HUBYAR SULTAN OCAĞI VE BEYDİLİ SIRAÇ TOPLULUKLARI (*) ALİ KENANOĞLU– İSMAİL ONARLI ÖZET Bu makaledeki, yapılan araştırma da Tokat yöresi ele alınmaktadır. Tokat yöresinin geçirmiş olduğu tarihsel süreçten kısaca bahsedildikten sonra Hubyar Sultan’ın Anadolu’da yerleşimi ve ocağın tarihsel süreçleri menkıbe ve söylencelere dayanarak verilmektedir. Makalenin son kısmında ise beydili oymağından genel olarak bahsedildiği gibi yerleşim yerlerine ve oymağın tarihsel süreçlerine de yer verilmektedir. ABSTRACT Tokat region is dealt with in this study. After historical process in the Tokat region is shortly presented, Huybar Sultan’s settlement in Anatolia and the Order’s history are provided through legends and tales. In the last part of the article, general information on Beydili Tribe as well as information on its location and history are given. GİRİŞ: Anadolu büyük uygarlıkların hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. Bin yıllık Türk hakimiyeti olmasına karşın toplumsal entegrasyon tam manasıyla tamamlanamamış, farklı kültürel özellikler, genel muhtevaya eklemlenmiş ve yaşatılarak günümüze kadar gelmiştir. Bir nevi kültürel alışım olmuş ve “Türk Ebrusu” şeklinde tezahür etmiştir. 1970’lerde başladığımız Alevilik araştırmaları çerçevesinde; Çorum-Amasya-Tokat-Sivas-Malatya-Tunceli güzergahındaki coğrafi havuzda üç yüz uygarlığın kültür izlerinin yaşadığına tanık olduk. Anadolu MÖ.10.500 yıllarına değin giden bir kavimler yumağı, hanedanlıklar, beylikler ve devletlerin gel-gitlerinin olduğu bereketli bir coğrafyadır. Orta-Asya Türk GökTapınağı’dan, Hitit-Urartu Tapınakları sanatsal özeliklerine ve dini ritüellerine değin uzanan bir kültür alışımı biçimiyle yaşaya gelmiştir. Örnegin Türk Bayrağı’nın hilal ve ayı; Hitit boğa boynozlarındaki güneş kursu ile Komegana Krallığının Nemrut dağındaki Arslan teleskopunun göğsündeki hilal ve yıldız benzerlik göstermektedir. Frigya (Phryges:MÖ.12.-7.yy)’da dini inançlar arasında en önemli yeri tutan Ana Tanrıca Kybele kültü Greklerce benimsenerek günümüze değin gelir.Doğurganlığı simgeleyen kadın baş örtülerindeki üçgen motifleri Kibele’yi sembolize eder. Firiglerin Ana Tanrıça (Kibele) ile Hz.Fatıma’yla özdeşleştirilmesi ve 19. yüz yılda “don değiştirip” Anşa Bacı’da yaşatılması geleneği ülkemize özgün kültürü açısından bir önem taşımaktadır. Anşa Bacı ve Sıraçlar kültür ve inanç olarak tek başına incelemeye değer yaşayan bir olgudur. Yerel alan araşırması yaptığımız yöre, Tokat’a bağlı olmasına karşın bir bölümü Sivas il sınırları dahilindedir. Tokat coğrafyasını çevreleyen Çorum, Amasya, Samsun, Ordu, Sivas, Yozgat illeri Alevi toplumunun yoğunlukta yaşadığı bir bölgedir. Genel olarak bölgenin tarihi seyri şöyledir: Arkeolojik bulgulardan elde edilen verilere göre, yörede ilk yerleşim Neolitik Çağa (MÖ.8000-5500) değin uzadığını göstermektedir. Yöre MÖ.3000’lerde Hattilerin, MÖ.17. yüzyılda Hititlerin yurdu oldu. MÖ.7 yüz yılda yöre Kimmer ve İskit istilasına uğrar. MÖ.6.yüz yıl başlarında Medlerin, aynı yüz yıl ortalarında Perslerin hakimiyetine girer. Daha sonra Kappadokia Krallığına bağlandı. Bölge uzun süre Pontus Krallığı ve Armenia yönetiminde kaldı. MÖ.66’da bölge Roma, bilahire Bizans eğemenliğine girdi. 8. Yüz yılda Arap akınlarına uğradı... Yöreye ilk kez 1059 yılında yapılan Türkmen akınlarıyla yerleşim başladı. 11. Yüz yıl sonlarında bir süre Danişmendilerin yönetiminde kalan yöre; 1175’te Anadolu Selçukluların eğemenliğine girdi. II. Keyhüsrev (1237-1246)’in kötü yönetimine karşı; Baba İshak önderliğinde 1239/40 yıllarında ayaklanan yöre halkı, Amasya’daki Baba İlyas’a bağlı Türkmenler’inde katılımıyla 1240 yılı sonbaharında Malya Ovası’nda Selçuklu ordusu ile yapılan savaşta yenilerek kılıçtan geçirilirler. Babailer Olayı yöre halkını etkilediği gibi, Selçuklu devletininde sonunu da hazırlar. 1243 Kösedağ Savaşı sonucu Anadolu tümden Moğolların denetimini kabul eder. İlhanlı eğenliği sırasında bölgede, Moğollara karşı Türkmen ve Ahi direnişleri, ayaklanmaları başgösterir.Bu direnişler Hacı Bektaş Vel tarafından planlanır ve organize edilir. 1340’ta Eretna Beyliği’ne, 1388’de de Kadı Burhaneddin Devleti’ne yöre bağlandı. Akkoyunlu’lardan sonra 1399’da yöreyi Osmanlılar ele geçirdi. 1400 yılında yöre Timur’un ordularınca yağmalandı, yakılıp yıkıldı. Timur’un eğemenliğinde kalan yöre, bir süre Akkoyunlu akınlarına uğrar. 1413’de Osmanlı hakimiyetine girer. 1472 yılında tekrar Akkoyunlu akınlarına yöre maruz kalır. Bölge Akkoyunlu ile Osmanlı mücadele alanına dönüşen yörede 16. ve 17. yüzyılda büyük Celali Türkmen ayaklanmaları olur. Yavuz ve Kanuni dönemlerinde bölgede büyük çaplı katliamlar yapılır. Halk büyük zarar görür. Sivas Vilayetine bağlı Tokat sancağı halkı tarihte en büyük kırımlara uğrayan, zülmedilen Türkmen boyudur. 1920 yılında gerçekleşen Çapanoğlu Ayaklanması’na yöre halkı karşı koyarak; Mustafa Kemal’in başlattığı İstiklal Savaşı’nın yanında yer alırlar. Sıraç Türkmen Toplulukları; aynı zamanda Hacı Bektaş Veli Dergahı potnişini Ahmet Cemallettin Çelebi vasıtasıyla da Kuvayi Milliye hareketine nakti ve ayni yardımda bulunurlar. Kısaca özetlediğiz yöre tarihi böylesi bir süreç izlemiştir... Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında; Hâce Ahmet Yesevi halifelerinin büyük rolleri vardır. Orta-Asya Türkistan ve Horasan’dan hicret eden Türkmen babaları ve Oğuz boyları; Hazar Denizi’nin alt bölgesi Deylem’den geçerek El-Cezire-Akrat (Irak-Suriye) güzergahı ile Anadolu’nun içlerine doğru yayılmışlardır. Kalabalık ve silahlı konar-göçer şekilde hareket eden Oğuz göçebe boyları; Adana-Maraş-Malatya-Sivas-Yozgat-Tokat-Amasya-Çorum-Ankara’ya değin uzanan kavisteki coğrafyaya yerleşirler ya da dönemin Sultanlarınca iskan edilirler. Bu Türken boyları Selçuklu ve Osmanlı Devletleri’nin kuruluşlarında etkin olmuşlar, boy ve oymak Beyleri de fiilen devlet erkinde görev almışlardır. 1071’den 16. yüzyıla kadar devam eden Heterodoks Türkmen zümrelerin göçü; yerleşim bölgelerinde çeşitli lokal olaylara neden olduğu gibi, ülke genelinde de bazı isyanların ateşleyiçisi de olmuşlardır. Batınî, Alevi ve Bektaşi dede, baba, şeyh ve dervişleri kurdukları zaviyelerinin etrafında köyler kurarak bağlı oldukları Türkmen oymaklarını da buralara yerleştirmişlerdir. Bugünkü Kazakistan’ın Türkistan bölgesinden Oğuz-Beydili boyu oymakları ile Anadolu (Rum)’a göçerek; Tokat’ın Almus yöresinde Gürgen Çukuru denilen ormanlık bir semte yerleşen Hubyar Sultan’da Hâce Ahmet Yesevi halifelerindendir. Hubyar Köyü’nde tarihsel olarak Beydili Sıraç topluluklarına ve Hubyar Dede Ocağı’na damgasını vuran Hubyar adında iki zat vardır. I.Hubyar Sultan 13.yüzyılda, II.Hubyar Abdal 16.yüzyılda yaşamıştır. İki Hubyar’ın yaşam öyküsü, rivayetleri, menkıbeleri, kerametleri, ozanların deyişleri birbirine karışmıştır. I. Hubyar Sultan’ın yerleştiği ve mezarınında burada olduğuna inanılan Ormanlık yöre kutsal kabul edilmektedir.Kendi adıyla anılan bugünkü Hubyar Köyü’nü kuran II.Hubyar Abdal ise Horasan’dan gelen Hubyar Sultan’ın torunlarındandır. 16.Yüz yıl Osmanlı Tahrir Defterlerinde ve Aşiret iskanları ile ilgili kayıtlarda Konya’nın Turgud Kazası’nda “Hubyar Hubyarlı (Hubyarlu)” cemaati ile Sivası’ın Beydili ve Sarac isimli köyleri vardır. Ayrıca 1530 Rum Eyaleti olarak geçen “Samsun, Amasya, Çorum, Tokat, Yozgat, Sivas, Trabzon, Kemah, Bayburt, Malatya, Adıyaman” yörelerinde Beydili Boyu oba ve oymakları yerleşim birimleri olduğu gibi, konar-göçer halde yaylaklarda da bulunmaktadırlar. Alevi inanışında; hulûl, tenasüh, don değiştirme gibi Batıni anlayışlar olduğundan; Hubyar Sultan, torunu Hubyar Abdal’ın bedeninde yeniden dünyaya gelmiştir. Bu Türkmen Şamanist inançtan dolayı “İki Hubyar” bir kabul edilerek yaşam söylenceleri tekleştirilmiştir. Bu nedenle uzun bir tarihsel zaman kesitine yayılmıştır. Bugün dahi Sıraç topluluklarında; Hubyar Sultan, Veli Baba, Anşa Bacı yaşayan birer gaip erenidir. Hubyar Sultan gaip olarak bu dünyada yaşadığı için; yeni doğan çocuklara Hubyar adını vermek toplulukça yasaklanmıştır. Sonradan sünnileşen Beydili köyleri çocuklarına Hubyar adını vermektedirler. Her iki Hubyar dedeninde söylencelerini bu araştırma ve incelememizde belgeler ve tarihsel veriler çerçevesinde nesnel temellerine oturtmaya ve tarihsel olaylar ile örtüştürerek örgülemeye çalışacağız. Her ikimizin araştırmalarının ortak noktalarını baz alarak incelememizin ana omurgasını oluşturarak hareket odağı haline getirmeye çalıştık. Anadolu’yu yurt edinen Orta-Asya kökenli Türkmen Kolonizatör dervişlerine baktığımızada hepsi bir Oğuz oymağının beyi veya dini önderidir. Hacı Bektaş Veli’nin soyu Çepni boyunun Bektaşlu ya da Hünkarlu oymağından olup ilk müridleride Çepni Türkmenleridir. Baba İlyas, Bayındır boyundandır ve etrafında örgütlenip 1240 yılında Malya Ovası’nda katliama uğrayanlar yine Türkmen oymaklarıdır. Şeyh Hasan, Bayat boyunun On-Er oymak beyidir ve Bayatların askeri ve dini önderidir. Baba İshak bir Şam Bayadı şeyhidir. Dede Kargın, Gargın boyundandır ve aynı adla dede ocağı kurucusudur. Kolu Açık Hacım Sultan Kınık boyundandır. Şah İsmail Sencanlı bir Türken Beyi’nin torunlarındandır. Karaca Ahmed Sultan yine bir Türkmen Beyidir. 12 Bin kişilik bir ordu ile Bizans İmparatoruna yardıma giden; Kaligra Kalesini 5.000 kişiyle kuşatarak alan Saru Saltuk yine bir Türkmen beyidir. Merzifonlu Piri Baba Sarı-Bayındır oymağındandır. Nure Sufi, Karaman Türkmenleri’nin atasıdır. Dede Korkut ve ulu ozan Fuzuli, Bayat boyundandır. Keskinli Hasan Dede ve Dedemoğlu, Beydili boyundandır.(1) Gülşenî Tarikatının kurucusu İbrahim Gülşeni; kendisini peygamber soyuna veya onun sahabesinden birine değil Oğuz-Ata’ya bağlamıştır. Rumeli’nde ölen Otman Baba’nın Oğuz dilini konuştuğu ve Oğuz- Nâme usulünce şiirler okuduğunu biliyoruz.(2) Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında Türkmenler’in yer almasını sağlayan; Ahi, Babai reislerinden Şeyh Edebali (Ö.1325), Dursun Fakih (Ö.1326), Abdal Murad, Abdal Musa, Geyikli Baba gibi alperenlerin önemli rolleri vardır. Demek ki, ocakzade dedeler ya da büyük şeyhler ve babaların hepsi Türk soyludur. Halkbilmi; alanı insan ve konusu özgün kültür olan, nesnel bilimsel yöntem anlayışı ve alana ilişkin özgü araştırma teknikleri aracılığıyla elde ettiği bulgulerla genellemeler düzeyinde kuramlara ulaşmayı amaçlayan, toplumsal bilimler içerisinde bir bilimdir. Bizde araştırma alanımız olan, Beydili Oymakları ve Hubyar Ocağı’na özgü söylenceleri, nefesleri ve kültleri, adak ve ziyaret yerlerini, vb. gibi bulguları Etnografik, folklorik ve filolojik açıdan "gerekircilik ve işlevsel ölçütlerle" ele alarak, karanlık ve gizli kalmış yönlerini, inanç ve felsefi düşünce tarihini bu incelememizle ortaya çıkarmaya çalışacağız. Araştırma konumuzun baş kahramanı olan Hubyar Sultan Ocağı kurucusu; Beydili boyunun beyi ve İç Anadolu bölgesinin genişçe bir yöresininde dini lideri olan, 13.yüz yılda yaşamış Hubyar Sultan adlı bu ulu zat kimdir?.. Bugüne kadar bir Çerağ gibi yöreyi aydınlatan cemevinin, idamesini sağlayan evlatları ve talip kitlesi kimlerdir?.. Töreleri, gelenek ve görenekleri, dini ritüelleri nelerdir?.. Araştırmamızda bu ve benzeri soruların cevaplarını vermeye çalışacağız... A. HUBYAR SULTAN OCAĞI’NIN KURULUŞ MENKIBESİ I. HUBYAR SULTAN’IN HAYATI ve MENKIBESİ Hubyar Sultan, Ahmet Yesevi ekolü mensubu Horasan Alp-Erenlerinden ulu bir Batınî babası olup, Türkmen Alevi Dede Ocağı kurucusudur. Hubyar Sultan’ın yaşam öyküsü daha çok menkıbeye dayanmaktadır. Yazılı kaynak olarak halen Hubyar Ocağı postnişin Şeyhi olan Mustafa Temel’de bulunan şeceresi ve soyundan gelen Hubyar Abdal/Derviş ve evlatlarına ait Osmanlı dönemi belgeleri vardır. Yöreden derlediğimiz söylenceleri ve belgeleri, dönemsel tarih kesitiyle rabıtandırmaya çalışarak konuyu anlatmaya çalışacağız. Birleşik bir kelime olan Hûbyâr’ın iki anlamı vardır. Hû: Allah anlamındadır. Hûb: güzel, hoş, iyi demektir. Yâr: yârân, dost, sevgili, ahbab, mahbûb, muhibb ifade etmektedir. Hûbyâr ise birincisi dünyevi anlamda “Güzel Dost” demektir.(3) Türkmence; Huday (Hudaay): Allah, Hüda. Hudayyolı (Hudayyoolı): Allah için kesilen kurban. (4) Demektir ki eski Orta-Asya Türkçesinde ve lehçelerinde aynı anlamlara gelen benzer kelimeler vardır. İkincisi ise manevi anlamda “Allah’ın sevgilisi”, “Allah’ın Güzel Dostu” ya da “Hakk Ereni”ni, Allah yolunda başını (serini) kurban etmeye hazır, kamil insanı ifade eder ki; Alevilerde bu manada “Hubyar Sultan”ı telakki etmişlerdir. Hünkâr Hâce Bektaş-ı Veli (1209/10-1271/3) ile çağdaş olan Hubyar Sultan’ın Türkistan’da evli olduğuna dair bir rivayete rastlamadık. Bu durum Alevilik’te tek eşlilik anlayışından kaynaklanmış olabilirliğindendir. Bugünkü soyundan gelenlerin dağılımına baktığımızda birkaç evlilik yapmış olabilir.Çok eşli oduğunu söyleyen az sayıda da olsa yörede insan vardır. Ortak ittifak Hubyar Sultan, Anadolu’ya gelip yerleştikten sonra evlendiğidir. Karamanoğlu Mehmet Bey (Ö.1277) yöreyi irşat amacıyla Yalıncak Sultan adlı bir zatı gönderir. Bu zatta bugünkü Sivas’ın Hafik İlçesinin Yalıncak Köyü’ne yerleşerek dergahını kurar. Hubyar Sultan’da Yalıncak Sultan (Ö. 1283 )’ın kızı Gönül Ana ile evlenir ve soyu bu hatundan devam ederek bugünlere gelir. Bu evliktende anlaşılacağı gibi Hubyar Sultan ile büyük bir Türkçü olan Karamanoğlu Mehmet Bey arasında sıkı bir siyasi ilişki mevcuttur. Varolan bu ilişki bölgedeki halk hareketlerinede yansımıştır. 1. Hâce Ahmet Yesevi ile Hubyar Sultan Söylencesi: Ahmet küçük yaşta Ahmed Yesevi’nin dergahında eğitilir ve onun halifeleri arasında yer alır. Bir gün “Hak-Muhammed-Ali meydanı”nda Ahmed Yesevi cem yürütürken öğrencisi Ahmet dara durur, sitemden geçer, aklanır, pür-ü pak olur. Bunun üzerine Ahmet Yesevi öğrencisi Ahmet’e bundan böyle senin adın “Hubyar” olsun der: Ve Cemevi ocağında yanmakta olan “Çam Köseğisi”ni “Tüğünük” deliğinden göğe doğru fırlatarak; bu köseğinin düştüğü Rum diyarındaki “Balhşıh” yöre senin yurdun git orayı irşat et ve “Sultan”lığını kur der. Hubyar (Ahmet)’de hazırlıklarını yaparak, Hocasını hayır duasını alır, elini öperek; Rum (Anadolu)’ya doğru yola koylulur... Bugünkü İran-Irak-Suriye güzergahıyla Fırat-Dicle havzasında kona göçe Kemah- Sivas üzerinden mücadeleler sonucu yöreye gelir. Köseği; Tozanlının başında Tekeli yaylası altında eski ismi Balışıh (Balhşıh), şimdiki ismi Hubyar köyü denen yere düşer. Bu ulu ucu yanık çam köseğisi, Hubyar Sultan gelip niyaz ettikten sonra yeşerir ağacı olur dal budak salar. Buranın adını Hubyar Sultan’a mihmandarı olan “Hızır Sersem”in ismini koyarlar. “Sersem” ve “Kul” gibi bazı lakablar Alevi terminolojisinde Allah’a yakın Abdal anlamında kullanılmaktadır. Burada kullanılış anlamı olarak “Hızır peygamberi”de çağrıştırmaktadır. Merzifon’un Yakup Köyü’nde Hızır Sersem adı ile anılan bir türbe vardır. Balhşıh adı muhtemelen Hubyar Sultan’ın Orta-Asya’dan geldiği kent veya yörenin adıdır ki buraya da önce bu adı vermişlerdir. Torunlarından birinin adı da Buğnat (Buynat)’tır ki; V.V.Barthold’un Türkistan adlı eserinde benzer isimler oldukça fazladır. Kanımızca bu iki ad anayurtları Orta-Asya izlerinin kalıntılarıdır. (5) Buynat’ ın Balkı-Buhara’ ya ser asker olarak gittiği ve bir daha dönmediği tüm Hubyarlılar tarafından anlatılmaktadır. Hubyar Sultan’ın bugünkü Afganistan’ın Bedahşah yöresinde ve Anadolu’da Hacı Bektaş ile Moğollara karşı savaştıkları anlatılmaktadır. Hatta, Hâce Ahmet Yesevi nefesoğlu Kudbettin Haydar’ ın bizzat Hubyar Sultan olduğu yörede anlatılmaktadır. Hacı Bektaş’ın 360 halifesinden bir olan Huy Ata’ın Hubyar Sultan olduğunu ocakzade dedeler ve kocalar söylemektedirler. Bu anlatılanların gerçek olup olmadığına dair elimizde yeterli kanıt yoktur. “Vilayetnâme”de Hacı Bektaş Veli ile Kudbettin Haydar söylencesi anlatılmaktadır.( 6.a.b) Muhtemelen o dönemde Hacı Bektaş, Kudbettin Haydar ve Hubyar Sultan birlikte Moğollara karşı savaşmış olabilirler. Çünkü bölgeyi 1220 yıllarında Moğollar istila etmişlerdir.(7)Hubyar Sultan bu tarihlerde yöreyi terk ederek Anadolu’ya hicret etmiştir. Yine, Hacı Bektaş Veli’de 1221 tarihlerinden önce Nişabur’dan göçerek 1230’lu yıllarda Elbistan’a gelmiştir. Olasıdır ki Hubyar Sultan ile Hacı Bektaş birlikte gelmişlerdir. Menkıbelerde bu nedenle anlatılmaktadır. Hubyar Sultan bir Türkmen Aşireti velisidir. Hubyar Sultan kültü çercevesinde bir veli kültü söylencesi oluşmuştur. “Veli kültünü kısaca; fevkalede kuvvet ve kudretlere mücehhez olup Tanrı’ya yakın kabul edilen bir şahsiyetin her hangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımının dokunulacağına inanılması ve bunu temin için rtüel yollara başvurulmasıdır şeklinde tarif edebiliriz. Bu anlayış, velinin takdis olunmasıyla sonuçlanmaktadır... Türkler’deki veli kültünün temelinin şamanist dönemde atıldığı söylenebilir. Eski Türk şamanları incelendiği zaman, bunların Türk veli imajına çok benzediği farketmemek mümkün değildir... Şamanist Türkler, Şamanların harikulâde insanlar olduklarına, ruhlar, gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine ianırlardı. Hatta şamanlar Gök- Tanrı ile de temasa geçip ondan mesajlar getirebilen şahsiyetlerdi... Köy ve aşiret velileri: Anadolu Selçukluları ve Osmanlı devrinde, yeni fethedilen toprakların üzerinde yerleşerek oraların iskanına da önayak olan pekçok adı bilinen veya bilinmeyen veli, bu grubu teşkil eder.”(8) Ki, Hubyar Sultan’da böylesine bir velidir. Ormanın içinde derhesi ile yer açarak zaviyesini kurmuş, oymağını toplamış köy kurmuş, etrafına da Beydili Sırac Aşiretini yerleştirerek yöreyi yurt edinmiştir. Prof.Dr. Ocak, Türklerin anayurtlarından Anadolu’ya gelişinin kültürel boyutunu şöyle değerlendirir: “Oğuzlar, Anadolu’ya gelirken ilmi ve bedeniî an’âneleriyle beraber gelmişlerdi. Tabiatıyla, buradaki edebi lehçenin esasıda Oğuzca idi. Ahmet Yesevi ve onun buradaki takipçileri olgun edebi mahsuller vermişlerdir. Hiç şüphesiz bu edebiyatın menşe’i Orta-Asya’dan geliyordu. XIII. asrdan itibaren yazılı edebiyat daha uzun ömürlü eserler vermeye başlamıştır.(9) Ahmet Yesevi ekolüne bağlı Hubyar Sultan’ın söylencelerin ötesinde bir yazılı eserine rastlamadık. Fakat soyundan gelen bir çok ozan vardır. 2. Hubyar Abdal’ın Deyişinde Anlatığı Cem Töreninin Nesnel Temeli: Hâce Ahmet Yesevi; 1103 yılında Yesi’de dünyaya gelmiş, 1166 yılında “Hak ile Hak olmak, ölmeden evvel ölmek için” Tevhid’e çekilirir(10), tefekkür dönemine girer ve 125 yıl Hakk’a ve halk’a hizmet ederek, 1228 yılında yine Yesi’de Hak’ka yürümüştür. Ahmet Yesevi’nin babası ; ünlü Türkmen mutasavvıfı Şeyh İbrahim (Ö.1110 )’ dir. Annesi ; Hz.Ali (598-661)’nin oğlu Muhammed Hanefi (Ö.700)’nin kız torunlarından Fatma Bibi (Ö.1107)’dir. (11) Ahmet Yesevi onbinlerce öğrenci ve binin üzerinde “irşat daisi” yetiştirmiştir. Zaman zaman bölgenin sorunları ile ilgili önemli toplantılarda düzenleyerek çözümler üretmiştir. Bu toplantılar mitolojik olarak anlatılarak günümüze değin gelmiştir. Vilayetname’de üç önemli “eren topluluğu”ndan söz edilmektedir: Birincisi “Türkistan Erenleri”, ikincisi “Horasan Erenleri”, üçüncüsü “Rum Erenleri” dir.Üç Eren topluluğunu Prof.Dr. İréne Melikoff (12) ve Dr.İsmail Kaygusuz (13) farklı biçimlerde ele alarak yorumlasalar da ortak noktaları, bu toplulukların o günkü Anadolu’da halkın siyasi, sosyo-ekonomi, kültürel, inançsal yaşam tarzlarına yön vermeleridir. Aşıkpaşazade (14), Elvan Çelebi (15) ve Prof.Dr.Ahmet Yaşar Ocak’de Heterodoks İslam tarihi ile ilgili eserlerinde (16) ; Rum ülkesinde toplumsal yaşama yön veren zümreler ile şeyhler, babalar ve dedeler etrafında kümeleniş cemaatlerden söz etmektedirler. Tüm bu toplulukların “Mürşidi” Pir-i Türkistan Hâce Ahmet Yesevi’nin olduğunu tarihsel kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bütün erenler inançsal ve kültürel olarak Ahmet Yesevi ekolüne bağlıdırlar Büyük Eren Kurultayı; Velayetnâme’de Horasan Erenleri Meclisi’ne Ahmet Yesevi’yi davet etmek için Turna donunda 7 derviş gönderilir ve bunlar Türkistan’a doğru uçarlar. Haberi alan Ahmet Yesevi ve Halifeleri de turna donuna girerler ve gelenlere doğru uçarlar. Ahmet Yesevi ve halifeleri; “Semerkand sınırında Amû-Derya denen taşkın akan suyun üstüne” konarlar. Burada “Türkistan’ın 99 bin pirinin piri” Ahmet Yesevi’ye; “77 bin Horasan Erenin piri” Hâce Bektaş ve halifeleri Ayaklarına niyaz ederler. Bu, Meşveret Kurultayı’ndan sonra, Ahmet Yesevi ve Halifeleri Türkistan’a, Horasan erenleri de ırmağı geçerek Horasan’a geri dönerler. Bu toplantıda bir müddet sonra Ahmet Yesevi; Muhammed-Ali ve 8. İmam Ali Rıza Horasani’den kendisine intikal eden: “tac, hırka, çerağ, sofra, âlem, seccade”yi Horasanlı Hâce Bektaş’a vererek; O’na şöyle der: “Var, seni Rum’a saldık. Suluca Karahöyük’ü sana yurt verdik. Rum Abdalları’na seni baş yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, sarhoşlar çoktur. Artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü !..” Bunun üzerine Hâce Bektaş’ta güvercin donuna girerek Rum’a varır. 57 Bin Rum Ereni gözcüsü Karaca Ahmed ve yarenleri karşılar. Bu menkıbe’den anlaşılmaktadır ki; Türkistan-Horasan-Rum ülkesi biçiminde Erenler Gurubu hiyerarşik bir düzen içinde sıralanmıştır. Bu durumda gösteriyor ki; Ahmet Yesevi tüm bu erenlerin başdır. (17) Bu ve benzeri toplantılarda Hubyar Sultan da vardır. Anadolu’ya gelme nedeni de Moğol istilası sonucudur. Beydili Aşiretinin beyi ve ruhani lideri olarak bugünkü bölgeye gelerek yerleşmişdir. 3 .Hâce Bektaş Veli ile Hubyar Sultan Söylencesi ve Alevi Dede Ocakları Dağılımı: 1656 yılında Tokat’a gelen Evliya Çelebi Seyahatnamesi’de: “Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayırlı ve bereketli dualarıyla bu eski tarihi şehir: Alimler konağı fazıllar yurdu ve şairler yatağıdır” Bu şu demektir: Yöre Alevi-Bektaşilerin yoğun olduğu bir yerleşim alanıdır. Evliya Çelebi bölgeyi dolaşır ve Eyalet merkezi içinde; “Sivas eyâletinin sancakları şunlardır: Amasya, Çorum, Bozok, Divriği, Canik ve Arapgir, Sivas sancağı paşa merkezidir” demektedir. Hubyar Sultan menkıbesi’de, Hacı Bektaş ile ilgili bir çok söylence sözel tarih olarak nesiler boyu anlatıla anlatıla yaşatılarak bugünlere getirilmiştir. Bektaş Ali Temel dede bir menkıbeyi şöyle anlatmaktadır: “...Görgü Cemi mühürlendi; görüm sorum yapıldı. Hak-Muhammed-Ali adalet meydanı kurdular. Hubyar Sultan; Hünkâr Hâce Bektaş-ı Veli’nin “Dâr”ına durdu. “Özüm dârda yüzüm yerde, gönlüm er- Hak meydanında, elim pirde, dilim mürüvetde”, dedi. Hacı Bektaş-ı Veli; Sultan Hubyarı’ı gördü, sordu, yolunu yürüttü üç tarık; “Pençe-i Ali Abâ” çaldı. Ol anda, Hubyar’ın bedeninde çok fena zahım yemiş kılıç izleri gördü. Hubyar’ım sen Ali gibi yara almışsın, dedi, sarıldı... Hünkar, Hubyar’ı çağırdı dâra. Üç defa tarık çalınca açıldı yara. Bektaş-ı Veli de erince sırra mail canın vurduğu yara demediler mi, “lepbeyik lepbeyiksin” deyince Veli ismi cismi canım cananım Ali’yi gördü. Bu gizli hali ismine Hubyar’sın demediler mi. Yenguzu sela nefsihi ve men effe bima ahada aleyhullahi feseyyütiyhi ecren azim. Ol zaman ordaki halife erler yoldan taksim dilediler. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, 12 Ocağı belde belde herkese taksimat yaptı. Cem-i cemaat önünde yanan ulu ateşten vilayetiyle korları aldı. Mühit mühit attı. Herkes korların düştüğü memlekete gitmeye karar kıldı. Fakat dört kapının biri olan Tarikat-ı Nazenin yolu ortada duruyordu. Herkes o yola göz koydu. Fakat Hz. Hünkar, kim sağ solukta ve ikrarında kadim durabilirse, yol ol erin hakkıdır, dedi. Cümle talebeler, erler sağ soluğa oturdular. Hubyar’dan başkası sağ solukta duramadı. Hubyar Sultan taksimde talip almadı. Yolu aldı. Hubyar’ın nurunu gören Hubyar’a talip oldu. Öbürleri taksimini nasibini alıp mekanlarına dağıldılar. Ol anda muhabbet esnasında avucunun içinde nübüvet mühürlü bir yeşil tek el göründü. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Hubyar’ım bu tek ol Hızır eşliğinde, dedi. Tozanlının başında Tekeli yaylası var. Senin yaylan orası olsun. Köyün de bu kor parçası nereye düşerse ora olsun, dedi. Nutuf etti. Ordan bir kor aldı attı. Tekeli yaylasının altında eski ismi Balışıh köyü, şimdiki ismi Hubyar köyü denen yere düştü. Bir ulu ucu yanık çam ağacı oldu. Oranın ismini Hızır Sersem koydular. Hala o çam ağacının belirli durum noktası mevcuttur. Tekeli dağı ikibinaltıyüzkırkaltı rakıma sahiptir....” Çoğu zaman “HUBYAR SULTAN’IN HÂCE AHMED YESEVİ ve HÂCE BEKTAŞ VELİ”ye ilişkin söylencesi birlikte mülahaza edilerek anlatılmaktadır: Orta-Asya’daki ve Sulucakarahölük’teki yapılan iki toplantı birmişcesine menkıbeleştirilmiştir. Hubyar Sultan bu iki toplantıda bulunuyor. Birincisinde Hace Ahmet Yesevi’den icazet alarak Rum’a geliyor. İkincisi ise; 1240 Malya Ovası’nda Babailerin yenilgisinden sonra; Hünkâr Hâce Bektaş-ı Veli savaştan sağ kurtulan Alevi dede ve babalarını Sulucakarahölük toplayarak; “Dâr-Didâr” edip, icazet vererek, dedelik yapabilecekleri bölgeleri pay ediyor. İşte bu Cem’de de Hubyar Sultan bulunuyor ve bugünkü bölge, Beydili-Sıraç Toplulukları talip olarak veriliyor. Bu söylencenin nesnel temeli bu olaydır ki tarihen de doğrudur... Orta-Asya’daki ilk Alevi ocağı diyebileceğimiz teşkilatlı ocak; “Hace Ahmet Yesevi Ocağı”dır Anadolu’da ilk ocak sayısı 12 olarak kabul edilir ki; on iki imamlara izafeten böyle kabullenmiştir. Anadolu’daki ilk ocak kurucuları 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd soylularıdır. Bunlar; Battal Gazi Ocağı, Mineyik ve Ebül Vefa Ocağı, Ağuçan ve Veli Baba Ocaklarıdır. 13.yüzyıl sonlarına doğru Ocak sayısı giderek artar. Dede Gargın, Sinemil, Baba İshak, Baba İlyas, Şeyh Hasan, Şeyh Ahmed Dede, Şıh Bahşiş, Kureyşan (Seyyid Mahmud Hayrani), Bamasor (Baba Mansur), Düzgün Baba (Şah Haydar), Sultan Hıdır (Üryan Hızır), Munzur Baba, Ağucan, Şıh Delili Ber-Hecan, Sarı Saltuk (Sarı İsmail), Seyyid Koca Süleyman, Seyyid Gabani, Şıh Hüsamettin Aseli ve Derviş Cemal, Saru Saltuk, Battal Gazi, Hubyar Sultan, Piri Baba, Dur Hasan Baba, Ahı Mahmud-i Veli Keçeci Baba, vb. gibi gibi Ocakzade soylular gittikleri yörelere yerleşerek ana ocakları bölünerek çoğalırlar ve yeni yeni ocaklar kurarlar. 1240- 73’li yıllarda ocak sayısı 12’den 40 olur. Daha sonraki yıllarda, nüfusun çoğalmasıyla ocak sayısı 120 çıkar. Alevi ocakları 1250-1527/8 yılları arası “Velayet-Serçeşme-yani Mürşid-i Kamil Makamı” olarak Hacı Bektaş-ı Veli Ocağı- Dergahına; Mürşid Ocağı-Pir Ocağı-Rehber Ocağı hiyararşisiyle bağlıdırlar. 1551 Yılında Osmanlı yönetimi “Bektaşi tarikarı Dedebaba”lık makamı ihdas ederek Pirevi’ne oturtmuş, Ocakları bölüp parçalayarak yönetmiştir. Ocakların örgütlenme yapısı da bozulmuştur. Pirevi Postnişini Hacı Bektaş soylu Çelebileri zaman zaman yeniden ocak sistemini düzene koymaya çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır. Birlik, bazı dede ocaklarının çıkarlarına aykırı olduğundan, bu ocaktan dedeler Osmanlı yönetimiyle işbirliğine gitmişlerdir.Ocak sisteminde ki bu bozulma Cumhuriyete kadar gelmiştir. (18) Anadolu’da sistamatik Alevi örgülenmesini yapan ve Cemlerdeki ibadet düzenlemesini sağlayan Hacı Bektaş olmuştur. “Horasan Postu”nu yani “Pir Postu”nu Mürşid ve Rehber postunun yanına ilave edende Hacı Bektaş olmuştur. 1240 Babai yenilgisi sonrası Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Batıni zümrelerin dede ve babalarını Sulucakarahöyük’te toplar ve yeniden yapılandırır. Bu yapılanmada 360 Halife kent ve Kasabada görev alırken, 12 Seyyid Dede Ocağı’da kırsal kesimde görevlendirilir. Hacı Bektaş dergahı da piramidal örgütlenmede “Velayet Makamı-Serçeşme” olarak yerini alır ve “Mürşid-i Kamil” seçilir. Bu 12 Ocak şunlardır; Battal Gazi Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Ağuçan Ocağı, Saru Saltuk Ocağı, Şeyh Hasan Ocağı, Kureyşhan Ocağı, Hubyar Sultan Ocağı, Dur Hasan Baba Ocağı, Sinemil Sultan Ocağı, Ebu’l Vefa (Mineyik) Ocağı, Baba İlyas Ocağı, Koluaçık Hacım Sultan Ocağı’dır. Bu mürşid ocaklarının altında da çok sayıda Pir ve Rehber Ocakları yer alır. Aslında Ocakzade dede olarak görevlendirilenler Oğuzların 24 boyundan olan beylerdir. Bazı ocaklar yakınlık ilişkilerine göre 12 ocak sıralamasını farklı şekilde yapmaktadırlar. Bugün ocak sayısı 300 cıvarındadır. 19. Yüzyılda Osmanlı ülkesinde 1500 cıvarında tekke ve zaviye vardır. Karaca Ahmet Sultan’ın oğlu Hıdır Abdal ise “düşkünlerin egitimi ve topluma kazandırlması için görevlendirilir” Hıdır Abdal Ocağı’nın görevi sadece “düşkün durumdaki talipleri yeniden topluma entegrasyonu sağlamaktır.” Hıdır Abdal Ocağı’nın piri Koca Haydar Ocağı’dır.(16) Hızır Abdal Ocağı gibi bazı dede ocaklar sadece “düşkün ocağı” olarak talipleri islah amaçlı, birnevi “açık cezaevi gibi” görev yaparlar. Bu ocaklara sevk edilen talipler, verilen ceza yılı kadar bu mekanda çalışırlar, eğitim ve öğretimden geçtikten sonra ve infazına mütakip, yazılı bir belge ile bağlı oldukları Ocağın dedesine geri gönderilirler. Yani yargılama görevi talipin bağlı olduğu ocaklar zinciri (velayet-mürşit-pir-rehber ocağı) olup, sadece infaz işlemini düşkün ocakları yaparlar. (19) II. HUBYAR SULTAN’IN ŞECERESİ ve HUBYAR TEKKESİ POTNİŞİNLERİ Hubyar Sultan soyuna ilişkin ve zaviyedeki postnişinlerin tesbiti ocakzade dedelerdeki belgeler ile Osmanlı arşiv belgeleri karşılaştırılması sonucu ŞECERE çıkartılmıştır.(20) 1.Ali bin Ebu Talip (598-661) + Hz.Fatıma (608-632) 2.İmam Hüseyin (626-10 Ekim 680) 3.İmam Zeynel-el Abidin (658-714) 4.İmam Muhammed Bakır (676-735) 5.İmam Cafer-üs Sadık (702-765) 6.İmam Musa-el Kazım (746-799) 7.Ül-Asgar 8.Seyyid İbrahim 9.Seyyid Cihangir 10. Seyyid Abdülcebbar 11. Seyyid Nasır 12.Seyyid İbrahim 13.Seyyid Musa 14.Seyyid Kalender 15. ve 16. Seyyid Ali bin AYNİ HATUN HUBYAR OCAĞI’NIN 1.NCİ KURULUŞU 17. HUBYAR SULTAN *gerçek adı Ahmet olan Hubyar baba 13.yüzyılda yaşamış ve Yalıncak Sultan ( Ö.1283 )’ın kızı Gönül Ana ile evlenmiştir] 18.Musa 19.Mustafa 20.Yar Ahmet (1485 yıllarında yaşamış ve 1530 öncesi ölmüştür) HUBYAR OCAĞI’NIN 2.NCİ KURULUŞ EVRESİ 21. HUBYAR ABDAL (D.?-16.Yüzyılda yaşamıştır. Ölümü;1578-1582 yılları arasıdır) 22. Mustafa (1582 yıllarında yaşamıştır. Garipoğlu Bektaş Kantekin Şeyh Mehmet’ in elinde bulunan bir fermanda Hubyar evladı Mustafa adının geçtiğini görmüştür. Ayrıca Tapu Tahrir defterinde Hubyar evladı Mustafa geçmektedir.) 23. Mustafa oğlu Derdiyar ve Buğnat (Buynat)*Sivas-Ulaş- Gümüştepe (Şeyh Derdiyar) köyünde bulunan ve cami avlusundaki “Karacalar Tekkesi”nde Derdiyar’ın türbesi vardır] 24. Şeyh Derdiyar (oğulları Kenan, Ali, Hüseyin’dir. Şeyh Derdiyar 1671 yılından önce ölmüştür.) 25. Kenan şeyh (1678 tarihinde Kenan Şeyh’ in Derdiyar ve Kamber adlı oğulları vardır. Kenan Şeyh’in türbesi Hubyar köyüne girişte Algur Baba yanındadır) 26. Şeyh Derdiyar oğlu Saçlı Ali Dede (1678 tarihinde Hubyar Zaviyesi Postnişini)(21) 27. Saçlı Ali dede oğlu Mehdi (1678 tarihli vesikada adı geçmektedir.) 28. Şeyh Derdyar oğlu Hüseyin Abdal 29.Hüseyin Abdal oğulları Behzat, Himmet, Aslan, Mustafa, Hasan (1706 yılları). 30. Hüseyin Abdal oğlu Hasan Abdal ve kardeşi oğlu Himmet oğlu Mahmut 31. Mahmut bey oğlu Abdi (Hubyar Tekkesi Vakfı mütevellisi, 1195 Cemaziyyelevvel 1/ Miladi 1779/80) HUBYAR OCAĞI’NIN ÇOKBAŞLILIK DÖNEMİ ►Şeyh Torunlar; Şeyh Ali, Recep, İsa (1780 sonrası bölünme süreci 1892 kadar devam eder) ►Hüseyin Abdal’ın oğlu Himmet Abdal oğlu Temel oğlu Hüseyin HUBYAR OCAĞI’NIN ANŞABACILILAR’IN AYRILMASINDAN SONRAKİ 3.NCÜ KURULUŞ EVRESİ ►Şeyh Hüseyin oğlu ve Şerife Ana’dan doğma Şeyh Hıdır (1892 yıllarında Hubyar Tekkesinin şeyhliğini getirilir. Ö.1905) ►Şeyh Hıdır oğlu Şeyh Mustafa Efendi ►Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Mehmet Temel
Description: