Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü sunar… EVDE KİMSE YOK Yazan: Ahmet Büke Yayına Hazırlayan: Arzu Kayhan Yayın Yönetmeni: Orkun Uçar Kapak: Oğuzhan Poyraz Yayın Tarihi: 01.11.2004 Xasiork e-posta: [email protected] Ahmet Büke e-posta: [email protected] Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’nde yayınlanan “e-kitap”ların her hakkı yazarına © aittir. Yazarı eserini başka bir şekilde değerlendirmek istediği zaman yayından çekebilir. Eserdeki ifadelerin sorumluluğu yazarına aittir. XÖÖKK 011104K04 www.xasiork.net Sessizkule… Sevgili Ahmet Büke, çekimser ve sakin görünüşünü yapıtlarıyla yalanlayan ve bizleri şaşırtan Ahmet! Evet bizi yani Xasiork Ölümsüz Öyküler Kulübünün 2002 yılı jürisini, üç ve birbirinden güzel öyküsüyle şaşkınlığa uğratmıştı. Üyeler heyecanla birbirlerini arayıp bu yazarın kim olduğunu soruyorlardı. Kendisini daha önceden tanımıyorduk, kulübümüzün üyesi değildi ve açıkçası bazı jüri üyesi arkadaşlarım onun takma isimle yarışmaya katılmış usta bir yazar olduğuna hükmetmişlerdi. Yarışmanın düzenleyicisi, kulübümüzün babası Orkun Uçar, derhal onun hakkında bir araştırma yaptı ve kimliğinin doğru olduğunu, İzmir’de yaşayan ve şimdiye kadar edebiyat alanında adı geçmemiş taze bir filiz olduğunu onayladı. Öyküleri arasında hangisinin birinci olması gerektiğine oldukça güç karar verdik. Ve sonunda ödül günü gelip çattı. Ahmet’in ödül törenine gelmesini heyecanla bekliyordum. Törene eşiyle birlikte geldi. Sessiz ve donuk bir görünüşü vardı. Böyle sıcak, vurucu kelimelerin onun yüreğinden fırladığına ilk bakışta inanabilmek gerçekten zordu. İşte onunla dost oluşumuzun başlangıcı böyle olmuştu. Sonraları yazdığı hikayeleri daha dumanı üzerinde tüterken bir “günaydın şekeri” olarak mail kutumda bulmaya başladım. Hiç şüphe yok ki O Türkiye’nin edebiyat tarihine bence Dünya çapında bir kazanç olmuştur. İlk kitabını heyecanla ve iki yıl bekledim. İzmir Postası’nın Adamları, usta işi, zevkle okunan, tadı damakta kalan harikulade bir ilk kitap oldu. Her satırında yazarın detayları fark etmekte ve bunları Türkçe’mizin en güzel haliyle sunumundaki başarısına hayran kalıyorsunuz. Bütün kelimeler adeta üzerinde günlerce düşünülmüş intibaı yaratacak ölçüde incelikle seçilmişler. Aynı lezzeti şimdiye kadar yalnızca Aziz Nesin ustanın öykülerinde bulabilmiştim. Üstelik Ahmet de aynı Nesin usta gibi toplumla çok ilgili. Çevresinde olup biten hayata dair her şeyi, müthiş gözlemciliği ile fotoğrafının içine sığdırabiliyor. Yazarın o sakin, ciddi ve mütevazı görünüşünün ardında, huzursuz, mükemmeliyetçi, sabırsız ve atak bir kişilik yer alıyor. Bence O, dağları devirmek, kusurlu her şeyi düzeltmek istiyor. Muhtemelen günlük hayatında gerçek kendini kolayca ifade edemeyen Ahmet Büke, böyle muhteşem şeyler yaza yaza çok yakında gerçek ifade özgürlüğüne ulaşacak. Yazarlığının en sıkı hayranı olarak, ona uzun ve verimli bir yazım hayatı diliyorum. Bir altın her yerde, eninde ve sonunda ışıkla buluşur ve gözleri kamaştıracak bir parıltı fırlatır. Bu hep böyle olmuştur. Sevgilerimle Sibel Atasoy EVDE KİMSE YOK Ahmet Büke EVDE “KİMSE” YOK Güneşin ince çizgisi koridordaki halının ayak ucuna düştü önce. Dokumadaki mavi çiçekli deseni ortaya çıkartan zeminin rengi, bu ışıkla biraz daha açıldı. Aynı hizada duran, üzeri tüylü terlik tekinin burnu güneşin ilk parıltısıyla yıkanmaya başladı. Tam o anda, bu değişimin olduğu yere çok yakın olan kapı çekildi. Merdivenlerden aşağıya acele topuk sesleri hızla indi. Kapı kanadının geriye ittiği hava evin koridorunda belli belirsiz esti. Güneşin hattında uzanan terliğin tüyleri dalgalandı. Rüzgardaki parfüm kokusuna bulandı ortalık. Alacağı yol uzadıkça etkisini kaybeden rüzgar, koridorun sonundaki metal sehpaya ve üzerindeki çiçeğe ulaşamadı. Eğer ulaşsaydı belki daha çabuk uyanabilirdi. En azından sallanan dallar saatlerce süren hareketsizliğini ona hatırlatabilirdi. Ama yine de gözlerini açtı. Parfüm kokusu ona kadar gelmişti galiba. Saksının ne zamandır kuruyan toprağının çatlağından küçük bir karınca süzüldü dışarıya. Kendi etrafında bir tur attıktan sonra tekrar yarığına girdi. Ama heyecanla geri çıktı. Adeta dört nala plastik kabın kahverengi dış ağzına doğru koşmaya başladı. Çeperi hızla tırmanıp kaydoldu. Herhalde az sonra sehpanın tozlu camında izlerini bırakıyor olacaktı. Sehpanın gümüş kuşakları buz gibidir şimdi. Karıncanın üşüyen minik ayak uçları ancak halıya vardığında kendine gelir. Evet işte karınca halının üzerinde yine ortaya çıktı. Uzun havların arasında görünüp kaybolup yönünü buluyordu. Saksının içinden çıksa da aslında mutfak karıncasıydı. Gittiği yön bunu gösteriyordu. Peki neden geceyi fayansların altındaki yuvasında değil de çiçeğin dibindeki toprakta geçirmişti? Yoksa yuvadan kovulan bir günahkar mıydı? Belki de mutfak tezgahının üstüne düşen kek parçalarını yuvaya götürmek yerine etrafta gezinmeyi yeğlemişti. Ne büyük günah! Kutsal yiyecek zincirini kırmak. Oysa o, şaşmaz dakiklikte işleyen biyolojik makinenin küçük bir parçasıydı nihayetinde. Onlar, ortalık sakinleştiğinde yani insanlar elden ayaktan kesildiğinde gözcülerin verdiği işaretle deliklerinden sökün ederler. Fayansların altından açtıkları yoldan, nemli çimentoyu ezerek evin mikro dünyasına akarlar. İnce çizgi haline yol alan kalabalığın tek görevi toplamaktır. Toz şekerleri, ekmek ve kek parçaları, kurumuş reçel topakları. Serin ince yolların onlarca çatala ayrıldığı yuvada yiyeceklerin atıldığı büyük mantar tarlasına kadar kan ter içinde alınacak ne kadar uzun yolları vardır. Kıvrımlı genlerinde yazılı kutsal şifreleri dünyaya gelmelerinin anlamını onlara belletmiştir. Tıpkı kaçınılmaz bir alın yazısı gibi. Tek başlarına bir hiç olan onlar bir araya geldiklerinde dişlileri, gıcırdayarak akan yayları ve mırıldayan devinimleriyle o muhteşem biyolojik makineyi oluştururlar. Peki ya bu kara noktanın hikayesi neydi? Ya yuvadan bu kadar uzak geçirilen gecenin anlamı? Belki de ana kraliçenin yumurtalıklarındayken yanlış bir şeyler olmuştu. Hatalı bir kod. DNA’nın yanlış uzanan bir burgacı. Önce merak etmeye başlamıştı kesinlikle. Aniden. Deli gibi yiyecek toplamaya koştururken. “Ben ne yapıyorum?” Mutfak tezgahının hemen altında bir bezelyenin ezilmiş bağırsaklarını taşırken tekrar sormuştu. “Neden?” İşte tam da bu andan itibaren evin dünyasında hiçbir şey eskisi gibi akmamış olmalı. Soru soran bir karınca. Dünyasını çözmeye çalışan bir imalat hatası.
Description: