deneme, s. 105. 29 Denkel, “Tasarımcı Gerçeklik ve Eleştirisi”, s. 226. 30 Berkeley, Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma, s. 35, 48, 66, 70; bkz. Denkel, “Berkeley ve Locke’ta Dış Dünya”, age, s. 248. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 42 | John Locke Epistemolojisinde Bilgi ve İman (spirit) dışında var olamazlar. Şüphesiz bu yaklaşım aynı zamanda Berkeley’in metafiziğini oluşturmakta, öyle ki bu yolla dış gerçekliği inkâr etmediği gibi bununla Tanrı’nın varlığını temellendirmeyi hedeflemektedir. Berkeley bu konuda şunları söyler: “Ben onların [şeylerin] gerçek bir varlığa sahip olmadıkları sonucunu değil, fakat düşünceme bağlı olmadıklarını ve tarafımdan algılanmış olmadan var olduklarından başka bir zihnin var ol- ması gerektiği sonucunu çıkarırım.”31 Locke’taki birinci ve ikinci nitelikler ayırımı aynı zamanda gerçeklik gö- rünüş ayırımıdır. Bu nokta filozofun sağduyuyu aştığı nokta olarak da de- ğerlendirilebilir. Zira herhangi bir insanın dünyayı algılaması nitelikler ayı- rımından çok algıda bütünlüğü yansıtır. Locke’un, “nesnelerin duyulmaz parçacıklarının birincil nitelikleri üzerine idelerimiz yoktur”32 ifadesi bu ayı- rımı belirtmektedir. Locke’a göre, ikinci nitelikleri birincilerden ediniriz, an- cak birincilerin hangilerinin birbirleriyle zorunlu birlik ya da ayrışma içinde olduğunu bilemeyiz. Yani parçacıkların hangilerinin, hangi boyut, biçim ve hareketlerinin bizde renk, ses, tat v.b duyumlar oluşturduklarını bilemeyiz.33 Bunun anlamı nitelikleri bir araya getiren şeyin, diğer bir deyişle objenin ob- je olarak bilinemeyeceğidir.34 Bu bağlamda Locke, idesi bizde bulunmadığı için tözün de bilinemeyeceğini savunur. Locke’un bu ayırımı daha sonra Kant’la birlikte fenomen-numen ayırımı şeklinde daha da derinleşecektir. Nitekim Kant da cisimlerin tüm niteliklerinin görünüşlerine ait olduğu; bun- ların bizim tasarımlarımızın dışında kendi başına varlıklarının olmadığı yargısının, Locke’tan beri, ama en çok da ondan sonra genel kabul gördüğü- nü belirtir. Kant’ın konuyla ilgili özetlenebilecek görüşlerinden biri şöyledir: “Şeyler bizim dışımızda nesneler olarak bize verilir; ne var ki onların kendi başlarına ne oldukları konusunda bilgi sahibi değiliz. Sadece görünüşlerini, yani duyularımızı uyararak bizde etkide bulunan tasarımları biliyoruz.”35 Bu ayırım bağlamında, Kant’ta saf akla dayalı metafiziğin imkânsızlığı iddiası, Locke’un söz konusu bilinemezlik sınırından sonra imanı başlatma- sıyla paralellik göstermektedir. Kant, iman için bilgiyi inkâr etmek isterken Locke da imanı, aklı aşan hakikatler alanı olarak görmektedir. Locke’ta bilgi- iman ilişkisine geçmeden önce, bilginin doğruluk değeri konusuna kısaca değinmekte fayda vardır. 31 Berkeley, age, s. 66. 32 Deneme, s. 321. 33 Bkz., Deneme, s. 313-314. 34 Bkz., Morris, Locke, Berkeley and Hume, s. 39. 35 Immanuel Kant, Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena, s. 38-39. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 İbrahim BOR | 43 Bilginin Doğruluk Değeri Locke bilginin değeri noktasında –ideler arası uyumu savunmakla- tutarlılık (coherence) teorisini benimserken, bu alanda tutarlılık teorisinin karşılaştığı itirazları da ele alıp cevaplamaya çalışmaktadır. Bu konuda tutarlılığı savu- nan teorilere yapılan itirazın başında doğruluğun/bilginin sadece zihinde başlayıp zihinde biten fikirlerden ibaret olması durumunda, söz konusu doğruluk iddiasının, kuruntu mu yoksa gerçek mi olup olmadığının nasıl fark edileceği gelmektedir. Diğer yandan farklı öznelerin aynı bilgiyi edin- melerinin imkânı nasıl temellendirilecektir? Bu itirazlara cevap olarak Locke, tutarlılık teorisinden bir adım öteye atarak, farklı ide durumlarına göre farklı doğruluk kuramlarını benimser. Bilginin varlıkla örtüşmesine dayanan mütekabiliyet (correspondence) teorisi, Locke’un başvurduğu ku- ramlardan biridir. Bilginin idelerde son bulduğu kabul edildiğinde, böyle bir itiraz yerinde olacaktır. Ancak idelerle şeylerin gerçekliği arasında bir uyuşmanın bulunduğu geçerli olduğu kabul edildiği müddetçe bu bilginin güvenilir olduğu savunulabilir. Locke’a göre, bu anlamda idelerimizin şeylerle iki türlü uyumu söz ko- nusudur: Birincisi bütün basit idelerle şeylerin ilişkisidir. Basit idelerde zih- nin tasarrufu yoktur. Tanrı’nın bilgelik ve istencinin gereği olarak, nesnele- rin ürünleridir. Bu türden idelerde doğrudan bir uygunluk söz konusudur. İkincisi ise, cisimler dışındaki tüm karmaşık idelerimizin şeylerle ilişkisidir. Karmaşık ideler bir şeyin kopyası olmayıp kendileri ilk örnek oldukların- dan, düşünüş ve konuşmalarımızda şeyleri ideleriyle uygunlukları içinde ele alırız. Bunların uygunluğu da birinciler gibi güvenilirdir. Matematik ve ahlak doğruları böyledir. Örneğin bir kare veya daire olsa da olmasa da bun- lara ilişkin idelerin tanıtlamaları aynıdır. Ahlakta da (doğruluk ve kesinlik) insanların yaşamlarından, erdemlerin dünyadaki bilfiil varlığından bağımsız düşünülmüştür. Diğer yandan karmaşık cisim idelerimiz de basit idelerin ilk örneklerine uygun oldukları oranda doğrudur.36 Locke, önermelerin doğruluk değerlerine de değinmektedir. Doğruluğu, idelerdeki uyuşma/uyuşmamanın sözcüklerle gösterilmesi, yanlışlığı da uyuşmanın/ uyuşmamanın olduğundan başka gösterilmesi şeklinde tanım- layan filozofa göre önermeler zihinsel ve sözsel olarak ayrılır. Zihinsel önermeler, idelerin doğadaki karşılıklarına göre imlerinin birleştirilmesin- den meydana gelirken, sözsel önermelerde idelerin sadece uyumu söz konu- sudur.37 Locke konuyu açıklarken Kant’taki analitik-sentetik önermeler ayı- rımını çağrıştıran, gerçek önermelerle içi boş önermeler ayırımını yapar. İçi boş önermelerin öğretici bir özelliği olmayıp kesinliği sadece sözseldir. Bun- 36 Deneme, s. 325-327. 37 Age, s. 331-334. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51 44 | John Locke Epistemolojisinde Bilgi ve İman lar doğruluğu kesin olduğu halde, bilgimizi arttırmazlar. İçi boş önermeler de ikiye ayrılır. Bunlardan özdeş önermeler, “bir şey ne ise odur”, “hak hak- tır”, “yanlış yanlıştır” gibi daha önce bildiğimizin dışında bir şey öğretme- yen önermelerdir. Nitekim aracı ideler bağlı olup bunlar arasındaki uyuş- ma/uyuşmamayı görmekle elde edilir. İçi boş önermelerin ikinci türü de “kurşun bir madendir” ifadesinde olduğu gibi karmaşık idenin bir bölümü- ne bütünün yüklenmesiyle veya “bütün altınlar eriyebilendir” önermesinde olduğu gibi tanımlananı, tanımın bir bölümüyle dile getirmektir. Filozofa göre bu tür önermelerde yapılan şey sadece seslerle oynamaktır. Gerçek önerme ise, karmaşık idelerin zorunlu kıldığı fakat içermediği bir şeyi bildi- ren önermedir. Üçgenin üç açılarının iki dik açıya eşit olması, bize yeni bilgi veren bir önerme örneğidir.38 Kant da analitik önermeyle, yüklemi öznede içerilmiş olan ve yeni bir bilgi vermeyen önermeleri kasteder. Analitik önermeler bu anlamda sadece açıklayıcı olurken, yüklemi yeni bir şey içeren ve kavrayışımızla yeni şeyler ekleyerek bilgimizi arttıran önermeler de sentetik önermelerdir. Kant bunları genişletici önermeler olarak da niteler. Kant’ın verdiği örnekler de Locke’un örnekleriyle benzerlik teşkil eder. Birinci önermeler için “bütün cisimler yer kaplar” örneğini verirken, ikinciler için de “bazı cisimler ağırdır” örneğini verir.39 Bu örneklemeler bağlamında Locke’ta içi boş önermelerin, Kant’taki analitik önermelere, gerçek önermelerin de sentetik önermelere benzerlik gösterdiği söylenebilir. Bilgi ve yargıyı zihnin doğruluk-yanlışlık üzerine uyguladığı iki yeti ola- rak kabul eden Locke’a göre yanlışlık da bilgimizin bir kusuru değil, doğru olmayanı tasdik etmemize neden olan yargı yetimizin bir yanılgısıdır. Bu anlamda yanlışlığın birçok nedeninden bahsedilebilir: Kanıt yetersizliği, ka- nıtları görüp bunları kullanma iradesinin yetersizliği, yanlış olasılık ölçütle- ri, kuşkulu ve yanlış önermelerin ilke yapılması, ağır basan tutku ve eğilim- ler bunlardan birkaçıdır. Şimdiye kadar ele aldığımız iki başlık altında bilgi, bilginin mahiyet ve tanımı, kaynağı ve değeri gibi Locke epistemolojisinin temel bazı kavramlarını değerlendirmenin bizi getirdiği aşamaya bağlı ola- rak şimdi de söz konusu epistemolojik çerçeve içerisinde Locke epistemolo- jisinde imanın nerde durduğuna bakabiliriz. Bilginin Sınırı ve İman Başta belirttiğimiz gibi bilginin sınırlarını belirlemek aynı zamanda felsefe- nin görevlerinden biridir. Locke, olumlama ya da olumsuzlamanın dört tü- ründe de bilgimizin sınırlı olduğunu belirtir. Charles R. Morris’in dediği gi- bi, “Locke’ta Descartes’teki gibi doğru bir yöntem kullanıldığında aklın çö- 38 Deneme, s. 348-350. 39 Bkz. Kant, age, s. 15-16. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 35-51

Description:
nun ardındaki varlıkbilimini de hemen hemen olduğu gibi Descartes'tan almıştır.”20 Bu aynı zamanda filozofun .. vaftiz edilmesi gibi inançların yanında en temelde Teslis ve İsa'nın tanrısal- lığı gibi konularda aklın rehberliğinin
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.