KELAM ARAŞTIRMALARI 4 : 2 (2006), SS.87-104. HZ. İBRAHİM VE AKILCI METODU - Abraham and His Rational Thinking – Doç. Dr. Erkan YAR Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi [email protected] Abstract: Ibrahim (in the Old Testament Abram or Abraham, the father of many nations) is one of the prophets who was chosen by God. According to the Qur’an he was a rational man and held to the rational argument for the proof of God. He was setting opposites idolatry and notifying knowledge of God. His method of notification was a rational methodology. He learned this method from God when he asked about resurrection. Key Words: İbrahim (Abraham), rational methodology. Attributes of Prophets. Genel olarak kutsal kitapların ve özel olarak da Kur’an’ın, Allah’ın kendisine bildirimde bulunmak için insanlar arasından seçtiği elçiler hakkındaki anlatımlarının belirli bir amacı ve hedefi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu amaçlar ve hedefler, kutsal kitapların genel amaçları ve hedefleri ile örtüşmektedir ve onların bir parçası konumundadır. Kutsal kitapların amacı, insanlara gerçeği bildirmek ve insanın yeryüzündeki varoluşunda ilkeli ve erdemli davranışlar ortaya koyması için yol göstermek ve böylece insan davranışlarına olumlu katkıda bulunmaktır. Bu nedenle her vahiy, tarihe ve olguya olumlu yönde bir müdahaledir. Kur’an, elçilere iman eden insanların, onlara beşer üstü nitelikler vermeleri – ki bu anlayış neredeyse bütün dinlerin mensuplarında görülmektedir- anlayışını reddetmektedir. Bu bağlamda Hıristiyanların “beşer İsa” gerçeğini “Tanrı İsa” imanına dönüştürmeleri etkili bir biçimde eleştirilmektedir.1 Çünkü Tanrı’nın insan biçiminde algılanması ilahlığı ortadan kaldırmakta iken, insanın Tanrı olarak algılanması beşeriyeti ortadan kaldırmaktadır. Öyleyse ilahi vahyin hedefi Tanrı’nın Tanrılığını ve insanın da insanlığını bildirmektir. Çeşitli teolojilerdeki elçilerin nitelikleri konusundaki görüşlere gelince, bu görüşlerin temelinde elçilik otoritesini 1 Kur’an, Allah’ın bir olduğunu (tevhid) açıklamakta ve “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen Hıristiyanların kafir olduğunu belirtmektedir. Mâide 5/73; Hıristiyan sistematik teolojisinde de her ne kadar konu “Allah’ın birliği” olarak isimlendirilse bile, bu birliğin özü itibarıyla Allah’ın bir olmasını değil, “üçlü birliği” ifade ettiği görülmektedir. Hatta Thiessen, aklın Allah’ın bir olduğunu bize gösterebileceğini, fakat üçleme öğretisinin doğrudan vahiyle geldiğini açıklamaktadır. Thiessen, Henry C., The Lectures in Systematic Theology, USA 1979, 89. Fakat Hıristiyan teologlarının da ifade ettikleri gibi farklı anlayışlar olmakla birlikte üçleme/trinity, tek bir ilahi mahiyette üç ayrı ebedi varlığı ifade etmektedir ve Hıristiyan teolojisinin merkezi öğretilerinden biridir. Bkz. Thiessen, The Lectures, 90; Pannenberg, Wolfhart, Systematic Theology, USA 2001, 1/259-336. 88 Doç. Dr. Erkan YAR ____________________________________________________________________________ yüceleştirmek gibi bir amacın olduğu dikkat çekmektedir. Bu teolojilerdeki elçilerin niteliklerine karşı geliştirilecek anlayış, elçilerin niteliklerinin insanın nitelikleri olduğudur. Bu anlayışı destekleyen kanıtlardan biri olarak, Kur’an’ın elçilerin zihin ve davranış çözümlemesine ait bilgilerini incelemek yeterlidir. Bu inceleme aynı şekilde vahyin anlaşılması ve insana ulaştırılmasına ilişkin yöntemlere de bir katkı oluşturacaktır. Bu incelemede, Kur’an’ın elçilerin zihin ve davranış çözümlemelerine ait üç anlatımı konu edinecektir. İlk iki örnekte genel incelemelerle yetinecek ve araştırmanın konusunu teşkil eden Hz. İbrahim’in akılcı metodolojisini ayrıntılı olarak ele alacağız. 1. Elçilerin Psikolojik Nitelikleri Kur’an’ın elçiler hakkındaki anlatımlarında onların beşeri niteliklerinin vurgulanmasının öncelendiği görülmektedir. Bu nitelikler, elçilere beşer üstü nitelikler atfeden topluluk ve anlayışlara karşın, onların beşeri niteliklerinde odaklanma şeklinde ortaya konmaktadır. Aynı şekilde bu anlatımlarda Allah’ın, elçilik otoritesinin niteliklerini açıklama iradesiyle birlikte, insanların elçilik otoritesi hakkındaki yanlış anlayışlarının düzeltilmesi de amaçlanmaktadır. Allah bu otoriteyi açıklamayı irade etmektedir, çünkü elçiler onun mesajlarını vahy ettiği alıcı konumundadırlar. Öyleyse elçinin doğruluğunu savunmak vahyin kaynak olarak Allah’a ait oluşunu savunmak demektir. İnsanların elçilik otoritesini yanlış anlamaları ise her devirde ortaya çıkan bir olgudur. Allah’ın gönderdiği elçilerle ilgili olguda iki tavır ortaya çıkmaktadır. Bu tavırlar da, elçilerin Allah tarafından gönderildiğini yadsıyan inkarcıların tavrı (inkarcı tavır) ve ona iman eden inananların tavrıdır (ikrarcı tavır). İnkarcı tavır bu otoriteyi yadsıdığından bu otorite hakkındaki tavrının gerekçelerini açıklamakta ve bu gerekçeler de farklılıklar arz etmektedir. İnananların tavrı ise, çoğu kere, elçinin lisanında ortaya çıkan vahyi anlamak (teori) ve uygulamak (pratik) yerine, vahyi öteleyerek peygamberin şahsı ve nitelikleri üzerinde düşünce geliştirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ehl-i Sünnet teolojisinde ilahi bildirimin incelendiği “kitap/kitaplar” adında bir konunun olmayışı buna karşın elçilik/nübüvvet adında bir konunun olması buna işaret etmektedir. Bu teoloji açısından, peygamberlerin doğruluğunun bilinmesi vahyin de doğruluğunun bilinmesi anlamına geldiğinden, öğreti, elçinin şahsında ve niteliklerinde odaklaşmıştır. Bu tavır, bu ekole mensup teologların bilgi edinme araçları hakkındaki anlayışları ve hadis ilmindeki yöntemleri ile uyum içerisindedir. Bilgi edinme araçlarından biri olarak kabul edilen doğru bir kimsenin verdiği haber (haberu’s-sâdık), haberin kendi niteliklerinin ötesinde haberi verenin doğruluğu ile ilişkili olarak kabul edilmiştir. Halbuki, haber verenin niteliklerinden çok haberin olguya, tecrübeye ve akla uygunluğu, haberin doğruluğu açısından daha büyük önem arz etmektedir. Hadis ilminde ise, hadislerin metin tenkitlerinin yapılması ve bir haber olarak söz konusu nitelikleri kendinde bulundurmasının Kelam Araştırmaları 4 : 2 (2006) 89 ____________________________________________________________________________ _ ötesinde, hadisleri rivayet eden ravilerin araştırılması üzerine metodoloji geliştirilmiştir. Bu nedenle hadis ilmi raviler ilmine, hadis usulü de ravilerin araştırılması usulüne dönüşmüştür. Kur’an’ın anlatımlarında Hz. Musa’nın psikolojik bir niteliği olarak korku ve endişesine vurgu yapılmaktadır. Bu anlatımlar da, ilk olarak; Allah, Musa’yı Firavun’a dinsel ilkeleri tebliğ etmek için gönderdiği zaman, onda korku ve endişe duygusunun var olduğu görülmektedir. Bu duygusu nedeniyle o, ailesinden kendine bir de yardımcı vermesini Allah’tan istemekte ve her ikisi de Firavun’a giderken korku ve endişelerini açıkça ifade etmektedirler.2 İkincisi; Hz. Musa, sihirbazlar büyülerini yaptıkları zaman, onların büyüleri karşısında bir korkuya kapılmıştır. Bunun üzerine Allah, üstün gelecek olanın kendisi olduğunu ona bildirmiştir.3 Onun, sihirbazların büyülerini gördüğü anda korkuya ve endişeye kapılması, kendi elinde gerçekleşecek büyüleri yutan nitelikteki gücün bilgisine sahip olmadığını ima etmektedir. Üçüncüsü; Hz. Musa’nın asası bir yılan haline geldiği zaman Musa’nın ondan korkması ve bunun üzerine Allah’ın ondan korkmadan asasını almasını istemesinde4 görülmektedir. Gerçekte korku duygusu, kişinin mahiyet ve işlevi hakkında bilgi sahibi olduğu bir nesnenin başka bir nesneye dönüşmesi karşısında her insanda olabilecek bir duygudur. Dördüncüsü; Musa’nın asa mucizesinin anlatıldığı başka bir bağlamda, asasının yılana dönüştüğünü gördüğünde arkasına bakmadan kaçtığı ve bunun üzerinde de Allah’ın kendisine “korkma; çünkü benim katımda peygamberler korkmaz”5 dediği anlatılmaktadır. Bu anlatımda onun korku psikolojisine işaret edilmekte ve bu psikolojisi nedeniyle Allah tarafından korkmaması noktasında uyarılmaktadır. Kur’an onun bu korkusuna işaret ettiği gibi, kaçma eylemi de korku psikolojisinin ortaya çıkardığı bir tepkidir. Korku ve endişe, canlı organizmaların duygusal nitelikleridir ve gerçek bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında insandan oluşan kaygı duygusuna işaret ederler. Korku ve endişenin ileri düzeyde oluşu, davranış bozukluklarına işaret eder, ki bu bozukluklar psikiyatri biliminin inceleme ve iyileştirme alanında kabul edilmektedir. Bununla birlikte, korku duygusu tehlikeden uzaklaşarak güvenli alana kaçma eylemini oluşturur ki bu her insanda var olan savunma mekanizmalarından biridir. İnsanda korku ve endişeyi oluşturan nedenler, nesne ve olayların tehlike ve zararları konusunda bilgi sahibi olmasıdır. Hz. Musa, Firavun’un kendi otoritesine kaşı çıkanların ve otoritesini sarsanlara karşı zulmü konusunda ve asa mucizesinde asanın dönüştüğü yılanın insana zararı konusunda bilgi sahibidir. Kur’an’ın Hz. Muhammed ile ilgili anlatımlarında ise onun acelecilik 2 Tâhâ 20/24-36, 42-46; Kasas 28/33-35. 3 Tâhâ 20/65-70. 4 Tâhâ 20/17-21; Kasas 21/31. 5 Neml 17/10. 90 Doç. Dr. Erkan YAR ____________________________________________________________________________ niteliğine referanslar vardır. Birincisi; Kur’an, Allah’ın zihnine vahyi indirdiği sırasında Hz. Muhammed’in aceleci davrandığını açıklamaktadır.6 Bu açıklamanın temel amacı, vahyin Allah’ın indirdiği şekilde elçinin zihninde oluştuğu ve onun zihninden de insanlara ulaştırıldığını garanti altına alındığıdır. Allah’ın vahyi indirdiği esnada onun vahyi kavramak için acele davranışı, bilginin zihninde yerleşmesine engel oluşturacağından, kendi zihninde yaratılan vahyin okunuşunu takip etmesi istenmektedir. İkincisi; Hz. Muhammed, görevlendirildiği kitlenin bir an önce hidayete erişmesi için acele etmekteydi. Onun bu psikolojisi, “Öyleyse onlar hakkında acele etme”7 ayetinde ve diğer başka bağlamlarda dile getirilmektedir. Onun bu aceleciliği, verdiği kararların Allah tarafından eleştirilmesine neden olmuştur. Nitekim öğüt almak için kendisine gelen kör bir kimse ile ilgilenmemesinin anlatıldığı pasajda, körü terk ederek diğer insanlarla ilgilenmesi davranışı Kur’an tarafından eleştirilmektedir.8 Aynı şekilde, müşriklerin ileri gelenlerinin, peygamberin yanında bulunan kabile anlayışı gereği asaleti olmayan insanların uzaklaştırılması önerisini kabul edebileceğine ilişkin işaretler, müşriklerin İslam’ı kabul etmeleri konusunda onun aceleci davranışı etkili olmuş9 ve bu davranışı da Kur’an tarafından eleştirilmiştir. Bir davranış biçimi olarak acelecilik, verilen kararlarda isabet etmeyi zorlaştır. Kur’an’ın Hz. İbrahim ile ilgili anlatımlarda ise, onun belirgin bir niteliği olarak akılcı metodolojiyi kullanmasına vurgu yapılmaktadır. Epistemolojik açıdan akıl, bilgi edinme araçlarından birisidir. Filozoflar gibi tanrıbilimciler de bilgi edinme aracı olarak duyu organları ve doğru haber ile birlikte aklı da kabul etmektedirler. Duyu organları kişinin kendi tecrübelerini ve algılamalarını ifade etmekte iken, doğru haber/el-haberu’s-sâdık (veya haberi verenin öncelenmesi sonucu doğrunun haberi/haberu’s-sâdık) başkasının olguya dair verdiği haberi içermektedir. Akıl da, olayların sebep-sonuç ilişkisini açıklayan bir ilkedir. Bir yöntem olarak akılcılık ise, bilinmeyen bir alanın olaylarını düşünce ve muhakeme yolu ile çözmeye yarayan metoda denilmektedir.10 Allah’ı inkar eden veya ona ortak koşan insanların vahye dair inançları olmadığından, onlara karşı geliştirilen yöntemin düşünce ve akıl yürütmeye dayanması kaçınılmazdır. Bu bağlamda Kur’an’ın insanları iman etme eyleminden çok düşünme eylemine çağırması, inancın akli kanıtlarının ortaya konulmasının gerekliliğine işaret etmektedir. Bununla birlikte, dinsel bilginin akli temellerinin oluşturulması, Aguste Comte 6 Tâhâ 20/114; Kıyâme 75/15-19. 7 Meryem 19/84. 8 Abese 80/1-10. 9 Enâm 6/52; Bu konudaki rivayetler için bkz. Râzî, Fahruddîn, Tefsiru’l-Kebîr, Mısır 1938, 12/234-235. 10 Bilgiseven, Amiran Kurktan, Sosyal İlimler Metodolojisi, İstanbul 1989, 15. Kelam Araştırmaları 4 : 2 (2006) 91 ____________________________________________________________________________ _ tarafından geliştirilen “üç hal kanunu”nda ifade edilen duyguya dayalı teolojik açıklama biçimlerinin en azından İslam dini söz konusu olduğunda geçerli olmadığını ortaya koyacaktır. Comte’un bu kanununa göre olayların ve hareketlerin dinsel açıklaması tamamen duygulara, metafizik ve felsefi açıklaması düşünceye ve pozitivist açıklaması da gözlem ve denenmesine hasredilmiştir.11 Comte’un bu anlayışı mistik düşünce ve bazı teoloji ekolleri açısından doğru olsa bile, gerçekte, İslam dininin diğer dinlerden belki de en önemli ayırıcı niteliği, olayların ve oluşların açıklanmasında duygu, akıl ve tecrübeyi birleştirmiş olmasıdır. 2. Hz. İbrahim ve Allah Bilgisinin Akılcı Açıklaması Allah, mesajını insanlara iletmek için onlar arasından seçtiği elçinin görevi bildirimi insanlara iletmek ve açıklamaktır. Bu bağlamda elçi için tebliğ, Allah’tan alınan bildirimi insanlara ulaştırmaktan ibarettir12 ve elçi de vahyi onlara iletmekten sorumludur. Elçilerin bu görevlerinde, toplumların genel tutumlarından ve vahye karşı tavırlarının farklılaşmasından kaynaklanan bazı ikna yöntemlerini uygulamaları kaçınılmazdır. Kur’an’ın anlatımlarında belirginleşen tebliğde ikna yöntemlerini Hz. İbrahim örneğinde incelemeyi seçmemiz, Kur’an bütünlüğü içerisinde onunla ilgili anlatımların genelde akılcılığa dayanan ikna yöntemleri üzerine kurulmuş olmasındandır. Bununla birlikte Kur’an, tevhit inancının tarihsel bir dayanağı olarak ona gönderme yapmaktadır. Diğer kutsal kitaplarda da Hz. İbrahim Yahudilerin ve Hıristiyanların atası/baba olarak kabul edilmektedir.13 Aynı şekilde “güzel model”14 şeklindeki tanımlama, Hz. Muhammed için kullanıldığı gibi Hz. İbrahim için de kullanılmamaktadır. Bunun da ötesinde güzel modelin işaret ettiği örneklik, bütün peygamberlerin söylem ve eylemlerinde açığa çıkmaktadır. Bu kavram, her ne kadar hadisçiler tarafından sünnetin delil oluşu ve bağlayıcılığı için kanıt olarak gösterilse bile, gerçekte onların güzel örnek oluşları, Kur’an’da onlar hakkındaki anlatımlarla sınırlıdır. Hz. İbrahim, Allah tarafından insanlara gönderilen diğer elçiler gibi bir 11 Aguste Comte’un “üç hal kanunu” için bkz. Raymond Boudon-Francois Bourricaud, “Aguste Comte”, Critical Dictionary of Sociology, London 1989; Bilgiseven, age, 15. 12 “Peygambere düşen sadece tebliğ etmektir.” Nûr 24/54; Krş. Yâsîn 36/17; İbrâhim 14/52; Nahl 16/35, 82; Ankebût 29/18; vd. 13 Wilson, Marvin R., Our Father Abraham: Jewish Roots of the Christian Faith, Dayton 1989,4; Mandelshon, Charles J., “Abraham”, Jewish Encyclopedia, (http:// www. jewishencyclopedia.com) 1/83. 14 “Güzel model/usvetu’n-hasane” tanımlaması Kur’an’da Hz. Muhammed ve Hz. İbrahim için kullanılmaktadır. Hz. İbrahim için olan kullanımda “İbrahim ve onunla birlikte olanlar” ifadesinde, sadece ona özgü kılınmamış, onunla birlikte olanlar da bu modelin içerisine dâhil edilmiştir. 92 Doç. Dr. Erkan YAR ____________________________________________________________________________ elçidir. Kur’an’ın onun hakkındaki anlatımlarında onun Yahudi ve Hıristiyan olmadığı ve Hanif olduğu,15 Allah’ın ona vahy ettiği ve ona kitap verdiği16 Kabe’yi inşa etmekle görevlendirildiği ve onunla ilgili görevler verildiği,17 verdiği bir sözden ötürü babası için bağışlanma dilemesi ve onun Allah’ın düşmanı olduğunu anladıktan sonra ondan uzaklaştığı,18 yaşlılık halinde ona çocuklar müjdelendiği,19 putperestlerin putlarını kırmasından sonra ateşe atıldığı ve onun kurtarıldığını20 konu almaktadır. Onun hakkında kullanılan sıfatlar ise, doğrulayan (sıddık),21 Allah dostu (halil),22 yumuşak huylu (halim)23 ve saf bir inanca sahip olan (hanif)24 şeklindedir. Bu tür duygusal yakınlık ifade eden kavramların Hz. İbrahim için kullanılmasının onursal bir değeri olduğunda şüphe yoktur. Bu anlatımların Mekkî ayetlerde de yer alması, Hz. Muhammed’in gönderildiği toplumsal yapıda da putperestliğin yaygın bir inanç biçimi olarak kabul edilmesi, yani her iki elçinin de gönderildiği toplumun inançları arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Hz. Musa ve Hz. İsa hakkındaki anlatımlarda bu elçilerin mucizelerine belirgin olarak yer verildiği halde, Hz. İbrahim’e herhangi bir mucize isnat edilmemektedir. Her ne kadar bazı yazarlar Hz. İbrahim’in mucizelerinden bahsetseler bile,25 gerçekte onun mucizeleri olarak anlatılan olaylar, peygamberlerin doğruluğunu kanıtlamak için kendisindeki olağanüstü niteliklerle muhataplara meydan okumayı içeren ve Allah’ın eylemi olarak gerçekleşen bir olaya işaret etmemektedir. Onun ateşte yanmaktan kurtarılması ise, onun elçiliğini doğrulamak amacını taşımadığından mucize olarak algılanmaz. Kur’an’ın bu yaklaşımında, onun ilk muhatapları arasında 15 Bakara 2/134; Al-u İmrân 3/67,95; En’âm 161; Nahl 16/123. 16 Bakara 2/136; Al-u İmrân 3/84. 17 Bakara 2/123-133; Al-u İmrân 3/97. 18 Tevbe 9/114; Şuara 26/86; İbrahim’in babası için bağışlanma dileyeceğine dair verdiği söz için bkz. Meryem 19/47. 19 Zâriyât 51/28; Hicr 15/51-55; Bu ayetlerde İbrahim’in kendisi çocuk ile müjdelenmekte iken, Hûd 11/69-72 ayetinde karısı çocuk ile müjdelenmektedir. Kur’an’ın bu üslubu dikkate alındığında, kıssada geçen karakterlerin önem arz etmediğini, asıl olanın anlatılan muhteva olduğu izlenimi uyanmaktadır. 20 Enbiya 21/51-73. 21 Meryem 19/41. 22 Nisa 4/125. 23 Tevbe 9/114; Hûd 11/75; Halim sıfatı Allah için de kullanılmaktadır. Bkz. Bakara 2/225, 235; İsra 17/144 vd. Bu sıfat aynı şekilde onun müjdelendiği çocuğun sıfatı olarak da kullanılmaktadır. Saffat 38/101. 24 Bakara 2/135; 25 Konur, Himmet, “Tasavvuf Literatüründe Hz. İbrahim İmajı”, Hz. İbrahim'in İzinde, 129- 141, İstanbul 2001, 133. Kelam Araştırmaları 4 : 2 (2006) 93 ____________________________________________________________________________ _ Yahudilik ve Hıristiyanlık dinsel geleneğine sahip insanların var olması etkili olmaktadır. Bu elçilere ait anlatılan olaylar, onların kutsal kitaplarındaki verilere uygun olarak anlatılmış, bunların işaret ettiği gerçeklikleri açığa koymak ise insana bırakılmıştır. Hz. İbrahim’in akıl yürütme ve akli çıkarım yöntemini dirilişin nasıllığı konusundaki sorusuna verilen cevap ile Allah tarafından öğretildiği düşünülebilir. Nitekim, “İbrahim Rabb’ine: “Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” demişti. Rabb’i: “Yoksa inanmadın mı?” dedi. O da: “Hayır! İnandım, fakat kalbim mutmain olsun” dedi. O: Öyleyse dört tane kuş al. Onları kendine alıştır. Sonra onlardan her birini bir dağın başına koy. Sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah azizdir, hakimdir”26 ayetinde dirilişin akılcı açıklaması yapılmaktadır. Bu anlatımda ifade edilen İbrahim’in dirilişin nasıllığına (keyfiyet) ilişkin sorusu ve bu sorunun amacı olarak kalbinin mutmain olması isteği, onun dirilişin nasıllığını akli olarak temellendirme isteğini yansıtmaktadır. Diğer anlatımlarda onun çeşitli göksel varlıklara ilahi nitelikler yükleyen kitleleri bir olan yaratıcının varlığına ikna etmek için kullandığı akli kanıtlar konusunda kendisinin daha önceden ikna olduğu olarak algılanmalıdır. Fakat bu kanıtlar, fiilden hareketle failin, nedenliden hareketle nedenin varlığını ve niteliklerini ortaya koyma yöntemini içeren akıl yürütmelerdir. Failin varlığını ve niteliklerini belirleyecek fiil var olduğundan, neden-sonuç ilişkisini kurmak şeklinde aklın eylemi ortaya çıkmaktadır. Fakat diriliş, gelecekte gerçekleşecek bir ilahi eylem olduğundan vahyin belirlemesine ihtiyaç duymaktadır. Bu diyalog, İbrahim’e daha önceden dirilişin bir iman nesnesi olarak bildirildiği, onun bu sorgulamasının ise inancın rasyonel kanıtlarını bulmak için olduğunu açıklamaktadır. İbrahim’le ilgili Kur’an’da yer alan bu anlatım, Kitab-ı Mukaddes’te geçmemektedir. Tevrat’ın Yaratılış bölümünde İbrahim’e çeşitli hayvanları ortadan kesmesi, kuşları ise kesmeden bırakması emredilmekte, İbrahim’in uykuya dalmasından sonra da Rabb’ın ona bildirimde bulunduğunu anlatan bir olay yer almaktadır.27 Fakat bu anlatımda olayın amaç ve sonuçlarına ait belirlemelere atıfta bulunulmamaktadır. Buna karşın Kur’an’ın söz konusu anlatımında Hz. İbrahim’e dirilişin nasıllığı hakkında akılcı bir açıklama yapma amacı görülmektedir. Çünkü Kur’an’ın Hz. İbrahim’le ilgili diğer anlatımlarında da, onun dini ilkeleri akli olarak kavrama ve açıklama isteği yer almaktadır. Bu nedenle o, dirilişi bilişsel olarak kavramak istemektedir. Onun dirilişi akılcı olarak kavraması için kuşları evcilleştirmesi, onlardan her birini bir dağın başına koyması ve kendisine gelmesi için onları çağırması istenmektedir. Bu kurguda ifade edilen olgu, kuşların İbrahim’in emrine uymaları ve çağırdığında kendinse gelmelerinde olduğu gibi, 26 Bakara 2/260. 27 Yaratılış, 15/9-21. 94 Doç. Dr. Erkan YAR ____________________________________________________________________________ Allah’ın yarattığı insanların da kıyamet gününde kendi emrine uyarak dirilecekleridir. Dolayısıyla bu anlatım, dirilişin tamamen Tanrı’nın iradesi ve hakimiyetinde gerçekleşeceğini açıklamaktadır. Kur’an’ın literal anlamlarını önceleyenler ve onu akla uygun olarak değil de olağanüstü olarak açıklamayı hedeflemeyen ekoller, bu ifadeleri, İbrahim’in kuşları parçalara ayırdığı, bu parçaları dağlara serpiştirdiği ve onları çağırdığında diriltilerek kendisine geldikleri şeklinde yorumlamaktadırlar.28 Bu yorumun, dirilişin insanın dünyadaki bedenin aynısı ile olacağı görüşünü benimseyenlerin görüşleri lehinde kanıt bulma arzusuyla geliştirilmiş olması da mümkündür. Bununla birlikte, “fesurhünne ileyke” ifadesine, “kesme” veya “evcilleştirme” olarak anlamak, kelimenin lügat anlamı ile birlikte Kur’an’da Hz. İbrahim hakkında anlatılan olayların temasını da dikkate almayı gerektirmektedir. Nitekim söz konusu her iki yaklaşımı dikkate alarak bu kelimenin evcilleştirme anlamını ifade ettiği şeklinde anlayışlar da mevcuttur29 ve bu anlayışlar dirilişin nasıllığını ve anlatımda yer alan soru ve cevap arasındaki ilişkiyi kurması açısından daha tutarlıdır.30 Bununla birlikte, bu ayetteki parça (cüz) kelimesi, kuşların parçalanmış cüzlerini ifade etmeyip, dört kuştan bir tanesini ifade eder. Bu kelimenin Kur’an’daki diğer kullanımları da bu manayı desteklemektedir.31 Bu anlatımın dirilişin nasıllığını açıklaması, varlığın emre uyması bağlamındadır. Varlık, Allah’ın kendisi için yarattığı kanunlara uyduğu gibi, kuşların evcilleştirilmesi sonucu kuşlar da Hz. İbrahim’in emrine uymayı öğrenmişlerdir.32 Kur’an’ın bu anlatımlarında, iman nesnelerinin sorgulanmaksızın kabul edilmesi anlayışına karşın, sorgulamanın mümkün olduğu açığa çıkmaktadır. Sorgulama; bir nesne veya oluş hakkında nelik, nasıllık ve niceliğe ilişkin sorular sormak suretiyle bilişsel ikna oluş ve şüphelerin ortadan kaldırılması amacına dönüktür. Bu bağlamda, amaca bağlı olarak iki çeşit sorgulama olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi; olayların mahiyetini yani gerçeği öğrenme ve zihinsel şüpheleri giderme amacıyla yapılan olumlu sorgulama, diğeri ise; inançlarla ve değerlerle alay etmeyi amaçlayan olumsuz sorgulamadır ki bu çeşit sorgulama Musa’dan Allah’ı kendilerine göstermelerini isteyen inkarcıların sorgulamalarında vardır.33 Hz. İbrahim’in bu anlatımdaki sorgulamasının amacı, 28 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf an Hakâik’i Ğavâmidi'l Tenzil ve Uyûnu'l Ekâvil'i fi Vucûhi't Te'vil, Kahire 1986, 1/311; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/73-82. 29 Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1989, 1/461. 30 Ateş, Tefsir, 1/461; Ayrıca bkz. Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, 7/41-42. 31 Parça/cüz kelimesinin bu anlamda kullanımı için bkz. Hicr 15/44; Zuhruf 43/15. 32 Bu anlatımın geniş bir açıklaması için bkz. Yar, Erkan, Ruh-Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu, Ankara 2000, 194-195. 33 Bakara 2/55; Nisâ 4/153. Kelam Araştırmaları 4 : 2 (2006) 95 ____________________________________________________________________________ _ dirilişin nasıllığını öğrenmek suretiyle bilişsel ikna oluşu gerçekleştirmekte, inancın rasyonel kanıtlarının bilgisine sahip olmayı istemektedir. İnsanın biliş (cognition), duygulanım (effect) ve eylemden (action) ibaret olduğu ve kalp kelimesinin insanın bilişsel yapısını ifade ettiği düşünülünce, kalbim mutmain olması insanın bilişsel alanda şüphelerini gidermesi anlamındadır. Nitekim kalbin mutmain olması olgusunu bazı tefsirciler, “yakinin artması” veya “imanın artması” şeklinde de yorumlamaktadırlar.34 Bir davranış biçimi olarak sorgulamanın, çeşitli alimler ve teoloji ekolleri tarafından gerekli ve doğru bir eylem olarak kabul edilmediği görülmektedir. Örneğin Gazali, avamın kelam ilminden sakındırılması konusunda yazdığı kitabında avam için yasakladığı eylemlerden biri de soru sormaktır.35 Halbuki soru sormak, bilgide yakine ulaşmanın aracıdır. Hadis taraftarlarının ve Eşari’nin Allah’ın sıfatları konusunda sıfatları “niteliksiz” ve “benzetmesiz” olarak kabul etmek ve iman etmek teorilerinde de36 sorgulamanın engellendiği görülmektedir. Çünkü sıfatlarla ilgili her soru, sıfatların niteliğini öğrenme ve buna verilecek her cevap da bu niteliği açıklama amacına yönelik olacaktır. Geçmişte olduğu gibi çağdaş Selefi söylemlerin en belirgin niteliği, iman nesnelerinin ve dinsel ilkelerin sorgulanmadan kabul edilmesi yöntemini benimsemeleridir. Kur’an’ın Hz. İbrahim ile ilgili bu anlatımlarda günümüze de hitap edecek pek çok ilke ortaya çıkmaktadır. Daha önce söz konusu ettiğimiz Kur’an’ın Hz. İbrahim’i “güzel örnek” olarak tanımlamasında vurgulanan onun örnekliği, muhatapların dinsel ilkeleri kavramaları için akli çıkarımların kullanılması olgusunda açığa çıkmaktadır. Başkasının kendi kabullerinden hareketle inançlarının olumsuzlanması ilkesi onun tarafından kullanıldığı gibi, günümüzde de kullanılmalıdır. Tebliğde yöntem, olguya uygun kanıt oluşturmaktır. Günümüzdeki çoğu dinsel tebliğlerde bu ilkenin dikkate alınmadığı görülmektedir. Dinsel bilginin sunulduğu kitleler ve bireyler çözümlenmeden ve bilgi seviyeleri dikkate alınmadan 34 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/71. 35 Gazali’nin haberler konusunda selefin inancını açıklarken, kendisine herhangi bir haber ulaşan avamdan biri için yedi görevin gerekli olduğunu söylemektedir. Bunlar da, Allah’ı cisimlerin niteliklerinden soyutlamak (takdîs), Hz. Muhammed’in söylediklerini doğrulamak (tasdîk), güçsüzlüğünü itiraf etmek, susmak (sukût), hadisin lafızları üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmamak (imsâk), anlam üzerinde düşünmekten vazgeçmek (kef) ve ehil olanların söylediklerine teslim olmaktır. Gazali, avam için gerekli gördüğü susma davranışını açıklarken, onun soru sormaması ve derinlemesine incelememesi, bu konuda soru sormanın bidat olduğunu bilmesi, derinlemesine incelmenin onun dini için tehlike arz ettiği ve o konuyu araştırmaya daldığında farkında olmadan küfre gireceği şüphesini taşıması olarak açıklamaktadır. Gazal, Ebû Hâmid, İlcâmu’l-Avâm an İlmi’l- Kelâm, (“Mecmuat’u Resâil’i İmam Gazali” adı eserin içerisinde) Lübnan 1994, 42. 36 Eşari, Ebu’l-Hasen, el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, Beyrut 1991, 56-58. 96 Doç. Dr. Erkan YAR ____________________________________________________________________________ tebliğ eylemi gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu nedenle de bu tür tebliğ eylemleri etkili olmamakta ve muhatap kitleler tarafından önemsenmemektedir. Bu anlatımlarda genel olarak akli kanıtın dini kanıta öncelendiği de görülmektedir. Günümüz dinsel tebliğinde ise dini deliller öncelenmektedir. Halbuki akli çıkarımların her insan tarafından gerçekleştirilmesi mümkündür. Dinsel kanıt ise, sadece dini metinleri peşin olarak kabul etmiş olanlara etki yapmaktadır. Elçilerin görevi kendilerine indirilen vahyi gönderildiği kitleye iletmek olduğundan, bu görevin yerine getirilmesi, başkasına tebliğden önce bireysel ikna olunmuşlukla yakından ilintilidir. Hz. Musa’nın Allah’ı görmek istemesi ve Hz. İbrahim’in ölülerin diriltilişinin nasıllığı hakkındaki istekleri bu olguya örnek gösterilebilir. Bu bağlamda bu istekler, başkalarını ikna etmek için değil, elçilerin kendilerinin ikna olması içindir. Elçinin kendisine dönük yakini bilgiye ulaşması ile birlikte, bildirimi ulaştırdığı kitlenin yakini bilgiye ulaşması için akılcı yöntemleri kullanması da zorunludur. Bu nedenle dinler, bir yandan kendi inanç sistemini inşa ederken, diğer yandan da karşıt inanç sistemlerini olumsuzlamayı hedeflemektedirler. Nitekim Kur’an, elçilerin kendi tebliğ ettiği inanç sistemine muhalif sistemleri savunanlarla arasındaki diyalektikleri aktarmak ve bununla da yetinmeyip diyalektiğin yöntemlerini belirlemektedir. Bu yöntemler de diyalektiğin şekli ve kullanılan araçların belirlenmesinde odaklaşmaktadır. a. Varlıktaki Değişimden Hareketle Allah’ın Varlığının Açıklanması İbrahim’in elçi olarak gönderildiği toplumun gök cisimlerine tapınma davranışlarının olduğu bilinmektedir. Genel olarak İslam ve Yahudilik kaynakları, gök cisimlerini ilah olarak kabul eden dinsel gurup olarak Sâbîiliğe işaret etmektedirler. Sâbîilik olarak isimlendirilen bu dinin inançları açısından gezegenler birer ilahtır. Bu gezegenlerden biri olan güneş ilahların en büyüğüdür ve yukarı (ulvî) ve aşağı (suflî) alemleri yönetmektedir.37 Bununla birlikte Sâbîiler, hakkında bilgi sahibi oldukları bazı elçilere de çeşitli gezegenlerin elçileri olarak inanmaktaydılar. Bu inanca göre, Hz. Adem, bir erkek ve dişiden dünyaya gelmiştir, ayın elçisidir ve insanları aya ibadet etmeye çağırmıştır. Hz. Nuh ise, gezegenlere ibadet etmeyi uygun görmediğinden yerilmektedir.38 M.İ.Çığ’a göre de, Harran’da sabiler yoluyla hemen hemen zamanımıza kadar gelen bir ay kültünün devam ettiği biliniyor ve M.S. 3. yüzyılda Harran ve civarında ay tanrısına tapıldığı kanıtlanıyor.39 İnsanoğlu, gök cisimlerinin evrenin düzeni içerisindeki yerini kavrayamadığından her dönemde gök cisimlerine çeşitli nitelikler atfetmişlerdir. Nitekim filozoflar gök cisimlerinin nefisleri olduğunu kabul etmektedirler. 37 İbn Meymûn, Musa, Delâletu’l-Hâirîn, thk. Hüseyin Atay, Ankara 1974, 584. 38 İbn Meymûn, age, 585. 39 Çığ, Muazzez İlmiye, İbrahim Peygamber, İstanbul 2004, 79.
Description: