ebook img

Allah PDF

58 Pages·2008·3.04 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Allah

http://www.(cid:71)(cid:76)(cid:81)(cid:86)(cid:76)(cid:93)(cid:72)(cid:78)(cid:76)(cid:87)(cid:68)(cid:83)(cid:17)(cid:70)(cid:82)(cid:17)(cid:81)(cid:85) İÇİNDEKİLER Sunuş I - "ALLAH" ADININ ARAPÇA OLUP OLMADIĞI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLER A - "Allah" Adının Başka Dillerden Arapçaya Geçtiği Yolundaki Görüş B-"Allah" Adının Arapça Olduğu Yolundaki Görüş 1. "Allah", Bir Türev mi (Müştak) Özel Ad mı? a) "Allah" Sözcüğünün, Tanrı'ya Özel Ad Olduğunu Savunanların Görüşü b) "Allah Belirli Anlamı Olan Bir Sözcükten Türemiş Bir Türevdir" Görüşü 2. "Allah" Sözcüğünün Kökeni ve Anlamı II -"ALLAH"A "TANRI" DENİR Mİ? A - "Allah"a "Tanrı" Denemeyeceğini İleri Sürenlerin Görüşü 1. "Allah"ın Özel Ad Olarak Görülmesi 2. "Allah"ın Çoğulunun Olmasına Karşılık "Tanrı'nın ve Ötekilerin Çoğullarının Bulunması 3. Başka Tanrılara "Allah" denmiyor; "Tanrı" Deniyor Olması 4. "Allah" ve "İsm-i Azam" B - "Allah"a "Tanrı" Denebileceği ve Kanıtları l."Allah"a "Tanrı" Denebileceğinin Ayet ve Hadislerden Kanıtları 2. "Tanrı" Sözcüğünün, Tek Tanrı'ya inananlar Çevresinde Taşıdığı Özel Anlamı 3. İslam'ı Çok İyi Bilenler Kesiminde de "Allah" Adı Yerine Tanrı Denegelmiş Olması a) Tefsirlerde "Tanrı" b) Dinbilirlerin Fetvaları c) Eski Sözlüklerde "Tanrı" III - İSLAM ÖNCESİ (EL CAHİLİYE) ARAPLARINDA "ALLAH" A - Eski Arap Dilinde B - Eski Arapların inançlarında "Allah" IV - KUR'AN VE HADİSLERDE "ALLAH" A - "Allah"ın "Kendi"si ("ZAT"ı) 1. "Allah" Kur'an'da "Kendi"ni Nasıl Anlatıyor? 2. Peygamber Allah'ın Kendisini Nasıl Anlatıyor. B - Allah'ın "sıfat"ları V - İSLAM "KELÂM"INDA "ALLAH" A - Allah'ın Varlığı Nasıl Kanıtlanabilir? 1. "Sonradanlık" ("Hudus") Yolu 2. Olabilirlik - Olmayabilirlik (iman) Yolu 3. Başka Yollar B - Allah'ın Kendisini Olduğu Gibi (Künhünü) Bilip Kavramak Mümkün mü? C - Allah'ın Sıfatları Üstüne Tartışmalar 1. Allah'ın Zati Sıfatları a) Selbi Sıfatlan b) Subuti Sıfatları 2. Allah'ın "Fiili Sıfatlar"ı VI - ALLAH - EVREN, ALLAH- İNSAN VE TOPLUM İLİŞKİLERİ A - Allah - Evren İlişkisi 1. Allah Evreni Nasıl Yönetir? 2. Allah'ın Evreni Görüp Gözetmesi, Koruması B - Allah - insan ilişkisi ÖZET SUNUŞ Toplumu değiştirmek isteyen herkes, ilk önce yaşadığı toplumun eskiyen, çürüyen hakim kültürü ve ideolojisiyle karşı karşıya gelir. Bu, bir anlamda yaşadığı toplumla karşı karşıya gelmektir. Tarihteki bütün büyük dönüşümlerin hepsi, son tahlilde, toplumun kendisinin değişmesidir. 1920'lerden sonra materyalist felsefeye doğru atılımın başını Türk devrimi çekiyordu. İdeolojik alanda Ortaçağ'dan çıkışta Kemalist devrimin önemli bir etkisi oldu. Osmanlı ile siyasal düzlemde hesaplaşan Ke- malistler, daha sonra felsefi alanda idealizmle hesaplaşmayı yaşadılar. Atatürk ve arkadaşları, 1930'ların eşiğinde, "Allah mı insanı yarattı, yoksa insan mı Allah'ı" sorusunu kendilerine sormuşlar ve net bir yanıt ver- mişlerdir. Bu tür yanıtları, gizli toplantılarda, sofralarda değil, okul kitaplarının sayfalarına yazarak yapmışlardır. Din konusundaki tavırlarını meclis kürsüsünden de ilan etmekten çekinmemişlerdir. 1960'lardan sonra Türkiye'yi yönetenler, askeri yetkililer de içinde olmak üzere, dini ideolojiyi yükselen demokrasi hareketine karşı bir dalgakıran olarak benimsediler. 1980'lere gelindiğinde Türkiye'de din bir- leştirici bir rol oynar, din lazımdır' biçiminde bir saptama yaptılar. Büyük burjuvazinin ve devletin merkezi güçlerinin ideolojisi İslam olmamasına rağmen, bin yıllık kökleri olan olan İslami ideolojiyi geniş halk kitlelerinin önüne bir barikat olarak yerleştirdiler ve ideolojik hegemonya aracı olarak kullandılar. Burjuvazi, ümmetten millete geçişin mücadelesini veren Türk devrimini önce yan yolda bırakmış, daha sonra da bu tavrıyla Türk devriminin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Ortaçağ ideolojisinin büyük darbeler yemesi sonucu laik ve modern kuşakların yetiştiği, farklı din ve mezheplerden insanların yaşadığı bir ülkede din nasıl birleştirici olabilir? 1950'lerden sonra Türk devriminin sönüşe geçmesiyle birlikte toplumun materyalist eğitimi de aşınmaya uğradı. 1960 sonrasında ise devlet dışında materyalizmi kitlelere yayan odaklar oluşmaya başladı. Bilimsel sosyalizmden esinlenen bu ideolojik- kültürel çaba, burjuva materyalizmini kitlesel olarak aşma yönünde bir başlangıcı da ifade ediyordu. Arlık genç kuşaklar materyalizmi Marks, Engels, Lenin ve Mao'dan öğreniyorlardı. Batı, burjuva demokratik devrimler öncesinde büyük bir aydınlanma çağı yaşadı. Bizim tarihimizde ise, Beşir Fuat gibi bir kaç düşünür dışında böyle bir çaba yok. Burjuvazinin demokratik atılımı, ülkemizde her alanda olduğu gibi, kültürel alanda da cılız kaldı. Türkiye'nin demokratik devrimini tamamlaması ve insan zihninin zincirlerinden kurtularak özgürleşmesi ve aydınlanmasına önderlik, daha modern ve siyasal akım olan sosyalizmin omuzlarına kalmıştır. 1960 sonrası marksistlerimizin materyalizmin tutarlı ve çağdaş temsilcileri olması gerekirken, materyalizmin ulusal plandaki köklerini ortaya çıkaramamışlardır. Diyalektik materyalizm, ulusal planda burjuvazinin materyalizmini incelemediği için onunla hesaplaşmadılar ve tarihi yerine oturtamadılar. 1980 sonrası Saçak ve 2000' e Doğru dergileri dini ideolojiye karşı net itirazlar yöneltti. Dinin bir ortaçağ ideolojisi olarak bilimle ve modern toplumun ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığını ortaya koydu. Bunu yaparken, burjuva materyalizmin ulusal plandaki köklerini ortaya çıkarmakla yetinmeyip, bizzat İslam'ın temel kaynaklarını ele alarak bir ideolojik mücadele yürüttü. Sorunu kültürel ve ideolojik düzlemde ele aldı. Turan Dursun, din alemine, safsataya, hurafeye karşı bu dergilerde kalemiyle savaştı. Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara götürmedi. Bir aydınlanman olarak marksistlerle birleşti. Bugün, ideolojik olarak dine sarılanlar, İslama dayanarak yenileşmeye karşı barikat inşa edenler, ideolojinin siyaset alanına yayılmasını şiddet yoluyla ezmeye yönelmektedirler. Diğer taraftan, İslami ideolojinin gerçek sahipleri ideolojinin siyaset alanına yayılmasını isleyen dini çevreler de sorunu şiddet yoluyla çözmeye yöneldiler. Önce radyolarında, dergilerinde tehdit ettiler. Daha sonra öldürme eylemlerine başladılar. Bu kitabın yazan öldürüldü. Öldürülünce din kurtuldu mu? İdeolojik sorunlar, ideoloji dışı araçlarla, şiddet ve cezayla değil, demokratik bir ortamda ve ideolojik mücadeleyle çözülmelidir. Modern-demokratik toplumun kurulmasının ve demokratik devrimin tamamlanmasının taşıyıcıları düşünce ve vicdan özgürlüğünden yanadırlar. Hiç kimseye düşüncesi, dini inancı, ibadeti yüzünden baskı yapılamaz. Yapılması gereken, katılmadığımız düşüncelere karşı ideolojik mücadele yürütmek ve toplumu aydınlatmaktır. Biz biliyoruz ki, metafizik iman, hayatın kendisine, bilimsel düşünceye karşı koyamaz. İdeolojik mücadeleden korkan ve kaçanlar ise kendilerine hizmet edecek caniler arayacaklardır. Bunlara da toplum hakettikleri yanıtı verecektir. Elinizdeki kitap, Turan Dursun'un uzun yıllar üzerinde çalıştığı 14 ciltlik Kur'an Ansiklopedisi'nin "ALLAH" maddesidir. İslam öncesi ve sonrası kaynakların taranmasıyla hazırlanan bu madde dini ideolojiye karşı yürütülen ideolojik mücadelede temel bir kaynak olması düşüncesiyle Ansiklopedinin yayınını beklemeden ve metnin orijinalinde hiç bir değişiklik yapmadan okuyucularımıza sunuyoruz. Kaynak Yayınları "ALLAH" (Tefsirlerden:) "Gerçek Ma'bûd", "En Yüce ve Mukaddes varlığın, başkasının ortak olamayacağı özel adı." "Tanrısal niteliklerin,tümünü kendinde bulunduran, varlığı kendinden olan, Tek Gerçek varlığın, Tek Tanrı'nın adı." Anlamı: Göklerin, yerin Ve bu ikisinin arasında bulunanların Tanrısı'dır. (Rabb). Öyleyse O'na kulluk et. Ve O'na olan ibadette kesinti yapma, O'na bir "adaş" ("semiyy") bilir misin? (Meryem Suresi, ayet: 65.) Açıklama: "Allah" adının özel ad olduğuna ve bu adda başkalarının ortak olamayacağına kanıt olarak gösterilenler arasında bu ayet de bulunmakta. (Aşağıya bkz.) I "ALLAH" ADININ ARAPÇA OLUP OLMADIĞI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLER A- "Allah adının başka dillerden Arapçaya geçtiği yolundaki görüş Kimilerine göre, "Allah", Arapça değildir. "İbranca" ya da "Süryanca"dır. (Bkz. Razi, e't-Tefsiru'1-Kebir, c.l. s. 163.) İslam Ansiklopedisi'nde "Allah"ın sözcük olarak aslının "Aramice" ve "Alaha" olduğunu söyleyenler bulunduğu yazılı. (Bkz. "Allah" maddesi.) "Süryanca", "Aramca"nın bir dalı olarak kabul edilir. Süryani tarihini yazan Aziz Günel de "Allah"ın Süryanca olduğunu yazıyor. (Günel'in yazdığına göre, "Allah"ın sözcük olarak aslı, Süryanca'daki "Aloho"dur. (Bkz. Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, 1970, s. 46) Tevrat'ın İbranca'sında da "Allah" adının "Elah" (tekil) ve "Elahim" (çoğul) olarak yer aldığı görülmekte. Ancak "Elahim" çoğulken tekil anlamında, yani Tek Allah karşılığında kullanılmakta. Yahudiliğin ikinci kurucusu sayılan ünlü Yahudi düşünür Musa İbn Meymun (1135-1205) da, böyle yer verip kullanmakta. (Örneğin bkz. İbn Meymun'un ünlü kitabı: "Delaletü'l-Hairin", yay. Hüseyin Atay, s. 27, not: 258, s. 29, not: 294,296.) "Allah"ın ve "ilah"ın, tüm Sami dillerinde yer alan ve "tanrı", "baştanrı" anlamı verilen "El" ya da "il" ilişkili olduğu ileri sürülür. Taberi'nin "Camiu'l-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur'an" adlı ünlü tefsirinde de belirtildiği gibi birçok islam büyüğünün görüşüne göre, Cebrail'de, Mikail'de, İsrafil'de, Azrail'de... bulunan "il (ya da el)" "Tanrı (Allah)" anlamına gelmektedir. "Cebr", "kul" demek olan "abd" ; "Mika" da "kul -cuk (küçük kul)" demek olan "ubeyd" anlamındadır. Onun için "Cebrail "Tanrı'nın kulu" demek olan "Abdullah"; "Mikail" de "Tanrı'nın kulcuğu" demek olan "Ubeydullah" ile eş anlamlıdır. Bu görüşte olanların adlan arasında, İbn Abbas, Abdullah İbn Hars, İkrime, Ali İbn Huseyn gibi adların da bulunduğu görülmekte. Dahası: Ebubekir'in de (Halife), "İl"i "Allah" anlamında kullanmakta. "Yalancı Peygamber Müseyli-me"nin yandaşlarına: "-Yazık size nasıl bir inanca kapılıyorsunuz! Tanrı'ya antiçerek söylerim ki 'Tanrı'dandır' diye ileri sürülen bu sözler 'İL'den (yani Allah'tan) gelme değildir..." dediği aktarılmakta, "il"in ibranca olduğu ileri sürülüyor. Abdullah İbn Hars bu görüşte olanlardan. (Tüm bunlar için bkz. Taberi, tefsir, c.l, s. 346-347.) Fahruddin Razi'nin tefsirinden (Arapçasından Türkçe'ye olduğu gibi aktarılmıştır): "-Kimilerine göre, CİBRİL'in anlamı 'ABDULLAH'dır. Çünkü 'CİBR', 'abd'; 'İL' de 'ALLAH' demektir. Mikail de 'Abdullah' demektir. İbn Abbas ve ilim ehlinden bir topluluğun görüşü de budur. Bununla birlikte Ebu Ali e's-Sûsi'ye göre bu görüş iki nedenle doğru değildir: Birincisi: Allah'ın adlan arasında 'İL' diye bir ad bulunmamakta. İkincisi: Eğer Cebrail ve Mikail'deki "İL", "Allah" anlamına gelseydi sözcüğün sonu 'mecrur' (esre) olurdu." (Bkz. Razi, c.3, s. 196.) Razi'nin tefsirinde, aynı sayfada, Ebu Ali'ye cevap verildiği görülüyor: "-'Cibr' ve 'İL' Arapça olsalardı Ebu Ali e's-sûsi'nin dediği doğru olabilirdi. Ama bunlar (Cibr ve İl) İbranca'dırlar. İbranca dilindeyse, ad tamlaması (izafet), adın rneksur (esre) olmasını gerektirmez." (Bkz. Aynı sayfa, not:l.) Celaluddin Süyûti de, el İtkan Fi Ulûmi'l-Kur'an adlı ve temel kaynaklardan olan kitabında, "Kur'an Arapça olmayan sözcükler"e ayırdığı bölümde, "İl" sözcüğü için İbn Cinni'nin: "-Nabatça'da Allah'ın adıdır." dediğini aktarıyor. Yukarıda verilen bilgilere göre, "Allah" adıyla çeşitli "Sami" toplumlarının dillerinde "Allah" anlamında yer alan "Alaha", "Elah", "Ela-him (ya da Elohim)," "Aloho" ve "İl (ya da El)" sözcükleri çok yakından ilişkilidir. Dahası, yukarıda açıklama ve yorumlara göre tümünün kökü aynıdır. Ve bu açıklamalara bu yorumlara göre, "Allah sözcük olarak, Arapça olmayan bir kökten gelmektedir." denebilir. Dahası, bunu, kesin bir yargı olarak ileri sürenler vardır. Eski "yazıt"lar, yazıtlardan sağlanan bilgiler ne diyor acaba? Tarih öncesinde de "Allah" sözcüğü, ya da aynı anlamda ve aynı kökten olduğu ileri sürülen öteki sözcükler var mıydı? Muhammed Abdulmuid Han'ın kitabından ilgili bir bölümün bir parçasını Arapça'sından dilimize olduğu gibi çevirelim: "-Devidson bir 'makale'sinde söyler der: '-Herhalde, EL, ELAHİM, SHADDAİ ve YEHWEH adlan, tarih öncesinde de kullanılıyordu. Kapalı ve bilinmeyen anlamlarda..' İleri sürüldüğüne göre: (İl), bir çok yazıtta bulunmuştur. Bilginler, 'VEHEBÜ'L-EL (Tanrı armağanı)', 'AB-DUL'-EL (Tanrı kulu), 'ZEYDULLAH (Tanrı'nın Zeyd'i) ve 'ABDULLAH (TANRI'NIN KULU)' adlarına, 'Safa Yazıtları'nda rastlamışlardır. Nabatça yazıtlarda, ALLAH ya da HALLAH adlan, özel ad gibi yer almamakta, her yerde put adlarından biriyle geçmekte. Yalnızca Safa yazıtlarında ALLAH tek başına yer almış bulunmakta. Wellhausen-diyor ki: -Herhalde Araplar, tıpkı Nabatlar gibi, putlanndan her birine ALLAH lakabını veriyorlardı. Başlangıçta lakap olarak kullanılan Allah sözcüğü, sonraları, En Büyük Tanrı'nın adı oluvermiştir.' Kimi incelemeciler de, Allah sözcüğünün, şiddet ve güç anlamını içeren bir İbranca sözcükten geldiğini ileri sürerler. Elah, Elahim biçiminde çoğul olur. Arap düzyazısında, İLAH, 'El İlahu'l-Ezeli (Ezelde varolan Tanrı); 'El İlahu-1 Muteal (Yüce Tanrı)' gibi niteliklerle nitelenmiş olarak geçer. Ama Peygamberlerin ve şairlerin sözlerinde ÖZEL AD OLARAK kullanılır. Aramca dilinde, 'Elah' bulunmaktadır. Arapça'da da 'İlah' vardır. Arapça'da herf-i tarifle 'El İlah' ya da 'Allah' biçimini alır." (Mu hammed Abdulmuid Han, El Esatiru'l-Arabiyyetu Kable'l,İslam, Kahire, 1937, s. 135.) B- "ALLAH" adının Arapça olduğu yolundaki görüş "Allah" sözcüğünün Arapça olduğunu savunanların çoğunlukta ol düğü söylenebilir. Ancak, "müştak" mıdır, değil midir; tartışması var. Yani bir başka sözcükten türemiş bir türev, taşıdığı anlama göre kullanılan bir sözcük mü, yoksa yalnızca Ali, Veli gibi bir özel ad mı? 1- "ALLAH", bir türev mi (müştak), özel ad mı ? a) "ALLAH" sözcüğünün, Tanrı'ya özel ad olduğunu savunanların görüşü: Fahruddin Razi şöyle der: "-Bizim seçip benimsediğimiz görüş odur ki, bu sözcük (ALLAH), Yüce Tanrı'nın özel adıdır. Ve kesinlikle, 'müştak' (türev) değildir. Halil ve Sibeveyh'in görüşü de budur. Usulcülerin (islam hukuk felsefecilerinin) ve fakihlerin görüşleri de budur." (E't-Tefsiru'1-Kebir, c.l. s. 156) Razi, Arap dili ve edebiyatçılarının en baş ustalarından sayılan ünlü dilbilimci Halil'in (ölm. 786). "Allah" sözcüğünün "türev" (müştak) olmadığı yolundaki görüşü benimsediğini yazıyorsa da İbnü'l-Cevzi, Halil'den iki görüş aktarıldığını yazar. Birinci "rivayet"e göre, Halil, "Allah" sözcüğünün "türev" olmadığını, ikinci rivayete göreyse "türev" olduğunu benimsemiştir. (Bkz. Zadü'l-Mesir Fi ilmi't-Tefsir, c.l, s. 8) "Allah"ın Tanrı'nın "özel ad"ı olduğunu savunanların kanıtlanın aktarırken, Razi, üç kanıt sıralıyor: Birinci kanıt: "Allah", başka bir sözcükten türemiş bir "türev" (müştak) olsa, anlamının içine başkalarının da katılacağı düşünülebilir. "Allah" deyince birçokları kapsamı içine girebilir. O zaman da, "Allah'tan başka Tanrı yoktur" demek olan "Lailahe illallah" gerçek anlamıyla 'Tanrı birliği"ni anlatamaz. İkinci kanıt: Bir kimse anlatılmak, tanıtılmak istendiğinde, önce o kimsenin özel adı söylenir, sonra da nitelikleri sıralanır. "Zeyd, fıkıh bilen, nahiv bilen, usul bilen bir kişidir..." gibi. Tanrı'dan söz etmek ve O'nu tanıtmak isteyen kimse de, kutsal niteliklerini sıralamadan önce, Allah adını söyler, sonra övücü niteliklerini dile getirir. "-Allah, Alim'dir, Kadir'dir, Hakim'dir..." gibi. Bu da gösterir ki "Allah", öteki nitelediklerinden ayrı bir özelliği olan bir addır, "öz adı"dır. Üçüncü kanıt: Bir ayette (Meryem, ayet 65.) "-O'na adaş bilir misin?" O'nun adını taşıyacak bir başkasının bulunmadığı anlatılmak istenir. O'nun sıfatlarını ad olarak almış olanlar vardır. Yalnızca "Allah"ı ad olarak almış olan yoktur. Demek ki. "Allah", O'nun özel adıdır. (Bkz. Razi. c.l., s. 156-157.) b) "ALLAH" belirli anlamı olan bir sözcükten türemiş bir türevdir" görüsü: Kimilerine göre de "Allah" bir kökten gelir, bir anlamı vardır, o anlamdan ötürü söylenir O Yüce Varlık için. Anlamı da "Mabud"dur (ibadet edilen). İbn Abbas'ın anlatımıyla: "Kulların tümü üzerinde Tanrılık (uluhiyyet) ve Mabud'luk hak ve yetkisinin Sahibi"dir. "Allah"ın, özel ad olmayıp "türev" olduğunu ileri sürenlerin de dayanakları vardır. Razi, bunların da üç kanıtlarına yer verir: Birinci kanıt: Bir ayette (En'am ayet: 3.): "Ve Huve'llahu fi's, semavate ve'l-erd" (yani: O göklerde ve yerde Allah'tır.) deniyor. Allah bir "sıfat" (nitelik) olmayıp da bir özel ad olsa, Kur'an'daki bu tür anlatımların anlamı olmaz. Çünkü: "-Falanca, şu ülkede Zeyd'dir, Ahmet'tir, Ayşe'dir..." sözünün anlamı olamaz. "-Falanca, şu ülkede alimdir, sayılan kişidir, ünlüdür, erdemlidir..." dendiği zaman, yani kişinin özel adı değil; "sıfat"ı söylendiği zaman bir anlamı olur. "Göklerde ve yerde Allah'tır" dendiğine göre, "Allah" özel ad değildir, Tanrı'nın, bir anlamı olan, övgüyü içeren bir "sıfat"ıdır. İkinci kanıt: Özel ad, duyularla algılayıp "işaret" edilebilen bir şeyi ya da bir kimseyi göstermek için konulur ve kullanılır. Tanrı içinse böyle bir durum söz konusu olamaz. Öyleyse O'nun için özel bir ad gerekli değildir. Üçüncü kanıt: Özel ad, konulur ve kullanılır ki, o adla "işaret" edilen, gösterilen şey ya da kimse, aynı türden olan benzerlerinden ayırt edilebilsin. Tanrı içinse böyle bir durum söz konusu olamaz. Öyleyse Tanrı'nın özel adı yoktur. (Bkz. Razi, tefsir, c. l, s. 157.) Fahruddin Razi, bu üç kanıta yer verdikten sonra cevap da veriyor: Razi'ye göre, "-Falanca şu ülkede Zeyd'dir, Ahmet'tir..." denebilir. Böyle dendiğinde şu anlam çıkarılabilir.. "-Falanca kişi, şu ülkede, benzeri olmayan Zeyd'dir, Ahmet'tir..". Onun için "-O, göklerde ve yerde Allah'tır..." denmiş olması "Allah"ın özel ad olmasına ters değildir. "Özel ad"la gösterip tanıtmak için anlatılmak, tanıtılmak istenen şeyin, kimsenin, belirli bir kimliği bulunması yeterlidir, beş duyuyla "işaret edilebilir" olması şart değildir. (Bkz. Aynı kitap, s. 158.) Razi, "Tanrı'nın özel adı olabilir mi?" sorusuna, "felsefecilerin ileri gelenlerinin "-hayır!" diye karşılık verdiklerini anlatıyor. Felsefecilerin dayanaklarının özeti şu: Özel adla, tam olarak algılanabilenleri, somut olarak gösterilebilenleri anlatmak, göstermek amaçlanır. Özel ad, böyle kimlikler için konulur ve kullanılır. Tanrı'nın kimliğini, "hakikat"ini, tam olarak anlamaksa mümkün değildir. Kimse "Tanrı'nın "kendisini" tam ve gerçek anlamıyla algılayamaz. Öyleyse O'nun için bir özel ad da gerekli değildir. (Bkz. Aynı kitap, s., 114) 2- "ALLAH" sözcüğünün kökeni ve anlamı: "Tanrı'nın bir özel adı bulunmadığı, "Allah"ın da özel ad olmadığı görüşünü paylaşanlar, "Allah" sözcüğüne bir köken bulma çabasına girişiyorlar. Fahruddin Razi'nin de belirttiğine göre "Kûfiyyun", yani Ku-feli din ve dil uzmanları başka bir köken gösteriyor, Basriyyun "yani Basralı uzmanlar başka köken gösteriyor: Kufe'lilere göre "Allah" sözcüğünün "aslı": "İlah"tır, Basra'lılara göreyse: "Lah"tır. (Razi, tefsir, c.l. s. 163.) "İlah" nasıl "Allah" biçimini almış? İleri sürüldüğüne göre, "ilah"ın başına, "tazim" yani büyütmek, yüceltmek için "elif ile "lam" konmuş. "El ilah" olmuş. Bu, dile ağır geldiği için "ilah"taki "hemze" ("i") kaldırılmış ve bir araya gelen iki "lam" birbirinin içine geçirilmiş (idğam) ve "Allah" sözcüğü meydana gelmiş. Basra'lılara göre de "Lah"ın başına "elif lam" getirilmiş ve "idğam" sonucu "Allah" sözcüğü oluşmuş. (Bkz. Aynı kitap, aynı s.) "Allah" sözcüğüne "köken" olarak gösterilen sözcüklerin anlamlan vardır ve "Allah" sözcüğü bu anlamları yüklenmiştir: Temel kaynaklardan olan "Ragıb"ın "El Müfredat"ının (Arapça) ilgili maddesinden aynen: "-Kimilerine göre, 'Allah'ın aslı, 'İlah'tır. Baştaki hemze kaldırılıp yerine elif ve lam geçirilmiştir (böylece 'Allah' olmuştur). Sonra yalnızca Yüce Yaratan için söylenir olmuştur. Yalnızca O'na özgü olduğu için, Kur'an'da "O'na bir adaş bilir misin?" denmiştir. (Yani Tanrı'nın "adaş"ının olmadığı anlatılmıştır.) 'İlah'ı, edindikleri her 'ma'bud'a (her tanrıya) ad olarak vermişlerdi. 'Lat'ı da öyle... Tapındıkları için 'şems'i (güneşi) de 'ilahe' (tanrıça) diye adlandırmışlardır. 'Elehe, ye'lehü fulanun denir.' Abede, ya'budü' (falanca kişi taptı, tapar) anlamında. "Taptı (abede)" anlamında "teellehe" dendiği de olur. Buna göre, 'ilah', 'ibadet edilen (ma'bud)' anlamındadır. Kimilerine göre de Allah, sözcüğü, 'tahayyere (şaştı)' anlamındaki 'elehe'den gelmedir. Tanrı'ya bu anlamda 'Allah' denmesinin nedeni, Emiru'l-Mü'minin'in şu sözünde işaret etmek istediğidir: 'Tanrı'nın tüm • sıfatlan önünde, sıfatlarda şaşkınlığa düşülür, sözler, diller, bu alanda doğruyu ararken şaşar.'Bu şudur ki, kul (insan), Tanrı'nın nitelikleri konusunda düşündüğünde şaşkınlığa düşer. Bu nedenledir ki:'-Tanrı'nın nimetleri alanında düşünün, ama Tanrı'nın kendisi (kimliği) konusunda düşünmeyin!' denmiştir. Kimilerine göre de, "Allah", "Vilah"tan gelmedir. "Vilah"taki "Vav" sonradan "hemze"ye ("i"ye) dönüşmüştür. (Daha sonra o da, sözcüğüne dönüşmüştür.) Tanrı'ya 'vilah'tan 'ilah' ve Allah denmesinin nedeni O'nu söz konusu olduğu yönde her şeyin 'valih' (aklı uçup gidecek ölçüde coşkulu, şaşkın, baygın) olmasıdır. Kimi şeyler, istemsiz olarak bu duruma getirilmiştir: Cansız varlıklar ve hayvanlar gibi. Kimilerine de biraz zorla, biraz da iradeleriyle bu duruma getirilmişlerdir, insanlardan kimileri böyledir. Bundan dolayıdır ki, bilgelerden kimi şöyle den -Allah, eşyanın tümüne sevgilidir (her şeyin ve herkesin coşkuyla tutulduğu sevgilisidir). Bilgenin bu sözünün doğru olduğunu şu ayet de gösterir: '-O'nu överek teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur...' (İsra, ayet: 44.) Kimilerine göre de "lahe yelûhu"dan ('perdelendi, perdelenir') gelir. Burada da, Tanrı'nın şu sözüne işaret vardın '-Gözler O'nu algılıyamaz; O, bütün gözleri algılar (görür).' (En'am, ayet: 103.) Şu ayetteki 'Batın' (içte, kapalı) ile anlatılmak istenen de budur: '-Ve (Tanrı) Zahir'dir (açık), Batın'dır (gizli, perdeli)'(Hadit, ayet: 3) 'İlah'ın çoğul almaması gerekir. Çünkü gerçekte O'ndan başka 'İlah' yoktur. Ama Araplar, ayrıca 'ma'bud'lar (tanrılar) bulunduğuna inanmışlardı, bu yüzden 'ilah'ı çoğullaştırarak 'alihe' (tanrılar) dediler. Kur'an'da da Tanrı: '-Yoksa kendilerini bize karşı savunacak ilahları (tanrıları) mı var? (Enbiya, ayet 43.) diyor. Firavun'un çevresindekiler, kendisine: '-Musa'yı ve toplumunu, yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar seni ve tanrılarım bıraksınlar diye mi salıveriyorsun? (A'raf, ayet: 127.) demişlerdi. Bu sonuncu ayette geçen 'aliheteke (senin tanrıların)' sözcüğü, 'ilaheteke (senin kulluğunu)' biçiminde de okunmuştur." (Rağıbu'l-İsfehani, El Müfredat, "İlah" maddesi, s. 25.) Yukarıda anlatılanlara göre şu söylenebilir: "Allah" sözcüğünün kökeni, kimine göre, bir anlamıyla "tapınılan (ma'bud)" demek olan bir başka anlamında "şaşkınlık" bulunan (ululuğu ve tam bilinemezliği karşısında şaşkınlığa düşülen) "ilah" kimine göre, aklı alıp götürecek ölçüde sevgi, coşku ve şaşkınlık anlamını içeren "Vilah", kimine göre "perdelenmişlik" anlamını veren "Liyah (lale yelûhu'dan)"tır. Fahruddin Razi, "Allah" sözcüğünün geldiği ileri sürülen "İlah"m başka anlamlarının da düşünülebileceğini yazıyor. "İlah"ın Arap dilindeki kullanışlara göre başka anlamlarının da bulunduğunu belirtiyor: "Sükûn (dinginlik, yatışmışlık, huzur)" anlamı. Buna göre, "ilah" denmesinin nedeni, "akılların, ruhların ancak; O'nu anma, O'nu bilip düşünme yoluyla sükûnete, huzura kavuşup yatışabilir olmasıdır" diye düşünülebilir. "Vülû", yani "gönül vermek, düşkünlük göstermek, aklın hep takılı olması." Bu anlama göre de, "gönüllerin hep O'na takılı bulunması, her darda kalındığında O'nun anılması, yardım etmesi için O'na yakanlması" nedeniyle O'na "İlah" denmiş olduğu düşünülebilir."Bir şeyden korkup birine sığınma" anlamı. Bu anlama göre de şu düşünülebilir: O'na ilah denmesinin nedeni herkesin korkup O'na sığınır olması O'nun da kendisine sığınanları kurtarıyor bulunmasıdır." (Yorumlar için bkz. Razi, tefsir, c.l, s. 159-161) Razi'nin yazdıklarına göre, "Allah" sözcüğüne köken olarak "Yüce" anlamını içeren "Lah" sözcüğü de düşünülebilir. (Bkz. Aynı kitap, aynı c., s. 160) Taberi'nin tefsirinde de "Allah" sözcüğünün, hangi anlamdaki kökten nasıl gelmiş olabileceği, Razi'deki kadar uzun olmasa da anlatılmakta. (Bkz. C. l, s. 41-42.) Demek ki, "Allah" sözcüğünün kökeni ne olursa olsun, taşıdığı bir anlamı vardır. En başta belirtilen anlamıysa: "Tapınılan" (Ma'bud) anlamıdır. Yani "İlah" dedikleri varlığa "taparlar, tapınırlar", yani "kulluk ederler, ibadet ederler". Temel olan bu.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.