BENİM KÜÇÜK LEYDİM Yazar : Asude Kitabın tüm hakları sahsıma aittir ve yasalarca koruma altındadır. Başka yerde yayınlanması, paylaşılması kesinlikle yasaktır. Aksi takdirde gereken yasal yollara başvurulacaktır! 1 Bölüm 1 “Tavuklar yolunacak, patates ve soğanlar soyulacak. Sonrasında kazanlar parlatılacak, ocağın altı güzelce yakılacak. Ve Tüm bunlar benim ömrüm bitmeden yapılacak! Of!” Joanne yapılacak işlerin listesini, ineklere yemini verirken hızlıca aklından geçirip günün sonunda yatağa yine ölü gibi yığılacağını anladı. Orta büyüklükte bir çiftliğe göre ne bitmez işleri vardı. Buralardan olmayan biri tüm bu hizmetlerin bir Düklüğe yapıldığını sanabilirdi oysa yaşadıkları yer, kendine bile faydası dokunmayan ve olsa olsa Koca Miskinler Düklüğünden başkası olamayacak kadar sefil bir yerdi… Batı İngiltere’nin denize uzak Warwick Düklüğüne bağlı Holmfirth köyünün, diğerlerine kıyasla daha zengin ailesi olan Owen’ların, yüz dönüm üzerindeki bu arazisinde on kadar inek, yirmi iki koyun ve çokça tavukla birkaç sebze tarlasından başka pek bir mülkleri yoktu. Onları çekip çeviren ise Joanne ve teyzesi Elenor olduğu için genç kızın kendini koca bir malikaneye hizmet eder gibi hissetmesi normaldi. İşlerin bitmesi için akşam olması bile yetmiyordu ve genç kız; her gece kendisine ücretli bir köle olmadığını hatırlatmak zorunda kalıyordu! Hayattan bezmiş genç bedeni, yorgun ruhuyla bu düşüncelere dalmışken bulunduğu ağılda ansızın bir hareketlilik oldu. “Ah tatlı Joan…” diyen bir ses kulakların dolarken iki şişkin el de sertçe kalçalarını kavradı. Joanne çığlık atıp dehşetle ağılın diplerine koştu. Owen’ların oğulları Brian genç kıza fırından yeni çıkmış, kızarmış bir hindi gibi bakıyordu. İştahı her zamanki gibi açıktı. “Ba-Bay Owen lütfen benden uzak durun. Yoksa çığlığı basarım” diyen Joanne köşedeki tırmığı eline aldı. Titriyor ve korkudan irice açılmış, yeşil gözleriyle doğrudan genç adama bakıyordu. “Senin gibi hanım hanımcık bir kıza bu hareketler hiç yakışmıyor benim tatlı Joan’im. Hadi o iğrenç şeyi bırak da yanıma gel. Sana Londra’dan ne aldım bir görsen” diyen yirmili yaşların sonundaki adam emin adımlarla kıza yaklaşmaya başladı. Joanne dişlerin birbirine bastırdı. “Bak Brian! Ben ne hanım hanımcığım ne de bir fahişe elbisesi için kendimi sana ellettirecek biriyim! Madem kibarlıktan anlamıyorsun o zaman tırmıkla müsait yerlerine anlayacağın dilden birkaç kelime yazacağım…” “Ah tatlım yine sert kız havalardasın. Peki, Joan sen kazandın güzelim. Şimdilik… Bu arada elbiseni almak istersen yatağımın üzerinde bulabilirsin. Kapıyı çalmadan girebilirsin aşkım benim” diyen adam çamurlu topukları üzerinde dönerek mağrur olmaya çabaladığı bir ifadeyle ağıldan uzaklaştı. Onun çıkışından ardından genç kız hızlıca soluklandı. Brian aylık rutin genelev ziyaretleri için gittiği Londra’dan yine dönmüş ve yine başına –ah sadece başına mı- bela olmuştu. Joanne elindeki tırmığı hızla tahta zemine atarken sesten ürken birkaç tavuk kanat çırparak köşelerine sıvıştılar. Joanne’in tehdidini onlar da anlamış gibi ansızın yok olmaları genç kızı 2 güldürmüştü. Kahretsin bu çiftliği seviyordu. Tabi şu ayaklı yağ tulumu, kokmuş bira fıçısı olmadığı zamanlarda. Ağıldan çıktığında erkek kardeşi Chris’i gördü. Dudakları aralanmış delikanlı bir şeyler fısıldıyordu. Joanne kardeşine yaklaşıp sözlerine kulak kabarttı. “Kara kara kedi Gelip pipimi yedi Bayan Owen bugün Yine donsuz gezdi.” Joanne işittiği sözler üzerine dehşetli bir inilti çıkardı ve “Ah Chris sen delirdin mi? Tanrım, lütfen sus. Kovduracak mısın bizi?” diyerek oğlana koştu. Sorduğu sorunun mantıksızlığını o an düşünemedi zira Chris sahiden yarım akıllıydı! Genç delikanlı yine kendi bestesi olan bir şarkıyla bahçede tura çıkmış ve durmaksızın kafasını kaşımaya başlamıştı. Canı istediği şekilde ne zaman işi gücü bıraksa amaçsızca ortalıkta dolanıp şarkılarını söylüyordu. Aslında Joanne’den üç yaş büyüktü ama küçükken geçirdiği ateşli bir hastalık nedeniyle akli dengesi kadar fiziksel gücünü de kaybetmiş ve gelişimini hep geriden gelerek tamamlamıştı. Şimdi yirmi altı yaşında olan bu genç adam hemen hemen kız kardeşi Joanne kadar bir vücuda sahip, onun gibi kocaman yeşil gözleri, kumral saçları olan biri olmuştu. Kendini daima onu korumaya adamış olan genç kız için bir ağabeyden ziyade bir kardeş olması ise son derece normaldi. Neyse ki Chris’in eli işe yatkındı ve ağır çiftlik işlerinde, taşınacak şeylerde işe yarıyordu. Tanrı şahit ki böyle olmasaydı Kasıntı Dükü ya da direkt düdüğü Bay Owen, Joanne ve teyzesini çoktan kapının önünde koymuş olurdu. Joanne kovulmayı sorun olarak görmüyordu ancak biricik teyzesi, annesinden öte gördüğü Elenor’un yıkıma uğramasına dayanamazdı. Elenor’un kocası geçen yıl Amerika’ya gidip para biriktirmek için altın madenlerinde çalışmaya başladığından bu yana bu üç kişi birbirlerine destek olarak Owen’ların çiftliğinde hizmetçilik yapıyorlardı. Yatacak bir kulübeleri, çok fazla olmasa da gelirleri, hiç olmazsa her gün yiyecek ekmekleri vardı. Tabi bunun için Tanrı’ya sonsuz şükranlarını sadece Elenor sunsa da Joanne Tanrı’nın kendilerini sevdiğini biliyordu. Tamam, kiliseye gitmemek için hep geçerli bir bahane bulup Tanrıyla pazarlığa oturuyor olabilirdi ama genç kız asla kötülük yapmayan aksine herkesin yardımına koşan biriydi. En azından Peder Bailey’e böyle söyleyerek kiliseye gitmemesinin ardındaki sebepleri kutsallaştırmıştı. Ah bir de şu yarım dünya Brian olmasa çiftlik Joanne için bulunmaz nimet olurdu. Tabi bir de Owen’lar birkaç öğün daha az yerlerse sorunlar tamamen ortadan kalkardı! Bayan Rose Owen ellilerin başında, sarkmış iki adet göğsü, önünde adeta bir çamaşır teknesi olan koca göbeği, sallayınca duvarları yıkan devasa poposuyla Joanne’nin ve teyzesinin doyurmak zorunda olduğu boğazlardan en iri olanıydı. Ondan daha titiz, daha evcimen olan kocası Stan 3 Owen ise zayıf ve uzun boylu yapısıyla karısından tamamen zıttı. Joanne bunu patlıcan ve domatesin birlikteliğine benzetip oğulları Brian’ı ise bir armut olarak görüyordu. Küçük, minicik bir beyin, gittikçe toparlaklaşan bir gövde... Ah sapını söyleyeme gerek yok bile! En ufağından bir adet vukuatlı sap. Genç kız kıkırdayıp yaptığı benzetmeye gülerken bir yandan da Elenor’un durmaksızın öğütlediği, kendisinin de aşikar bir şekilde hevesli olduğu şeyi düşünüyordu; evliliği. Elenor’un kocası üç ay önce Amerika’dan gönderdiği mektupta Joanne için son derece uygun bir koca adayı bulduğunu yazmıştı. Koca adayının karakalem bir resmi mektuba konularak genç kıza gönderilmişti. Joanne teyzesinin verdiği küçük kağıttaki resme heyecanla dalmıştı. Eğer bu adam göründüğü gibiyse genç kız onunla evlenmek için tüm okyanusu yüzerek bile geçerdi. Gür, siyah – mektupta saçlarının siyah olduğu yazılmıştı- upuzun saçları, köşeli bir çene ve hafif çekik gözleri vardı. Sıra sıra kaslar kollarında bir motif gibi uzanırken işlemeli bir yelek giyerek güzelim vücudunu saklamıştı. Elenor’un kocası, genç adamın çok fazla konuşmayı sevmediğinden ötürü isminin “Susan Kartal” olduğunu yazdığı mektupta onun bir Kızılderili olduğunu da anlatarak Joanne’nin nefesini kesmişti. Bu bilgi, bir parça gizemle yoğrulmuş sıcacık bir kek kadar enfesti. O yerliye ait gizemler genç kızın gecelerini sonsuz hayal alemlerinde geçirmesine neden oluyordu. Owen’ların küçücük kütüphanelerinden aşırdığı bir coğrafya kitabında bu Kızılderilileri daha önce görmüştü. Tüm gün güneşin altında gezerek avlanmaya çıkar, sert ve yağız tenleri güneşten iyice esmerleşene kadar evlerine dönmezlerdi. Tabi en büyük dostları atlardı ve o atların da bir ruhu olduğuna inanan bu gizemli halk, ölünce de kendi ruhlarının bir hayvana geçtiğini düşünüyorlardı. Ah Susan Kartal’ın bir kartal gibi hep gökyüzünde dolaştığını hayal ediyordu Joanne. Tanrım! Yanında olsa şu adamla gökyüzüne uçmak için bu değersiz varlığını seve seve ölüme gönderirdi. Susan Kartal ve Geveze Kanarya… Ah ne uyumlu bir çift ama! İşlerin ortasında bunaldığında Susan Kartal’ın resmini çıkarıp uzun uzun bakıyor ve bu sıkıcı çiftlikten kurtulup erkeğinin kendisini okyanustan geçerek alıp gittiğini hayal ediyordu. Çoğu zaman hayalleri teyzesinin kafasına indirdiği kepçeyle son bulurken Joanne de durmadan teyzesine kocasının ne zaman geleceğini soruyordu. Bay John Thomson’un gelmek için daha beş ayı vardı ve Elenor’dan bile heyecanla adamı bekleyen tek kişi Joanne’di. Sonunda Kartal’ı geldiğinde kardeşini de alacak ve ilk gemiyle Amerika’nın o keşfedilmemiş yemyeşil arazilere gidecekti. Chris atlarla arkadaşlık yaparken Susan Kartal çadırında Joanne’e aşk sözcükleri fısıldayacaktı. “Uzaklardaki kokan kartal Gelip de Joanne’i al Elenor ona çok kızacak İşleri bitiremedi aptal” 4 Bu tatlı hayallerinden Joanne’i uyandıran yine aklındakileri okumuş gibi olan Chris olmuştu. Bakışlarını yere sabitlenmiş genç çocuk yeni şarkısını söylerken Joanne bu sefer ona kızmadı aksine sımsıcak güldü. Kardeşi her gün kendini geliştiriyor ve genç kız için de onun manilerini dinlemek bir tür tedavi oluyordu. Chris’in koluna girdi ve yanağına kocaman bir öpücük verirken konuştu: “Haydi benim tatlı kardeşim, git de odunluktan birkaç odun getir. Akşam yemeği için ocağı yakmalıyız”. Chris sadece başını sallayıp odunluğa koşarken Joanne de çiftliğin mutfağına yönelmişti. “Jo tavukları didikle kızım, haydi acele et. Daha kurutulmuş et sotelenecek. Brian Owen Londra’dan döndü ve yine ziyafet var. Çabuk ol, Tanrım yetiştiremeyeceğiz” “Tamam, Teyzecim, iki dakikaya tüm yemekleri yapacağım” diyen genç kız bezgin bedenini masanın üzerindeki tavuğa doğru sürüdü. Eline aldığı haşlanmış eti didiklemekten ziyade okşuyor gibiydi. “Ölü gibi durma kızım, biraz hareketli ol. Zaten Chris’in salonun ortasına getirdiği ineklerden beri Bay Owen’ın gözüne batıyoruz. İşleri aksatma. Tanrım, o tavuğa aşk sözcükleri söylemek yerine onun seni terk eden sevgili olduğunu hayal edip parçalamaya ne dersin Jo? “Of teyze! Zavallı tavuğun zaten canı çıkmış. Hiç olmazsa saygılı bir cenazeyi hak ettiğini düşünüyorum” diyen genç kız arsızca sırıttıktan sonra sözlerine devam etti. “Düşünüyorum da sen ve ben olmasak şu doldurulmuş öküz Brian ile karın ağrısı Bayan Owen’a kim katlanır ki” diyerek dudaklarını büzüp teyzesine baktı. Elenor sebzeleri ocağa koyarken elleri gibi hızlı konuşmasıyla da yeğenine yanıt verdi. “Brian denen sapıktan uzak duruyorsun değil mi Jo? Başımıza herhangi bir şey gelirse annesi oğlunun ırzına geçtiğini söyleyerek seni giyotine kadar götürebilir!” “Hah Brian’ın ırzına geçmek mi? Onun geçilecek bir ırzı var mı Elenor? Ama yemin ediyorum bir gün bana yine arkadan yaklaşıp o pis elleriyle dokunacak olursa bu sefer ne Bay Owen’ı düşüneceğim ne de o aptal karısını. O Brian’ın şeyine şu satırı geçirip gözünün önünde köpeklere atacağım” diyen Joanne elindeki büyükçe bıçağı az önce cenazesine saygı duruşu yaptığı tavuğa daldırdı. Teyzesi kahkahasıyla mutfağı inletirken Chris de odunları yemek masasının üzerine hışımla indirdi. “Chris hayatım bak odunlar buraya değil yere inecek. Anladın mı canım kardeşim” diyen Joanne az önceki kızgınlığından süratle kopup kardeşine sevecen gözlerle baktı. Chris elini kulağına götürdü ve bakışlarını yerdeki kim bilir hangi noktaya sabitlerken sadece başını salladı. 5 Owen ailesinin akşam yemeği her zamanki gibi yedide hazırlanırken sunumu Elenor yapmıştı. Joanne’e Brian tarafından arkadan gelecek bir çimdik genç kızın sinirlerine hakim olmamasına neden olursa Brian’ın suratı bıldırcın çorbasına girebilirdi! Genç kadın, bunu göze alamadı ve sunumu kendisi yaptı. Tabi Brian’ın sapıkça bakışları onun da kalçasında gezinse de adamın gözleri yeğenini aradığı için Elenor nispeten daha rahattı. Genç kadın çorbaları koyup beklerken Bayan Owen suratsız kocasına dünyanın en önemli haberini verir gibi konuşmaya başlamıştı. “Ah Stan sevgilim, Lord Burke, Buckingham Saray’ında balo veriyormuş. Düşünebiliyor musun bizim biricik dükümüz Efendi Burke saraylara layık bir adam oldu. Tanrım, şu malikanesine bir girebilseydik o zaman ne zenginliklere kavuşurduk. Sen birkaç ata seyislik yapsan, ben de oda görevlisi olsam bu aptal çiftlikten kazandığımız paranın on katını bir ayda kazanırdık” diyen kadını kocası ilgisizce dinliyordu. “Sen mi oda görevlisi olacaksın? Tanrım! Seni kaldırmak için zavallı dükün önce bir adet mancınığı olmalı” diye içinden geçiren Elenor keyifle kıkırdadı. “Ve balo o kadar büyükmüş ki saraydaki görevliler çok eksik kalmış. Eh tabi şimdi sosyete sezonu açıldığı için hizmetçi bulmaları biraz zor. Ah ah şu sızlayan dizlerim olmasa gidip ben bile hizmetçilik yapardım.” Adam hala kayıtsızdı. Oğulları Brian ise yemeğe gömülmüş ve kıtlıktan çıkmış gibi elleriyle tavuğa dalmıştı. “Ben giderim efendim lütfen beni, ah hayır hayır Joanne’i önerin” diyen Elenor bu sırada araya girdi. Yaşlı kadın, Elenor’a kibirli bir bakışla bakıp aklına hemen Joanne’i getirdi. Öyle bir davette hizmetçi kızların bile güzel olanını seçiyorlardı. Joanne’in de açıkça güzel bir yüzü, biraz çelimsiz olsa da ideal bir fiziği vardı. Gönülsüz bir inilti çıkaran kadın ardından hoşnutsuz gibi görünerek yanıt verdi. “Bunu sizin için yaparım Elenor ancak paranın da yarısını alırım” Elenor durdu ve düşündü. Saraydaki bir davete yeğenini sokarsa buradaki gelirlerinin yaklaşık üç ay kadarını bir gecede kazanabileceklerini biliyordu. Bir buçuk ayını bu zalim kadına verseler bile tek gece için kazanacakları poundlar azımsanmayacak kadar çoktu! Bu yüzden genç kadın, Bayan Owen’in teklifini kabul ettiğini bildirdi. Bayan Owen gözlerini kıstı ve koca göbeğini sallandıran bir kahkaha attı. “Peki o halde. Yarın Malikanenin Kahyası Bay Wilson ile konuşup Joanne’i aldırırım” dediğinde de büyük lütuf yapmışçasına Elenor’a baktı. Genç kadın teşekkür edip haberi iletmek üzere Joanne’in yanına koştu. 6 “Tatlım sıkı dur sana müthiş bir haberim var.” Dediğinde yüzüne ustaca çapkın bir gülüş yerleştirmişti. Joanne zaten yorgunken bir de teyzesinin bilmecelerini çözmeye dermanı kalmamıştı. Onun bu yılgın halini gören teyzesi hızlıca mutlu haberi verdi. “Hafta sonu baloya gidiyorsun hayatım, hem de balo sarayda!” “Külkedisi gibi mi? Yakışıklı prens de olacak mı? Ah yoksa benim peri annem de sen misin? Ha bir de Bayan Owen’ın göbeği mi görkemli bir balo arabasına dönüşecek?” “Seni terbiyesiz kız. Daha sözümü bitirmedim bile. Hem sen külkedisi olacaksan ben senden çok önce pamuk prenses olurdum. Bir zamanlar şu takımlar erkeklerin aklını başından alıp onları aşk sarhoşu yapardı” diyen Elenor kızın bezginliği silmek, onu neşelendirmek için göğüslerini tutup heyecanla konuştu. “Ah zavallı teyzeciğim. Erkekleri aşk sarhoşu yapan şu takımların kullanılmamaktan iyice toz bağladı anlaşılan” diyen Joanne ise kadına dil çıkarıp güldü. Elenor hızla kıza yetişti, arkadan beline sarılıp onu gıdıklarken de kulağına fısıldadı. “Hafta sonu Buckingham sarayında Warwick Dükü Lord Burke’in balosu varmış. Hizmetçi konusunda sıkıntı çıkmış. Bayan Owen’a seni önerdim. Oraya gidip bir sürü pound kazanıp kışlık giysilerimizi karşılayacaksın hayatım” dedi ve kızın boynuna sulu bir öpücük bıraktı. Joanne numaradan tiksinir gibi yapıp boyunu silerken “Tamam işte gerçek bir külkedisi olacağım. O kadar gerçek ki sarayda bile hizmetçiliğe devam edeceğim.” Dedi. “Belli olmaz, bakarsın zengin bir aşık bulursun kendine. Eğer biraz işve, biraz cilve yaparsan herkesi avucuna alırsın akılsız kızım benim” Joanne ciddiyetle “Hayır teyzecim. Ben Susan Kartal’ımı bekleyeceğim” dedi ve teyzesinin kolunu tutup dans etmeye başladı. “Chris’in dediği gibi Kokan Kartal’ın ne zaman gelecek merakla bekliyorum tatlım. Tabi benim kocam da. Ah şu tozlu takımlarımın tozunu bir alsa hiç fena olmazdı.” “Seni edepsiz Elenor” diyen Joanne kadına iyice sokulup onun varlığı için içten içe Tanrıya şükretti. ** “Sevgilim… Baloya sen de geleceksin değil mi?” Bir hayalet kadar soluk beyaz tenli ve dümdüz sarı saçları olan kadın yatakta yanına uzanmış genç adamın ensesine dokunup tenini hafifçe okşadı. Gücü tükenmiş olan adam 7 yüzüstü gömüldüğü yastıktan ötürü zorlukla işitilen hırıltılı bir “Evet” diyip gözlerini yeniden kapattı. Northernwood Markisi Robert Markham sarışın afetin evinde, onun yatağında sadece uyumayı istiyordu. Gevezelik etmek için burada bulunmuyordu. Hele şu an en son istediği şey aptalca baloları konuşmaktı. Yeni sevgilisi Beatrice Giles bu çapkın adamdan kendisine bir soyluluk unvanı gelmeyeceğinden emin olarak onun kollarına kendi rızasıyla atılmıştı. Hoş güzel hediyeleri, pahalı mücevherleri bile başlı başına onu yatakta tutmak için yeterli bir sebepti ve Robert kafeslenmek için pek de müsait olmadığını düşünüyordu. Kadın adama sokulup omzuna bir öpücük verdikten sonra banyo olarak kullanılan bölmeye geçti. Ahşap küvete gömülüp uzun uzun yıkanırken yarın verilecek olan saraydaki baloyu düşündü. Robert’tan daha zengin bekar bir erkeği avlayabilirse ne iyi olurdu. Ancak şu an sosyetenin tek gözdesi Lord Makham’dı ve ondan daha iyi bir av ufukta görünmüyordu. Genç kadın banyodaki işini bitirip çıktığında yatağın boş olduğunu gördü. Konsolun üzerindeki çekici el yazısından markinin acil bir işi olduğunu yazdığı notunu okuyup, küçük mücevher kutuya baktı. İçindeki göz alıcı zümrüt küpeler genç kadının gülümsemesine sebep oldu. Robert kadının Wickford’daki evinden çıktığında kendini yeniden Londra sokaklarına atabildiği için keyifliydi. Hava boğucu olmayacak kadar sıcak ve tatlı sabah güneşi canlandıracak kadar parlaktı. İtalya gezisinden henüz dönmüştü ve gelir gelmez muhteşem bir sevgilinin kollarına atılmıştı. Bu hafta sonu yapılacak balo da kendisini göstermesi, dahası başka güzel yaratıkları görmesi için iyi bir fırsattı. Ah amcası Roland Simon Markham uzun yaşasındı; arkasındaki devasa servetin tek kaynağı oydu ve yaşlı adamın sağlığı için dua etmek, Robert gibi bir serseri için her gün yapılan bir rutindi. Dudağında bir ıslıkla Belgrave’deki evine yöneldi. 8 Bölüm 2 Warwick Düklüğü malikanesinden kalkan tam beş araba sadece hizmetçi taşıyordu. Joanne de o sabah Burke’lerin şato gibi malikanesinden kalkan bir araca tıklım tıkış doluşmuş ve iki yanındaki iri kadınların arasında pestili çıkmış bir halde yaz sıcağında iki saatlik yolu gitmişti. Şimdi de o devasa şehre doğru yol alıyordu. Daha önce Londra’ya sadece bir kez gitmişti. Babası, henüz onlar küçükken şehre gelen bir Amerikan sirkine götürmüştü küçük Joanne ve Chris’i. O zamanlar Joanne altı yaşındaydı ve şimdi bile o anları zorlukla hatırlıyordu. Cam kenarında olmadığı için dışarıyı pek göremese de yerinden huzursuzca kıpırdanıyor, geniş eteğinin üzerine oturup belinden çeken kadını inatla itmeye çalışırken dışarıyı seyretmek için uğraşıyordu. Ah ne mümkün… Tek gördüğü büyük ve gösterişli kadim binaların yüksek katlarıydı. Herhangi bir yerde durmayıp ya da mola vermeyip zaman kaybetmeden saraya geçtiler. Arka kapıdan girmelerine ve binanın arkasını görmesine rağmen Joanne büyülenmişti. Kendini bir an kraliçe gibi hissetmek istedi ve gözlerini kapattı. “Buraya külkedisi olmaya gelmedin küçük hanım. Sallanma da içeriye gir” diyen kadınlardan biri Joanne’i tatlı düşlerinden ayırırken genç kız kendi kendine fısıldadı: “Ben külkedisi değilim belki ama sen kesinlikle kötü kalpli üvey annesin” dedi ve dil çıkarıp kadının arkasından mutfak denen ve Owen’ların çiftliğinden bile büyük bir alana giriş yaptı. Mutfak sayısız ocağın, kazanın, tencerenin olduğu bir demir yığını gibiydi. Tavanlardan kepçeler, kaşıklar sarkıyor, içeriye dolan kesif koku bir yılan gibi herkesin üzerine dolanıyordu. Joanne burada pişen yemeğin tüm İngiltere’yi doyuracağından emindi. Bir tarafta aşçılar harıl harıl çalışırken diğer tarafta yaşlı bir kadın köşedeki bir gruba bir şeyler anlatıyordu. Daha doğrusu emrediyordu. Etrafta yığınla hizmetli ordusu vardı. Uşaklar Kraliyet ailesine ait, şeflerin bir kısmı Fransa’dan getirtilmiş, bazı krupiyeler yüksek aristokrasiden ödünç alınmıştı. Bu orta yaş kalabalığı dışarıda konukları karşılamakla ve içeride servislerle yemekleri ayarlamakla meşgulken Joanne gibi genç ve güzel kızlar servisleri içeriye taşımakla görevliydiler. “Servis yapacak kızlar buraya” diyen bir kadın Joanne’i o tarafa yöneltti. Az önce kendisine kül kedisi olmadığını söyleyen kadındı bu. Joanne’le beraber yaklaşık yirmi beş kız kadının etrafını sardılar. Madam De Pinon, Joanne’nin deyimiyle Madam don Piyon, çatal ve bıçakların konuşu, tepsiyi tutma, şarapların ne kadar eğilip ikram etme, pastaları nasıl takdim etme üzerine uzun bir nutuk çekerken Joanne kalçasını bir masaya dayadı ve kimseye fark ettirmeden gözlerini kapattı. Ah uzun yolculuk zavallı bedenini yormuştu ve birazcık uyuklamasında ne sorun olabilirdi ki! Zaten O sapık Brian’dan dolayı geceleri gözüne uyku girmiyordu. Şimdi de sadece kulakları çalışırken gözlerini usulca kapatma isteğini bastıramıyordu. 9 “Evet Bayan Leeves, şimdi önünüzde balsamik sirke ve şarap var. Hangisini servis edecektiniz?” diye gürleyen bir ses kulaklarına dolunca hızla yerinden doğruldu ve henüz gözlerini bile tam açamamışken cevap verdi: “Tabi ki sirke” demişti büyük bir gafletle. Tüm mutfağı alaycı kahkahalar sararken genç kız utançla başını eğdi. Lanet Madam Pinon kendisini çok fena yakalanmıştı. Kilisede okuma yazma öğrenirken bir keresinde yine böyle dalmış ve kafası tahta masaya kırılacakmış gibi düşünce tüm kilise bu sesle yankılanmıştı. Peder Bailey Tanrı’nın kendisini böyle cezalandırdığını söyleyince de üç gün boyunca her gün tam bin kez af dilemişti. Şu an yaşadığı utançla baş edecek bir günah çıkarma kabini olmadığı için de çok şanssızdı! Dudaklarını mahcubiyetle ısırıp “Şey ben biraz yorgunum da” diyerek birkaç mazeret sıralamak istedi. Haksız de sayılmazdı oysaki. “Bayan Leeves etrafınıza bir bakın. Nerede olduğunuzu fark ettiniz mi? Burası Kraliyet Sarayı, sizin domuz çiftliğiniz değil. Eğer bu gece en ufak bir hata yapacak olursanız gözünüzün yaşına bakmam. Anladınız mı?” diyen kadın uzun tırnaklı parmağını açıkça tehdit ederek Joanne’e uzattı. Zavallı kız kendi için değil ama teyzesi için susup kaldı ve bu gecenin hemen bitmesi için dua etmeye başladı. Sarayın Grand Hall salonu ucu görünmeyecek kadar büyük ve ihtişamlıydı. Sıradan bir hizmetçiden öte en soylu insanların bile nefesini kesecek kadar görkemli bir dekorasyona sahipti. Joanne üzerindeki forma benzeri elbise ve elindeki dolu tepsiyle salona adım attığında kalbinin göğüs kafesine dar geleceğini anladı. Bir süre durup muhteşem balo salonunu seyretti. Tüm köyleri aydınlatmaya yetecek kadar kandil ve mum vardı. Duvarlar boyunca dizilen masif ahşaptan göz alıcı kanepeler, altın sarısı kollukları olan berjer koltuklar, zarif iskemleler ve kadeh koymak için yerleştiren yüksek masalarla konukların her türlü ihtiyacı karşılanmıştı. Sarayın yüksek tavanını kaplayan altın yaldızlı işlemelerle beraber, duvarlardaki büyük kolonlara dolanmış sarmaşıklar, pembe renkli begonviller ve asılmış olan Rönesans tarzı tablolar mekanının göz alıcı olmasını sağlayan şeylerden yalnızca bir kaçıydı. Tabi şıklık yarışına giren leydiler, genç ve güzel kızları avlamaya çıkan kart zamparalar, kızların avlanmak için peşlerine düştüğü gözde bekarlar da Grand Hall’un olmazsa olmazlarıydı. Tüm bu ihtişam karşısında genç kız acı ve istihza dolu bir bakış atmaktan kendini alamadı. Burada yaşanan hayat onun zerresini bile dahil olamayacağı bir dünyayı gözler önüne seriyordu. Elindeki tepsiyle nihayet adım atması gerektiğini hatırladığında güçlü ve erkeksi bir koku duydu. Kakule, bergamot, lavanta, portakal çiçeği, sandal ağacı ve misk karışımı bu kokuyu hemen ayırt etmişti. Burnu her zaman iyi koku alır ve keskin bir ayrıştırmayla neyin ne kokusu olduğunu bir çırpıda söylerdi. Babası küçükken onu zaman zaman köpek niyetine kullanıp kaybolan tütün tablasını arattırsa da onun bu özelliğiyle hep gurur duymuştu. Şimdi de yine burnu yanılmamıştı. O güçlü erkeksi parfüm kendisini hızla çekerken silkindi ve kalabalığa karıştı. Bu sırada köşelerden birinde genç bir kadın gördü. Üzgün bir yüzü vardı ve diğer kişilerden ayrılan kırsal bir güzelliğe sahipti. Joanne onu görür görmez içerideki kasıntı 10
Description: