Gencer / Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu* Sedat Gencer** Öz: İsmail Cem (1940-2007), Türk düşünce ve siyasi hayatının önde gelen isimlerinden biridir. Politik kariyeri dolayısıyla ilgi görüp önemsenmesine rağmen entelektüel üretiminin değerlendirilmesi, bu ilginin gölgesinde kalmıştır. Cem, 1960’lı yıllarla beraber solun Türkiye’nin kalkınması üzerine başlattığı tartışmalara “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi” eseriyle katkıda bulunmuştur. Ortaya koyduğu Marksist makro analiz o dönemde Doğan Avcıoğlu, İdris Küçükömer, Behice Boran, Niyazi Berkes gibi önemli entelektüellerin ortaya koydukları diğer makro analizlerle anılmıştır. Bu dönem tartışmaları az gelişmişlik, geri kalmışlık, feodalite ve ATÜT gibi kuramlar ekseninde yapılmıştır. 1960’lı yıllarda sol entelektüeller, parti ve hareketler, Osmanlı geçmişinin ana- lizine dayanan perspektifleriyle Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunlara çözümler üretmişlerdir. Osmanlı toplum yapısının özgünlüğü ve Batı’ya benzerliği temelinde şekillenen yorumları, Osmanlı Devleti’nin kapitalist sisteme neden geçemediği sorusuna verilen cevaplar belirlemiştir. Makalenin öncelikli amacı, İsmail Cem’in bu dönem içindeki düşünsel konumunu belirlemektir. Bununla bağlantılı olarak ortaya koyduğu fikirlerin sol düşünce açısından ne anlam ifade ettiği araştırılacak; dönemin koşulları bağlamında Cem’in düşünsel referansları analiz edilerek entelek- tüel kimliğinin özgünlüğü sorunu tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: İsmail Cem, Az Gelişmişlik, Kalkınma, Tarih, Tarihyazımı, Türk Solu. Abstract: İsmail Cem (1940-2007) is one of the prominent names of Turkish intellectual and political life. Although his political career drew great attention, evaluation of his intellectual out- put has always been in the shadow of this political interest. Cem contributed to the discussions lead by the left wing in the 60s on the developement of Turkey through his work, “The History of Backwardness in Turkey”. During that period, İsmail Cem produced a Marxist macro analysis that was mentioned along with other macro analyses by leading intellectuals such as Doğan Avcıoğlu, İdris Küçükömer, Behice Boran, and Niyazi Berkes. Discussions of this era were conducted within the framework of concepts such as Underdevelopment, Backwardness, Feudality and the Asiatic Mode of Production. In this era, left wing intellectuals, and political parties and movements came up with solutions to the problems that Turkey faced with their perspectives based on analysis of the Ottoman past. The comments based on the distinctiveness of the structure of Ottoman Society and its similarity to the West were shaped by the answers to the question, “why could not the Ottoman Empire adopt Capitalism?” The main purpose of this article is to determine İsmail Cem’s intellectual position in the 1960s. In this regard, what his ideas meant for the left wing will be researched and the question of his intellectual identity’s originality will be discussed by study- ing his intellectual references in conjunction with the conditions of that era. Keywords: İsmal Cem, Underdevelopment, Development, History, Historiography, Turkish Left. ** Bu makaleye yönelik eleştiri ve katkıları için Ufuk Adak’a, Tülay Gencer’e; Fransızca çeviriler için de Seda Gencer’e teşekkürü bir borç bilirim. ** Okutman, Bitlis Eren Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü. İletişim: [email protected]. Adres: Bitlis Eren Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, Rahva, Bitlis. Atıf©: Gencer, S. (2013). Az gelişmişlik, geri kalmışlık ve kalkınma: İsmail Cem örneğinde 1960’lı yıllarda solun tarih kurgusu. İnsan & Toplum, 3(6), 155-191. DOI: http://dx.doi.org/10.12658/human.society.3.6.M0068 155 İnsan & Toplum Giriş Oktay Rifat, 1960’lı yıllarda yazdığı Az Gelişmiş başlıklı iki şiirinde, az gelişmiş boz dağları ve bilimde, sanatta, tarımda geri kalan “zamana ütülen” bir toplumu dile getirmiştir. (Rifat, 2007, s. 401, 409) Mayıs 1976’da Oğuz Atay, günlüğüne devlet, toplum ve insan başlıklarıyla çerçevelemek istediği “Türkiye’nin Ruhu”nu yazmaya yönelik notlar düş- müştür. Atay, kolektif bilinçaltının peşine düşerek günümüz insanını bütün zenginliğiy- le geriye doğru izlemek, imparatorluktan ulus-devlete evrilen süreçte bu insan potan- siyelini araştırmak istemektedir. Belki Tanpınar gibi Atay da fert-cemiyet kaynaşmasıyla şekillenen ölümsüz sürekliliğin değişim sürecindeki yaratıcı ve yol gösterici potansiyeli ile ilgilidir. (Tanpınar, 2000, s. 22) Atay’a göre ülke, bugün fakirleştirilmiş ve eski gücünü kaybetmiştir; ama bütün bunlara rağmen hâlâ ayakta durabiliyorsa geçmiş mirasın bu süreçteki rolünün akla getirilmesi gerekir. Onun tasarladığı soruşturma, bugünden geri- ye giderek geçmişle gerçek bağların araştırılmasının gerekliliğini vurgular. Ona göre, “İnsanımıza, geri kalmış ya da az gelişmiş değil; fakir düşmüş, yani gücünü kaybetmiş bir varlık olarak bakmak düşünülebilir. Yani ilkel bir topluluk değil, servetini kaybetmiş soylu bir topluluk denebilir.” (Atay, 2002, s. 232-240). Atay’ın bir anlamda geçmişi işaret etmesi, ülkenin kaderi gibi algılanan az gelişmişlik nitelemesinin aşılabilmesindeki yolu gösterir. 1960’ların ortasından 1970’li yılların sonuna kadar Türkiye, “az gelişmiş” ve “geri kalmış” bir ülke hüviyetinde tartışılmıştır. 1960-70 döneminde sol cenahta yazı- lan metinlerin kuramsal, siyasi, ideolojik duruş, durum, algı ve birikimleri buna sebep olmuştur. Yine bu dönemde sol iktisatçı, sosyologların ve Marksist kuramın tekelinde kalkınma-iktisat eksenli, tarihsel-sosyolojik analizlerin hâkimiyetinde süren bir tartışma söz konusudur. Makro bakış açısı sunan metinlerin başlıklarına bakmak bile durumu açıklığa kavuşturur. Bu tartışmayı makro düzeyde Marksist perspektif kullanarak yapan- lardan biri de İsmail Cem’dir. Cem, Atay’dan çok önce ekonomi ve kalkınma ağırlıklı da olsa kendi entelektüel mesaisinin amaç ve yöntemini belirlemiştir: “Geri kalmış toplumlarda ilerlemeyi sağlayacak dinamikler bireysel davranışlarda değil, kitlelerde aranıp bulunabilir. Yapılması gereken şey, bütün halklarda var olan birikimi ve derin tutkuları araştırıp meydana çıkarmak, onlara biçim vererek toplumun bünyesine ve ekonomik gerçeklere uygun kalkınma yöntemleriyle birleştirmek, özdeşleştirmektir; toplumu, kendi öz benliğine ileri bir düzeyde kavuşmaya yöneltmektir.” (Cem, 1982, s. 42) Bu anlamda zikredilen dönemde Türkiye üzerine yazılmış makro bakış açısı sunma iddiasındaki metinlerin başlıklarına yansıyan az gelişmişlik-geri kalmışlık ifadeleri, bu makalenin çıkış noktasını verir. Tartışma, tahlil ve analizlerin neden bu sıfatlarla yürü- tülüp kotarıldığı makalenin diğer bir sorunsalını oluşturur. Bu bağlamda somut örnek İsmail Cem’in 1970 yılında yayımladığı “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi” kitabıdır. Dönem içinde bu tarz pek çok metin-analiz yazılmış-yapılmıştır. Dolayısıyla neden bu isim ve metnin seçildiğine dair bazı hususların altını çizmek gerekir. Literatürde doğru- 156 Gencer / Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu dan bu dönem metinlerinin sistemli ve karşılaştırılmalı analizini yapan çalışmalar mev- cut değildir. Gelişme yazını, modernleşme kuramı, az gelişmişlik, Asya Tipi Üretim tarzı (ATÜT/AÜT/ATÜB) ve feodalite üzerine teorik metinler yazılmış; ama sıralanan kuram- ları Türkiye’ye uyarlamaya çalışan metinler hakkında pek kalem oynatılmamıştır. Konu ele alındığında ise Türk solunun tarihsel gelişim süreci içinde deneyimlediği düşünsel, siyasi tartışmalar eksenine sıkışmış bu bağlamda önemsenen isimlerle sınırlı kalmış; nihayetinde üretim tarzı, iktisat tarihi, Osmanlı toplum düzeni tartışmalarını aşamamış metinler önemsendikleri noktada bu ilgi, siyasi tartışmalar, devrim stratejileri ile sınırlı kalmıştır. Buna bir de İsmail Cem’in entelektüel üretimi dolayısıyla önemsenmemesi de eklenebilir. Cem’in kitabı, popüler ve akademik düzeyde bir başvuru-rehber kitap olarak kabul edilir, pek çok kez basılmıştır ve literatürde hâlâ referans verilen sayılı metinler arasındadır. Ayrıca günümüzde iktisat-tarih-sosyolojinin kesiştiği bu tarz bütüncül metinlerin yazıl(a)madığı düşünüldüğünde belirli bir dönemdeki bu yoğun- luğun, siyasi, ideolojik ve toplumsal olarak neye tekabül ettiği noktasındaki merakın da bu makalenin yazılmasında etkili olduğu söylenebilir. Metnin yazıldığı bağlamı belirlemek ulusal ve uluslararası konjonktürün etkileşiminde- ki özgünlüğü belirleyebilmekle mümkündür. Bu özgünlük üç noktada ele alınabilir. İlki, o dönemde Türkiye solunun kendi kaygıları ve sorunları çerçevesinde ABD ve Sovyet kaynaklı kuramsal birikiminden faydalanması ile ilgilidir. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın liderliğini ele geçiren ABD, dünya siyasetini yeniden dizayn etmek istemek- tedir. Bu amacını gerçekleştirebilmek için Batı dışı coğrafya hakkında daha sistematik olarak bilgi toplamaya başlamıştır. Arkasındaki Şarkiyatçı gelenekle gelişme yazını olarak adlandırılacak yeni bir birikime ulaşır.1 Bu yazın içindeki “modernleşme kuramı”; az gelişmişlik, geri kalmışlık, feodalite tartışmalarını Batı dışı ülkelerin gündemine sokacaktır. Amerika, bu süreçte yalnız değildir. Soğuk Savaş’ın iki kutuplu dünyasın- da Sovyetler de diğer ülkelere Marksist bir gelişme yazını ihraç etmeye çalışacaktır (Skocpol, 1999, s. 4-5). Gelişme yazını, ana hatlarıyla toplumun gelişmemesine neden olan bir geçmiş, içinde yaşanılan ve sorunlu olduğuna inanılan bir şimdi, toplumun gelişip kalkınacağı bir gelecek kurgusuna dayanır (Ercan, 2001, s. 15). Bu, Batı dışı toplumlarının ekonomik gelişmelerinde izleyecekleri yolun Batı merkezli aşamalan- dırmasına yarayacaktır. Batı, tarihsel gelişimini bu aşamalar şeklinde kurgulayıp yaşa- mamış olmasına rağmen; -çünkü süreç kendi otantikliğinde gelişmiştir- Batı dışındaki toplumlara kendi tarihini2 bir model olarak sunmaktan çekinmemiştir (Khella, 2005, 1 Said’e göre Doğu, “onun karşıt imgesi, düşüncesi ve deneyimi olarak Batı’nın tanımlanmasına yar- dımcı olmuştur.” Şarkiyatçılık doğası gereği “Batılıya görece üstünlüğünü hiç yitirmeksizin Doğu’yla kurabileceği bir olasılıklı ilişkiler kurma olanağı” sağlamıştır. Bu “farklı bir dünyaya yönelik, belirli bir anlama, kimi durumda denetleme, değiştirme hatta şekillendirme istencini” ifade eder (Said, 1999, s. 11, 13, 15, 17, 21-22). 2 Bu, Guha’nın ifadesiyle Hegel’in devlet merkezli “tarihin nesri” kurgusunun “dünyanın nesrine” üstün gelmesidir (Guha, 2006, s. 67). 157 İnsan & Toplum s. 44; Sezer, 1978, s. 56-57, 2006, s. 43). Bu bir anlamada ABD, Sovyetler ile “Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan ülkelerin “kalkınma edebiyatı” olarak özetlenebilecek siyasi ve düşünsel bir macerada yolarının kesişmesi demektir (Aydınoğlu, 1992, s. 59; Dirlik, 2006, s. 68, 71; Timur, 2007, s. 49-50). Dolayısıyla her iki durum ve koşulda da amaç Batı dışı toplumları endüstrileştirmektir. Bu durum, Batı dışı coğrafyada kapitalizm ile sosyalizmin, kalkınma hedefinin gerçekleştirilmesi sürecinde özdeşleş(tiril)mesine yol açmıştır (Altun, 2002, s. 46; Sezer, 1978, s. 48-49). Türkiye örneğinde dikkat çekici diğer bir unsur, az gelişmişlik kuramına Marksist gelişme yazını bağlamında Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmalarının eklenmesidir.3 Marx, Engels, R. Hilferding, Rosa Luxemburg, Lenin, Buharin ve Stalin’le kristalize olan bu biri- kim, Karl Wittfogel’in 1957 yılında “Orienteal Despotism” adlı eserini yayımlamasıyla tekrar gündeme gelir. Fransa’da CERM (Centre d’Etudes et de Recherches Marksistes) İngiliz, Fransız ve Japon Marksist araştırmacı ve tarihçilerle ATÜT tartışmalarının odağında yer alır (Aydın-Ünüvar, 2008, s. 1082; Bursa, 2011, s. 25-48). ATÜT, aslında Doğu’nun, Batı merkezli evrensel tarih kurgusuyla ilişkisinin farklılaştırılmasıdır. Bu farklılaştırma Marx’ın Çin, Hindistan üzerine yaptığı analizlerden kaynaklanır; ama Marx, doğulu toplumların kapitalist sisteme dâhil olma sürecinde farklılığı anlama kaygısıyla geliştirdiği bu fikirleri sistematik şekilde ifade etmemiştir. Kuramsal bir çehre kazanması 1960’lı yıllarla beraber mümkün olmuştur. “1960’larda, Marx’ın ATÜT’le ilgili başlangıç tezleri ‘Doğu’nun tarihsel az gelişmişliğiyle’ birleştirilmiştir (Eğribel & Özcan, 2006, s. 796).” Modernleşme kuramının az gelişmişlik kurgusu bu kez ATÜT eksenli üretilmiştir. Her iki kuram, Batı dışındaki toplumların farklılığına işaret etse de ele aldığı ülkeyi Batı merkezli iktisadi bir algı ve çerçeveye sıkıştırarak bu farklılıkların anlaşılmasını ve analizini önlemiştir. Türkiye özelinde de Marx ve Engels’in yazdıklarına odaklanan entelektüel ilgi, o dönem de geniş bir coğrafyaya yayılan Marksist araştır- malardan faydalanamadığı gibi Osmanlı geçmişini kendi gelişimsel özellikleri bağla- mında değerlendirebileceği bir kuramsal çerçeve de kuramamıştır. Bu anlamda Marx ile sonraki ATÜT’çü tezleri benimseyenlerin algılamalarında bir farklılık bulunmamakta, ATÜT bir az gelişmişlik belirtisi olarak sayılmaktadır (Eğribel & Özcan, 2006, s. 795-798). Türkiye solu da yukarıda zikredilen bu kesişim noktasında yer alır. Solun Türkiye öze- linde siyasi, örgütsel, düşünsel, ideolojik macerası 1960’lardan sonra bir ivme kaza- nabilecektir. 27 Mayıs, toplumun kendini tanımlaması, değişim sürecinde geldiği yeri değerlendirebilmesi açısından gündemi farklılaştırmıştır. Bunun altında “sosyal gerçe- ği” anlamlandırmada işlev görecek tarih alanının keşfedilmesi yatar. Sol, bu dönemde öncekiyle kıyaslanmayacak bir rahatlık içinde geçmiş birikimin de farkında olarak ağır bir sorumluluk üstlenmiş ve teorik-programatik temelde bir siyasi örgütlenme stra- tejisi kurmak zorunda kalmıştır. Bu, içinde yaşanılan toplumun analiz edilebilmesiyle 3 ATÜT hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Anderson, (1974, s. 473-495); Currie, (1984, s. 252-257); Divitçioğlu, (1971, s. 21-46); Godelier, (1993, s. 16-24). 158 Gencer / Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu yakından ilgilidir. Osmanlı geçmişi, bu bağlamda solun “en temel araştırma, öğrenme ve tartışma alanlarından bir hâline” gelir (Aydınoğlu, 1992, s. 15-16, 50, 53). Toplumun tarihsel evrimi, üretim ilişkileri, sınıfsal yapısı, toprak sistemi, yönetim biçimi, sınıf kimli- ği, sınıflar arası ilişkiler, kalkınma, planlama, sanayileşme, sosyal adalet, toprak reformu, köy sorunu, doğu sorunu, ulusal bağımsızlık, toplumsal devrim, Osmanlı toplumsal yapısı, Asya Tipi Üretim Tarzı, az gelişmişlik, feodalizm gibi başlık, sorun ve kavram- lar ekseninde tartışılmaya başlanmıştır. Solun düşünsel tekelinde bu tartışmalardan amaç, “toplumumuzun Batı’dan farklı olduğunu kanıtlamak ve bu farklılıkların tarihsel, güncel kaynaklarını belirlemek”, bu farklılıkları gidererek kalkınabilmek için yapılması gerekenleri tespit etmektir (Kaçmazoğlu, 1995, s. 10-11, 13-35). İkinci nokta, İsmail Cem’in entelektüel birikimi ve konumu ile ilgilidir. Osmanlı tarihsel- toplum yapısının ve gelişiminin özgünlüğü ile Batı’ya benzerliği temelinde şekillenen tartışmalar dönemin düşünsel atmosferini belirlemiştir.4 Başka bir ifadeyle tartışmalar, yukarıda zikredilen ATÜT ve feodalite tartışmaları ekseninde yapılmıştır. Bu bağlama, sol entelektüele tarihi yorumlayabileceği malzemeyi sağlayan ve ne ATÜT’ü ne de feodaliteyi kabul eden klasik tarihçiler grubunu da eklemek gerekir. (Kayalı, 2008a, s. 1094) Bu gruptaki isimlerin Osmanlı toplumunun özgünlüğünü savunmaları, onları ATÜT’çülerle de yakınlaştırmıştır. İsmail Cem, genelde kendi düşünsel referansları bakımından özgünlükçü-ATÜT’çü kanadın hanesine yazılmıştır (Berktay, 1983, s. 2472; Duran, 2007, s. 67; Örmeci, 2011a, s. 48-49). Bu taraflaşmada onun ismi; Kemal Tahir, Sencer Divitçioğlu, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Hikmet Kıvılcımlı gibi isimlerle bera- ber anılır. Bu isimlerin özgünlükçü olarak değerlendirilmeleri, solun tarih yorumunu farklılaştırma potansiyelleriyle ilgilidir. Bu isimlerin içinde de Kemal Tahir öne çıkar. Bu açıdan Kayalı’nın “Kemal Tahir bazı genellemeler yapmasa Türkiye’de, düşünce dün- yasında ne İdris Küçükömer ne Mete Tunçay ne Yalçın Küçük ne Niyazi Berkes olurdu (Kayalı, 2008b, s. 1101).” ifadesi; İsmail Cem’in entelektüel gelişimini anlamlandırmada da yol göstericidir. Cem’in metninde, doğrudan ATÜT’le ilgili herhangi bir gönderme yoktur; ama onun bu isimlerle organik ilişkisi açıktır: “Sencer Divitçioğlu ne kadar Batılı kuramlara teslim olmuşsa Kemal Tahir bütünsel bir itiraz yöneltmiş, İdris Küçükömer ise biraz daha mesafeli bir tutum takınmıştır (Kayalı, 2008c, s. 1104).” Bu tespit, İsmail Cem’in kendi özgünlüğünün analizinin de yapılabileceği çerçeveyi vermesi açısından önemlidir. Cem, Batılı referansları da göz önünde bulundurularak ancak bu düşünsel çerçeve içinde konumlandırılabilir. Türkiye’de ATÜT ile ilgili tartışmalarda genelde Selahattin Hilav ve Sencer Divitçioğlu isimleri öncelikli zikredilse de düşünsel açıdan bu isimleri de harekete geçiren Kemal Tahir olmuştur (Ekinci & Güldağ, 2013, s. 86-101; Hilav, 2008, s. 108; Refiğ, 2000, s. 33, 151). İsmail Cem de Kemal Tahir’den hem o ana kadar yazdığı romanları hem de sohbetleri kanalıyla etkilenmiştir. Cem, bu dönem 4 İsmail Cem’in düşünsel konumunu belirleyebilmek adına, o dönemde “Üç Tarz-ı Siyaset”e karşılık ge- len MDD, TİP ve Yön hareketlerini karşılaştırmalı ele alan bir analiz için bk. Şener, (2010, s. 349-363). 159 İnsan & Toplum tartışmalarına katılan, yönlendiren ve metinler yazan diğer isimler gibi iktisatçı (İ. Küçükömer, S. Divitçioğlu), sosyolog (B. Boran-M. Sencer), felsefeci (S. Hilav) romancı (K. Tahir) değildir. Küçükömer ve Boran gibi TİP içerisinde yer almamış, Avcıoğlu gibi çok belirgin siyasal bir pragmatizmle hareket etmemiştir. İdris Küçükömer, Muzaffer Sencer ve Sencer Divitçioğlu gibi akademi içinde de değildir. Bu dönemde İsmail Cem gazeteci kimliği ile düşünsel hayatın içindedir. 1959 yılında Robert Kolej’den, 1963 yılında ise Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde çalışmış bunun yanı sıra idari ve bürokratik görevler de almıştır. 1971-74 yılları arasında Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi Başkanlığı’nı yürütmüş; sonrasında CHP-MSP koalisyonu döneminde TRT’de 500 gün sürecek genel müdürlük görevini ifa etmiştir (1974-75). Siyasete aktif olarak katılana dek matbuatla ilişkisini sürdürmüştür. “ABC” dergisini, “Politika” gazetesini çıkarmıştır. 1980’li yıllarda SHP ile başlayan siyasi kariyeri, CHP, DSP, YTP ile devam etmiş ve tekrar CHP ile son bulmuştur. Politikaya bulaşmış bir yazar olarak düşünceyi siyasi pratiğinde de dışlamamıştır (Süreya, 2006, s. 29). 1940 doğumlu İsmail Cem, 1960’lı yılların başında lisans eğitimi için Lozan’a gitmiş ve böylece daha düşünsel gelişiminin başlangıcında Batı’yı tanıma fırsatı elde etmiştir. Siyasetle Avrupa düzeyinde ilgilenmeye orada başlamıştır. Burada Marksist klasikleri ve tarih okumuş, hümanist düşüncenin kökenlerini öğrenmiştir. İngiliz İşçi Partisi’ni, Avrupa sosyal demokrasisini takip etmiştir. Onun da içinde bulunduğu nesil, ulusal- yerel bağlamı aşan küresel bir kurtuluş peşindedir. Kitabını, Türkiye’nin değişebileceği- ne inancın en üst seviyede olduğu bir dönemde yazmıştır. Cem, düşünsel çizgide TİP’e sempati duyar.5 Kendi ifadesiyle “özde-temelde bir ayrılıkları olduğunu” düşünmez. Türkiye İşçi Partisini, Fransız Sosyalist Partisi gibi görür. Aradaki farklılığı, TİP’in Marksist bir çizgide üretim araçlarının bütün toplumun elinde olması fikrine, Cem’in daha ihti- yatlı yaklaşması oluşturur (Dündar, 2010, s. 72-73). İsmail Cem, solun ordu -gençlik- aydınlar ittifakıyla bir devrim arayışı içinde olduğu yıllarda Bülent Ecevit, İdris Küçükömer, Ali Gevgilili, Behice Boran gibi isimlerle “Böyle solculuk olmaz!” diyerek bu arayışlara itiraz ettiklerini ve bu bağlamda aynı isimlerle beraber hem 12 Mart hem de 12 Eylül sürecinde bir yalnızlık yaşadıklarını ifade eder. Cem, sol siyaset ve düşünceyi de iki ana kampa ayırır. Bir tarafa jakoben yaklaşımı ifade eden Yön entelektüellerini diğer tarafa İdris Küçükömer’i ve CHP’nin sol kanadını, TİP gibi daha demokratik olarak nitelendirdiği yaklaşımları yerleştirir. Cem, 27 Mayıs’ı 5 İsmail Cem, münbit bir entelektüeldir. 1960’ların sonundan ölümüne dek pek çok kitap kaleme almıştır. İlk metnini yayımladıktan sonraki süreçte siyasetle mesaisinde artış olmuş ve 1980’li yıllarla beraber fikrî bir değişim de geçirmiştir. Bu değişim sürecinde Cem’in, Avrupa tipi bir sosyal demokrasi yönünde fikrî olgunlaşması Osmanlı-Türk modernleşmesini değerlendirme perspektifini farklılaştırmıştır. Ayrıca bu Cem’de devletçi, kalkınmacı, sosyalist argümanların değişimini berabe- rinde getirdiği gibi sorunun artık geri kalmışlığın alt edilmesi değil, demokratikleşme olarak görül- düğü anlamına gelir (Örmeci, 2011a, s. 48, 79-80, 126-127). 160 Gencer / Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu Türkiye için bir milat kabul eder ve bu miladın Yön dergisiyle beraber farklı bir miladın gelişimini de tetiklediği düşüncesindedir. Ona göre süreç, 1961 Anayasası’nın getirdiği klasik özgürlüklerin ötesinde yeni fikirlerin tartışılmasını da beraberinde başlatmıştır (Dündar, 2010, s. 57). Üçüncü nokta tarih ve sosyolojinin buluşması ile ilgilidir. Başka bir ifadeyle, Cem örne- ğinde sol entelektüel, geliştirdiği makro perspektifle tarihsel bilgiyi toplumsallaştırma yolunda önemli adımlar atmıştır. Bu çaba, Köprülü’nün veciz bir şekilde “tarih tekniği- ne ve sosyal gerçekliğin birbirine bağlı muhtelif cephelerini anlamaya yarayacak bilgi ve donanıma sahip, ayrıca teferruata boğulmadan umumi gidişin ana hatlarını görüp gösterebilecek yükseklikten bakabilen bir adam (Barthold, 2004, s. 22)” olarak tanımla- dığı tarihçi portresine ulaşabilme noktasında da etkili olmuştur.6 Evrensel Bir Alın Yazısı ya da Dinamik Bir Süreç Olarak Geri Kalmışlık İsmail Cem, az gelişmiş nitelemesinden daha çok geri kalmışlığı tercih eder ki bu, kita- bın başlığına da yansımıştır. Bu, aynı zamanda Cem’in metnini oluştururken kullandığı Batılı referansları işaret etmesi açısından da önemlidir. Cem, önce Türkiye’yi dünya ölçeğinde geri kalmışlık hiyerarşisinde konumlamaya çalışır. Bu konumlama sürecinde metnin ana izlek ve kaygılarından birinin oluşturacak özgünlük vurgusu ona yardımcı olacaktır. Türkiye geri kalmış bir ülke olarak nitelendirilecekse bu; Mozambik, Kongo, Guatemala ve Latin Amerika ülkeleri gibi örneklerin geri kalmışlığından elbette ki farklı olmalıdır; çünkü Türkiye “eşine az rastlanan kültür, uygarlık ve tarih hazinesine” sahip- tir ve belirli bir zaman diliminde ileri bir toplum düzeni kurabilmiştir. Tarihsel birikimi ve serüveni, ilkel topluluklardan farklıdır ve bu anlamda zikredilen ülkelerle kıyaslan- dığında Türkiye daha geri kalmış durumda sayılır. Oysa Cem’e göre bu örnek ülkeler “ilkel-geri” durumlarını hep muhafaza etmişlerdir. Cem’in Türkiye’nin tarih ve kültür zenginliğine yaptığı vurgu, Türkiye’yi geri kalmış olarak değerlendiren çalışmalarda kullanılagelen yöntem ve ölçütlerin yetersiz olduğu düşüncesi ile yakından ilgilidir.7 6 İçinde Cem’in metninin de bulunduğu metinlere, özellikle tarihyazımı bağlamında yöneltilen eleş- tiriler için bk. Aydın & Ünüvar, (2008, s. 1087); Berktay, (1983, s. 2470, 2472); Faroqhi, (2010, s. 18); Genç, (1986, s. 443); Ortaylı, (2011, s. 150); Timur, (1994, s. 8); Toprak, (1986, s. 437). 7 Bu konuda Türkiye bağlamında az gelişmişlik çalışmalarında önemli bir yeri bulunan ve İsmail Cem’in de referans gösterdiği isimlerden biri olan Yves Lacoste örnek verilebilir. Lacoste, “Az Geliş- miş Ülkeler” adlı eserinde az gelişmişliği teşkil eden özellik ve ölçütleri şöyle belirlemiştir: “beslenme yetersizliği, tarımda yetersizlikler, ortalama millî gelir ve hayat seviyesi düşüklüğü, endüstrileşmede gerilik, düşük bir mekanik enerji istihlakı, ekonomik bağımlılık durumu, aşırı derecede şişkin bir tica- ri sektör, ilkel sosyal bir yapı, fazla gelişmemiş orta sınıflar, millî kaynaşmada zayıflık, işsizliğin önemi, eğitim seviyesinin düşüklüğü, yüksek doğurganlık, bozuk bir sağlık durumu, hızlı nüfus artışı (La- coste, 1965, s. 7-57)”. Lacoste, Paris’te coğrafya öğretmenliği diploması aldıktan sonra Cezayir’e yer- leşir, burada Büyük Kabiliye yöresinde jeomorfoloji araştırmaları yapar. 1954 yılında İbni Haldun’un metniyle tanışır. Bu sayede Kuzey Afrika tarihiyle daha yakından ilgilenir. Sömürgecilik karşıtı hare- ketlere katıldığı için 1955’te Cezayir’i terk eder. Fransa’ya yerleşerek Sorbonne’da araştırma görevlisi 161 İnsan & Toplum Cem, bu noktada geri kalmışlık veya az gelişmişlik kavram ve nitelemelerinin değil, bunları belirleyen ölçütlerin Batı kültürünün etkisinde yaratıldığını düşünmektedir. Bu ölçütlerle Türkiye’nin geri kalmışlığını somut olarak ortaya koymak imkânsızdır. Ölçütler üzerinden yapılan değerlendirme, ülkenin tarihini ve tarihselliğini önemsizleş- tirerek belirli bir zaman diliminde donduğunu var saymaktadır. Böyle bir değerlendir- me geri kalmışlığın neden meydana geldiği ve nasıl düzeleceği gibi soruları da cevap- layamaz. Bu ancak Batı’nın o günkü gelişimine göre yapılan bir durum güncellemesi olabilir. Batı ve “geri kalmışlar” ayrımında, geri kalmış ülkelerin farklı yapı ve özelliklere sahip olduğunu belirten Cem, Batı kaynaklarından esinlenen ölçütlerle geri kalmışlığın belirlenemeyeceğini ifade eder. Onun gündeme taşımak istediği, Türkiye örneğinde geri kalmış bir ülkenin geçmiş miras ve potansiyelinin araştırılmasıdır. Bu noktada Cem, kavramın kendisine müdahale etmez, ona hareket hâlinde veya dinamik sıfatını ekler: “Geri kalmışlığın incelenmesi, varoluş nedenlerinin ve çözümlerin aranması, ancak olgunun dinamik özelliğine uygun, tarihten günümüze, hatta yarına kadar uzanan bir yöntemle mümkün olabilir.” (Cem, 1982, s. 14-15) Cem’in böyle bir yöntem izlemesinin amacı geri kalmışlığın Türkiye örneğinden neden ve nasıl oluştuğunu araştırabilmektir. Bu soruların cevaplanması metnin siyasi ve pratik bağlamını göstermesi açısından önemlidir. Geri kalmışlığın neden ve nasıl oluştuğunu sorgulamak bu durumun nasıl alt edileceğine yönelik ipuçlarını da işaret edecektir. Cem, Türkiye’nin imtiyazlı veya özel geri kalmışlık durumunu, (geri kalmışlığın evrensel mekanizması içine yerleştirerek) hareket ve değişim hâlinde ele alabilen dinamik bir model geliştirmek ister. Burada yol gösterici Rene Gendarme8‘ın eseridir. Cem, bu eserdeki modeli (Eski Denge Toplumu) geri kalmışlığı, belirtileriyle değil, oluşumuyla ele aldığı için tercih etmiştir: olarak çalışmaya başlar. İktisadi ve toplumsal coğrafya, özellikle de az gelişmişlik sorunları üzerinde uzmanlaşmıştır. “Az Gelişmiş Ülkeler” (Les Pays Sous Developpes) adlı kitabı pek çok dile çevrilmiştir (Lacoste, 1996, s. 2). İsmail Cem de metninde Batı’nın tarihsel gelişim özellikleriyle Osmanlı Dev- leti’ninkini karşılaştırdığı kısımlarda ve burjuvazi ile ilgili yorumlarında Lacoste’un etkisi altındadır. İbn Haldûn’dan Cem’in söz etmemesi, bu anlamda meseleyi sadece ekonomi açısından değerlen- dirdiğini gösterdiği gibi bu ayrıca “Türkiye İktisat Tarihi”nde tarihsel süreci İbn Haldûn’un tasnif ve yaklaşımıyla açıklamış olan Niyazi Berkes’in de referansları arasında olmamasını açıklar. Yine Cem’in etkilendiği bir diğer isim olan Garaudy’nin de İbni Haldun’u “İslam’ın Marks”ı olarak anmış olması dikkat çekicidir (Garaudy, 1965, s. 55). 8 Fransız ekonomist, 1959 yılında Cezayir ekonomisi (L’economie de l’Algerie) üzerine kitabı yayım- lanmıştır. Bu kitabında Cezayir üzerinden az gelişmişlerin ekonomik kalkınma açısından neden ba- şarısız olduğu, bu ülkelerin kendine yeter bir ekonomik büyüme yoluna girebilmeleri için ihtiyaç duydukları politikalar üzerine yoğunlaşmıştır. 1963 yılında yayımlanan 1973 yılında ikinci baskısı- nı yapan “Ulusların Yoksulluğu” (La pauvrete des nations) Cem’in de faydalandığı Gendarme’ın en önemli eseri olarak kabul edilir. Gendarme, eserin girişinde “Eğer kuramsal çalışmalar herhangi bir eyleme yol açmıyorsa hiçbir işe yaramazlar.” ifadesine yer verir. Bu eserin başlıca niteliği, küresel bir az gelişmişlik vizyonunu geliştirmiş olmasıdır. Bu da yazarın farklı durumlarda kullanılmak üzere çözüm şemaları oluşturmasına imkân verir (Brot, 2006, s. 131-136; Deane, 1960, s. 290-91; Lai, 1973, s. 653; M.-T.D., 1964, s. 479). 162 Gencer / Az Gelişmişlik, Geri Kalmışlık ve Kalkınma: İsmail Cem Örneğinde 1960’lı Yıllarda Solun Tarih Kurgusu “Ancak, Türkiye’nin çok değişik özelliklerinden ötürü, bu model bir çözümleme aracı değil, yalnızca meseleye yaklaşım yöntemi olacaktır... Koskoca bir geçmiş ve geleceği olan, uygarlığı olan, sağlam temelleri hâlâ direnen ve kendini ileriye götürecek birikimi çeşitli alanlarda gerçekleştirmiş bir toplumun, geri bıraktırıl- mışlığıdır bu (Cem, 1982, s. 15).” “Eski Denge Toplumu”nda kaynaklarla; ihtiyaçlar, nüfus ve teknik arasında esnek olma- yan bir denge-uyum durumu söz konusudur. Bu dengeyi bozan, daha ileri bir üretim tekniğine, teknolojisine sahip bir toplumla karşılaşılmasıdır. Bu toplumla kurulan sıkı ve sürekli ilişki gözlem etkenini harekete geçirir, gözlem etkeni denge toplumunun kendi kaynaklarıyla uyumlu olmayan ihtiyaçlar “edinmesine” sebep olur. Bu yeni ihti- yaçlar kapalı ekonomiden para ekonomisine geçişi sağlar. Aile birliği parçalanır, tüke- timin niteliği değişir. Sonuçta denge toplumunda üretim düşer, küçük imalat durur, toplumun sosyoekonomik birliği parçalanır. Bu süreç, Batı’nın tarihsel gelişiminde olumlu aşamaları temsil ederken “Eski Denge Toplum”larında hem bir yıkım hem de yeni bir denge kurulamaması anlamına gelir. Bu durum, Batı’nın zikredilen süreci kendi iç ve dış dinamikleriyle başka bir ifadeyle kendi otantikliğinde yaşaması ile alakalıdır. “Eski Denge Toplumu”nda ise dışarı ile temas içeride baskıya yol açarak üretimin sosyal düzenini bozar; dış zorlamalar ise üretim tekniğini yabancıların çıkarına geliştirir (Cem, 1982, s. 31-35). Cem için “Eski Denge Toplumu”nun dış güçlerce yıkılması geri kalmışlık durumunu oluşturur: “Geri kalmışlık, başlı başına bir tutarsızlık ve mantıksızlık örneğidir. Tarihin akışı âdeta saptırılarak Eski Denge Toplumu’nun dışarının zoruyla ‘Geri Kalmış’a dönüştürülmesi, bu yapay yaratığın akıl dışı nitelikler taşımasına yol açmıştır (Cem, 1982, s. 40-41).” “Eski Denge Toplumu” modeli, Cem’e aynı zamanda Batı-Doğu karşıtlığını kurabileceği zemin ve koşulları verir. “Eski Denge Toplumu”, dış müdahale ile “hareketsiz ve tek- düze bir tüketim modelinden ileri teknoloji ülkelerinin savurgan ve başıboş tüketim modelinin kopyasına” geçerek kendi tarihsel birikim ve dünya görüşüne uymayan kapitalizm, piyasa ekonomisi, bireycilik felsefesi gibi unsurlarla karşılaşır, eski tutarlılık ve içsel mantığını kaybeder (Cem, 1982, s. 28, 40). İleri Osmanlı Toplumu ya da Devletçi Bir İktisadi Düzen Her şeyden önce Cem’in Osmanlı analizi 14. yüzyıl ile 17. yüzyıllar arasını kapsar (Cem, 1982, s. 49). “İleri Osmanlı Toplumu” başlığında ise bu süreç devletin kuruluşundan 1550’li yıllara kadar getirilir. Bu kronoloji içinde Osmanlı, “Eski Denge Toplumu” olarak kabul edilir. Cem’e göre Osmanlı toplumu, belirli bir dönemin en ileri, medeni, insancıl devletini kurmuş; İslam kültürüyle, Türklerin devlet kurma alışkanlık ve yeteneklerini birleştirmiş, Kur’an’a dayanan kurumlarıyla meseleleri çok akılcı bir şekilde yorumla- yarak kendi gerçekleriyle bağdaştırmış, sonuçta çağının en güçlü devletini meydana 163 İnsan & Toplum getirmiştir (Cem, 1982, s. 46). Cem’e göre Osmanlı’da ekonomik ve siyasal koşullarla devlet düzeni arasında bir uyum aynı zamanda da devletin görevleriyle, yapısı ve felsefesi arasında bir denge vardır. Ayrıca ekonomik koşullarla insan ve dünya görü- şü bütünleşmiştir (Cem, 1982, s. 47). Yukarıda zikredilen modele göre Cem, Osmanlı Devleti’ni bir uyum ve denge içinde betimlemiştir. Bu uyum-dengenin kurucu unsuru ise 17. yüzyıla kadar geçerliğini koruyan güçlü bir devletçilik uygulaması ile tek büyük üretim aracı olan toprakta devlet mülkiyetidir. Bu iki özellik, bütün toplumun yapısı ve kurumlarını biçimlendirmiştir. Hâkim toprak rejimi mirîdir ve üretim, ulaştırma, dağıtım devletin denetim ve otoritesinde yapılmaktadır. Böylesi bir düzende bireysel ekonomik davranışlar sınırlıdır ve toplumun güvenliğini tehlikeye atabilecek başıboş eğilimler dizginlenmiştir (Cem, 1982, s. 48-49, 122). Cem’in, Osmanlı Devleti’ni yükseliş-çöküş paradigması içinde ele alması -o dönemde akademik tarihçiliğin de bu paradigmanın etkisinde olduğu unutulmamalıdır- onun “Eski Denge Toplumu Modeli”ni benimsemesini kolaylaştırmıştır. Böylece Cem, Osmanlı toplum ve devlet düzenini birbirlerine hassas dengelerle bağlı unsurlardan mürekkep bir bütün olarak tasavvur etmiştir. Bu tasavvur, mirî rejim olmazsa güçlü ordu kurula- maz, toprak düzeniyle askerî gücün uyumu sağlanamazsa imparatorluk yaşayamaz gibi daha da uzatılabilecek bir kısır-döngü şablon ortaya çıkarmaktadır.9 Üstelik Cem’e göre devlet bu hassas dengeyi devam ettirebildiği sürece ayakta kalabilir; o denge de mül- kiyet ve toprak düzeninin sonucu olan ileri tarım sistemi ile güçlü ordu sayesinde elde edilmiştir (Cem, 1982, s. 58-62). Cem, sonuçta Osmanlı Devleti’ni, onu oluşturan unsur- larla büyük bir uyum içinde göstermesine rağmen bu uyumla hayat bulmuş sistemin aynı zamanda esnek olmadığı gibi paradoksal bir sonuca varmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu şekilde idealize edilmesi veya bir modele sıkıştırılmak istenmesi Batı uygarlığının tarihsel birikimiyle ortaya koyduğu değer ve özelliklerin esas alınarak değerlendirilmesiyle alakalıdır. Sonuçta, Cem, kapitalist bir sistemin gelişim özellik- leriyle eski denge toplumunun devletçi ekonomi uygulamalarını karşılaştırmakta ve giderek de bu Osmanlı devletçiliğini savunmaktadır. Yaklaşımındaki hâkim unsur da ekonomidir. Ona göre “ekonominin nitelikleri devlet görevine ve hizmetlerine, sosyal yapısına, ordusuna şekil vermiş, toplumun İslam düşüncesi uyarınca adalet ve eşitliğe yönelmesi sağlanmış”tır ve bütün bunların temelinde de toprak mülkiyetinin büyük ölçüde devlete ait ve özel teşebbüsün sınırlı olması yatmaktadır. “Osmanlı yönetiminin ekonomik görevleri ona sosyal ve devletçi bir nitelik vermekteydi. Bu görevleri, devletin temel felsefesinin yanı sıra, toplumun ekonomik gerekleri şekillendirmişti (Cem, 1982, 9 Cem’in eserinde çokça vurguladığı bu döngü, Osmanlı siyasi ve idari geleneğinin temel düsturu olan “Adliye Dairesi”ni andırır; Kınalızâde Ali Çelebi (1511-1584), bunu şöyle ifade etmiştir: “Adldir mucib-i cihân: cihân bir bağdır dıvarı devlet; devletin nazımı şeriattır: şeriata haris olamaz illâ melik; melik zapteylemez illâ leşker; leşkeri cem’ edemez illâ mal; malı cem eyleyen re’ayadır; re’ayayı kul eder padişâh-ı âleme ‘adl (Kınalızâde Ali, t. y., s. 282-83).” 164
Description: